e * » * Yakınlarında su bulunmıyan ari kovanları hiç bir zaman kuvvetlene- mezler. Balın bereketi, ancak civardaki suyun bolluğu ile kaimdir. Kovanları sulardan uzak olan arılara, bilhassa yavrularını besliye - bilmek için lâzım oları saya, hususi surette temin etmek lâzımdır. Yazan: Tarımman Arı kovanları Geçen pazar beni bir köylü ile tanış-|arıları olmacıkça da mevcudu gimikçe tırdılar, Dereden tepeden konuştuktan | azalarak nihayet köreldiği görülür, sonra sözü köylerindeki arıcılığa getir-| Arıların bilhassa söylediğim şu yavru, dik, Herkesin üç beş kovanı varmış ama,|çıkarma mevsiminde su ihtiyaçları pek nedense daha çoğuna heves eden olmu-|artar. Yapılan tedkiklerden anlaşılmıştır yormuş! Heves eden bir iki kimse de bu ki orta kalabalıklıkta bir kovanın harca- - Tere kadar gitmeye mecbur eder. yoldaki gayretlerinden bir netice elde|dığı su mikdarı: edememişler!, Kânunusanide 1100 gram «— Köyümüz pek suluk bir yer değil- Şubatta 1000 —» Gir ama, kırlarında çiçek pek çoktur, di- Martta 1200 » yordu. Arıya da çiçek olduktan sonra ne Nisanda 1940 » Tâzım? Öyle iken kimsenin bir kovanını Mayışta 1720 » iki edemeyişine akıl erdiremedik, gitli'» Haziranda 1300 3 «— Kovanlarınız eski tertib mi?» diye Temmuzda 1120 x sordum. Ağustosta 800 » «— Çoğu eskidir ama, yeni tertib ko- Eylülde 1000 » dir. vanları olanlar da var, dedi. Onların da kovanları bir türlü ihmıyor!» (Kuvvet- lenmiyor.) Araya yeni kovanların da ötekiler gi- bi kuüvvetlenemeyişi karışınca, arıların neslini kıran bir âmil bulunduğuna hük- mettim: Bu, ya eamum güvesi» olabilir- di; yahud da <susuzluk», Evet; arının üremesine engel olan se- bebler arasında susuzluk ta mum güve- si (*) kadar ehemmiyetlidir. Muhatabı- * Birçok kimseler arıları (yalnız çiçek- le geçinir) sandıklarından kurak yıllar- da kovanların azalışıı, bilhassa kırlar- da çiçeklerin kıtlığına yorarlar. Gerçi çiçeklerde tatlı suyun (— Nektar'ın) bol olduğu mevsimlerde arılar daha az su harcarlarsa da, sudan tamamen vazgeç- tikleri yoktur. İstedikleri zaman kolay- hkla su bulamıyan arılar, bu yüzden yavrularını yetiştiremez ve kırılmaya başlarlar. Kendileri de her zaman suya muhtaç ieseler de, kendi ihtiyaçlarından ziyade yavruların beslenmesi için gerek olan suyu aramak; arıları çok uzak yer- Hele fena havalardâ, firtınalı ve rüzgürlı gün- lerde arıların yavrulara su aramak için gıktıkları yoldan, bir daha dönmedikleri goktur. Fakat bir kovanın nüfusunu kıran ge- beb, arıların böyle su aramak yolunda kaybolmaları değildir. Onların asıl kâ- künü kurutan, kovandaki yavrulardır: Bir arının normal ömrü iki ay olduğun- dan, yeniden yavrular çıkıp yerlerini doldurmadıkça, 0 kovanın — yaşamasına imkân yoktur. Onun için bereketli bal almak, her şeyden önce kovanın mev- cudunun çokluğuna bağlıdır. Bu da, ana arının yumurtlama gayreti ve — yetişen yavruların beslenip yaşatılmasile olur. Arı kurdları, büyüyüp kanadlı arı ©- luncaya kadar; bal -. çiçek tozu 4 ve sudan yapılmış bir hamur ile beslenir- ler. Eğer yavruların 14 günlük büyüme çağında onlara çiçek tozu bal ve kara- rınca su bulup mama yapamazlarsa hep- (*) Son Postâa - 12/Temmuz/938 mın «köyümüz pek suluk bir yer değil- dir» deyişi, bende bu sonraki kanaati kuvvetlendirdi; biraz soruşturunca da bunda yanılmadığımı anladım: Köyde ilk gıcaklarla beraber dirhem su bulmak mesele olurmuş. Köyün sığırlarını bile kuyulardan sularlarmış.. #i açlıktan ölür ve kovanın yeni yetişen Bu rakamlardan da anlaşılıyor ki su ihtiyacı, yavruların çok yetiştiği nisan « mayıs aylarında artmaktadır. İşte bu ay- larda gerek yokluktan, gerek havaların fenalığından uzaklara gidip su bulamı- (yan arılar, yavrularına - kovanda bal ve çiçek tozu olduğu halde dahi - hamur ya- pamazlar, Böyle olunca da tam bal top- Tanacak bir sırada kovanda çalışacak işci bulunamaz. Onun için arıların her za- man kolaylıkla su bulabilmelerini gözö- nünde tutmak gerektir. Herhalde kovan- ların yakınında su bulunmalı, eğer böy- le hazır su yoksa hususi kaplarla koyma- hdır. Bu kapları rüzgâr tutmıyan alaca güneşli bir yere koymak ve arıların içi- ne düşüp ölmemeleri için üzerine de kü- çük tahta parçaları atmak muvafıktır. Daha iyisi ince tepsilere kum koyup, kü- çük bir testiyi baş aşağı kapamaktır. Testiden kumun arasına sızan suları arı- lar pek güzel emerler. Pek fena havalar- da ise arılar dışarı çıkamıyacaklarından kovanların kapısından veya üstünden hususi kaplarla su verilmelidir. Fenni kovanlarda bu, pek kolaydır. Çerçevelerin üstündeki kapakta yuvar- lak bir delik vardır. Bu deliğe küçük bir kutu yerleştirerek, kutunun deliğe ge- len yüzüne ince ve küçücük delikler de- linir. İçi de su ile doldurulur. Arılar bu deliklerden suyu emerek hiç dışarı çık- madan yavrularını beslerler. Eski kovan- Tarda ise kovanın arkasından içeri koy- mak icab eder. Hiç göze batmıyan bu «susuzluk, me- selesi arıcılıkta başlı başına bir ehem- miyeti haizdir. Arı buliyen]erlıı bu nok- tayı gözönünden uzak tutmamaları 1â- zımdır. Tarımman İngiliz müstemlekât Nazırı gelmiyor İngiliz müstemlekât —nazırı Malkam Makdonaldın, Hindistana gitmek — üzere dün tayyare ile şehrimize geleceğine dair bir gazete tarafından verilen — haberin doğru olmadığı anlaşılmıştır. Salâhiyettar mahfellerden aldığımız malümata göre, İngiliz müstemlekât na- zırının her bangi bir teftiş seyahatine çıkması mevzuubahs değildir. Şehrimizden geçerek Hindistana gide - cek olan İngiliz devlet adamı, Hindistan- daki hava kuvvetlerinin yeni tayin edil- miş olan umum kumandanıdır. Bu zatın, yarın sabah hava yolu ile Bükreşten şeh- rimize gelmesi beklenmektedir. reeerersesserese e L Kadın bacaklarının çıplak mı, çoraplı mı olması lâzım? Holivud ikiye ayrıldı, her iki taraf da kendisinin haklı olduğu iddiasında Kadın bacakları yüzünden Hollywood ikiye ayrılmış bulunmaktadır., Bu partilerden biri sinema yıldızları - nın #cabında bacaklarını çıplak olarak Bösterebileceklerini; diğeri ise muhakkak surotte ince bir çorapla setretmeleri |â- zım geldiğini iddia etmektedirler, Bu iddiaya sebeb: Saon zamanlarda pek büyük masraflarla vücuda getirilen mü- zikli kamedilerin uğradıkları mutantan iflâstır. Radikaller bacakların hiç olmazsa ince bir tül ile setredilmelerini; <muhafaza - kârlar» ise bacakların çıplak olarak kal- masını istemektedirler... Râdikaller diyorlar ki: — Çıplaklıktan artık gına getirttiler... Artık gizlenecek bir şey kalmadı... Bir vakitler satenler, ipekler arasından gözü- ken bir karış baldır için can verenler vardı... Şimdi artık herkes kanıksadı... ' Muhafazakârlar diyorlar ki: — Bu iddia tamamile yanlıştır.. Güzel 've mevzun bir bacak çıplak ta olsa gene nazarları celbeder... Bakınız... Lysistrata piyesine: Yazılalı iki bin sene oldu... Hâlâ herkes bu pi - yesten hoşlanmaktadır. Bu mücadeleden acaba kim galip çıka- tak? Bunu istikbalde göreceğiz... Radikal gruptan Harlan Tompson (Pa- Tis Honeynoon) adında bir film hazırla- aei Muarızların iddiası: <«Çıplaklıktan artık gına getirttiler'e maktadır, Baş roller Bing Crosby ile Franciska Jaal tarafından yapılmakta - dir, Filmin mevzuu Balkanlarda geçmek - tedir. Bu filmde 2000 figüran! Balkanlı kıyafetleri ile rol alacaklardır. Bu kı - yafetler tamamile kapalıdır, Yalnız ayak bilekleri gözükecektir... Gelelim «muhafazakârlara>: Meşhur muhafazakâr Arthur Hornblow da (Artists and modols abroad) adın - da büyük bir film çevirmektedir. Bu filmdeki kadın san'atkârlar hep güzel ba- caklılar meyanından seçilmiştir.. Bu ba- caklar çıplak olarak görülecektir, Radikal (Paris Honeymoon) filminde (Göl festivali) adında bir sahne vardır. Bu sahne de az çok açıkçadır... Müuhafazakârlar - (Artists and models abroad) filminde ise bir güzellik müsa » bakası vardır. Güzel kızlar hep kısa ma « yolarla görülmektedir. Bu filmler yakında ikmal edilip göste- rilecek, hangi tarafın galib geleceği anla- şılacaktır. * Bir film için alınan ihtiyati tedbirler... M, G. M. stüdyosu (The Chaser) a « dında büyük bir film çevirimektedir. Bu filmin başlıca sahnesinde dört bü- yük san'atkâr ile iki yüz figüran buz üzerinde patinaj yapmaktadırlar, Bun- lara buz üzerinde kayarken bir zarar gelmemesi için stüdyo on beş doktor ;:l otuz diplomalı hasta bakıcı — hazır lundurmaktadır. Eski Türk detektifleri “Son Posta [ı maceralarını anlatıyorlar : 2 ) Eğlenceli bir macera “Serseriyi yakalamıştık. Yunan tebaası imiş. Bir aralık elimizden kurtularak Yunan konsoloshanesine doğru koşmıya başlamasın mı? Devir mütareke devri.... Tam kapıda kendisine yetiştik. Vücudü içeride, ayakları dışarıda iken bir ayağına yapıştım! ,, Eski zabıta âmirlerinden bay Se- zai: —Size gayet heyecanlı ve eğlenceli bir vak'a anlatayım, dedi. Bir gün, merkeze genç ve güzel bir kadın geldi. Söze: — Ben Halebli sokağında aturuyo - |rum, diye başladı ve müracaatının se- bebini izah etti! Belâlı bir dostu varmış. Herif, kadımın nesi var, nesi yoksa zor- la alıp temizlemiş. Şimdi de yarın ak- şama kadar yüz lira istiyormuş. Bu pa- rayı vermesi için de dostunu ölümle tehdid ediyormuş! Kadına: — Peki, patayı hazırlıyayım. Fakat bende yüz kuruş bile yok. Başkasından alacağım, sen yarın akşam saat beşte Ağacamiinin önüne gel, oradan yüz li- rayı al, diye söylemesini tembih ettik. Ertesi akşam oldu. Saat 4,30 da Ağa- camiinin karşısında idik. Yanımda bir arkadaşım daha vardı. Fakat bizi o sı- rada görse idiniz, halimize şaşardınız. Ayağımızda yırtık pabuçlar, fırtımızda yamalı bir esvab, başımızda kasket. Açıkçası hâlis birer serseri olmuştuk. Han! bizi şahsen tanımıyan meslek - daşlardan biri ile karşılaşsak, peşimize düşer, hüviyetimizi anlamak için ka- rakola götürürdü. Saat beş oldu. Bir de baktık ki kadın geliyor. Ona uzaktan şöyle bir görün- dük. Sonra, Bursa sokağının köşesine geldik. Tütüncü Acemin, dükkânının yanına yığdığı boş tütün, tömbeki sandıklarının üstüne çıktık, oturduk. Aradan beş, on dakika ya geçti, ya geçmedi. Belâlı âşık da sökün etti, Ame ma da malın gözü imiş ha! Kadına; merhabayı bile çok görerek: — Uclan paraları, dedi. Fakat, kadın bizden nasihati almıştı ya... Herife: — Bulamadım, ne yapayım, cevabını verdi. Verirdin, vermezdin diye hırlaşmağa başladılar. Todori - bu kibar sevdalının adı - bir aralık kızdı, ceketinin sağ kolu içinde sakladığı sustalıyı çekti. Tam vuracağı sırada yetiştik, arkasından bi- leklerine yapıştık. Kolunu büküp sus- talıyı aldık. Başımıza halk toplanmağa başlamıştı. Bizim sokak kabadayısına: — Kes sesini, yürü merkeze, dedim. Sakızağacı caddesine saptık. Herif önde, biz arkada gidiyorduk. Birden, karşımıza, işgal orduları kuv- vetlerine mensub 5 tane polis çıkma- sın mı? Meğer, Todori Yunan tabiiye- tinde ve asker kaçağı olduğu için, Yu- nan hükümeti tarafından da aranıyor- muş! Fakat bu tesadüften zararlı çıkan ge- ne Todori idi. Vaziyeti, meşhur sakal ile bıyık hikâyesini andırıyordu: Po - Jislerle gitse, asker kaçağı olduğu için divanıharbi boylıyacaktı! Bizimle gel- se, ölümle tehdid suçundan ağır ceza mahkemesine gidecektil. Gel gelelim, işin tatlı tarafı da şu idi: Ne biz, ne de karşılaştığımız polis- ler, Todoriyi paylaşamıyorduk. Onlar da; — Götüreceğiz, diyorlardı, biz de! Todori, bu münakaşadan istifade et- menin yolunu buldu, tabanları kaldı « rTıp kaçmağa başladı, biz de peşinden koşmağa... Firarinin maksadı, Yunan konsolos- hanesinden içeri girmek imiş, Bu su- retle yakayı bizim elimizden kurtar - dıktan sonra, usulcacık sıvışmayı ta- sarlamış! Fakat, tam kapıdan içari giriyordu ki, herifin arkasından yetiştik. Ben, Todorinin bacağına yapıştım. Bu su - retle tek ayağı, kapının dışında, elim- de kaldı; vücudü içerde... Herifin aya- ğinı var kuvvetimle dışarı çekiyordum. Lâkin, o, kapıya istinad ettiği için bana mukavemet ediyordu. Hattâ bir ara a- kalktı. Az daha suratım darma dağın oluyordu. Bacağı elimden kurtuldu, Fakat hemen pantalonuna yapıştım... Herif baktı ki zorla kurtulmanın yo- lu yök. Bir hile düşünmüş. Bir elile kapıya tutunup, diğer elile de panta« lanunu çözmesin mi? Birdenbire ileri fırlayınca bacağını, 'pantalondan kurs tarıverdi. O yüzükoyun yere, ben de sırtüstü caddeye yuvarlandım... İşte bu sırada arkadaşım (Z...) ye- tişti, Todorinin bacağını yapıştığı gibi herifi don ile sokağın orta yerine çekip çıkardı. 'Tabii bu çekişme ve altı kaval, üstü Şişhane bir kılıkla sokağın orta yerin« de bir adamın görünmesi gene halkı başımıza toplamıştı. Arkadaşım (Z...)! onları dağıttı, ben de herife pantalonu« nu giydirdim. Bu suretle yeniden merkezin yolunu tuttuk. Sakız sokağına sapmak için tam kö- şeyi dönüyor idik ki deminki beş po « lisle burun buruna gelmiyelim mi? Ba«< şımız yeniden derde girmiş, az evvel Todorinin firarı yüzünden yarıda kalan münakaşa tekrar başlamıştı. Artık işler sarpa sardı. Münakaşa bir netice vermiyecekti. Hem onlar beş kişi idiler, biz iki... Fakat kafam kızmıştı bir kere, İnad ettim., Bu herifi madem ki biz yakala. dık, vermiyeceğim, diye düşündüm. Polislere: — Gürültüye lüzum yok, dedim. Müşteki, Türk tabiiyetinde olan bir kadındır. Suçu işliyen, Türk hükümeti memurları tarafından — yakalanmıştır ve serbest bıraklacak değildir. Eğer, siz ayni adamı yakalamak istiyorsanız, ancak hariciye nezareti vasıtasile ele geçirebilirsiniz!! Polisler, bana ne cevab verse beğe« nirsiniz? — Biz burada hukuku düvel könle- ransı dinliyecek değiliz! Ya Todoriyi verirsiniz, ya biz metazori almasını bi« liriz! Bu cevaba iyice kızmıştım! Bağır « dım: — Alın da göreyim! Polisler de benim bu kabadayılığı « ma kızmışlardı. Birdenbire, meçlerini çekerek üstümüze hücum ettiler. Ar« kadaşım (Z...) ye: — Dayan tabancaya, dedim.! — Ya siz? — Tabii, hoca gibi, halka verir talkır ni, kendi yutar salkımı, yapmadım| (Z...) den önce silâhımı çıkardım, (Devamı 13 nciüi sayfada) — * Kıyafet tebdili şampiyonu genç kız Resmini gördüğünüz genç kız manken« dir. Ve televiziyonda rol almaktadır. 20 metrelik bir mesafedeki soyunma odası « na gidip gelmesi de dahil olduğu halde iki dakikada soyunup yeni yeni tuva « Tetler giymektedir. 4 Kendisine ekıyafet tebdili şampiyonur yağını kurtarmak için tekme atmağa | denmektedir. Ğ A