“Son Posta,, L o vasası A Akdenizin kuytu bir köşesinde beyaz ve eski bir Yunan şehri... Körfezin ileri- sinde ince bir dil bir kıyıdan diğer kıyı- ya uzanmış, tam kavuşacağı sırada bir- denbire kesilmişti. Böylelikle şehrin li- manı Akdenizin en sert zamanlarında | bile ancak salın salın yürüyen bir genç | kızın atlastan ve uzun eteği kadar kımıl- dıyordu. O gün bu limanda birkaç İrili “ufaklı kayık ve iki tane de büyücek gemi vardı. Biraz ileriden ağlarını atmakta olan ba- lıkçıların ağır türküleri duyuluyordu. Şehri kucaklıyan yamaçlarda boz zey- tin kümeleri, yeşil bağlar, biçilmiş tar- lalar vardı. Arkalarında yalnız kısa kol- lu ve kısa etekli beyaz gömlekler giymiş olan genç kızlar başlarına üzüm salkım- larından çelenkler koymuşlardı. Ayni kıyafetteki delikanlılarla beraber üzüm küfklerini taşırken birbirlerile şakalaşı- yorlar, biçilmiş tarlada koyunlarını ot- Jatan çobanın kavalına uyarak şarkı söy- lüyorlardı, Şehrin evleri boşalmış gibiydi. Şurada burada birkaç gemici, birkaç esnaf, birkaç ihtiyar kadın ve erkek görülüyor; onlar bile ufaktefek işlerle uğraşıyorlardı. Yalnız çocuklar Agoranın kocaman çı- marları altında hemen hemen çırıl çıplak bir halde oyun oynuyorlar; şen sesleri onların aralarında koşan köpeklerin hav- Tamalarına, dallar arasındaki — kuşların cıvıltılarına karışıyordu. Bu sırada uzaktan bir çığlık duyüldu. Başka sesler ona cevab verdi. Şarkılar durdu ve kuytu gölgelere vardıkça bir- birlerine sokulan çiftler meydana çıktı- lar. Sesin geldiği tarafa bakanlar orada elleri kılıçlı üç dört kişinin birisini ya- kalıyarak zorla sürüklediklerini, arkadan da ağaç dallarından çabucak yapılmtış o- Tan bir sedye içinde başka bir adamın getirildiğini gördüler. Şuradan buradan onlara yardımcılar koşuyordu. Bunların çoğu silâhhiydi ve bazıları hançerlerini çekmişlerdi. Kalabalık gittikçe büyüdü ve ihtiyar- lardan bir kaçı yamaçlara ve limana doğ- | rü gür seslerile haykırdılar: — Vatandaşlar, Agoraya, Agorayal... Aşağıda çocukların oynaştığı yukarıda — Edebini takın, beni kudurtma! Fehim paşanın namımna esnafı haraca kesen Süreyya &- dında, senin cin - sinden bir adam- dı. Bunu bir kere kafana koy. On - dan sonra da, se- ninle çok kanuş - tuk.. ne mal ol - duğünu, peşimi - | ze ne için, ne maksadla takıl - Gığını da anladık.. şimdi arkana bak - madan tut caddeyi.. haydi, arş! — Bana mi koviyorsun? — Hayır, Babamın — oğlunu!. Tabii sen! kovuyorum, Sana burada iş yok. N: Bizi, bele şu ihtiyarı buraya ka- dar sürükler de kumarda yutturur mu- sun? Sonra da, yüze bin beş yüz faizle para verir, sened alır mısın?, Haydi, bas!. Yahudi, hiç cevab vermeden, çıktı, gitti. Arkasından, buruşuk dudaklarını bü- zerek, Takvor, Toriğe hitabla: — E, aferim, bravo! dedi.. Alaman - lar seni duymuş olsalar şapadak ağzın- daw öperlerdi. Herifi, edebiyatcaz öyle bir sepetledin ki düpedüz haryan ol - dum! — Hakkım yok mu idi? — Dipten göğe kıdar!, Bu heriflerin alayı kapkaçtır. Hep, dalavera enkse - sinde koşarlar. Gurabi beybabamıza böyük geçmiş olsun! —19— Üç gece sıra ile İfakat hanımın talihi onuün abüs çehresine güler yüz göster- di.. üç gece sıra ile Sinaya kazinosunun kumarhanesine devam edenler, orada bu nereden geldiği, kimin nesi olduğu iyice bilinemiyen kılıksız ve suratsız acüzenin yaman şansına şahid oldular.. üç gece sıra ile krupiyenin eli kocaka- rının önüne durmadan fiş ve banknot nın Hikâyesi SIN kuşların cıvıldadığı şehir meydanını şim- di telâşlı kızgın, bağırıp çağıran halk doldurmuştu. — Harondas nerede? Diye birbirlerine soruyorlardı. Harondas bu şehrin reisiydi. Vaktile burada kimsenin rahatı yoktu. Hırsızlar, zorbalar, dalavereciler bu çalışkan - in- sanların hayatlarını zehirliyorlardı. Va- kit vakit halkın aylarca, hattâ yıllarca çalışarak elde ettiği mal ve paralar orta- dan kayboluyor, zayıf ve merhametli o- lanlar kuvvetlilerin yumrukları altında eziliyorlar; yahud hançer altında can veriyorlardı. Harondas o zaman oldukça gençti kuv- vetliydi, zeki ve çok gezmiş görmüş bir adamdı. Halkı topladı ve pek sert kanun- lar koydu. Hırsızlık yapanların gözleri oyuluyordu; başkasını dövenler Agara- da kırbaçla dövülüyorlar, kadınlara veya oğlanlara sataşanların boyunları vurulu- yordu. Bütün bu hükümleri halkın seç- tiği bir hâkim halkın önünde tatbik et- tiriyordu. Agoraya silâhla gelip te iste- diklerini yaptırmak istiyenlerin buluna- cağı da düşünülmüş, bu gibilerin de i- damları kabul edilmişti. Harondas bu sert kanunları yirmi se- kiz senedenberi en küçük bir müsamaha ve tereddüd göstermeden — yaşatmıştı. Kanun fikri artık halk arasında yerleş- miş bulunuyordu. O gün de ne zamandanberi birkaç ki- şinin buğdaylarını aşıran bir hırsız ya- kalanmıştı. Fakat hırsız kendisini yaka- hyan adamı vurmuş, suçunu gizlemek istemişti. Yaralı büyük bir gayretle baş- | kalarını yardıma çağırmış, olanları ha- ber vermişti. Şimdi Agoranın bir kenı- rında ve reisin oturmasına mahsus taş- tan kürsünün dibinde can çekişiyordu. Cezanın kolaylıkla verilebilmesi için ya- ralının Harondasa başından geçenleri ve gördüklerini anlatması lâzımdı. Halbuki henüz Harondas meydanda yoktu. Onu almak için gidenler ihtiyar reisi tarla-| sında buldular: — Halk seni bekliyor! Çabuk Agoraya gel Dediler. Hırsızın adını ve yaralının halini Aanlattılar. Harondas suçlunun ANUN Yazan : Kadircan Kaflı aAATREME llli meydana çıkmış olmasını heyecan ve hınçla karşılamıştı. O kadar ki kendisini almağa gelmiş olan gençlerden daha çok koşuyor; yaralının ölmesinden önce A- goraya yetişmekten başka bir şey dü- şünmüyordu. Halk açıldı ve Harondas taş kürsüye koştu. Yaralı son dela gördüklerini an- Hattı ve öldü. Harondas artık hırsızın çe- zasını hiç tereddüd etmeden - verebilir, hemen oracıkta herkesin gözü önünde tatbik ettirebilirdi. Şurada burada küçük fısıltılar ve te- Tâşlı konuşmalar vardı. Hattâ bazı alay- cılar ve Harondası çekemiyenler acı acı gülümsüyorlarda. Fakat Harondas ora- larda değildi. Kürsüye çıktı, suçluya sordu; — Hırsızlık yaptığın için gözlerin oyu- lacaktır. Bir diyeceğin var mı? Suçlu çenelerini sıktı ve acı acı güldü: — Önce senin kafan kesilsin de ondan sanra... Halkın çoğu birbirine bakıyordu. Suç- a bağırdı: — Belindeki kilicı görmüyor musun? Agoraya silâhlı olarak gelenlerin cezası nedir? Harondas beline baktı ve ancak o za- man yaptığı yanlışlığın farkına vardı. Halk arasında bir uğultu oldu. Harondası çekemiyenlerden biri hay- kırdı: Harondası seven büyük kalabalığın yüzleri sarazmıştı. İhtiyarlardan birisi |söze karıştı: — Bilerek yapmadı ya... — Biz getirdik, Kılıcını çıkarması için fırsat vermedik ki... — Harondasın suçu yoktur. Bir başkası Harondasa doğru ilerledi: — Ver kılıcını! Karşı taraftakiler çıkıştılar: — Geçmiş ola! Kanun yerini bulma- hdi — Zorintas ta farkında değildi. Klina- kos bile bile mi silâhlı olarak gelmişti buraya? Onları nasıl öldürdünüzse!... Gürültü büyüyordu. Neredeyse iki ta- raf ta birbirine girecekti. O zamana ka- dar, SON BOMANI İnhisarlar U. Müdürlüğünden : ı Cinsi # Beheri L.K.S. —73,54 200 kilo 200 » 2000 » Yazlık jelâtin Kışlık jelâtin 40 lık çivi —15,05 Mikdarı Muhammen bedel Muvakkat teminatı L.K. 2357 Açık eksiltme li Eksiltmenin Tutarı yekli saati L.K. 31416 SBÜl— 22.57 Pazarlık 11,30 I — Şartaameleri ve nümünesi muci bince satın alınacak 400 kilo jelâtin açık eksiltmeye ve 2000 kilo çivi 2/1X/938 tarihinde ihale edilemediğinden yeniden ve pazarlıkla eksiltmeye konmuştur. Hi — Muhammen bedellerile muvakk at teminatları hizalarında gösterilmiştir. TI! — Eksiltme 26/1X/938 tarihine rastlıyan Pazartesi günü hizalarında yazılı saatlerde Kabataşta Levazım ve mübayaat şubesindeki alım komisyonunda ya- pılacaktır. IV — Şartnâmeler parasız olarak hergün sözü geçen şubeden alınabileceği gi- bi jelâtin nümunelri de görülebilir. V — İsteklilerin eksiltme için tayin paralarile birlikte yukarıda adı geçen komisyona gelmeleri ilân olunur. edilen gün ve saatlerde ©6 75 güvenme «ÜT Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma, Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. kı olmıyan Harondas başını kaldırdı ve gür sesile haykırdı: — Susunuz! Herkes gustu ve merakla onu dinleme- ye hazırlandı. Harohdas kanunu tatbike memur olanlara suçluyu göstererek em- retti: — Bunun gözlerini oyunuz! Harondası çekemiyenler arasında mi- rıltılar ve homurtular oldu. O bunlara aldırmadı. Reisi sevenler onun gene ya- şıyacağını umarak için için seviniyorlar- dı, Fakat bu sevinç pek kısa sürdü. Çün- kü hırsızın cezası verildikten sonra Ha- rondas kılıcını çekti. Kürsünün Üstüne koydu. O kılıcın çeliği kadar sert bir yüz ve sert bir sesle şu sözleri söyledi: — Suçlunun hakkı var. Ona hak ve- renlerin sözleri de çok iyi ve doğrudur. Ben, sen yok, kanun vardır. İnsanlar ö- nde durduğu taş kürgüden far- | lürler, fakat kanunlar yaşar, Kanunu ko- FOSTANIN Ça Bu vaziyet belki müteakib geceler de devam edecekti. Fa- kat acemi kumar- bazların hemen hep- sinde vâki olduğu gibi, kazanmak se- vinci ile kaybetmek korkusu kadıncağı- zın gönlünde zid ce- reyanlar — yaparak müdhiş bir anafor husule getirdi. Bu a- naforun — içerisinde onun heyecanı ted- ricen boğuldu.. oy- namaktan vazgeçti. Anhası, minhası, İfakat hanımın koy- nunda taşıdığı ame- bir beş liralıktan başka bir şey bula- mMmayınca — evlâdını kaybetmiş bir baba Bibi o saat içleniyor- du. Bir iki defa, bü- tün — diplomatlığını kullanarak, karısını kandırmağa çabala- mıştı: — Yahu! — İnsan hali bu. Lâzım olu- verir. Bana bir iki üz lira ödünç ver de, dönüşün sana fa- izi ile iade ederim.. erkeğin yanında pa- ra bulunmaması 3- yıptır. Öyle vaziyet- ler olur ki, seni o sa- rikan torba adamakıllı gışmiş, birbiri|umuyordu. Fakat Gurabi efendinin ha-atte bulup da müracaat edemem.. içerisinde katlı yüz aded binlik ve bir o kadar da beş yüzlük Rumen bankno- tu ile lka basa dolmuştu. Şimdi artık Gurabi efendiye de, To- rikle Takvora da, kendini dirhem dir- hem satıyordu . ze para vermek y niz bir şey olursa >söylersiniz. Lü: muna kail oldum mu, ben onu size alı- rım.. diyordu. 'Torik bu karardan pek mütcessir de- ğildi. O, kendine göre bir sermaye yap- mıştı. Zekâsı, becerikliliği ve kanaat- kârlığı sayesinde bu para, İstanbula dönünceye kadar ona yeterdi. Takvör da, mizacına göre şerbet vererek koca- karıdan az çok bir şeyler sızdıracağını |li cidden acınacak haldi. O, şimdiye ka- dar yakasını bu derece karısının eline kaptırmış değildi. Vakit vakit Yasefe lânet ediyor, gene vakit vakit, yahudi- nin sözünü dinlemeyip, parayı almadı- ğindan dolayı kendi kendine sövüyor- du, Amma neye yarar? İş işden geçmiş- ti. Yasefin tekrar peşine düşse, arayıp onu bulsa, yalvarsa yakarsa, hepsi de nafile idi. Neemi onu bir sepetleyiş se- petlemişti ki, o ne türlü haysiyetsiz bir adam olsa, gene de Gurabi efendiye tek metelik vermezdi. Zavallı ihtiyar, arada bir elini cebine atıyor, sönmüş bir balon gibi porsuk biz hale gelmiş olan cüzdanının katla- rını yokluyor, oralarda, boynu bükük Lâkin, kırk yıldarberidir beklediği kocasına tahakküm etmek fırsatını, ni- hayet ele geçirmiş bulunan acüze kat- iyen bu cihete yanaşmıyordu. — Ne lâzım olacak? diyordu. Çap- kınlığa, havalanmağa değil mi?., Sen onları unut.. sil aklından. Tütünün ise alırım, Kahve paranı veririm. Traş pa- ranı, fotin boyanı da temin ederim. Üst yanına karışmam. Aptal gibi, bilmedi- ğin işe burnunu sokup da yutulmayay- dın. Utanacak variyet olur, seni belki de o saat bulamam diyorsun, değil mi? İşte, öyle vaziyetler için de sana şu yüz kuruşu (leiye dili dönmediğinden ku- ruş diyordu) vereyim; cebinde bulun- sun. Bana bir bir hesabını vermek şartı 3 kaşe ahnabilir. EEN HN BNN yan ve size reislik eden bir adam ol- makla kanunun hükümlerinden kurtula- mam. Çünkü kanun herkes içindir. Ya- şasın kanun! Kılcı sapından iki elile tuttu. Ucu göğsüne doğru olmak üzere kendinden uzaklaştırda. Sonra gözlerini yumarak bütün kuvvetile kalbine doğru çekti. Halk arasında birkaç çığlık koptu. Harondas taş kürsünün basamakların- dan aşağı yuvarlandı. Bütün Agora o ana kadar belki hiçbir vakit bu derece sessizlik görmemişti. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Gergedanın başı İngilizceden çeviren: Neyyir ile, bu tükenince bir daha veririm, Da- hası var mı? Ve işte, böylece zavallı Gurabi efen- di terbiyeli fino köpeğine dönmüş, aza- metinden durulmıyan karısının dizinin dibinden ayrılmaz olmuştu. Biçare, ar- kadaşlarile birlikte yapmak tasavvu- runda bulunduğu gezintiye, babasın- dan ko) ğı gündeliğin yetmiyeceğini hesabliyâtifbir mekteb çocuğu gibi, iki- de birde cebinden o bir tek yüz leiliği çıkarıp melül melül bakıyor, içini çe- kerekten tekrar yerine koyuyordu, İfakat hanımın kumarı paydos ettiği günden üç gün sonra, Sinayayı terket- meğe karar verildi. Artık Bükreşe de dönülmiyecek, Braşov üzerinden Viya- naya doğru yola devam olunacaktı. 'Takvor bir mikdar, otelin hesabını temizlerken, bir mikdar da tren biletle- rini alırken, kocakarıdan para tufaladı. İleride gene bu kabilden işliyeceği pa- raları da hesablıyarak, bunu kolaylaş- tırmak için Toriği, bir ara, ortak etme- yi düşündü, ve lâkin korktu. Ne olur, ne olmaz? Toriğin fazilet damarlarının kabaracağı tutar da, ters bir haltedive- rirdi. / Bir gün, öğle vakti hep beraber tre- .ne bindiler, dünyanın en güzel manza- ralarından birini arzeden meşhur Pra- hova vadisinden geçerek, Macaristan topraklarına doğru gidiyorlardı. Yolda, Gurabi efendinin çenelerini bıçak açmıyordu. Parası İle beraber neş'esini de kaybetmişti. Onun bu acıklı halinden merhamete gelen Takvor da, yüzünü güldürmek, derdini unutturmak için ne- yapacağı- nı bilemiyordu. Bir aralık, her nereden aklına esti ise: — Senin okumuşluğun var mıdır, ahpar? Yoksa bizim gibi alaylı mısın? Diye ortaya bir sual atan Toriğin bu sözlerini vesile ederek, ermeni uzun. bir bahse giriştir (Arkası var)