“ BON POSTA Eylâl 24 Hergün Orta Awı;;îıı Pancermanizm Yazan: Muhittim Birgea eşte ile Viyana arasında güzel bir şehir ve bir Tuna limanı var- dır ki üç muhtelif isimle anılır. Bugün Çekoslovakya hududları içinde bulunan bu küçük şehre Çekler, «Slav biraderler> manasına olarak, Bratislava detler; eski- denberi coğrafya kitabları bu şahri, Al- manların ona verdikleri isimle, Pittsburg diye yâdederlerdi. Halbuki Macar'ar bu şehri büsbütün başka bir isimle, tanırlar ve aona Pozsoni (Pojoni) derler. Hattâ, vaklile Mâcar hududları içinde bulunan bu şehrin Macaristandan ayzılmasına Ta- zi olamıyarak Budapeştenin yeni yapılan bir mahallesinde yeni bir sokağa da bu is- mi vermişlerdir. Çekin, Almanın ve Ma- çarın aralarında bir türlü paylaşamadık- ları bu şehir, Orta Avrupanın hakiki manzarasının bir timsalidir. Orta Avru- panın birbirinden kolaylıkla ayrılamıyan bir takım parçalardan mürekkeb bir kül olduğunu anlamak için bu şehrin ismini, iktısadi mevkiini ve kültürünü gözönü- ne almak kâfidir. Bratislava hâkim bir | Alman kültürünün canlandırdığı ve teş- | kilâtlandırdığı bir merkezdir, Pittsburg Örta Avrupa Almanlığına Slav kanı ve| Slav kültürü karıştırmış olan bir ittisal noktası olur. Sonra, bu iki muhtelif var- hk ve bunların karşılıklı tesirleri arası- na Turanlı Macarlığın kattığı hususi bir ruh da vardr. Pittseburg biraz Peşte ve biraz da Praha'dır; Bratislavada Viyana- yı ve Pozsoni'de üç merkezi bir arada gö- Türsünüz! 'Tunanın Orta Avrupaya isabet eden kısmını, Allah bir teknede yuğurmuş ve ona tek manzaralı bir tabiat parçası ola- tak şekil vermiştir. Avrupanın tabıat ba- kımından en güzel parçası olan bu kıt'a- ya, Turanlı, Slav, Cermen, Lâtin, hülâsa tarihin tanıdığı bütün milletler, muhte- lif dalgalar halinde, zaman zaman hücum etmişler, orada yerleşmişler ve birbirle- rile karışmışlar. Bin senelik Avusturya, bu dört ırk varlığını, dört ruhu ve dört serveti, tek bir hayat mücadelesi gayesi etrafında birleştirmiş, birbirine karıştır- mış ve orada tek bir tabiat parçası olduğu gibi tek bir hayat sahnesi de yaratmıştı. * Yirminci asır, bu sahaya, birbirile çar- pışan iki küvvet soktu: Panislavizm ile Pancermanizm. Bu iki birleşme meyli ve iki genişleme kuvvetidir ki Cihan harbini doğurdu ve ilk safhada Panislavizm mağ- lâb oldu. Fakat, ikinci safhada da Pan- cermanizm mağlüb olduğu için meydan Lâtinlere kaldı. Lâtinliği temsil eden milletlerden İtalya zayıf, Fransa ise bu memlekete siyaset bakımından da, kültür bakımından da, iktısad bakımındal da u- zak idi. Bundan başka, Slavlıkla Cerman- Lık, biri kütle ve pasif mukavemet cihe- tinden, diğeri de kültür tarafından kuv- vetli alan bu iki taarruz kuvveti, bu sa- bada birbirlerile uğraşırken Lâtinlik çok- tan varlığını kaybetmiş, Turanlı Macarlar ise zaten yalnız ve kuvvetsiz kalmışlar- dı. Bunun için Fransanın siyaseti Orta Avrupaya, tek manzaralı bir tabiat için- de tek hedefli bi hayat etrafmda toplıya- cak yerde, yalnız parçalamıya kadir ve toplamaktan âciz bir tesir yaptı ve her şeyi birbirine karıştırdı. Macar, Orta Av- rupanın bu yeni şekline gasbedilmiş bir 'Turanlı gözile, Çe, Slavlığın şerefli iddia- larile, Alman da Cermenliğin inkişaf hır- Bile baktılar, Lâtin Fransa, buraya ancak politikasını sokabtiliyordu. Turanh Ma- car, kimsesiz ve biçare idi. Çarlık yıkıl- mış olduğu için Panslavizm de vefa! et- mişti. Meydanda Orta Avrupanın istik- baline hâkim tek bir kuvvet kalıyordu; o da Cermenlik idi. * Bilmiyorum, Fransanın, İşleri Gderin görmek kudretinden mahrum, politikacı ve bürokrat fantezistleri, Versailles (Ver- Vay) ve Trianon muahedelerile yaptıkla- mı hatanın büyüklüğünü şimdi anlıyorlar mı? Eski Avusturyayı ortadan kaldırmak, onların irtikâb edebilecekleri en büyük hata idi. Almanyaya bağlı, fakat Alman- lıktan uzaklaşmış ve ona karşı bir müva- zene bloku vücude getirmiş olan tabit A- vusturyayı kaldırıp yerine Fransaya bağ: h, fakat kuvvetsiz ve sun'? bir Çekoslo- vakya getirmek isteyen Fransız politika- ları bu büyük havatı irtikâb ettiler; Orta Avrupanın kendi kendisin! müdafaa ede- Resimli Makale : *«Aklı selim» den sık sık bahsetmekten çekininiz, o kadar çekingen ve korkaklır ki kendisinden bahsedilmesi bile onu kaçırtmaya kâtidir, e “Mantık.. mantıktan anlayana söylenir.., — Bir davanım haklı olduğunu dil ile ve kalemle isbat etmek ekseriya güçtür, mümkün olduğu takdirde «aklı selim» den bahsetmeksizin hakikati ftiliyat üzerinde göstermeye çalı- pruz.. SÖZ ARASINDA Amerikalı bir gencin Kendi elile yaptığı Denizaltı gemisi Amerikada Barney Connett — isminde meraklı bir delikanlı, evinde bir denizal tı gemisi yapmış ve vasati genişliği tak- riben 140 kilometre olan Mişigan gölü- nü, bununla geçebileceğini iddia etmiş.; Geçmiş amma, resimde gördüğünüz gibi seyahatinin sonunda, baygın ve bitab bir halde sahile çıkmşıtır. Delikanlının yap- tığı denizaltı gemisinin boyu 3 buçuk metredir. ——— — bilecek yegâne varlığı olan tariht impa: ratorluğunu ortadan kaldırdılar. Biraz Alman, biraz Macar, biraz da Slav olan bu imparatorluk, Orta Avrupayı hem Panslavizme, hem de Pancermanizme karşı müdafaa ediyordu. Fransa bunu yıktı; İngiltere Avrupanın bu suretle parçalanmasına Mmemnun olarak içinden güldü.. Çarlık Panslavizmi ortadan kalk- mış olduğu için 'Tuna havzasında yegâne inkişaf kudreti olarak Pancermanizmin kalmış olduğunun farkına varmadı. Bu vaziyetin ilk farkına varan Hitlerdi. O, Avrupanın mühim bir kısmına yayılmış olan Cermenlik için en müsaid inkişaf sahası olarak Tuna havzasını görüyor ve Reln'in öbür tarafındaki Fransız ovaları- na yayılmak için manialar aşmıya çalış- mak yerine, Karaormanla Karadeniz bir- birlerine bağlayan Tunadan, yavaş yavaş, Orta Avrupaya doğru yayılmıya karar verdi. Şimdi görüyoruz ki Tunanın akıntışını takib etmek, Voj dağlarını aşmaktan çok kolaymış. Pancermanizm, bir kaplumba- ğa gibi yavaş, fakat emin adımılarla yürü- yor. Clemenceau (Klemanso) hayatta olsay- dı sade Versailles ye Trianon muahedele- rini imzalıyan kalemleri değil, belki de bizzat parmaklarını kırardı! Muhittin Birgen İSTER | mişlerdir. ZLK K D Hergün bir fıkra — £| Seçiten Genç kız Bana satıyorlar Memur, büroda çalışıyordu, sigara paketini masanın üstüne - koymuştu, | beleşci bir arkadaşı yerinden kalktı. ; Paketten bir sigara aldı. Elile yokladı: i — Gayet iyi yumuşak! Bir tane daha aldı. Ontu da elile yok- ladı: î — Bu da gayet iyi! İ Her iki sigarayı cebine koyduktan sonrTa arkadaşına: — Sen bu yumuşak sigaraları ne- İ ; İ : KA gNn Çalışan kız Nasıl elbise Giymeli ? Londrada zaman zaman — tazelenen mühim bir mevzu da, çalışan ” genç kızların ne suretle giyinmeleri lâzım geldiğidir. Bu hu- susta büyük bir tecrübesi olan bir kadın terzisi, ken- disine — gönderilen 1000 tuvalet ara- sından, Tesmini gördüğünüz mode. Amerikada güzellik müsabakalarına Mis Ohio ünvanile giren Ohio şehrinin güzeli 21 yaşlarındaki Narilyn Me Seke, neticede (Mis Amerika) lığa seçilmiştir. Resimde annesi, kızının saçlarını düzelt- mektedir. Genç kız, çimdi tayyare ile Hollywooda gitmiştir. Yakında beyaz perdede görünecektir, Hiç bir iş yapamıyan adam nihayet kendisine iş buldu Middlesexe'de oturân bir adam, hiçbir bir jüri heyeti de itiraz ve münaka- şa etmeden bunü aynen kabul et- lerden birinin - insan gibi - bir hareket yapması üzerine, gözlerine inanmıyarak şaşırmaktadırlar. Bir âlimin başına gelenler Meşhur biyoloji âlimlerinden profesör Julian Huxley fle karısı Paris ile Ca - Şimdi İngilter- deki bütün çalışan kızlar bu şekilde elbise giymiktedirler. Gaz maskeleri sakatlılara uymıyor Kalın çerçeveli gözlük takanlarla, sa - kallı insanların, herkesin kullandığı gaz maskesinden istifade edemedikleri anlı-| ——— pılmış, ve bu gibilere ayrı ve hüsusi ter- | miştir. Bunun için de, İngiliz fabrikaları tibatı haiz maskeler yapılması icab et -| hararetle çalışmıya başlamışlardır. İNAN, İSTER İNANMA! Sözün Kısası Ahmed pehlivanla Boksör Kraus Un G TEla ksarayın eski Yeşiltulumbasında meşhür sıra kahveler - vardı. Ö semtte oturan halk akşamları sınıf smıf bu kahvelere taksim olur, vakit geçirir- di. Gençlerle yaşlı başlı kimselerin bir a- rada oturmaları, zamanın içtimaf nizam- larına, terbiye telâkkilerine uygun olma- dığı için biz, dolikanlılar, Arab Mahmud isminde, hoşsohbet bir adamın işlettiği çardaklı kahveyi kendimize âdeta hasret- miştir. Burada en gencimiz on yedi, on sekiz- den aşağı, en kodamanımız yirmi dört, yirmi beş yaşından yukarı olmamak üze- İza toplanır lokumuna tavla, gazozuna do- mina, bir boza ziyafetine altı kol İskame bil oynardık. Bir âralık bu gençler mahfeline Ahmed pehlivan adında kıranta birisi dadandı. Bu iri yarı, kan fazlalığından yüzü gözü mosmor, ensesi takkeci kalıbı gibi, kapı- lardan güç sığan, çalımlı, afili bir adam- Tanrının akşamı, gelir, pencerenin Ö- nüne kurulur, ötekini berikini tâciz ede- vek kendine çay ısmarlatır, tâ kahve ka- panıncaya kadar durmamacasına savur- duğu palavralarla müşterileri sıkardı. Onun iddialarına bakılacak olursa, Kurddereliyi yıldırmış Kara Ahmede Ya« kacıkta pes dedirtmiş, yüklü manda ara- balarını ard tekerleklerinden kavrayıp durdurmuş, bir yumrukta bir demir fi« Çekoslovakya meselesi bizim gazeteleri tarihte buna ben« zer meseleleri bulup çıkarmaya, hakik! sebeblerini bulma- ya, neticeleri Üzerinde düşünüp konuşmaya sevketti. Bir gazetenin başmakalesinde okuduk. Muhterem üstad: «— 19 uncu asrın beşeriyete hediye ettiği milliyet prensi- pi görülüyor ki, kuvvetini kaybetmek şöyle dursun, bilâkis günden güne yeni bir şiddet ve kuvvet peyda ederek git- İSTER İNAN, tikçe genişliyor ve milletler arası münasebetlerde en kuv- vetli bir âmil mevkiini alıyor» demiş. Müşahedeyi makul bulmamak mümkün mü? Son 25 se nenin bütün hâdiseleri hatırımızda, bazıları da mizi önündedir. Fakat buna rağmen kuvvete istinad etmiyel yerlerde milliyet prensipinin tatbik sahası bulabildiği gö- rülmemiştir, bunun içindir ki biz her şeyden evvel kuvvo- tin müessir olduğuna inanıyoruz, fakat ey okuyucu sen: İSTER İNANMAL çıyı ezmiş.. daha ne haltlar etmemişti. Bu herife hep içerliyor, fakat « ne yalan söyliyeyim? - kendisini istiskale cesaret edemiyorduk. Öyle ya: Maazallah bir fise ke vursa, canımızı alırdı. Hiç unutmam: Bir ramazan gecesi idi, Gene böyle kahyede oturuyorduk. Ah- med pehlivan da bermütad, gelmiş, kös gesine kurulmuş, ısmarlama çayını yü- dumlaya yudumlaya, bilmem ne gibi bir marifetini anlatıyordu. Vakit gecikmiş, sahura yaklaşmıştı. Birdenbire, kahvenin kapısı öfkeli bir e- lin zorile ardına kadar açıldı. Önce, içe- tine doğru fenerli bir el, sonra, ucunda kapkara bir maşa sallıyan ikinci bir el, onun da arkasından soluk yeldirmeli. başörtülü, yaman bir câzü göründü. Doğruca pehlivanın üzerin2 yürüyen bir yandan da bağırıyordu: — Sana eve erken dön, kuyudan su çek, ibrikleri, semaveri doldur, demedim mi, herif? Abdest tazeliyeceğim, bir dam- la su yok. Yürü bakayım! Düş önümel. İçimizden: — Eyvah! diyorduk; şimdi bir Tfacia " | kopacak. Hiçbir şey de kopmadı. Pehlivan kuzu kuzu kalktı.. ağzından yalvarmalar dökü- le döküle, karısının önü sıra, çıktı, gitti; ve bir daha da kahvede görünmedi. Gazetelerde, Amerikalı meşhur bok- Sör Kraus'un karısından dayak yediği gö züme ilişince, ııy;i ihtiyart Ahmed peh- Hvanı hatırladım. Zâhir dünyanın en zorlu adamlarını yıldırmak için Cenabı« hak «kadın» denilen mahlüku yaratmış.. £. Talu ( Büyük müsabaka uT Yalnız çocuklar için 25 lira, 15 lira, 10 lira ve 100 kişiye de muhtelif hediyeler vereceğiz dı. » bu ifrit bir yandan maşa ile onu dövüyor, ,