.12 Sayla - Son Pasla. o Hikâyesi e SON POSTA İHBAR MEKTUBLARI VAA ( )DZT HL KKT YAMAA AAA IK D . Orhan tam yarım saattenberi burada bekliyordu. Yağmur yağıyordu. Hava oldukça 60 - — ğuktu. Genç adam bir tütüncü dükkânı- “nın saçağını siper almıştı. Pardesüsünün Oyakasını kaldırmış, şapk yice gözle- V_ he kadar örtmüştü. Sık sık sıkınlılı so - O lukla; bir berbi ninin kapısına dikmiş bekliyordu. O: —burada gören tanıdıkları kim bilir vazi — yetine ne ar V i Fakat ne Olursa oisun karar vermişti, bekliyecek- | | ile görmüşlü tırnakları: bir kat dak radan ise âşiğ $ Ve o da onun peğşini tini göz | “ha kanaat getirdikten sonra ona artık eve | l esini söyleyip yunından ayrıla - Sonra boşanacaklardı. Orhan ka -| — rısından o kadar emindi ki hiç bir zaman —aklına böyle bir ihtimal gelmemişti, O inü, iki haftadanberi arka ar - ığı ihbar mektubları açmıştı. Bu ktublar imzasızdı. Orhan ilk ihbar mektubunu aldığı 2a- man bir düşman diye, güldü, omuzlarını silkti. Fakat bunu bir Ikinci, bir üçüncü ib edince sinirlenmiye başladı. Ru tubları gönderen meçhul şahıs her dmse, eğer bildiği bir şey olmasa bu ka- | $ dar ısrarla kendisini ikazda devam ede - “bilir miydi? Sonra genç adamın şüphe e| derini kuvvetlendiren başka sebebler de o vardı. Bir kömür şirkalinde çalışıyordu. / Şirketteki mevkü yükseleli işlerin çok -| saçını mmiye, . Bu - dağu en karısını ihmal etmiye | başlamıştı. Onun yüzünü ancak sabah ak-| iliyordu. Sonrta eskidenberi u yüzün - “den aralarında ufak telek anlaşamamaz - ıklar t in de eğleneceği yer- Tet dai irinden ayrılıcdı. Nezihe | ' €ğer sinemaya gitmek isterse Orhan ha- > yir Cavide gidelim» derdi. Kocasını he- L men briç masasının başına çeken bu ke- /|keme Cayidden de Nezihe nefret ederdi Öteden İfakat hanım atıldı: — Allahtan paranız yok da, Pariste mecburen tek du- b racaksınız. Si 'Torik hem gü -| dümsedi, hem de| /(-. eÜ 'Takvora bir göz, &W işareli çaklı: — Ya! — Anne| (k; hanım.. parasız - V lik kötü şey! . — ÖOh olsun! ç. Size, kim — dedi |—bür vurup, harman savurun? —RNe yapalım? Biz senin gibi yedi- “Trecek zolacı bulamadık, . — Bu karşılık kocakarıyı susturdu. Ö- “nüne baktı. — Takvor bu fasıladan istifade ile, ma- atfüruşluğuna devam etti: — —— Bu İsviçerya'nın tarihinde Giyom l deyi bir herif vardır. Bu adam, memleketini kurtarsın için ne etmiştir. irsin? Ufak oğlunun tepesine bir el- oturtmuş, okulan vurmuştur! r İfakan hanım: —- Aman, a dostlar! Nasıl kıymış, öy- ? diye bağırdı. $ — Nasıl kıydığını bilmem.. lakin ta- Tihcez menşur olmuştur. — Evlâdına kıymakla adam meşbur olur mu? e— Apraham peygamber de öyle o mâamıştır? — — Öyle! Lâkin Cenabıihak ona kur- /— ban göndermiş de, evlâdımı kurtarmış.. — — He, bununkisi de tıpatıptır. Bu |P da elmayi vurmuş, oğluna zararı do - — kunmamıştır, Böyleliğilen de İsviçer - tini kazanmıştır.. — Gürabi efendi sordu: — — Bu memleketin başka ne gibi hu- “Biyetleri vardır? im: Bir keret İsviçerya dili r A! Bu ndamlar dilsiz mi? nasıl an- — laşıyorlar? K— Öylesi değil. Ayriyeten - dilleri Yoktur amma Frenkçez, Almancaz, , : Yazan Orhan da onun arkadaşlarından mese'â daima hastalığından, sinirlerinden şikâ - yet eden Naciyeden hoşlanmazdı. Bu yüz- den aralarında ufak tefek kavgalar da ol- maz değildi. Orhanın son aldığı ihbar mektubunda karısının bugün âşığı ile buluşacağı ya - zılı idi, Orhan da artık bir şeyler yapma- 3 düşünerek sabah erkenden ştı ve şirkete gelmiyeceğini efon ederek tekrar dönüp bir polis ha- vVsi gibi uzaktan evi farassud altına al- Hmıs, Nezihenin öğleden sonra gayet zarif bir kıyafetle evden çıkıp buraya geldiğini i, Orhan zaten mek ü bları almı- va başladığındanberi dikkat ediyordu. | Karısı son zamanlarda kendine fazla itina etmiye başlamıştı. Fakat acaba âşığı kim- di? Grhan kendisine ihbar mektublarını yazan meçhul şahsı da merak ediyordu. Bu kendisinin bir dostu mu, yoksa Nezi h şmanı mıydı? Belki de genç kadının vermediği bir adamdı. Va - kat bu Nezihenin yaptığı ne alçaklıktı! Buna nasıl cesaret edebilmişti.. Ah bu - dala erkekler.. bir de o, Nezihenin ken - disini her şeye rağmen çılgın gibi sev - İ zannederdi. « Gelip geçenler ona hayretle bir kere bakıp öyle gidiyorlardı. Kim bilir bura- da bekleyişine ne mana verirlerdi. Uta - nıyordu, kızıyordu, üzülüyordu, kendisi- ni aptal, aldatılmış bir koca mevktinde görmek izzeti nefsini yaralamıştı. Bu - nunla beraber hatasını da anlamıyor de ğildi. Eğer istese daha iyi bir koca olabi - lirdi. Sonra bu kadar genç güzel bır kadın ç başı boş bizakılmıya miydi? arısının sarışın İnce yüzü g ün ö - nüne geldi. Hakikaten ne kadar güzeldi! İçi sızladı. Onu şimdi elinden bir başka- sı almak Üzere idi. Mektublara bakılırza almıştı hile.. derin derin içini çekti ve ç- karıp saatine baktı. «Ne oldu bu ka - dına!» diye mırıldandı, saat Üüçe geliyor- dü, demek bir saattenberi burada idi lenbire geriye doğru sıçradı, parde - süsünün yakasını iyice haldırdı. Berbe - rin kapısı açılmıştı. Dişatı genç bir adam çıktı. Temiz giyinmişti. Sevimli bir yü Dalyancaz konuşur- lar.. Memleket üç parçaa — bölünmüş- tür, üçü de bu say- dığım dillerden biri ilen laf eder, — Sonra? — Saniyeten, or- dusu var, lakin de- Nizi — olmadığından filosu yoktur. — Tabi — Üçüncü husus siyeti: — Marebeye girmez, nötrdür. — Nedir? Bitaraftır. Ne kokar, ne de bula - şır, Böyük marebe, de, nasıl ki demiş isem, salt seyirci kalmış, zengin olmuştur. İfakat hanım derin derin içini çek- ti — Ne bahtiyar insanlar var, dünya- da! dedi. Şu memlekette beş on gün kalsak. Her yer zümrüd gibi.. hoşuma gitli doğrusu.. Toarik gülümsiyerek, kocakarıya göz ucu ile baktı. — Varan iki! Anne hanım da burada ilişmeğe iştahlı. Ne olursunuz? dedi, Bu müzaharet İfakat hanımın cür'e- tini artırdı; ısrara başladı: — Öyle yal Ben hepinizin hatırı için © yörlere takıldım, kaldım, Başıma tür- lü işler geldi. Burada da siz benim ha- tırımı güdün, Ucunda ölüm yok a? Na- sıl Olsa gene kavuşursunuz Parisinize, z l eli Peride Celâl sı, bu meseleye bir nihayet vermesi 1â -| | şüphe girdi. Belki de karısının âşığı şu çı- kan adamdı. Burada buluşmadıkları ne malümdu?. On dakika geçmeden genç ka- dın da çıktı. Saçları gayet güzel olmuştu. Şapkasının kenarinda pıril pıril kumral büklümler parlıyordu. Eldivenlerini ge « çirmiye çajıştığı beyaz parmaklarının uç- ları birer kan damlası gibi göz alıyordu, dışarı çıkar çıkmaz telâşla etrafına ba - kındı. Sonra sür'atle yürümiye başladı. Orhanın öntinden geçti, genç acaba y sen burada ae arıyorsun' diye, laştı. Orhan da evvelâ şaşı î“i çabuk toplamıştı. Gütüms k: — Bugün işim erken bitti, dedi, çık - tım, şöyle bir dolaşayım dedim. Bir an durdu ve gözlerini genç kadı - nın gözlerinin İçine dikerek ilâye. etti: — Sen nereye gidiyorsun? Nezihenin birdenbire yüzü pembeleş- ti. Mütereddid bir tavırla mırıldandı: — Hiç.. Nerimana... Yok, belki bir si - nemaya giderim. Orhan: «Şaşındı diye, düşündü, öbürü- ne gidecek, randevusu var. Benden nasil | kurtulacağını bilmiyore derhal: | — Beraber sinemaya gideriz diye, ce -| vab verdi. | Genç kadın hayretle ona bakmıştı, ra başını önüne eğdi. Gayet bafif bir se: le: «Peki diye, mırıldandı. Sen sinemayı sevmezdin de.» Orhan cevab vermedi Dürüşt bir hareketle onu kolundan çeküi, yağmurdan kaçmak için sür'atla yürümi- ye başladılar ve koşarak karşı kaldırı - ma geçtiler. Ertesi gün Orhan tam beşte şirketten çıktı, Eve gi üzere bir otomob - ladı. Akşama kadar eve sık sık sudan ba- |hanelerle telefon etmişti ve her telefon edişinde karşısına Nezihe çıkmıştı. ADevam 13 ncü rayfada) DOMAN! «— Ne yapalım, biz senin gibi yedirecek zolacı bulamadık.» Varsın üç gün sonra olsun! Gurabi efendi şu fikirde bulundu: — Benim itirazım yok. Siz bilirsiniz.|tasyonuna, o gün de, Kesedarın reyi de sizinle beraber ol - duktan sonra dilediğiniz yerde, diledi- ğiniz kadar kalabilirsiniz. Torik sordu: — Sen ne buyurursun, ahpar? Bu mübarek yer bizi Üç günde mahvetmez, temize çıkarmaz a? — Yok. Lakin çok pahalı olduğunu bilmeli, işimizi ona göre tutmalıyız. Bunu önceden haber etmek vazfemdir. — İnelim o halde. İnelim! Üç kişilik bir ekseriyetle verilen bu FOSTANI Eylâl 27 Ziraat Mekâletinden! Vekâlet binası kaloriferleri için 150 ton sömikok kömürü açık eksiltme su- retile satın slınacaktır. 150 ton sömikok kömürünün muhammen bedeli 3900 Tira muvakkat teminat 292,5 llradır. Şartnamesi Ziraat Vekâleti Levazım Müdürlüğünden parasız olarak alınır. Eksiltme 29/9/938 tarihine müsadif Perşembe günü saat 15 de Vökület binasın- da satın alma komisyonunda yapılacaktır mezkür tarihte komisyonda hazır bulunmaları ilân olunur. İstanbul Bele Taliblerin birlikte «6330> teminatlarile «3654 İlânları Memba su kaplarında kullanılmak üzere lüzumu olan yeni tip muhtelif nu - marada 2 buçuk milyon su kapsülü ile tur. Kapsüllerin beher bin tanesine 175 47 tane pens açık eksiltmeye konulmuş- kuruş, pensin tanesine de 13 lira bedel tahmin edilmiştir. Kapsülün nümunesile şartnamesi Lovazım Müdürlüğünde gö- rülebi sül imalâthane sahibi olduğuna ve bu r. İstekliler 2490 numaralı kanunda yazılı vesikadan başka mühür kap - işi yaptığına dair en az iki müesseseden 1000 er Dralık vesika ile 373 lira 95 kuruşluk ilk teminat makbuz veya mektu- bile beraber 30/9/9388 Cuma günü saat (B.) — (6475) malıdırlar. 14 buçukta Dalimi Encümende bulun - mevar Gazetemizin 25 Eylül 1938 tarihli nüshasında Belediye ilânları arasında Selâ- miçeşme - Maltepe yolunun asfalt tamiratı ilânında ilk teminat mikdarı 124 lira 62 kuruş olacak yerde 182 lira 62 kuruş olunur, olarak dızıldiği görüldüğünden tashih Bütün Ağrıları Geçirir. ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız / '— — N — İneriz.. — dedi; lâkin Cinevrede, — Neresi orası? — Milletler Ce - Miyetinin — olduğu yerdir. Ayni zaman- da memleketin de n kıyak şehridir. Firdolayı — gezecek mesireleri, bir de fefkelade gölü var- dır. - Daha, çok u - zak mı? — Bir kaç saat - tan gelooruz.. —265 — Avrupenin.. sade Avrupanın değil bü- tün dünyanın en bü- yük devlet adamla- Yını sayısız delalar istikbal ve teşyi etmiş bulunan Cenevre şimendifer is- şarktan — gelen sür'at katarı yekdiğerinden acayip dört yolcu indirdi. Orada birikmiş meraklılar kalaba- lığı bu yolcuları baştan aşağı tecessüs- le süzdükten sonra, birbirlerine göste- rerek şu mütaleaları yürüttüler: — Hindistan racalarından biri ola- cak., yanında karısı, veliahdı ve kâtibi var. — Yok. Raca falan değil.. yeni Ha- beşistan mürahhası. — Olamaz, Rengi ösmer değil bunun.. — Şimal kabilelerindendir belki de karara Takvor da katılmak mecburiye-| ondan.. t 4inde kaldı. . l # SAA ea — Yoksa, Cavalı bir prensin geleceği söyleniyordu; sakın o olmasın? — İhtimaldir. Herhalde Avrupal kı- “|yafetine yeni girdikleri belli. Baksana, karının elbisesi üstünden düşüyor. — Ya, herifin melon şapkası? Melon şapka yer yüzünden kalktı. Anlaşıları oralara dâha yeni gitmiş, — Bak, bak! Veliahtın sığalı kolla- rında dövmeler var, — Çuvaldan bir de bavul taşıyorlar. Kimbilir içinde ne mücevherler var - dır?? Yanlarına kasketli, parlak düğmeli bir ötel çığırtkanı sokuldu: — Ötel dü Lak, silvuple. Gurabi. efendi kendisini hürmetle selâmlıyan bu adamın kılığına aldan- dı, onu yüksek rütbeli bir zabit zanne- derek, şapkasını çıkârdı yerlere kadar eğilip mukabele © — Estağfurullah!. — Estağfurullah!. Teşekkür ederim. Çok naziksiniz! Ve Takvora dönüp: — Bu zatı âliye frenkce söyleyiver: Bon derece mahzuz oldum. Fakat ben naçiz bir mütekaidim.. onlar büyük bü- yük zevatı karşılamağa alışmışlar.. ga- Dba bir zühül oldu.. dedi. Takvor çarçabuk bu düzeltti: — Yok, canım! Zannettiğin değildir. Otel tasviye edoor.. uşaktır ne!. Fekat olmıya ki enksesinden gidelim. Lak öteli buranın en pahalı otelidir. Bir geceliği ilen, İstanbulda üç odalık bir apartımanın yıllığını ödersin. Herifi savdılar, Niyetleri istasyondan usul usul dışarıya çıkıp, kendi kendile- rine, mutedil, mütevazı bir otel ara - Bunun için de Takvorun di!bi- e güveniyorlardı. Eşyayı aralarında pay edip, her biri bir parçasını eline aldı. Mahud heybe de Toriğe düşmüştü. O, bunun bir gö- zünü sırtına, bir gözünü de göğsüne sallandırdı. Yola düzeldiler.. (Arkası var) suitefehhümü