SON POSTA DANYARİR ERCÜMEND B CD M Yugoslavyadan Romanyaya S ) | ge S EC DD . ee ee Rumen gümrük memuru, elile “Zahmet etme,, manasına gelen bir işaret yaparak: “ Muayeneye Bana, Romanyaya tidip de birkaç haf- ka kalacağımı söy * lediğim vakit: — Sakm bu mev simde gitme.. sıca - Ha — dayanamazsın.. oraya ilk veyahud ' ki sonbaharda gidi- | Ür., Diye öğüd ve - B renler çok - olmuş - tu. Fakat benim gi- bi zamanı kendile - Tine — uyduramıyan insanlar pek 'nadi « ren karşılarına çı - kan herhangi bir fır satı kolaylıkla feda edemezler. Atla meydanı nasılsa bir arada ele geçirmiş bulunuyordum: Ka - Târımı — verdim; ve hemen yola çıklım. Romanyaya git - mek için en normal ve kestirme tarik Karadenizdir. — İs - tanbuldan Kösten - eeye her hafta mun- tazaman işleyen Romanya vapurları bu mesafeyi on altı saatte katederler Fa- kat ben, denizle pek de başı hoş olmu- yyan bir insanım, Gemiyi duvarda, su- yu da bardakta görmeyi tercih ederim. Yalr çocuğu olduğum halde, eski «İda- Tei mahsusa» nın çürük çarık teknele- rile yaptığım birkaç sefer benim deniz- cilik şevk ve hevesimi sıfıra pek yakın bir dereceye indirmiştir. Bu, birinci sebeb oldu.. saniyen, Bel- graddaki bazı dostlarımın ısrarlı davet- lerine dayanamadım. Oraya da uğra- mak ve biraz da Yugoslavyayı ve hattâ kısmen Yunanistanı da gördükten ve gezdikten sonra, Romanyaya kara t_u!- kile geçmek istedim. Ve nihayet böyle yaptam ama, çektiğim sıkıntıyı AElılılı ben ve bir de yol arkadaşlarım biliriz. O kadar ki, biraz evvel denize karşı beslediğim muhabbeti (!) gizlere izah €eden ben, Köstenceden İstanbula va- purla dönmeyi pekâlâ göze aldım. ; Umum! harbden sonra -malüm a?- Yugoslavya da w_da l__hr:nn_r tanın zararına epeyce genişlediler, bü- yüdüler. Osmanlı akını gerileyince, Macaristana kalan ve adları kulakları- mıza hiç de yabancı gelmiyen birço_lı yerleri bu iki devlet bugün pay etmiş bulunuyorlar. Bu nuîx:k, bu topraklardan geçen ve bu beldelere uğrıyan Türk — yolcu bu Adları asla yadırgamışyor. 5 Enli bir şerid gibi uzanan, eski âşi namiz Tunanın üzerinden geçip de Peşte istikametini solda Mrakarak sa- ğa doğru yoluna devam eden trende, kendimizi Bursanın kükürtlüsünde sa> yetteyiz. İki tarafımızda alabildiğine Uuzanan sahra, yemyeşil olmasına rağ- lüzum yok, Türk yalan sögylemez! ,, dedi Rumen köylüsü iş başımda men, güneşin kızgın - sıcağını inadına biriktirmiş de yüzümüze hohluyor gi- | bi.. Belgraddan öyle bir saatte hareket ettik ki, çane yok, bu sıcağa tahammül edecek ve tepemizden sanki erimiş kur- şun akıtan yaz güneşinin takibinden Kkadar kurtulamıyacağız, Arada bir, gâh uğrayıp, gâh çiğniye- rek yanıbaşlarından geçtiğimiz mamur köylerdeki top ağaçların altında uzanıp yatmış yorgun köylüleri gürdü.kce_duy- duğum gıptayı, ettiğim hasedi dünya- nın her hangi bir bahtiyar kulu bende şu âna kadar uyandıramamış, tahrik e- demermiştir. Rumen hududunu, farkında olmadan geçmişiz. Sıcağın fazlalığı ve h:vnn_m ağırlığından yarı uyur bir halde büı-:ı_l- müş bulunduğum köşede artık tam bir tatlı uykuya dalacağım esnada, Yugas- İav toprağından Rumen toprağına geç- tiğimi kapıyı gürültü ile aralıyan güm- rük, pasaport ve döviz kontrol memur- Jarınan anladım. Önce paramızın mikdarı soruldu.. sonra elimizden pasaportumuz alındı. En nihayete kalan gümrük memuru, hal ve tavrımdan yabancı - olduğumu anladığı için almanca sordu: — Gümrüğe tâbi eşyanız, sigaranız, kibritiniz, çakmağınız, içkiniz var mm? Ancak yolda kendime yetecek kadar sigaramla bir iki kutu kibritten başka bir şeyim bulunmadığını söyledim. Memur, filede istiflenmiş bavtölardan en yenisini işaret ederek: — Bunu indiriniz, ve açınız! dedi. Belâya bakın ki bu bevul diğerleri- nin altında bulunuyordu; ve onu indir- mek için de ihtiyar olunacak zahmet, bu cehennem sıcağında bir işkence e- hemmiyetini alıyordu. Maamafih,. yü- zümü gözümü buruşturmakla beraber, | verilen emri ifaya davrandım. Bavulun |biri indi.. İkincisi İndi. asıl mevzum- bahs olana el koyacağım sırada, memür isordu: — Ne pasaportu ile seyahat ediyor- sunuz? $ — Türk. O maman, adamcağız gülümsedi ve elile: «Yeter! Zahmet etme!,» gibi bir işaret yaparak: — Öyle ise, dedi, muayeneye lüzum yok: 'Türk yalan söylemez! Ve ben, o anda, heyecanımdan ve gu- Turumdan, saatlerdenberi çekmiş ol- duğum sıkıntıların hepsini unuttum.. e Akşam oluyordu. Fevkalâde uzun, muntazam, yay gibi boynuzlu öküzler, boyunlarındaki iri çanları çanlata çan- lata köylere dönüyorlardı. Bol paî;ılı kısa beyaz don, uzun etekli beyaz göm- lek ve bu gömleğin üzerinde kısa birer siyah salta, başlarında da geniş kena_ı-lı siyah birer fötr şapka giyen genç, ih- tiyar, çocuk, Transilvanya köylüleri ufak birer şehir kadar mamur ve mun- tazam köylerine, evlerine - gidiyorlar- dı.()vıyı, bu ferah verici manzarayı doya doya seyretmek için baktım.. tat- lı,'munis, iç açıcı. Yahya Kemnlifı «Temiz, lekesiz bir yüz..» e benzettiği © güzel akşamlardan biri çöküyordu. Uzakta, yer yer, ufukta mumtazam bi- rer dizi teşkil eden ağaçlar gitgide göl- geleşti.. koyu birer çizgi halini aldı.. ve nihayet bu gölgeler benim hayalimle imtizac edince, uzaklarda uzun boylu, dik yürüyüşlü, ak tulgalı Yeniçeriler- den müteşekkil bir kol geziyor sandım.. Bu rüyamdan beni, sert bir ses uyan- durverdi. Kondüktör, trenimizin var- mış olduğu garı haber veriyordu: — Timişoara! Yani: Tımışvar). Türk tarihinön ankı, şanlı Tımışvarık Hâlâ orada, müzede, Yeniçeri Serçeş- mesi Kocamemi'nin mezar taşı, kavu- Bu İle, Taylasam İle düruüyor.. Azametli ve zengin bir tarihin ser- had'dakt bu bekoisini uzaktan hürmet- le selkmlyarak, gecenin serinliği İle beraber yataklı vagona geçtim. Ercümend Ekrem Talu Bir amele elini makineye kaptırdı Kasımpaşada Dere sokağında oturan ve Güalata iskele caddesindeki madeni eşya fab rikasında çalışan Yaşar, sağ elini makineye kaptırarak yaralanmıştır. Yaralı tedavi al - tina alınmıştar. ni CASU tarihinden bi SLUK rkaç yaprak Napolyona, Napolyonun düşmanlarına ayni zaman- da casusluk eden adam Karl Sehulmeister, Napolyonun — oşsiz casusu, askeri casusluğun da Napolyo - muydu. Mesleğinden çekileli bir buçuk asra yakın bir zaman oldu. Bu uzun müddet içinde ne sonu gelmiyen siyaset entrikaları, ne de ardı arası kesilmiyen harbler, modern dünyanın cn hoeyocanlı devirlerini yaşamış olan bir halk kütle- sinin 1789-1815 Fransanın yarattığı bu yaman casusa bir eş çıkaramadı, O, Napolyon gibi pervasız, bütün bü- yük casuslar gibi atılgan, fakat onlardan daha cesur, daha kurnazdı, Daha yüksek bir enerjiye ve mukavemete sahibdi. Karl Sehulmeisterin babası papazdı. Fakat kendisi eski, asil bir Macar atlrsi- ne mensub olduğunu iddia ederdi. Eline ilk fırsat geçtiği gün bu uydurma azsa- leti isbat edecek uydurma vesikalar ha - zırladı. Hususf hayatı gibi askeri fesadcılığın- da da müfritti. Yaradılıştan lükse pek düşkündü. İmkân bulur bulmaz ilk işi | Avrupanın en meşhur dans hocalarından ders almak olmuştu. Üç şeyde gözü. var- de Kahramanca dövüşmek, yükselmek | ve Lejion dönör nişanı almak. Üçüncüsü- nü ele geçiremedi amma, ikincisine eriş- ti. Karl, hayata mütevazi bir adımla baş- ladı. Kendi Alsaslıydı. Alsaslı bir kız al. dı. Ayni zamanda hem zahirecilik, hem demircilikle uğraşıyordu. Fakat kazan - cının esasını ticaretten fazla kaçakçılık teşkil ediyordu. Alsaslıların bir çoğu gibi o da hududda yaşayıp ta zengin olma - nn yolunu bulmamayı garib sayıyordu. Daha on yedisinde iken mükemmel bir Napolyon Bonapart küsı ve fakat hiç yüreği olmıyan bir adam! Napolyonun baş casusu, Avusturya ordusu istihbaratını idare ediyor Napolyon Bonapartın 1805 de Rusya ve Avusturyaya karşı kazandığı zaferler, tam zamanında ve tam yerinde başarılmış şaheser birer manevradır. Şayanı dik « kattir ki Schulmeisterin askeri caşuslu- Ba girişi de tam bu tarihlere rastlar. O sene, Napolyona karşı bütün Avuse turyanın ümidi mareşal Mackda toplan« mıştı. Bu zat askerlikteki kudretinden ziyade Bonaparta ve Fransaya olan taş- kın kinile şöhret bulmuştu. Fransızlara kaçakçı oldu. Ve bundan hiç bir vakit u- tanmadı. Önce kaçakçılık yüksek bir ze- kâ ve seziş kabiliyetine işaretti. Bunun için Napolyonun casusluğunu yapıp yı - gınlarla para alırken bile kaçakçılıktan bütün bütün vazgeçmemişti. Duc d'Enghien'in ölümü Sehulmeister, casusluktaki ilk büyük muvaffakiyetini Due d'Enghien'i tuzağa düşürüp Fransaya getirmekle kazandı. Duc Enghien bir Bourbon prensiydi. Badende kendi halinde yaşıyordu. Fran- sız siyasetile en ufak bir alâkası yoktu. Napolyon Bonapart bu suçsuz ve za- rarsız prensi Fransaya getirtip yok et - mek istiyordu. Bu suretle Avrupadaki kraliyet taraftarlarının gözlerini yıldı - racaktı. Generallerinden biri bu işe Sehulmeisteri seçti. Karl Sehulmeister, prensin genç - bir kadınla seviştiğini öğrendi. Bu kadını a- damları vasıtasile Fransa hududuna kal- dırttı. Ve oradan kadının imzasile pren- se bir mektub yolladı. Şüphe üstüne po- lis tarafından, tevkif edildiğini bildirdi. Prensten yardım istedi. Duc d'Enghien, sevgilisini rüşvet ya - direrek, kurtarabileceğini, kendi hima - yesi altındaki topraklara döndürebilece- ğini sandi. Derhal hududa koştu. Fakat daha Fransa topraklarına adım atmadan Schulmeisterin adamları tarafından tu- evvelce yenilmişti, şimdi mağlübiyetleri- min öcünü almak için sabırsızlanıyordu. Koyu bir kralcı olduğu için de bütün Fransanın, Korsikalı müstevliye bir kahe raman, bir dâhi gözile bakmasına taham« mül edemiyordu. Karl Schulmeister işe bu basit kafalı, safdil kumandana hulülle başladı. Viyar naya gitti. Kendini herkese Avusturyaya casusluk ettiği sanıldığı için Napolyon Car âsilzadesi diye tanıttı. Mareşal Mack bu uydurma mültecinin Fransa hakkındaki bilgilerine hayran ol du. Onu himaye etti, askeri klüblere ta- Napolyonun baş casusu daha o senenin tirin şefi bulunuyordu. Sehulmeisterin bu nazik devrede gör « düğü işler harika mevindendir. Düşma « nin, her hareketinden Napolyonu günü gününe haberdar ediyor, buna mukabil ondan çektiği paralara,, muhitine şüphe vermeden, kavuşmanın daima bir kola « yını buluyordu. Bütün Alsaslılar gibi nuşuyordu. — Macarcayı kendine Macar süsü vermiye kalkışmaz- reti değildi. Ondan haklı olarak hoşlan« tuldu, Altı gün sonra da, Fransaya dönmesi kanunen yasak edilmiş bir Bourbon sı - fatile, divanıharb tarafından ölüme mah- küm edildi. Zavallı gencin son arzusu sevgilisine mektub yazmak, yardımına koşamamasının #ebeblerini anlatmak ol- du. Gece onu kurşuna dizdiler. Karanlık- ta iyi nişan alabilmek için de feneri ken- disine tutturdular, Nasıl bir entrikaya âlet edildiğinin farkında olmıyan ka » dın bu dakikada serbest bırakılmış, mem- leketine dönüyordu. Sehulmeister'in Napolyona takdimi Napolyon Bonapartın imha siyasetine acı bir misal teşkil eden bu vak'a Fransa tarihinin kaydettiği en korkunç casusun yükselme — yolundaki iÜk — mer - halesi —oldu. — Muvaffakiyetine — mu- kabil (Kar)) a otuz. bin do - lar varildi. Bir sene sonra da ayni gene- ral aonu Napolyon Bonaparta şöyle tak - dim ediyordu: — Elendimiz, işte size, ataş gibi bir ze- nnni sebilmkkn SD dalinl iük mıyanlar, korkanlar bile «hoş bir deli « kanlı» olduğunu itiraf etmek mecburl « yetinde kalıyorlardı. Avusturya saray muhitinde centilmen bir zabit gibi ka - din, çocuk, kumandan, asılzade herkesin gönlünü çelmişti. Karl bir yandan Napolyona haber u « laştırırken, bir yandan da rüşvetle ka « zandığı iki (kurmay sübay) a Fransada dahili karışıklıklar çıktığına dair yalan raporlar hazırlatıp Mackı aldatıyordu. Nikbin mareşal kralcı hülyalarının artık tamamen hakikat olduğuna kani bulunu- yordu. Fransa harbedemiyecek hale düş- müştü, Napolyon, Sehulmeisterin bütün bu düzme haberlerini tekid için bir de hususf gazete bastırıyordu. Bu gazete Karlın binbir hilesile Fransadan Avus - turyaya sokuluyor, mareşala takdim olu- — nuyordu, '_Mıck yüksek mevkiine lâyık olmıyan — bir asker değildi. Sadece muvaffak ol « Ş makta fazla sabırsızdı. Bunun için ol « masinı istediği şeylerin tahakkuk elti - (Devamı 15 inci sayfada) tarafından Fransadan kovulan bir Ma - sonbaharında Avusturya gizli istihbara- fransızca ve Almancayı mükemmel ko « * bilmese zaten — dı. Fakat Karli Viyananın gözdesi mev » a kiine çıkaran şey yalnız lisandaki kud- | J nıttı. Hattâ maiyetine aldı. Bu suretle —