Bir Anadolu seyahatinin intıbaları PULATLININ SEVİMLİ HAFIZ AĞABEY'İ Bi Pulatlıdan "bnı):ç Bün evvel, şahsf bir işimi hal- Trendç öztre Ankaraya — gidiyordum. ı.“ş Son Po Pulatlı amza Sırrı da vardı .E'“'“' kazasının bu sevimli ve maruf ha; * Pulatlıda trenden inerken ba- muhabiri ü & u;: olur, dedi, dönüşte Pulatlımıza tiza KraYın. Göreceksiniz ki, Pulatlının; ı.":'hî Mevzu ilham edebilecek ka- İ Bi büsüsiyetleri vardır. < H sikarken ona: v ”%ü;ıe imkân bulursam kalırım! tağ 'akat ne yalan — söyliyeyim, yb:h_üdr!e bulunurken, ne Pulatlıya ileceğimi, ne de orada A':hlıı bulabileceğimi ummuyordum. karadı : ."lıı;,._ lâan dönerken, Pulatlı istasyo- bi ö Hamza Si ;d:mi_ Uunutmamış olacak ki, bana: - Ydi! dedi. Sözünüzü yerine ge- ğer burada sıkılırsanız, bundan frenle yolunuza devam edersiniz. budmuhalabımm ısrarla — tekrarla- hirıı Mveti kıramadım. Üt n Edeyim ki, Pulatlıya inerken, di- )%"“" satatini güç getireceğimi sanı- fan L Fakat içinde üç saat oturmak- diğım Pulatlıda, tam üç gün orijinal kü hakikaten, Pulatlının cazib hu- eti Hamza Sırrıyı tekzib etmiyo- boldu! * €VVelâ Pulatlının en meşhur si- Yani Hamza Sırrıdan bahse- ::dı. Ve Pulatlının bütün köyle- ——buı:m Sırrıyı tanımıyan bir tek .'hı. Mnazsınız. Pulatlıda, büyük bir Tp —h'lhı olan Hamza Sırrıya, he- G z B.=“ ağabey! diye hitab eder, ;:: 'wahı © kadar alışmış ki, hakiki is- Hdeta NüzZ zaman, hatırlıyabilmek =,_ Uzun uzun düşünüyor. Ken- 'e.“ğ*h *Hafız ağabey» diyenlere de iyi- içerliyor ve sevimli bir hid- S Za İi KİLEN. diyor, bu ismi bana kızdığım r yal Tan ha m:: ağitmden şikâyet ettiği sırada, çalışan küçük oğlu sesle- Sit "Pq,mr:ılğhbry... Bu çorabları kaçtan ğ.—' ;E'b"Y. hiddetini gizlemeye ça- döne, Plüle cevab veriyor, sonra e k: “'mıh'ü"f Musunüz? diyor, beni kız- SA Mörakı, çocuğuma — bile sirayet lar, bir kere ağız birliği et- Bm, mlıer. Alimallah, aklı başında B gl €ye döndürürler. Şimdi so- he bu isimden kurtulmak Bütüe YaPabilirim? Bu lâkab yüzünden, "üleketle kavga mı edeyim? Ka bunu bile göze aldım. n'a! etmedi, Ben iddetim, m büs fim. Başka he haz, y Güldü ai ed.!: Kovdum: Kahkaha attı- Sülar, » bütün bütün musallat ol- BÜRÜŞEĞA, n Geli, İnsanın a Şim, *"Gdemn—.şıı-r' tdüğünüz i gibi, bu hitaba a- tü M Meye çalışıyorum. Kh ” Tulün, çok (a ı.’ u » Çok faydasını di çıkacağına, ca- gör- yl> diyen- at ben, hiddetimi çekiyorum. Hattâ aAmayıp, pürliyorum! Bik », SYede, . K6 ğ B ağabı düayı Sök zorluk arrı Üe tekrar karşılaş- | YAZAN : bir manzara «Hafız ağabey», kahvesini yıp, gülümsiyerek: — Ben, diyor, bundan bir müddet ev- vel, beni «Hafız ağabeyi» lâkabile çağı- rarak kızdıranlardan öcümü almak iste- yudumla- Kaymakam, hâkim, kaza doktoru, müd- delumumi, jandarma kumandanı, hülâ- sa, memlekettn bütün büyükleri, kahve- min devamlı müşterileri arasında idiler. Bir gün, kahveyi işleten adamıma sor- dum: — Bugün müddelumumt geldi mi? — Hayır!.. — Jandarma kumandanı? — Gelmedi. — Doktor? — Gelmedi! Hâkim? — © da gelmedi! — Öyle ise, hepsinin hesabına on be- şer kahve ilâve et!.. Koca kahveyi görmediler mi? Kör de- Bildiler ya? Geleydiler!... Ben bu sözleri söyler söylemez, kula- ğımın dibinde bir kahkaha koptu: Me- ğer, müddelumumi! de, jandarma kuman- danı da, doktor da, hâkim de, önünde ko- nuştuğum perdenin arkasında değil mi tmişler? Ben aklım sıra, bu hileyi yutturduktan sonra onlarla alay edecek, beni kızdır- malarının acısını çıkaracaklım, Halbuki kahvedeki adamımın gafleti yüzünden, bu hileyi de yüzüme, gözüme - bulaştır- dım ve bu cürmü meşhud bana hayli pa- halıya maloldu: Çünkü bu vak'adan bir müddet sonra, ben! bir kır ziyafetine ça- ğırdılar, Ziyafette bir sürü tavuk kesildi. |Kızartılıp, kemâli iştiha ile yenildi. Bü- |tün bu işlerden sonra da bana: — Biz, dediler, bu tavukların hepsini senin kümesten kaldırttık! | Ben hiddetlenince, kahkahayı basıp |taşı gediğine koydular, ve: — Kör değildin ya? dediler... Malının başında bulunaydın? Hafız ağabey, kısa bir süküttan sonra, içini çekiyor: — İş, bu kadarla da kalmadı! O za- mandanberi beni epey ziyana soktular. Hâlâ da sokuyorlar. Ağzımı açacak ol- |dum muydu, ayni cümleyi tekrarlayıve- riyorlar: — Kör değildin ya? Göreydin! Tam ©o sırada, mağaza kapısında bir | delikanlı belirdi ve seslendi: — Bafız ağabey! «Hafız ağabey», hiddetine ortak olma- mı ister gibi, yan gözle bana baktı. Ma- |ğeza kapısındaki delikanlı, cebinden çı- |kardığı bir dolma kalemi «Hafız ağabe- ye» gösterdi: Hafız ağabey, kendi kale- mini tanımıştı. Sol elini, gayri ihtiyari bir hareketle, aşırılan kaleminin böş ka- |lan yerine götürdü. Yerinden — doğrula- |rak, kapıya doğru yürüdü: | — Getir... dedi... Hainlik etme... Ge- tir kalemi! Fakat beriki, sağ elinin şehadet par- mağile, sağ gözünün alt kapağını aşağı- ya çekerek: — Pişşşt... dedi. Yağma yok... Ve hızlı adımlarla uzaklaşırken, güle- rek ilâve etti: — Kör değildin ya, göreydin! Görüyorsunuz ya? Hamza Sırrısı da, yani e«Hafız ağabeyi» de olmasa, henüz sinemadan, tiyatrodan, gazinodan mah- rum bulunan Pulatlılar, neş'elenmek ve- silesini hayli güç ele geçirecekler! Naci Sadullah | dim. O tarihte bir kahve işlettiriyordum. | 0 l'l'l . harih AA SESESS NMaberler Holandanın Markon adası pazar günleri seyyahlara kapalı olacak | !, | Amsterdam, (Mayıs) — Çok güzel | ve karakteristik bir köy olan Markonun |belediye meclisi tarafından gayet garib bir karar verilmiştir. . Bu karara göre köy ve köyün adası pazar günleri seyyahlara kapalı bulu - nacaktır. Hiç bir turist pazar günü kö- ye giremiyecektir. Girerse kendisine 0- telde oda, lokantada yemek, birahane- de içki verilmiyecektir. | * BI yılda gazetelere 60 b'n mextub gönderen adam Londra, (Mayıs) — Surreks'de otu- ran Bay Ba kon - Phillips - bugün 8l yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Bay Bakon Phillips'in serveti çâlışma- dan yaşamasına müsaiddi, en büyük merakı da hergün gözüne ilişen hâdi- seler hakkında muhtelif gazetelerin başmuharrirlerine mektub yazması idi. Son gününe kadar yazdığı mektubların sayısı 60,000 1 bulmuştu. Müteveffanın iddiasına göre bu mektublardan bir ta- nesi idama mahküm edilmiş olan bir a- melenin ölümden kurtulmasını mucib olmuştur. Maamafih tabil bütün mek- tubları bu derece ehemmiyetli değildi. meselâ: Bıyığın mikrobu süzmeye mahsus bir filitre olduğunu, traş edilmemesi lâzım geldiğini, sakalın da yazın insa- tuğunu, kışın da ısıttığını id- dia edenler de vardı. Bay Bakon ölüm döşeğinde yazdığı 60.000 incj mektubunun sonuna: — Aşağıdaki imzayı bir daha göremi- yeceksiniz, cümlesini ilâve etmişti. * İki karılı bir koca mahküm olmaktan kurtuldu Boston, (Mayıs) — Sam Riess adını taşıyan 34 yaşında bir genç birden faz- la zevce almak suçu ile muhakeme edi- liyordu. Reisin sualine cevaben: — 'Hakkınız var, cevabını verdi. Fa- kat asıl zevcemle senelerdenberi ayrı şıyorduk. Bu sırada Mis Sesil'i gör- üm, Çıldırasıya sevdim, Karım ayrıl- maktan istinkâf ediyardu, Mis Sesil ise nikâhta musırdı. Belediye dairesinde bekâr olduğumu söyliyerek bir defa ci zevceme karşı beslemekte olduğum aşkın şiddetidir, dedi. Suç maznunun itirafı ile de sabit ol- duğu için reis celseyi tatil ederek ceza- yı tayin için düşünmek üzere odasına çekildi. Tam bu sırada maznunun mü- dafii olan avukatın kâtibi elinde bir kâğıd ile salona girdi. Kâğıdı avukata verdi. Avukat da kâğıda bir göz atar atmaz hâkimin arkasından fırladı: — Bay reis, Allah aşkına rica ede- rim celseyi tekrar açınız, kâtibim ba- na Nevyorktan bir vesika getirdi ki kkilimin ilk izdivacının kanuni ol ğını göstermektedir, şu halde orta- da suüç yoktur. Celse tekrar açıldı, kâtibin getirdiği vesika okundu ve öğrenildi ki, Sam Ri- ess ilk defa evlendiği zaman aldığı kız reşid değildi, velisinden de müsaade al- mamıştı, Binaenaleyh izdivacı meşru sayılamazdı. Bu vaziyette adamın ikin- ci izdivacı da tamamen kanuna uygun- du. Hâkim beraet kararı verdi ve Sam ile ikinci zevcesi de dinleyenlerin alkışla- T arasında salondan çıktılar, daha evlendim. Bütün mazeretim ikin- | MAT ee C EDEL: Sayfa 7 San'at eserlerinde mahalli renk nedir? Yazan : Halid Fahri Ozansoy Bazı mevzular vardır ki hiçbir edebi- yat membalarını kurutamamıştır. Şekil ve Hade farkla - rına rağmen, asır- lardır. hep ayni naüğmeyi tekrar e- der durur. Çünkü « ebedi — mevzudur: Aşk gibi, tabiatın güzellikleri, meh> tabı, denizi, du - manlı dağları, te - peleri gibi.. Bu - na mukabil, bazı iddialar da var- dır ki ayni hususiyete — maliktir - ler, Her devir edebiyatında - ve aşağı yukarı her edebiyatta - daima ileriye sürülürler. Fakat ne zaman bir neticeye bağlanırlar? İşte orası şübheli- dir. Her müdekkik, bilhassa her münek- kid böyle bir mevzu etrafında kendisine göre bir müdafaa tarzı yürütür. Davayı şu veya bu cebheden halletmeğe çalışır. Ama muvaffak olur mu? Yani çıkardığı netice, verdiği hüküm bir nas gibi kat'l ve değişmez bir şey midir? İşte orası da az çok şübhelidir. Nasıl ki ben de, bu ma- kalemde böyle bir tezin üzerine eğilerek bazı düşüncelerimi kaydetmeğe çalışa- cağım ve yukarıdaki izahımın da anlaşı- lacağı üzere, bu Gdavayı kendi he- sabıma, Kke görüşüme göre todkike yel- teneceğim. Demek oluyor ki, düşüncele- rimin muühakkak bir hüküm olduğu id- dinsında değilimdir. Sadece, teşbih calz- se, samimi bir avukatım, işte o kadar... 'Todkike girişeceğim mevzu şu: San'at eserlerinde mahalli renk nedir? Ne de- receye kadar lâzımdır? Bunsuz herhangi san'at eseri bir kıymet alamaz mı? Şimdi bu üç fikir üzerinde düşündük- lerimi yazmadan, henüz ilk nüshası çı- kan Gençlik mecmuasındaki güzel bir makalenin bir cümlesini istinsah edeyim. Üç nokta imzalı muharrir, san'atkârın Teksilme vardır. Vaziyet şudur: | ni» yazdıktan sonra ilâve ediyor: Yahya Kemal - dünkü nesildi - bu ma- nada aradığımız san'atkârdır: «Açık deniz» de ve hattâ «Seş» te ba- sit peyzaj elemanlarından sarfınazar, local bir şey olmamasına rağmen ne ka- dar orijinal ve hususidir. Ah şu local kelimesi... Onun yüzün- den, Yahya Kemalin bu isimleri geçen şürlerinde bile bu kelimenin medlülü tam manasile bulunamıyor? Münekkidin mahalli renkte bazı peyzaj elemanı bul- duğu cihetler herhalde o şiirlerdeki şu |neviden mısralar olacak: Mevsim mütehayyü, vakit akşamdı Bebekte Sakin yüzü, şen ıı:ııı kasrile Küçüksu * Bir bestenin engin sesi yükseldi Boğazdan Bu mısralar «Ses» manzumesine aid olanlar. de meselâ: Balkan şebirlerinde geçerken çocukluğum Aldım — Rakofça ııı:ıııı hür * Hicretlerin — bakiyyesi hicranlı duygular Gibi mısralar «Üç nokta» muharriri- nin iddiasınca mahalli renge maliktir de şiirlerin diğer tarafları ve ihtimal mev- zuun umumi karakteri bu vasıftan mah- rumdur. Neden? Çünkü şair «Ses» te aşk yüzünden uğradığı ıztırabı, o <«Kalb ya- rası» nı dindirdim sanırken Boğaz'da bir şarkıyı işitir işitmez tokrar o hatıra ile yanıp tutuştuğunu billür gibi mısralarla terennüm ediyor. Diğer manzumede ise watani bir his hâkimdir. Kaybolan ve ya- bancılar eline geçen toprakların acısile inlemektedir. Tuna sahillerini unutamı- yor. Türkler o sahillerden uzak düşmüş- lordir. Fakat deniz nasıl bir med zama- nında sahillere çarparak ilerilere a'ıl- mak isterse, Türklerin bağrında da höyle bitmiyen bir susuzluğun ağrısı vardır. Fakat bu hisler, yani sevgilinin aşkile havasını «ancak zihni terbiyesini kuvvetlendirdik- | çekilen hasret acıları ve kaybolan top- OÖkuyalim ve C3 — A C Avrupada ne kadar şarab sarfediliyor? Son yılın istatistiklerine bakılacak olursa Fransa ile İspanya müstesna olmak üzere Avrupanın bütün memleketlerinde müskirat sarfiyatında hissedilecek bir Türkiyede şarab sarfiyatı gayet az old uğu için istatistiğe bile girmemişlir. Bu- na mukabil maalesef rakı sarfiyatı artm aktadır. Bunun içindir ki İnhisar idaresi şarab sarfiyatını arttıracak, rakı yerine şarab ikame edecek tedbirler almaktadır. — «Açık deniz» manzuümesinden BİYAT —