Hergün Denizi ve denizciliği Niçin sevmiyoruz? Yazan: Muhittin Birgea yak — vapurunun güvertesinde Bandırmadan İstanbula dönüyo- rum. Garbi Anadolunun göğsünü çatla- tan bir sıcak günden sonra, lâciverd Marmaranın gözleri dinlendiren lâciverd genişliği üzerinde kayıp gidiyoruz. Temiz bir deniz serinliği terli alnımızı okşıyan serin bir teselli eli gibi, bize huzur ve ferah veriyor. Güneş yeni battı; koyu ve açık, mavi ve lâciverd Marmaranın Üs- tünde nurlu nurlu renklerle örülmüş bir kubbe, uyanacak yıldızlar süslenmek için, karanlığı bekliyor, Gözüm ufku dolaşıyor. Ne tüten bir baca ve ne şişmiş bir yelken! Etrafı ka- wun ve karpuz tarlalarile dolu olan bu Marmarada, denize düşmüş veya atılmış bir kaç karpuzdan başka yüzen bir şey yok. Her taraf ıssız, sakin, hayatsız ve sa- de. Bu süküna gömülmüş lâciverd ufuk içinde bir Avrupalı acelesi ile yürüyen 'Trak ta olmasa insan zannedebilir ki Marmar. ıssız bir çöl ortasında birikmiş geniş bir sudan başka bir şey değildir! * Bu süküt içinde hüzne dalan gözle - rim biraz sonra yoruluyor, ufkun geniş- liği, kararan göğün birer birer indirdiği perdelerle kapanır ve daralırken, hayalen gözlerimin önünde yeni yeni tablolar can- lanıyor: Akşamın bu saatleri bütün Av- rupa sahillerinde büyük bir hareket u - yandırır. Hele İstanbul gibi, Bursa gibi büyük şehirlere yakın olan sahiller, bu mevsimde ne kadar canlı olur! İrili ufak- h vapurlar, motörler, kotralar, küçük yelkenliler vesalre... Halbuki üç saat evvel Manyas gölünün kenarından geçtim ve onu Lüt kavmine mezar olan denizden bile ıssız ve sessiz gördüm. Üstünde tek bir balıkçı kayı - ğının gölgesi bile yoktu, Tren Bandırma- ya geldiği zaman da trenden çıkan kala- balığın yelunu kesen yerli kalabalığını hatırladım. Ayakta durup, kolkola gezi- nen ve gözlerile birbirlerini tedkik ve tenkid ile meşgul olan bu kütle içinden ayrılıp ta denize girmiş olan tek bir in « san, yahud deniz üstünde akşam gezin - tisi yapan tek bir tekne dahi yoktu! O zaman gözlerimin önüne binlerce ki- lometrelik Tunanın geniş sathı üzerinde bu saatte mevcud olan hareket geldi; A- vusturya ve İsviçre göllerinin o kayna - pan kalabalıklarını, Abazio veya Partora- senin ve hattâ Bledin akşam levhalarını gördüm. Hatırladım, hatırladım. Dokuz sene ke- narında oturduğum İzmirin sessiz akşam denizini hatırlarım hattâ Boğazın sönüp gitmiş olan akşam ve geceleri bile gözü- mün önünden geçti. Düşündüm... İ * Nedir bu hal, nedir bu memleketin de- nize karşı gösterdiği lâkaydi. Arkaların- da ova olmadığı için kendilerini denize | atan ve hayatlarını onun dalgaları ara sında arıyan o canlı Lâzlar olmasa Tür- kiye sahilleri rüzgârlardan başka hareket tanımıyacak! Halbuki, medeniyetin — ilk denizciliği bu sahillerde doğmuş, Fini « keliler medeniyetlerini bu denizler üs - tünde yaptıkları seferlerle kurmuşlar, Yunanlılar, bu sahiller arasında cirid ay- namışlar ve Osmanlı yelkenlileri de şiş- kin karınlarını bu dalgalar içine yaymış. lardı. Motör ve buhar bu yelkenlileri öl- düreli o devirlerde gelen nesilleri sanki denize karşı, suya karşı küstürmüş gibi- dir! Modaya uyup Floryaya giden İstan- bulluların kum içinde olsun yüzdükleri- ni görmesek bizim içimizde denize selâm veren tek bir insan kalmadığına hükme- deceğiz! Evet, denizlerimiz, sahillerimiz ve bil- hassa kenarlarında irili ufaklı şehirler yaşıyan llmanlarımız o kadar cansız, ha- reketsiz ve sessizdir. «Suyu bardakta ve gemiyi duvarda gör!» diyenlerin çocuk - ları olduğumuzu teslim edelim; fakat bu- günkü dünyada milletlerin hayatları de- nize bağlı olduğunu öğrenemiyecek dere- cede gafil miyiz? * Bir kaç ay evvel Amiral Horty Macar milletine radyo vasıtasile, bir hitabe yap- mıştı. Bu esnada bir aralık denizden de bahsetti ve «Macar milletinin iktısadi is- tikbali denizdedir. dedi. Tunanın iki ta- rafında Avrupanın göbeğine hapsedilmiş Resimli Makale: —Rüıgum önüne düşme, yanılırsın, Gideceğin yer ya uçu« rum, ya bataklıktır, Önü, kolları, Sırtı Olmıyan gömlek SÖON POSTA e Baba nasihatleri.. — Aklı . olan sürüklendiği yere değil, gördüğü — yere gider. ............._....................-...............x Vazo değil, Hergün bir ftıkra —| Soğan! Tevfik Fikret kadar yazabiliyor muyum ? P Bir genç şair yazdığı şiizleri mer- İi hum Süleyman Nazife okumuştu. j Süleyman Nazif: | —— Güzel, demişti, Tevfik Fikret İ kadar siz de şiir yazabiliyorsunuz. i Şair sevinmişti: Ü Ne diyorsunuz, üstad, Tevfik î Fikret kadar yazabiliyor muyum? 1 Evet, fakat Tevfik Fikret henüz ; On yaşında iken şiir yazmıya başla - Vîmm.oanMkM- Bütün dünya sıcaklardan — şikâyetçi. Bunu gözönünde tutan açıkgözün biri, gırtı, kolları, önü olmuyan bir gömlek icad etmiştir. Bu suretle insan daha az terli - yormuş. e 2 Oğlunun hoca olduğu mektebde okuyan kadın Meksikada, üniversitenin birinci sını- fında bulunan bir kadın, oğlunun ingi - Hizce profesörü bulunduğu kura da gir- mektedir. İşin tuhafı, evde annesine çok muti olan profesör, ders esnasında onu her talebeden daha fazla azarlamakta, haşlamaktadır. ——— ee olan bu millete, devlet reisinin bu suretle hitab etmesi boş değildir. Tuna üstünde üzden bir kaç misil fazla tonaj gezdiren çük ve denizsiz Macaristan iki bin ki- ometrelik bir su şeridini inip çıkan ve oradan büyük denizlere doğru açılan ti- caret gemilerine sahibdir. Bunların a - gedlerini de seneden seneye arttırıyor, Macar mahsulünü İskenderiyeye ve İs - kenderiye mahsulünü Budapeşteye doğ- rudan doğruya taşıyor. O Macar milleti ki neslen bizim kardeşimizdir. Biz de, Türkün ve Türkiyenin iktısadi istikbali denizdedir, diyebiliriz. Denizi sevmeliyiz ve onu bizim için bir dost ve yardımcı bilmeliyiz. Eski şairlerimiz de- nizlerde yalnız teselli havası aradılar. Bugünkü Türkler hayatlarını denizlerde aramak mecburiyetini idrak etmedikçe, dünyada Türk için mukadder olan büyük rolü oynamıya muvaffak olamıyacağımızı öğrenmeliyiz! Muhitttn Birgen İSTER Bir arkadaş söyledi: «— Otufduğumuz evin bitişiğinde bir arsa vardı, üzerine bir apartıman kurulacakmış, geçenlerde kazılıp atılmasına başlandı. Beş ön amelo ile iki kamyon getirselerdi, bu iş çabucak bitecekti, fakat dört amele ve iki araba ile çalışmıya koyulunca uzadıkça uzadı, toz ve topraktan pencere açamaz olduk, nihayet sabrım tükendi, İSTER yorum, Nai iki saf dost üŞ Genç kızın elinde bulunanlar v — de- il, kendi bahçesinde yetiştirdiğ” oğan- lardır. O kadar acı olacaklar —— zavallı kızcağız, resimde gördüğünüz gibi mü - temadiyen gözlerini silmektedir. İflâs eden amiral Yunan ordusunda amirallik etmiş ve eski Sırb ardusunda da yarbaylığa kadar Yyükselmiş olan bir İngiliz 30 sene evvel bir iflâs hükmü nmeticesinde borçla ol - duğu 1618 İngiliz liralık borcunu son günlerde, falizi ve diğer masrafları da dahil olmak üÜzere bir misli fazlasile öde- miştir. Fakat adamcağızın çilesi daha dolmamış olmalı ki, aleyhinde ikinci bir iflâs davası daha açılmıştır. Denizci ihtiyar: — İlk borcumdan kurtuldum ya... Ne beis var, bu ikincisini de öderiz demek- tedir. İngilterede bir çifilikte bulunan bu kaz ile kuzu daima bir arada gezer, to- zarlar.. birbirlerinin sesini işitmezlerse çılgına döner, oraya buraya koşarlar, Kazın ciddiyeti ile kuzunun tevekkülü- ne dikkat ediniz! Holanda kraliçesinin 28 yaşındaki kocasından güzellik sırrı davacı olan 73 lük kadın Holanda kraliçesi Vilhelmin kozmatik-| 73 lük bir kadın 28 yaşındaki kocası- lerin aleyhindedir. Asla tuvalet yapmaz. |nı, ihmal, evine bakmamak iddiasile Fakat kraliçenin güzellik yardımcısı 4-| Mahkemeye vermiş, <1936 da evlen- larak kullandığı bir usul vardır, O .ı.[dik“'n ve paralarımı yedikten birkaç limon banyosu yapmaktadır. Bu bınyo—;ğn::_.’b;iğrm' B nun gizli tutulan reçetesi asırlardanberi. b n dir hanedan ailesince bilinir. 6 veya 8 li- mon kaynatılır, usaresi alınır ve reçeteye göre, İngiltereden gönderilen lâvanta çi- çeği esansile karıştırılarak banyo suyuna dökülür. Limon banypsunun cildi yu - muşak, beyaz ve gergin tuttuğu süylen- mektedir. İNAN, Beynelmilel fırıncılar - kongresi Londrada toplanan kırk ikinci beynel- milel fırıncılar kongresinde İngilterede senede 80 milyon İngiliz liralık ekmek ndiği beyan olunmuştur. İ ve İSTER İNANMA! fnşaatı üzerine alana baş vurarak işi daha çabuk bitirmek için kamyon usulünü neden tercih clıhediğinl sordum, şu cevabı verdi: — Elbette isterdim, daha ucuza gelirdi. Fakat — toprağı İstanbul semtinde Çatladıkapıdan başka yere atmak yasak- fır. Halbuki Çatladıkapıya gitmek için kale kapısı gibi bir yerden geçmek icab eder, bu kapı ise dardır, kamyon geçe- mez, Çaresiz araba ile naklediyoruz.» İSTER İNANMA! fazla toprağınm İNAN, Sözün Kısası Zehirden şifa.. Deniden vefa.. ç E Talu eçenlerde, Cenubi — Amerikada bir tımarhanede bir adam öldü. Müstear bir isim altında, şuurunu kay« betmiş olarak ölen bu adam bir sabıkalı, bir dolandırıcı, bir cani idi. Fransa za« bıtası kendisini şiddetle takib ediyorken o usulcacık kaçtı. Cenubi Amerikaya git ti, yerleşti. Ve oradan Paris cumhuriyet müddeiumumisine şu mektubue gönder- di «Ben gidiyorum. Sür'atle ve çok uzak- lara. orada asıl cürmümün- büyük - bir kederin önünde lâkayd kalmamış ve min- nettarlığın icabatına riayet etmiş olmaks Jığımın cezasını çekeceğim.» Bu adam kimdi? Ve onun ölümü neden başka canflerin, serserilerin ölümü gibi ymesküt geçmedi de, gazeteler ondan uzun uzun bahsetmek külfetinde bulundular? Bunun sebebi biraz garibdir. İzah ede- yim. Asıl adı Poulner olan bu adam, meş« hur dolandırıcı Staviski'nin arkadaşların. dan ve peyklerindendi. Onunla tanıştığı zaman geçineceği yoktu; açtı. Staviski buna el uzattı. Kendisini birçok işlerde vasıta diye kullandı. Bunlara karşılıli Poulner, efendisine ve üstadına en kavi dostluk ve minnettarlık bağlarile bağs landı. Ona bir köpek sadakatile bağlan« dı. Dehâsına hayran, ikbalinden emindi Senelerce yanından ayrılmadı. Derken, günün birinde rezalet patlak verdi; Staviski yakalandı. Ağızlarda do« laşan büyük büyük isimlerin arasındk Poulner'in esamisi bile okunmuyordu. Ox nun dostları: — Sakın meydana çıkma, bir köşeye sin, otur, böylece unutulur,; yakanı kur« tarırsın.. dediler, O, isyan etti: — Her şeyimi borçlu bulunduğum bir adamın çoluğunu çocuğunu kendi halle« rine bırakayım da açlıktan mı ölsünler? Buna imkân var mı?. ) Ve dâhi dolandırıcının, yıllarca | nu görmüş, nimetile geçinmiş sayesinda milyonlar kazanmış kimler varsa, onun aleyhine döndükleri bir sırada, Poulner Pariste bir apartıman kiraladı. Velinime« tinin karısını, çocuklarını - Mürebbiyo«s leriyle beraber - oraya yerleştirdi ve on«| lara baktı. Zabıta bu esrarengiz hâmiyi) kovalamağa başladı. Hüviyetini meyda-i na çıkardı ve hakkında tevkif emri vers, di. Ancak o zaman, Poulner, son paralarını da Madam Staviski'nin emrine tahsis ederek, Fransadan kaçtı. İşte, Santiyago tımarhanesinde, Trof. bat müstear namı altında geçen gün öler bu adamdır. Bizim, eski bir söz temsilimiz: Zehin den şifa, deniden vefa beklememelidir, der, Zamanla, söz temsillerinin hikmet! za4 il olmuş olacak ki, en güzel vefakârlıli dersini, bugün bir sefil dolandırıcıdan alıyoruz.. E. Talu Çorlu suyunda bir genç boğuldu Muratlı (Hususi) — Muratlının Ke- penekli köyünden (22) yaşında Ferhad oğlu Ali köyüne yarım saat mesafeda bulunan Çorlu suyunda manda üzerin: de balık tutmağa çalışırken müyvazenek sini kaybederek düşmüş, ve boğulmuş tur, TAKViM eererem