ea G S CU darağacı altında biten memuriyet hayatı: 21 $ S a Ü. Devlet kapısında elli yıl Yazan: Eski Dahiliye Nazırı ve eski meb'us Ebubekir Hâzım Niğdedeki evimizin karşısındaki camiin minimini minaresinde, günde beş defa ezan okunurdu. Ben üç yaşımdan itibaren, o küçük minarede okunan ezanları dinliyerek büyüdüm Fakat, konferans günleri tayin olun- mamıştı. 'Tam o sıralarda, kendisile Bağdad- dan tanıştığım İran sefiri İhtişamüssal- tana Mahmud han, beni bir akşam ye- meğine davet etmişti. O da günün tayin olunmasını rica ediyordu. Kendisine; — Benim, dedim, bugünlerde, mül- kiye mektebinde bir kaç konferansım var. O günlerden birinin akşamında, sefarethaneye gelirim. Mahmud han, benden bu cevabı alir almaz: — Aman, dedi.., Sakın... Sakın bu konferansları vermeyiniz!., Merakla sordum: — Sebeb? — Siz çok timidesiniz! Ben de tıpkı sizin gibiyim. Vâkıâ, Jan Jak Ruso ve daha birçok büyük adamlar da bizlim gibi timide idiler. Ve biz, bunu düşü- nerek, müteselli olabiliriz. Fakat buna rağmen, bu kusurumuzu daima hesab- hyarak davranmamız lehimize olur. Size, konferans vermemenizi de bu se- beble tavsiye ediyorum. Mahmud han, bu sözleri büyük bir samimiyetle söyledikten sonra, kütüp- hanesinden Timidit6 isminde küçük bir Fransızca kitab getirdi. Bana: — Eğer, dedi, evvelce görmemiş ise- niz, bu kitabı lütfen okuyunuz! O gün müşarünileyhle, Timiditö'ye dair hayli konuştuk. Ve ben oradan ay- rilirken, kitabı da aldım. Vapurda ©- kumıya başladım. Erenköyüne gidin: ceye kadar, ve o gece kitabı tamamen okudum. © kitab bana, tâ çocukluğumdanberi beni tazip ve izrar eden halin «sıkıl - ganlık» denilen halki bir malüliyet ol- duğunu öğretti, ve bu acı hakikati öğ- renmek, o gün beni çok mütecssir et- ti. © güne kadar ben, fazla sıkılğanlığı- Mı, «izzeti nefise ifratının arazı sanı- yordum. Ve böyle zannettiğim için de, bu kusuruma fazla ehemmiyet ver - miyordum. Halbuki, uğradığım bazı ü- rzaların, bazı tahassüslerimin, bazı hallerimit, hareketlerimin, ihtiyarsız sözlerimin, hep bu sıkılğanlık hastalı- ğından doğduğunu o kitabdan öğren- dim. Ve bunu öğrenince, o devasız der- dim, büsbütün şiddetlendi. Ondan son- ra büsbütün sıkılgan bir insan oldum. O kitab bana, çocukluğumdanberi, sıkılgânlığım yüzünden uğradığım kü- çük, büyük bütün musibetleri hatırlat- tı. Meselâ, bundan evvel yazdığım gi- bi, «Sımıf mülâzım!» şakirdi - sıfatile devam ettiğim İsparta rüşdiyesinde, ö le namazları daima cemaatle kılınırı Bu namazlarda müezzinliği daima, ben- den üç dört yaş büyük iki Çocuk ya- parlardı. Namazin sünnet rekâtları — kılındık. tan sonra, imamlık eden boca, başını arkaya çevirir, o iki çocuğu arardı. Bir gün, onların ikisi de mektebe gelme- mişlerdi. Hoca gene arkasına döndü. Gözlerile anları uzun uzun aradı. Ön- lar yoktu. Ve birbirlerine bakışan ta- lebelerden hiçbirisi, kamete başlamak cesaretini kendisinde bulamadı. Niğdedeki evimizin" karşısındaki ca- mün minimini minaresinde, günde beş defa ezan okunurdu. Ben, üç yaşımdan itibaren, o küçük minarede okunan e- zanları dinliyerek büyüdüm. Ezanın ilâhi âhengile kulaklarım iyice doluy- du. Hattâ o sıralarda, gece gündüz, her yerde, türkü söyler gibi ezan okur- dum. Bu hareketim, çocukluğun tabil bir mukallidliği idi, fakât bizim eve gelip de ezan okuduğumu gören ihti- yar kamşu kadınları: — Sus yavrum... Evde ezan okumak uğursuzluklur! Ya cenaze çıkar, yahud da kıtlık gelir! derlerdi. Ben, o yaşımda, ne cenaze kelimesin- den bir dehşet duyar, ne kıtlık kelime- sinin manasını bilir, ne de bu kabil ba- tıl itikadlara akıl erdirirdim, O gün, rüşdiye mektebinin camiinde bhoca arkasına dönüp de aradığı çocuk- |yet içinde, bi İları bulamayınca, ve talebeler arasın- dan kamet getirmeye cesaret eden kim. se çıkmaymca, eski günlerimi hatırla- dım: Ezber olarak en iyi bildiğim şey ezandı. Ve o anda da benim için, bu bilgimi göstermek fırsalı - mevcuddu. Derhal ayağa kalktım ve: — Allahüekber ...Allahüekber... di- ye işe başladım. Fakat sesimin yükselmesile, tüyle- rimin ürpermesi bir olmuştu. Çünki nedense, kendi sesimden tavahh miştim, Yüzüm, soğuk, sıcak dal- galarile çarpışır gibi yandı; üşüdü. Her balde sararmış, kızarmış, her renge gi: rip çıkmışlım, Dudaklarım, - titriyor, göz kapaklarım seğiriyordu. Boğazım kuruyor, habire yutkumuyordum. Ve: — Allahüekber! in alt tarafını bir türlü hatırlayamıyor, getiremiyordum. Ezbere çok iyi bildiğim kelimeleri hatır amamak ben! büsbütün sıkıyordu. tuğum kelimeleri hatırlamama ye- ek derecede vakit kazanabilmek çin, işe tekrar «Allahüekber» den baş- ladım, Başım dönüyoör, gözlerim kararıyor, etrafımda hiçbir şey görememiye başlı- yordum, Tam o sırada arkamdaki ço- tuklardan birinin: — Allahüekber!. diye kamete baş- layışı, Hrar gibi imdadıma yet Bu sesin yükselmesile, dizlerimin bağları- nın çözülmesi bir oldu. Olduğum yere yığılır gibi oturdum, İmamlık eden hoca, insanların sayı- «Sıkılganlık» bulunduğunu bittabi bil- miyordu. Çünkü eğer buru - bilseydi, namazdan sonra beni yanına çağırır: «— Oğlum... derdi... Sen ezan oku- masını bilmeseydin elbette kamete kal- kışmazdın... Her halde sıkılmış olacak- sın. Fakat insan bildiği şeyi söylerken sıkılır mı? Haydi bakayım, Bir daha e- zan oku, İşe yavaştan başla, ikinci, üi- Çüncü seferlerde, sesini biraz daha yük- seltirsin. Bu suretle, kulakların kendi sesine, ve kendi sesinin yüksek çıkma- sına alışır. Böylelikle, sıkılmaktan, başladığın ezanı yarıda bırakmaktan kurtulursun!'» hoca bana bu cesareti verme- , ben sıkılganlıktan kurtulmak imkânını bütün ömrümce bulamadım. Şimdi bile hâlâ, kalabalık bir cemi- k bir adam huzurunda muntazam söz söyliyemem, Mecbur kalarak irad ettiğim yazısız nutuklarda, ekseriya düşündüklerimi sız derdleri, illetleri arasında bir de| İ DIN TALANILODI OADAMNI DURİNURMİ YANATI | İngi_liz Kralı Majeste 6ncı Corcun bir günü Kral daima erken kalkar. Saat yedi buçukta hazırdır. Hava nasıl olursa olsun kahvaltıdan evvel sarayın bahçesinde uzun bir gezinti yapar Asır yaşamış çınar ağaçlarının gölge « lendirdiği geniş Mall caddesini geçtik - ten sonra Sen-Ceyms ve Grin parkla - rTın sonunda kraliçe Viktoryanın muaz - zam heykelini, onun arkasında da İngi- liz hükümdarlarının içinde oturdukları sarayın ciddi cephesini görürsünüz. Demir parmaklıklarının önüne yüz - lerce mütecessis toplanmıştır. İlk avlu- nun kapısı polis memurlarının muhafa - zası altındadır. Tüylü kalpağın altında kızıl ceketli asker de etrafına lükayd, bir makine intizamı ile parmaklık önünde gidip gelmektedir. — Ne oluyor? — Bir merasim geçid resmi mi var? Yoksa hassa alayının muhalazası altın- da Vindsor atlarının çektiği saltanat &- rabası mı geçecek? Hayır, çok daha basit ve çok daha mü- essir bir şey: Herspazartesi olduğu gibi bu pazartesi de halk hafta sonumu Vindsor köşkünde geçirmiş olan kralın, kraliçenin, prenses Elizabet ile Margaret Rosun dönüşünü beklemektedir. Birden alkış kopuyor, nöbetçiler ha - zırol vaziyetinde heykelleşiyorlar, polis- ler ellerini kasketlerine götürüyorlar, kadınlar mendil sallıyorlar, erkekler de şapka çıkarıyorlar. İngilizlerin, plâkasız oluşlarına ve kral armasile süslü bulunuşlarına bakarak ta- nıdıkları nar rengi iki uzun — otomobil Kaonstitüsion Hil meydanında belirmiş - tir. Halk şehir kıyafetinde olan kralı, kraliçeyi, kolları Vindsor - bahçesinden toplanmış çiçeklerle dolu prensesleri, bir kaç saniye için görebiliyorlar, İki otomo- bil ikinci avluya açılan kapıdan girmiş- lerdir. Sarayın tepesinde de kral ailesinin meskenlerine döndüğünü gösteren bay- râk dalgalanmaktadır. * Birçokları için Bukingam bir sembol- dür, İçinde vesmi şahsiyetlerin dolaştığı, muhteşem ziyafetlerin verildiği, garden- partilerin tertib edildiği bir saray olarak görülür. Hakikatte Bukingam ayni za « manda bir yuvadır. İçinde öyle bir alle oturur ki hususi hayatı bütün İngilizle » rinkinden farksız. Olsa olsa daha dol - gundur. Bukingam hayatının bu hususi köşesi, rTesmi tarafından daha az malüm olduğu için halk arasında meşru bir tecessüs u- Geğil, hiç düşünmediğim şeyleri söyle- rim, İnsicam bozulur. Hattâ bazan, en çok kullandığım Türkce kelimeleri bi- le unuturum. Büyük Millet Meclisinde, bir fırka ietimamda söz söylerken «füsun» ke- Limesini bile bulamamıştım. Bereket- versin, o gün galiba Yakub Kadrı bey dadıma yetişmiş, unuttuğumu tah- min ettiği bu basit kelimeyi bana hatır- arak, sözlerimin yarıda kalması ih- timalini önlemiş, beni çok müşkül bir mevkide kalmaktan kurtarmıştı! e HATIRALARIM geZ KONYA Şiir yazmıya nasıl sevkedildim? « Bir kaç şiir yazdıktan sonra, niçin men edilerek, kırk beş sene şiir yazmadım? Niğdeden Konyaya, maarif meclisi kâtibliği ve vilâyet gazetesi müharrir- liği ile nasıl götürüldüğümü, hatırala- rımı okumak zahmetine katlananlar, hatırlıyacaklardır. Konyaya vardığım günden itibaren, şair Nazım bey (*) şiir yazmak için, beni israrla teşvike başlamıştı. O za « mana kadar, günün birinde, şiir yaza- cağımı . hatırıma bile getirmemiştim. (Arkası ver) (*) Şâlr, Nâzım Hikmetin dedesidir. yandırır. Binanın üzerinde fazla — durmıyalım. 1825 ile 1837 seneleri arasında eski Bu- kingam Havzın yerinde yapilmış ve dış Börünüşü her zaman için şiddetli ten - kidlere uğramıştır. Bereket versin çev - resinin yeşilliği, mimarisinin fakirliğini örter. Buna mukabil içerisinde göz ka » maştıran bir haşmet vardır. Zemin ka - tında devlet daireleri ile kralın ve krali- çenin hususi daireleri sıralanmıştır. Bi - inci katta hükümdarların maiyetinde - Bukingam sarayının bahçesinde kralın kraliçe ve — prenseslerle — beraber çekilmiş bir Tesimleri V kilerin hususi dalreleri, ikinci katta bü -| duğu kadar da faaldir. En mühim mevki rolar, davetlilere mahsus daireler, kü - tübhaneler, küçük prenseslerin çocuk ©- daları vardır. En nihayet 4 üncü kat da hizmetçilere tahsis edilmiştir. Zemin ka- tının sayısız odaları arasında en tanın - mişları 45 metre uzunluğunda balo holü, mavi, yeşil, beyaz, pembe salonlar Ho - landa ve Felemenk mekteblerinin eşsiz koleksiyonunu saklıyan tablo galerileri, Goblen halıları ile süslü muhafızlar sa- lonu, müzik salonu, heykel galerileridir. Sarayın gerisinde süslü bahçeler ala - Bukingem sarayında ziyafet salonu bildiğine yayılır, ve geniş bir havuz kü- çük prenseslerin başlıca zevklerini teş - kil eder. Elizabet ile Margaret Ros kızıl, parlak kostümlü «kral sandalcılarının» nezaretleri altında minimmmi — vapurları yüzdürürler, Saray halkı mabeyinci lorddan nöbetçi hademeye kadar 270 kişiden terekküb e- der. Bazılarının vazifeleri münhasıran fahridir, İngilterede birçok şeylerde o duüğu gibi sadece an'aneden dolayı mu - hafaza edilir. Bazılarının ki işe nazik ol- Krat, kızı veliahd Prenses Eliza betle bir at gezintisi emasında mabeyinci lordundur. Protokol işleri ile uğraşır. Sarayda yapılacak kabul resimle« ri, tertib edilecek ziyafetler, balolar için davetnameleri o gönderir. Takdim tö « renlerinde kralın yanında bulunur, Ge « celeti sarayda kalmaz, kendisini daire müdürü tarafından temsil ettirir. Mabe- yinci lorddan sonra gelen mareşaldir. Saray ile sefirler arasında hesab memu « ru, kese memuru, dosya memuru, mü « cevherat muhafızı, papaz, musiki şefi, tablo muhafızı, saray hekimi, doktoru, dişcisini de sayalım. Kralın şahsi maiyeti olarak «silâh- şor» ları vardır ki 39 neferle zabitlerin - den terekküb eder. 8 inci Henri zama « nında ihdas edilmiştir. Şimdi de tipkı ör- ta çağda olduğu gibi kırmızı kâdifederi üniforma giyerler. Kılıç ile kalkan taşıre lar. Fazla olarak kralın bir de şahsi muha« fızları vardır ki bunlara Jeomen adı ve- rilir. 1485 yılında ihdas edilmişlerdir. Es- Ki zamanlarda Jeomen kralın yemeğini getirir, her kaptan bir lokma alır, ve kra- li uyumasından önce odasını gözden ge« çirirdi. Şimdi bu an'ane terkedilmiştir, Kralın masuniyetini temine Skotland « Yard'ın hususi şubesi bol bol yetişir. Bu« nunla beraber Jeomen'in bir imtiyazı vare dir ki 1605 tarihinde başlamıştır, el'anı devam etmektedir. Ö zaman katoliklen parlamentoyu ve kralı berhava etmek je çin binanın altına barut doldurmuşlardı. Bu suikasdin meydana çıkmasından son« ra Jeomen'lere Avam Kamarasının açıle masından evvel binayı teftiş etmek vazie fesi verildi. Bu vazifeyi el'an yapmakta« dırlar, Bütün yıl içinde yaptıkları yegle ne iş de budur. Fakat bu çok ağır vazifelerin yanında kralın husust kâtibliği gibi büyük bir ehe liyet isteyen cidden ağır ve yorucu olane ları da vardır. Kraliçenin maiyetine gelince: 20 kişie den terekküb eder. Mabeyincilerden. bile hassa prenstslerle meşgul olan & dömva- zel ve dam Gonör ile kâtiblerden tereke küb eder, Bukingam sarayında 250 tane duvar sa- ati ile kilometrelerce yolu döşiyecek kâs dar halı, binlerce tablo, heykel bulundu« ğunu bilir misiniz? Sarayın sakinleri a« rasında bu eşyayı muhafaza ve tathir f« gin Hüzım olduğu kadar hizmetciyi de ilde ve etmeli, 'Tahmin edildiğine göre Bukingam sara« yının idamesi senede 150.000 İngiliz liras sına mal olmaktadır. Kral daima erken, kalkar. Saat 7.5 da hazırdır. Ve hava nasıl olursa olsun kah- (Devamı 9 uncu sayfada) | |