Genç erkek işinden bir hafta izin al- © mıştı. O akşam eve döndüğü zaman neş- eliydi. Karısının boynuna atıldı; — Yaşadık. »— Ne o, maaşına zam mı var? k — Yok henüz o değil, fakat gene ona — yakın bir şey.. bir hafta izin verdiler. | — Başları dinç olsun diye mi? — Seninle de hiç konuşulmaz ki.. Mü-| Hasebetsizliği bırak da beni dinle.. bir haftalık izin zamanında seninle şâhâna bir kamp hayat: geçireceğiz. Bu sefer neş'elenmek sırası genç kadına gelmişti. O da kocasının boynuna atıldı: — Kamp hayatı ha... Sırtlarımızda çan- — tajarımız yola çıkacağız.. gideceğiz, gi- — deceğiz, tabiatin yarattığı bütün güzel- liklerin ortasında çadırımızı kuracağız.. — Ben sana söylemedim mi.. — Ne iyi, ne iyi.. O günün ertesi günü bütün eksikle - rini tamamlamışlardı, bir gün sonra da karı koca, yükleri sırtlarında, sopaları | ellerinde yola çıktılar. Az gittiler, uz git-' iler, dere tepe düz gittiler, şehirden çık- | filar, köylerden geçtiler.. nihayet tabia- tin bütün güzelliklerini bir arada topla- — dığı bir yerde durdular: — İşte en Münasib yer. — Evet, işte tabiat, işte hayat, işte her Şey.. otlar ne kadar yumuşak, gökyüzü ne kadar temiz, ve hele az uzakta olduğu sesinden anlaşılan derenin şırıltısı ne ka- dar âhenkli.. — — Çadırları buraya kurarız. — Öyle ise sırtlarımızdaki ağırlığı ye- te bırakalım. — Bırakalım, Kadın çok yorulmuştu. Çantasile bir- likte kendini de yere bıraktı ve ayakla- rını uzatlı. Erkek kızdı: — Sen de hep'rahatını düşünürsün.. — Öyle ama hem yorgunum, hem de açım. Erkek bir an düşündü.. karısı haklı gi- bi idi. Yorgunum, demiyorum ama aç ol - masına ben de oldukça açım.. bir yemek yesek.. hem daha evvel çantamızda bir gişe şarab vardı. Onu açıp birer yudum - içelim, — Fena olmaz, aç.. ben de biraz içerim. Derken kapı açıldı, Takvor girdi. 'Torik boş bulunarak bağırdı: Neredesin be?! Masal uy -| duracağım — diye,| demindenberi dir imanım gev - Teyor! Takvor da bu çıkışma — karşı « sında ayni vech « ile kendini unut- tu. — Zo, sen demedin sonra gel deyi? cevabını verdi. Bereket versin, Toriğin önceki sör ilerini Amerikalıya izah lle meşgul ter- cüman devrilen çamların farkında ol- mamıştı. Herif, Toriğin sözlerine muttali ol- duktan sonra: — Peki! dedirtti. Bunu ben satın alı- — rım. Fakat izin versinler de bir de ben, kendi itimad ettiğim bir vukuf ehline Bgöstereyim. Torik şiddetle reddetti: g — İmkânıi yök. Satmaktan vaz geçe — Fm, gene'de başkasına göstertmem. — Niçin ama? — Niçini var mı, yahu? Ben bu malı babamdan miras yemedim; arakladım diyorum size.. duyulsun da hem onu elimden alsınlar, hem de kodesi boy - layıp, zindanlarda mı çürüyeyim?. Takvora seri bir göz işareti çaktı. O da, camın üzerinde duran muskayı lâkayid bir tavırla eline aldı ve güya hecelemeğe, okumağa başladı: — Ben, dipte vaziyülimza Makedonyalı.. kıral ve imperator.. iş- bu menşurumu.. okuyacak olanlara de- Tim ki.. mezarıma.. — Hay, mezarına!. — Sus, Necmi beyim! Tafın ipini ka- Ççırttırma!, Mezarıma dokunanlar.. evel, ahir, naletime müstahak olsunlar.. — Hay, Allah senin müstahakını versin! “Son Posta,, nn Hikâyesi KAMP HAYATI NDDKT KA — Çevirem : İsmef Hulüsi — Şarap şişesi hazır ama tirbüşon ne- rede? — Beline taktığın çakının tirbüşonu var ya! — Evet ama belimde çakı yok. — Neye? — Bilmiyor musun, ilk mola verdiği- miz yerde bir ağaca İsmimizi yazarken ağzı kırılmıştı. — Tirbüşon tarafı kırılmadı., — Öyle ama, ben kaldırıp attım. Bir çakı, tirbüşon olmadan evvel çakıdır, ga- kı olarak bir daha işe yaramıyacağı için ben kaldırıp atmıştım. — Müsrif.. — Artık ne dersen de. Şu arada da e- nin çakını çıkar da, tirbüşonile şişeyi a - çalım. — Benim çakım mı?.. A... Ben onu ev- de unutmuşum. — Buna hayret etmedim. Evde bir şey unutmak senin hiç değişmiyen âdetlerin- den biridir. — Bu seför de sen fazla konuştun. Ben sofra örtüsünü yere yay:yorum, yemek yiyelim. Bir an düşünür: — Hep ben iş görürüm, hep ben.. Bay bir hafta izinli. peki ama ben ne vakit SON POSTA ÖS İT KH AM U AKLA KLL AMAD KITZ izinli olacağım.. sabahleyin ev işine baş- larım.. akşam olur bitmez. Hattâ bura- da bile ne pazarı vardır, ne de bayramı... Erkek çantadan bir açılır kapanır is- kemle çıkarır. Kadın bakar — Bu ne olacak? — Üzerine öteberi koyacağız. — Pek sağlama benzemiyor, bir çö- kerse.. — Sâaâğlam olup olmadığını denemek istiyorsan, üzerine kendin otur. Seksen kilo için garanti diye sattılar.. — Ben seksen kilo muyum da. — Hayır daha azı için de garantidir de. Kadın oturur, iskemle çöker. — Sen bunu inadına yaptın. — Vallahi değil. — Kemiklerim kırıldı, — Kemiklerin mi?. Göster göreyim. — Benimle bu hâlde alay etmiyo sıkıl- mıyorsun ha, Vicdansız.. burada bir hiz- metci gibi çalışıp yemek hazırlıyorum. — Her kadın kocasının hizmetcisidir. — Ne güzel lâf, Evde öyle, burada öy- le.. sana bakmak, çocuklara bakmak. — Çocuklara mı, bizim çocuğumuz yok? — Günün birinde olacak ya.. — Evvelden pazarlık. Peki ama şehir- deki evimizde hizmetci var. — Hiçbir işe yaramıyan hizmetci. Ba- na kalsa bir gün tutmam. fakat sen be- nim gibi düşünmüyorsun. Yüzü gözü te- mizmiş, Gözlerinin içi gülüyormuş. Te- miz pakmış.. — Dağrusu ben bu kadar dikkatli ba- kıp hükim verdiğimi hatırizyamıyorum. — Tabii hatırlamazsın, sen bunların hepsini birden söylemedin ki.. birer birer söyledin. » | — Sen de yekün yaptın. Yeküinu söy- |lüyorsun. Fena değil.. yekünun doğru o- lup olmadığını anlamak için evimize dö- ner dönmez bir mizan yapayım. — Alçak, vicdansız, bunları söylemiye utanmıyorsun.. hizmetcllerle düşüp kalk- maktan hoşlantlığını benim yanımda Tti- raf ediyorsun.. — Ben böyle bir şey itiraf etmiş deği- lim. Hem karnımız aç, biraz yiyelim, — Benim iştahım kapandı, yemem. — Bak karıcığım.. tabiatin — güzelliği, SON POSTANIN EDEPİ POMANI vermeleri lâzumdır. Muhammen bedeli 2160 lira olan 120 her Muhammen bedeli 15000 lira olan 160 ton karpit 8/11/1938 Salı günü 15,30 da kapalı zarf usulile Ankarada İdare binasında satın alınacaktır, Bu işe girmek istiyenlerin 1125 liralık muvakkat teminat ile kanunun tayin ettiği vesikaları, tekliflerini ayni gün saat 1430 a kadar Komisyon Reisliğine Şartnameler parasız olarak Ankarada Malzeme Dairesinden, Tesellüm ve Sevk Şefliğinden dağıtılmaktadır. Eylâl 24 saat Haydarpaşada «6745» ton çimento açık eksiltme usulile 7/10/ 938 Cuma günü saat 10 da Sirkecide 9 işletme binasında satın alınacaktır. İsteklilerin 9 7.5 nisbetinde teminat ve kanuni vesikalarile komisyona müra- eaatları lâzımdır. Şartnameler parasız olarak komisyondan verilmektedir. «6704» RADYOLİN ilk SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM yemekten sonra muntazaman dişlerinizi — fırçalayınız | suyun şırıltisi, mavi gök.. bütün bunlar iştah açmak için kâfi dğil mi ki! — Hayır, hayır. — Peki öyle ise çadırımızı kuralım. — BSen kur, ben kurmam, hem ben ora- da seninle kalacak değilim ki.. — Peki nereye gideceksin? — Gidecek yer mi yok!. — Buralarda başka çadır. görünmü- yo;tadm çantasını yüklendi. Erkek peşi sıra yürüdü. Şehrin yolunu tuttular. * Bir kış gecesiydi. Komşular misafir gelmişlerdi. Kadın anlatıyordu: — Kamp hayatı kadar güzel bir şey içindeki.. alatı tıb - biye.. hok.. hekna vesaireye el koyan.. gerisi güc okuncor.. imza: Filip, Amerikalıya dön- dü; Fransızca ola - rak: — Pek —müke - mel! Çok kıymetlil dedi. Salt bu vesi - ka bir hazne değer, — Peki. Fakat kâ- ğit üstüne yazıl - mış.. Nasıl izah e - dersiniz? Takvor güldü: — Aman! dedi.. Nasıl olür da - siz bilmezsiniz? — O ta- rihte kâğıd yok değildi, fakat adına Papirüs derlerdi. — O başka şey değil mi? — Aslâ! Aynıdır.. bir fark ilen., — O da?. — O da şudur ki , papirüs ağacın nundan mamuldur. İşte, bütün fark len daha, yapraktan nasıl kâğit edildi- ğini kefşedememiştir. Her halda eski Firavunlar şimdikilerden üstünmüş ler. Bak, bin şu kıdar sene evelki hok- naya: Safi kristaldır. Bizler kristalı ele geçirdiğimizde surfamıza surahi deyi oturturuz. Şu hortomu — göroorsun? Lastik değildir; meşindir. Fırdolayı da ince tel ilen çevrilmiştir ki soliditesi |nm dibine değecek yeri de cam veya e- bonit gibi tehlikeli maddelerden olma- yıp kehlibardır. Kehlibarların ariyeten — Bohordandır, zol Eskiler rafine * yontulmuş, incel - miş « adamlardı. En hafif irayıhadafi tâ- €iz olurlardı. Onun için, bunu — şişti # mal ederiken' bir yandan da burasın- da — darçın, günlük, asilbent, rtırşah ne- vinden bohor ya - karlardı, Torik gene dayı- namadı; avucile çe nesini kavrayıp, ba- Birdi. — Vay silsilesi - nin mezarında bu - bur yaktığımın he- rifi! Nasıl da uyduruyor, be! Takvor payladı: — Sus ol! Bu kıdar ilmi lafları senin şifaf hassaları olduğunu bızdık çocuk | ,4 L bilem bilir, Antispazmodiktir, yaniya ki ispazmos illetini önler. Zayıf, sınırlı, | yaprağından yapılırdı. Kâğıt ise odu- ' saralı çocukların boynuna kehlibar a - sarlar, Demek oloor ki, eski zamanda Filip.. | ondadır. Ve böğünkü sivilizasyon ha - kehlibarın bu fefkelade hassaları tıpcaz malumudu. Buraa koyarlardaki pek - |likten ileri gelen vecalı tekallüsata İmani olsun. Ağnoorsun inceliği? Amerikalı bütün bu izahatı büyük bir dikkat ve alâka ile takip ediyordu. Burada Takvor soluk almak üzere düu- runca, sordu: — Bu, üzerindeki çubuk lülesi gibi — Sus ol deorum! Olsunlar. Hele.. | artsın deyil, Sözum bundan dışarı, insa-/olan şey nedir? Amerikalı kanmış gibi idi. Nargileyi eline alıp, bir daha uzun uzun muaye- ne etti. Ondan sonra: — Pekâlâ! dedi. Ambalâjını yapt- rın.. hazırlayın. fakat, sizin istediğiniz para çoktur. Her ikisine birden bin| dolar veririm. ik Takvora döndü. — Bin dolara vereyim mi, ahpar? —— Bana kalırsa hiç durma. — Ne tutar bin dolar bizim para ile? — Bin iki yüz elli. — Az, bel Söyle biraz daha çıksın. — Beni diğne: veri yoktur. Kocamın izin zamanında bir ça- dır ve lâzım olan eşyaları almış gitmiştik. Ne güzel vakit geçirdik. Kocasına döndü: — Öyle değil mi? Erkek şaşırmadı, suali yadırgamadı: — Ha.. evet.. tadı damağımızda kaldı. Gene birkaç gün kamp hayatı yaşamak için gelecek yazı iple çekiyoruz. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Asıl kabahat kimde? Yazan: O, Henry Çeviren: H. Alaz — Haydi, öyle olsun! Birdenbire kabul edip de adamcağı - zın zihnini bulandırmamak için biraza- cık mırın kırın ettikten sonra razı ol- dular. Torik herifin uzattığı çeki: — Hay, berekât!!. Diye cebine yerleştirdi. Nargile de sarılmış, sarmalanmış olarak, Gurabi efendinin muskasile birlikte yeni sahi- bine teslim olundu. Amerikalı mağazadan çıkar çıkmaz, Torik, Takvora: — Haydi, çabuk bankaya! dedi. Vakit kaybetmeğe gelmez, Mangizi bir defa elimize alalım. — Acelen nedir? — Onu ben bilirim. Yürü, gâvür oğ- lu! Arş! Hiğlâ şaşkın şaşkın bakiınmakta olan seni birazdan gelir, görürüm. 'Takvorun bileğinden tutup peşi sıra sürükliyerek, mağazadan, yaydan ok fırlar gibi fırladı. Dişarıda, köşe başın- da duran taksilerden birine atladılar. Şoför sordu: — Neri — Sahi, biz nereye gidecektik? — Batıkaya demedin? — Evet ama, hangisine? — Çekin enksesinde yazılıdır. — Al sen oku, Bana bu dil söylemez. — .. bankasına yazoor.. — Çek, şaför oraya! Yarım saat sonra, paralar cüzdana yerleştirilmiş olduğu halde mağazava dönmüşlerdi. Kapının önünde endişeli endişeli sokağa bakmakta olan tezgâh- tara sördül. — Hüseyin Abbas Kul!i elile: «Gittil» işareti verdi. — Polise gitmiş. Torik: — Vayyy! dedi. (Arkası var)