17 Mayıs 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

17 Mayıs 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 Sayfa ç- B Varşova istasyonunun tam ortasında es- ki bir kitabcı yirmi dilde gazete, kitab Batar. Etrafına dizili sıralar daima dolu- dur. Tarife değiştiği için tren bekleyenler bilet almak için saatlerle sıra gözetleyen- Yor, evleri soğuk ve karanlık olduğu için listasyonda ışık ve sıcak bulmaya gelenler hep bu banklarda — oturur dinlenirler. Köşedeki kahvede çalınan gramofonla, tcenleri haber veren hoparlörün sesi, bel- leri iki büklüm yük hamallarının gürül- tüsü, dostlarını uğurlamaya gelenlerin seslerine karışır, anlaşılmaz bir uğultu halini alır. İşte bu büyük istasyonda soğuk bir kâ- nun akşamı, daktör Offenbacker adında uzun sakallı, kırmızı burunlu bir Yahu- di oturmuş, tren bekliyordu. (K) daki ikızı bir oğlan doğurmuştu. Onu görmiye gidiyordu. Torununun oğlan oluşu Offen- *backer'i pek sevindirmişti. Çünkü: Kendi oğullarının biri harbde, biri de kıtlık se- nesl tifüsten ölmüştü. Doktorun kürklü paltosunun dışı sol- muş, içini güveler yemişti ama; iyi ıstu- yordu. Kunduz derisinden yakası da boy- nunu pek güzel sarmışlı. Offenbacker akıllı, becerikli bir adam- di Çekoslovakyadan getirilecek mallar- dan çok para yapılabileceğini Varşova tücearlarından daha önce sezmişti. Tari- fe güçlüklerini akıl ve tecrübosile yen- —Miş. epey yükünü tutmuştu. O akşam, cebinde birinci mevki bileti, -ne olur ne olmaz belki devriliverir diyg- valizi dizlerinin arasında, bir paket yiye- ceği de için &>, tren bekliyordu. Birdenbire kampana vurdu. Vagonla- ya doğru bir hücum başladı. Doktor ace- le acele leri kolları torbalarla dolu ço- , tuklu bir köylü ailesini geçti. Bir mirala- ya yol verdi. Trene atladı. Tesadüfen bu miralayla ayni vagona düştüler. Kompartımanda başka kimseler yoktu. Miralay bir müddet gazetesini oku dü. Sonra usandı. Tenezzülen konuşmak lütfünde bulundu. Havanım soğukluğun- dan soğuk görür görmez sızlıyan sağ ko- lundaki yarasından bahsetti. Dereden te- peden lâf açtı. Nihayet bıyıklarını bura bura sözü nazikâne şu vadiye döktü: — Yahudilerden pek tanıdığım yoktur ama sizinle bir vagonda bulunuşuma memnun oldum. Çünkü bana mereak olan bir şey var, Siz Yahuüdiler hayatta dal- ma muvaffak olmanın, ne yapıp yapıp para kazanmanmım yolunu — biliyorsunüz. Tiyatroda, operada muvaffak olanlarınız vâ&r. Hattâ Amerikada bir Yahudinin kâa- bine âzası ve cumhurroisinin şahst dos- tu olduğunu söylüyorlar. Ellerile dizlerini kavrayıp önüne eğil. di: — Söz aramızda... Size bir sual sorabi- dir miyim: Bütün bunları ne ile, nasıl be- ceriyorsunuz? Esrarınızı bana anlatır mi- sınız? Olfenbacker düşünceli düşünceli bur- nunu kaşıdı. Sonra kat'l bir sesle: BAA « Son Posta, nın edebi romanı: “Son Posta,, nın Hikâyesi BAŞ, AKIL YAPAR ETTLD AAAT 1010 10 AM . İngilizceden çeviren : K. Neyyir SON POSTA — İyi ama efendim, bütün gün vakit bu lup öğle yemeği. yiyemedim, karnım zil — Akıl ile... dedi. Biz akıl sahibi in- sanlarız. Ve onu kullanmayı biliriz... Miralay hayretle yüzüne baktı: — Yalan değil. ama, dedi, bu aklı nasıl elde ediyorsunuz? Neden diğer insanlar- dan daha akıllısınız? Doktor bu sefer çabucak cevab verdi: — Çünkü biz baş yeriz de ondan... İne- Bin, koyunun, balığın, her şeyin başını... Hattâ şimdi bile yol çantamda bir sazan balığı başı var. Dün akşamki yemekten arttı. Yolculukta yerim diye yanıma al- dım. Hizmetcim elile pişirmişti. Nefis mi nefis. Hele yaban turpile pek hoş oluyor. Miralayın ağıı sulandı. Trende lokan- ta olmadığını hatırladı: — Pek merak ettim, şu söylediğiniz ga- zanın başını görebilir miyim? Yahudi: — Zaten ben de müsaadenizle yemeği- mi yiyecektim... dedi. Bavulunu açtı. Gazete kâğıdına sarılı bir paketi çördü. İçinden iki löp yumurta, biraz ekmek, yağ, bir parça peynir, en sonra da iri, parlak, yağlı bir sazan başı çıkardı: — En mühimmi budur, dedi ve avuçla- rını açarak ilâve etti: — Baş, akıl yapar muhterem efendim. İşte bizim sırrımız bundan ibaret. Miralayın karnı acıkmıştı. Baş yeme- miş olmaktan da biraz bozulmuş gibi idi. — Çok enteresan bir nazariye, dedi, bü- tün bütün de yanlış olmasa gerek. E... Ne de olsa... Başın içinde beyin var öyle değil mi? Ya bir yerde okudum, yahud bi- ri anlattı. Yalnız balık eti yemek insanın dimağında münebbih bir tesir yapıyor- muş, Sahiden de... Ha ne dersiniz?... Şu sizin sazanın başı da pek güzel kokuyor. Beraber yesek nasıl olur acaba? Offenbacker gözlerini miralayın göz- lerine dikti: — Size yumurtalarımdan birini verehi- lirim, fakat yemeğimin en besleyicisi bu baştır. Affederseniz, onu...... Miralay sert sert: — Bana bak, dedi, si vreraer ÇINARALTI Söğüdler altına hasır, gölgedeki çar- dağa halı yayılmasını, balık ağlarının hazırlanmasını söylüyordu, Çiftlik âdeta seferber olmuştu. Bayrakdaroğlu beni harem dairesine geçirdi. — Siz evlâdımız sayılırsınız. Yaban- « değilsiniz! diyordu. Biz daha gelirken içeri haber gitmiş olacak ki salona benzer büyük bir o- daya girdiğimiz zaman başörtülü genç bir kadın bizi karşıladı, Bayrakdaroğ - lu beni gösterip: — Çiftlik komşumuz Ömer bey,dedi. Hani her zaman konuşuruz. Genç kadın herhalde İstanbul terbi- yesi almış olacak, ne yapacağında te - reddüd etmeden sükünetle elini uzattı ve: — Buyurunuz beyefendi. Safa geldi- niz elendim. Onun yerine ben o kadar şaşırmışım 1 kendimi bir salonda zannederek tut- tum, kadır uzattığı eli öpüverdim. Bürhan Cahid aA cekti. Fakat genç kadın bunu o kadar tabif görmüştü ki ayni sükünetle bana üzerine bir kaplan postu atılmış bir koltuğu işaret etti: — Şöyle buyurun beyefendi. Penceredeki işini bitiren Bayrakdar oğlu sedef bir kutudan sigara ikram e- diyordu; — Böurası sizin çiftlik kadar havadar değildir, Ömer bey, Siz deniz seviye - sinden beş yüz metre yüksektesiniz. Ve karısına bakarak ilâve etti: — Jâleye buranın hayvasi biraz ağır geliyor. Fakat ne yapalım. Alışacak herhalde? Genç kadın hafif bir dudak büküşü ile mırıldandı: — Yazın bir şey değil. Fakat kışın ta- hammül edemiyeceğim zannederim, çalıyor bilir insanlarsınız. Şu »eğildi, tekrar tek- rar koklâdı- nefis sazan başini bana satı- ver. Yahudi arkasına yaslandı. Tekrar bur- nunu okşadı: — İyi ama efendim, bu benim akşam- hğım. Bana lâzım. Bütün gün vakit bu- lup öğle yemeği yiyemedim. Karnım zil çalıyor. Elli zlotys verseniz gene onu ve- remem. Hayır, hayır, dünyada veremem. Mivalay ısrar etti: — İşte sana yirmi zlotys, başı verecek misin, vermiyecek misin? Yahudi, uzatılan yeni banknotu aldı. Başı verdi. Ne de güzel kızartılmıştı. Pul- ları bile gevrekti. Miralay az sonra: — Doğrusu başa diyecek yoktu, dedi, enfes mi enfesti. Ve cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Sigara bitinceye kadar ikisi de bir şey söylemediler, Tam biten sigaranın ucunu pencereden attıktan sonra miralay bir- denbire döndü. Afallamış gibi Yahudiye uzun uzun baktı. — Baş iyi idi, iyi idi'ama sana bir şey soracağım... dedi. Her halde sen bütün sazanı çok çok üç (zlotys) e almıştın de- ğil mi? Halbuki ben yalnız başı için sana yirmi zlütys verdim. Offenbacker olduğu yerden fırladı. E- lile miralayı göstererek haykırdı: — Ben demedim mi, baş, akıl yapar diye? Bak, daha bir tane yer yemez nasıl da hesab kitaba başladınız? YARINKİ NÜSHAMIZDA: Nida işaretleri !. Çeviren: Faik Bercmen Trakya mekteblerinde teftiş Edirne (Hususi) — Umumil müfettişlix kül- tür müşaviri Celâl Ferdi Tekirdağına hareket elmiştir. Müşavir bölge dahilindeki kültür işlerini gözden geçirecek, Tekirdağından &0: ra Çanakkaleye gidecektir. ları vardi. Onlar da İstanbulda oku - yorlardı. Bu kadın nereden çıkmıştı? Vaziyeti kavrayamadığım için ihti - yatlı bulunmağa karar verdim. Dedim ki: — Her yerin kendine göre zevki, kendine göre sıkıntısı vardır. Bu biraz da şahsa göre değişir zannederim, Ve pencereden dışarı bakarak ilâve ettim: — Yeriniz pek mükemmel, Hele şu engin göl insana denizi aratmıyor. Genç kadının isteksiz hareketlerine dikkat ediyordum. Etrafındakilerden bıkmış, bulduğu saadeti kanıksamış, in- sanlarda görülen bir hoşnudsuzluk 1 - çinde olduğunu o kadar belli ediyor ki! Bayrakdaroğlu pos bıyıklarının yarı yarıya kapattığı dudaklarına iri bir pi- po sıkıştırmış, fena kömür yakan bir vapur gibi duman — salıveriyordu. Filiboz çiftliğinde böyle bir manzara ile karşılaşacağımı tahmin etseydim, gelmezdim. Fakat bu babacan ve ka - lender adamın beni ziyaret etmesini Bayrakdaroğlunun kaşları — dikilir|kargılıksız bırakmak da ayıp olacaktı. gibi oldu. Sesi bir perde daha yükseldi: Bundan başka ben onun ev hayatını — Çiftlik hayatı kışın daha keyifli o- | hiç de böyle tasavvur etmemiştim, lur. Değil mi er beyefendi? Hurufat_g_l_Vlehmed Türk matbuatı onun ölümü ile san'atına âşık bir emektarını kaybetti Bundan üç gün evvel Türk matbu - atı eski bir emekdarını kaybetti. Bu e makdar, hurufatcı Mehmed efendidir. Uzun seneler basit Mehmed efendi is - mile Babıâli muhitinin en tanınmış bir siması olarak yaşayan ve Türk matbu- atına hurufat vermiş olan merhum, es- ki harflerde de, yeni harflerde de ken- disin! tam bir san'atkâr olarak göster - miş ve matbuatımızın şimdi hayli es kimiş olan tarihinde unutulmaması lâ- zım gelen hizmetlerde bulunmuştur. Eski Türk harflerine en güzel şekli vermiş olan odur. Bugün hâlâ bütün Arab ve İran âleminde bu harfler ya- şıyor. Mısır gibi, matbuatı pek çok in- kişaf etmiş bir memlekette bile Arab harfleri bir vakitler Türk matbuatın - da göze çarpan bedii şeklini bulmuş de- ğildir. Halbuki eski Arab hârfleri Tür kiyede en temiz ölçüler içinde en bedii şeklini almış bulunuyordu. Bu san'at işi, büyük kısrm ile merhumun eseri « dir. Kendisi çalışkan, vazifesine ve san» atine âşık, icad fikrine sahib ve kazan- cından ziyade san'atini düşünür bir in- sandı, Yarım asır süren bir çalışma ha- yatına rağmen, son nefesine kadar va zifesinin başından ayrılmamış, son kuv vetlerini de gene tezgâhının başındi tüketmiştir. TARİHTEN (Baştarah 8 inci sayfada) etti. Azizlerin kemikleri üzerine yemin| Jüb oldu ve öldürüldü. eden bir hıristiyanın bu yemini tultma- dığı takdirde kâfir olacağına karar verdi. Haroldu mahküm ve aforoz etti. Ayni zamanda İngiltere krallığının Giyoma ald olduğuna dair bir mektubla mukad- des bir bayrak ve bir yüzük gönderdi. Giyom harbe hazırlandı. İngilteredeki ganimetlerden hisse vereceğini söyliye- rek, meselâ yirmi askerle bir gemi gön- deren her papazı İngilterede bir pesko- posluğa tayin edeceğini vüdederek her taraftan adam topladı. Sicilyadan — bile gelenler vardı. Böylelikle çoğu bizim Karamürsel ka- yıkları gibi olan 1400 gemiye altmış bine yakın piyade ve süvariyi yükledi. İngil- tere sahillerine çıktı. Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütünm ağrılarımızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir: macera yaşıyordu. Yahud bu genç kâ dınla yeni evlenmi: Buradan çabuk ayrılmak ihliyacı ile lâkırdıyı değiştirmeye çalışıyordum, Genç kadın oturduğu koltukta ba - caklarını çaprazlamış, yaktığı ince bir sigaranın dumanlarını ince dudakla - rının ucu İle havaya üfliyor. Gözüm - den kaçmıyan vaziyetlerinden anlıyo - rum ki güzel ve uzun bacaklarının mu vaffakiyetinden emindir, Bir çiftlik ha- yalı yaşamasına, başında iğreti bir ör- tü bulunmasına rağmen ipek çorapları, uzun ökçeli şık' iskarpini ve örtünün altından görünen biçimli kumral saç- ları ile tam bir salon kadını olduğunu anlatmak istiyor. Konuşması da anla - tıyor ki boş bir kadın değil. Paytak bir hizmetçinin getirdiği kah veleri elinden alıp ikram ederken ya - kından göz göze geldik. Kadınlar hislerini ve arrularını ifa- de etmek için gözlerinin o istediklerin- den başkasına göstermedikleri gizli |kudretinden istifade ederler. Bana öyle geldi ki, bir an için bu göz bebeklerinde parlıyan alev onun kadınlığından, ka- Bayrakdaroğlunun İstanbulda oku -| dınlık hislerinden çakmış bir kıvılaım Karı koca Adeta münakaşa edecek- | duklarından bahsettiği çocuklar her - Pencerenin tahta kepenklerini aç -|lerdi. Şaşırmıştım. Benim Hasan dayı- makla meşgul olan Bayrakdaroğlu bu|dan öğrendiğim Bayrakdaroğlunun böy hareketimi görseydi belki garipsiye -|le genç karısı yoktu. Yetişmiş çocuk - halde bu kadının çocukları olmiyacak - tı. Vaziyet biraz esrarlı görünüyordu. dir, Bu ateş, bu kıvılcımı ben değil, şu çiftlikte kazma, kürek sallıyan herhan- Bu derebeyi ruhlu adam herhakla bir|gi bir yanaşma dahi sezebilirdi. Yeter tarlada öldürülmüş olarak bulundu Bartında zabıtaya garib bir kaybolmâ hâdisesi haber verilmiş, Kocareis köyüne den elli yaşlarında Kağil oğlu Recebin Ö* küzleri ile beraber tarlaya gittiği halde eve dönmediği ve tarlada öküzlere başi* boş rastlandığı söylenmişti. Zabıtaya hâdiseyi haber veren üç karısı olan Re « cebin en küçük karısıdır. Vak'anın fedi iç yüzü iki gün sonra meydana çıkmışlır. Kadın da beraber olduğu halde köy ih “ tiyar heyeti ve jandarmalar Recebi de * Te tepe aramışlar, bulamamışlardır. Bü esnada karısı: «— Bir de şu tarlaya bakalım» diye © — civardaki bir tarlayı işaret etmiştir. Bur nun üzerine tarlaya giren köylüler Re * cebi birçok yerlerinden bıçaklanmış V€ — öldürülmüş olarak bulmuşlardır. ) İlk tahkikat sonunda Recebin üçüncü — karısı olup kendisinden şüphe edilerek sorguya çekilen Zeynebin üşığı Muhid “ din adında bir genç zannaltına alınmış * — tır. Bazı emarelere göre Recobin başkasi tarafından öldürülüp buraya atıldığı talır min edilmektedir. Tahkikata devam olut* maktadır. Balkesir (Hususli) — Belediye encümeni nin yağhanelerin şehir harieine nakti huk * kındaki kararı Şürayi Devletce kanuna U$ © edilmiştir. SAYFALAR Hastings muharebesinde Harold mağ” Piç Giyom (fatih) ünvanını aldı. İngit tere tahtına oturdu. Memleketi altmif bin parçaya ayırdı. Her birini bir müde det evvel arabacılık, terzilik, sığır çobaf” D lığı yapan askerlere taksim etti. Bunları — hepsi (şövalye), zabitleri de (kont), (b4” d Nn a Balıkesir belediyesinin bir kararı ibtal edildi — gun ve yerinde görülmümiş, bu karar tbtal ron), (lörâ) oldular, a Prons Pol Rotary klübüne fahti — reis seçildi K Belgrad 16 (A.A.) — Yugoslav Ro * tary klübünün 16 Mayısda burada ak* — tettiği umumf toplantıda — Kral naibi & Prens Pol, kaydi hayat şartile klübil — — fahri reisliğine intihab edilmiş ve t intihab alkışlarla karşılanmıştır. K ki erkek olsun ve yeter karşı gösterilmiş olsun, " YBîıyş-:ıluiırv:ış'glunuu açlığı m&wa bahsine lâkayd kalmamak için %'C döndüm. Fakat kafam o kadar .ııııı“ söylediklerini anlamıyorum. Yalnız ğ bahsin beni bu heyecanlı M kurtaracak tarafını keşfettim. Merakt bir tavırla: .| — Şu modern arı kovanlarını gör mek isterim, dedim. Doğrusu beni raklandırdınız. İmkân var mı? '* olf Bayrakdaroğlu bu alâkamdan memnun oldu. Piposunu — eline kalktı: — Gezelim, haydi. Genç kalkldeln bu rmenii' MN hafif bir tebessümle cevab verdi: — Geleceğim. Bal yapan arılar BE şuma gidiyor. * Genç kadınin böyle çiftlik eeldn'“;, lerinden zevk almadığı m;;;;d’,— Kocasının sual şekli de omu "g- du. Bugünkü alâkası kocasının *b hör zünden kaçmamış olacak ki biraf y murdanır gibi: N'd"' yadı L — Ha şöyle, dedi. Alış bakalım Bu söz de anlatıyordu ki g;nıfm' iftliğin henüz bir misafir K çiftliğin yeni A İ ) ğ ı !

Bu sayıdan diğer sayfalar: