Hergün Doktorlar, derken Avukatlar ve Nihayet diğerleri... Yazan: Muhittin Birgen (Baştarafı 1 inci sayfada) Resimli Makale: şım, fikir hürriyetini yalnız doktorluğu devletleştirmeğe taraftar olanlara mah- sus bir imtiyaz olarak telâkki edenlerden değildir ve benim de bu fikirde olmayı- şımı ayni prensipin zaruri bir neticesi şeklinde telâkki ederek aşağıdaki izahatı vermemi bir vatandaşın tabii hakkı ola- rTak tanır. * Eğer, doktorluğun — devletleştirilmesi fikrini, doktorlardan canı yanmış küçük bir insan tarafından mahalle kahvesinde söylenirken duymuş olsaydım, güler geçer, giderdim. Bu gülüşün içinde bü- tün bir felsefe gizlendiğini, meslekdaşım pekâlâ anlar: İçtimat hayatta bir takım bâdisel dır ki bunlar büyük bir da- vanın küçük bir parçasıdır ve bu hâdi- seler üzerinde basit şekilde düşünen in- sanlar, gayet çabuk ve kolay bir takımı neticelere varırlar. Böyle bir neticeye, mahalle kahvesinde, rüşdiye mezunu Bay Ahmed kolayca varacak olursa hiç hay- ret edilmez. Fakat, bu fikri, ötedenberi sistemli düşünen ve memlekette sistemli düşünmenin kuvvetli taraftarlığını yap- mış olan ve kafasında dört tarafı munta- zam bir çerçeveye alınmış bir sistem ta- gpeyan bir muharrir ortaya atarsa O Za- man, bu toprak üstünde daha yaşanacak günleri ve kendinden sonra yaşıyacak insanları bulunan bir fikir adamı sıfatile bu defa gülüp geçemeyiz. Çünkü doktor- luğu devletleştirmek fikri, muayyen bir gisteme göre düşünen bir kafadan çık- imıştır ve bu fikir muâyyen bir sistemin de bir parçasıdır. O zaman, bu fikir kar- şısında derhal dikkatimiz harekete gelir ve bakarız: Acaba bunun arkasından ne gelecek? * Doktorluğun devletleştirilmesi — fikri arkasından gelecek olan onun kadar mü- him ve ilk bakışta gayet makul görünen fikir avukatlıktır. Bunları da devletleş- tirmek için acıklı bir edebiyat yaparak kalbleri sızlatmak hem kabil, hem de ko- laydır: «Müddel ile müddaaaleyhi birbir- lerine düşürüp bunların arasında ceble- rini doldurmaktan başka bir şey düşün- miyen bu avukatlar...» diye başladık mı Bunların da nihayet devletleştirilmesi heticesine pek kolay varabiliriz. Nitekim, vnaktile Bulgaristanı kana boyayan İs- tanbuliski de böyle düşünmüş, ayni ede- biyatla yola çıkıp doktoru da, avukatı da devletleştirmişti. Fakat, zanneder misi- niz ki, bu iki münevver zümre, doktor- larla avukatlar, devletleştirildikten şonra boş otururlar? Onlar da ötekilerin dev- letleştirilmesini isterler. Meselâ, eşa tür- lü türlü dalaverelerle ceblerini milyan- larla dolduran müteahbidler...» diye tul- turup bir edebiyat bambardımanma gi- Fiştik mi, nihayet bunları da devletleşti- ririz. Arkadan öteki, daha arkadan beri- ki, bütün bunlar devletleşir... Bütün bu devletleştirme hareketinin sonu, Türkiyenin bütün iktısadi ve içti- maf hareketini muazzam bir bürokrasi çerçevesinin içine alacak ve ilerlemek için servet biriktirmeğe, yürümeği hız- landırmak için teşebbüs enerjisine muh- faç olan bir memlekette, bütün faaliyet- leri felce uğratacaktır. * Dediğim gibi, eğer bu tarzda fikirler sistemsiz kafalardan rasgele doğup geç- miş şeyler olsaydı, aldırmıyabilirdik. Fa- kat, muayyen bir sistem içinde düşünen bir muharririn kaleminden çıktığı zaman, » memlekette kendisinin de küçük bir bakkı bulunduğunu bilen bir vatandaş sıfatile fikrimizi söylemeğe mecbur olduk. Meslekdaşım ne demek istediğimi çok iyi anlar. Bunun için, beni kabahatlı çı- karmıya çalışmak için, bu nevi fikirlerin serbestçe söylenebileceğinden ve dünya- nn her tarafında da söylenmekte oldu- Bundan bahsederek uzün uzadıya delilier göstermesine ve bilhassa Amerikada da bunların düşünüldüğünü zikretmesine lüzum yoktur. Kendisi kadar olmasa Vile Amerikayı ben de biraz tanırım; bilirim ki Amerikada bir zamandanberi bir sa- . Meziyeti ve esprisi olan bir erkek çirkin sayılmaz, hattâ çirkin olsa da çirkinliği görülmez. —— SON POSTA BC Erkekte güzellik .. 56 Erkekte meziyet ve espri, kadında yüz ve vücut güzel- liğine benzer, her şeyden evvel görünür. SOÖOZ ARASINDA Tek başına 62 layyanl Düşüren tayyareci Almanyanın en meşhür tayyarecisi General Ernest Udet geçenlerde sergi- yi gezmek üzere Parise gelmiştir. Bu tayyareci umumi harbte tek başına 62 Fransız tayyaresi düşürmüştü. 4! ya - şında bulunan tayyareci, iki defa da pa raşütle tayyareden yere atlamak mec - 'Tranganyika'da yere indiği vakit, bir gergedan'ın hücumuna maruz kalmış ve ölümle burun buruna gelmişti. fan komünizmi vardır. Roozwelt'i tutan- lar arasımda bulunan ve ekseriyetini son buhranda iflâs etmiş Yahudilerle san'at ve edebiyat âleminin «yumuşak elli ame- leleri» aracından toplıyan bu zümre, sa- Jonlarda oturup dünyaya yeni bir nizam vermek istiyen dedikodularla vakit geçi- rirler. Bunların büyük bir kısmı da, ilk fırsatta yeniden zengin olmaya ve o za- man doktorluğu da, sermayeyi de dev- Tetleştirmek fikirlerini şiddetle reddet. meğe namzed madrabazlardır. Ben bu unsuru dünyanın her tarafında gördüm. Bunların yaptıkları sonu gelmez ve dip- siz dedikoduyu, dünyanın yürüyen bir fikri diye telâkki etmek gürültülerinden uzaktır. * «Ben Kemalistim», «Halk Fırkasının programı devletçilik esası üzerine kurul- muştur> demekle bu meselede ileri git- miş olduğumuzu gizlemeyiz. Kemalizm ne sağda ve ne solda dogmatizm yapan |bir müfritler sistemi değildir. O, günün realiteleri üzerine kurulmuş bir dina- mizm ifade eder. Hiç değilse onu ben böyle anlıyorum. Sağ veya sol müfrit- jerinin ikisi de demokrasiyi kendilerinin temsil ettiklerini iddia ederler. Halbuki ikisi de yalandır. Koca bir bürokrasi te- samuhsuzlük nizamı içinde demokrasi o- maz. Kemalizm ise hakikt dermokrasiye doğru giden ve içinde muhtelif fikirlerin söylenmesine müsaade edon bir rejimdir. Bu rejim, şimdiye kadar ne doktorlu; ne de sair şeyleri devletleştir niş değildir. Muhittin Birgen İSTER İSTER buriyetinde kalmıştı. Bir keresinde de | y “|disti İNAN Bir arkadaşımız soba alacaktı, veresiye eşya satan bir ma- || ğazaya uğradı. Beğendiği tip soba için 24 lira istediler. Ar- kadaşımız fiatı fazla bularak çıktı, peşin para ile satan bir başka mağazaya uğradı, bir evvelkisinden beğendiği ayni tip * | HERGÜN BIR FIKRA Hangisi dell ? Bir doktor, meşhur rtomancı Bal- zak'ı bir akşam yemoğine çağırmıştı: — Sizin için kaçırılmıyacak bir fır- sat, demişti. Masada dört kişi olacd- ğız.. Siz, ben, bir Amerikalı ve bir de deli. Amerikalıyı yeni tanıdım, — Bir deli ile birlikte yemek yemek istedi- Şini söyledi. Ben de hatırımı kırama- dım. Hastanedeki delilerden birini çı- kârıp evime getireceğim, Akşam doktorun evinde dört kişi birlikte yemek yemişlerdi. Deli ye- mekte hiç konuşmamaştı. Yemek bit tikten sonra Amerikalı doktoru bir kenara çekti: — Doktor, dedi, dostunuz romancı sempatik bir adam, fakat hiç konüş- muyor, deli de amma çal çene imiş, bütün yemek müddetince konuştu. Bisikletle otomobil Arasında bir icat Viyanada bir haftadır sokaklarda ga rib bir otomobil dolaşmaktadır. Cüce bir otomobil manzarası ile sokaklarda otomobillerin tekerlekleri arasında yu- varlanıp giden bu otomobilin ne oldu- ğunu içine binerseniz anlarsınız, Dışarıdan âdeta otomobil manza - rası veren bu nakil vasıtası hakikatte bir bisiklet azmanıdır. Bisiklet terti - batı ile hazırlanmış olup hareket ettir- mek için adale kuvetine ihtiyaç var - dır. Ve ayak ile müteharrik — olan bu bisiklet azmanı saatte 30 kilometre ka- dar katetmektedir. Bir mühendisin düşünerek meydana çıkardığı bu adale otamobili pek ya - kında meşhur olacak ve bütün dünya- yı muhakkak surette istilâ edecektir. Bunun sebebi gayet basittir. Bisiklet fiatına olan bu Otamobhilde, muntazam bir oturma yeri ve rahatça pedal çevirme imkânı vardır. Bacağın kuvveti oldukça istediğiniz kadar me- safe katetmek işden bile değildir. Bundan başka bu otomobil bisiklet Bgibi tehlikeli de değildir. Düşmesi, yu- varlanması: tekerlek vidalarmın gev - şemesi nihayet pedallarının sıkışması yoktur. Rahat rahat ayak çevrileceğin- den durmadan dört, beş saat ayak çe - virmek kolay bir işdir. » Bu otamobiller küçük olduğu için apartımanların kapısından giriyor - müuş, yani her şekilde evlere de soku- luyormuş, Garaj, benzin, makine pa - rası olmadıktan sonra herkes böyle bir ötoömobili niçin tedarik etmez. Nitekim Amerikalılar bu mühen - adale otomobilinin Amerika için müsaadesin! yüz binlerce dolar muka- bilinde satın almışlardır. İNAN İSTER ? metre uzunluğunda Mes'ud bir yılan NU Amerikada Minnesota hayvanat bafi çesinin Blondi isimli 7 metre uzunlu - ğunda ve gayet küvvetli meşhur bir yılanı vardır, Bu yılanı 15 kişi güçlük- Je zaptetmektedir, 14 kilo tavşan etin- den mürekkep öğle ve akşam yemek - leri de makinede kıyıldıktan ve top şek linde yuğrulduktan sonra, büyük - bir tahta kürekle ağzına tıkılmak sureti - le verilmektedir. Çektiği her resme 450 lira alan fotografçı Londra ile Nevyorkun kibar mehafi - linde en mutena salonlarda ismi baş kö- İşede duran bir adam vardır. Bu henüz 30 yaşını doldurmamış olan Cecil Beaton ismindeki bir fotoğrafçıdır. Londra ile Nevyorkun hangi sosyete gine giderseniz onun İmzası ile süslen - miş bir kadın veya erkek resmine mu - hakkak tesadüf edersinib. 20 yaşında san'ate atılan ve Londra - nın kenarında ufacık bir dükkânda işe başlıyan Cecil birdenbire meşhur oldu. Bunun sebebini fotoğrafçının güzel bir delikanlı olduğunda bulanlar vardır am- ma, Cecil hakikaten güzel fotoğraf çek mektedir, Eğer böyle olmasaydı, hele A - merikada meşhur olmasına imkân yok - tu. Bugün Cecil bir fotoğraf çekmeğe tam 50 İngiliz lirası alır. Bizim para ile 450 lira kadar tutan bu meblâğ belki çok gi- bi görünür, Fakat onun çektiği resimler o kadar eanlı ve öyle güzeldir ki, müşteriler, en çirkinlerin bile güzel tarafını bularak oöbjektifte tesbit etmek marifetini bilen Cecile bu parayı seve seve verirler. Bugün Londranın en meşhur adamı ol- duğu için dükkânı da Londranın en işlek yerindedir. Geçenlerde İngiltere kralı re fikasile birlikte bu meşhur fotoğrafçıya gelerek bir kaç resim çektirmişlerdir. Bu fotoğrafçı için daha büyük reklâm olmuş ve Hollywooddaki film kumpan - yaları 30 yaşındaki bu adamı binlerce do- lar haftalıkla angajeye teşebbüs etmiş - lerdir. Cecil henüz bu tekliflere cevap vermemiştir. Arkadaşları teklifleri kabul etmiyeceğini zannetmektedirler. ISTER İNANMA! soba orada da vardı, ve fiatı sadece 17 liradan ibaretti. Biz hâdiseyi arkadaşımızdan dinlediğimiz için 17 liralık bir mala 6 ay için 7 lira, yani sene hesabile yüzde 88 faiz istenildiğine inandık, fakat ey okuyucu sen: İNANMAI! . .. Sözün Kısası Birbirine girdiler... B —a irhirine girdiler, dolâplarla âb : lar.. âblar galip gelince döndüle) dölüplar!.. Beyit kimindir? Ne münasebetle söy : lenmiştir?. Edebi mahfuzatım biraz dar madağındır, kusura bakmayın. Fakat, bizim İstanbul matbuatının son bir kaç günkü man karşısında ( beyti hatırlamamağa imkân mı vardı! Eski üdebanın tabirlerince «hâtırıma hu- tür ediverdi..> işt Yoksa, sizi in ederim ki, bu hatır- layışımda, iki taraftan hiç birine telmih kasdım yok. Güdülen davada, pay edile- miyen kozda aslâ mı, aslâ alâkadar de lim. Kavga istediği kadar kızışsın, bana bak- mayın.. Şu veya bu tarafı iltizam edeyim derken, bütün bir çam ormanını bit hamlede devirmek gafletini ben de mi göstereyim? Matbuat kavgalarını çoki nutmuştuk. Kavvallığı ile me: bir Devlet adamının ağzından çıkan bit söz, Babıâli caddesini altüst etti. Şom ağız diye buna derler! Şunun şurasında - kedinin ayağı gibi - fç buçuk gazete, hoş geçinip gdiyozduk., Durup dürürken birbirimizin — kızılınş meydana çıkaracağız diye bu karem dala- fada ne lüzüum vardı? Lâkin ne edelim? Bir kere olan oldu., Ok yaydan çıktı. İstanbul matbuatının Davudu ile Cülütu arasında başlıyan bu müsaraanın neticesine, şimdilik &e X le Viyandotu karşılaştırmak ho« roz dövüşü meraklıları arasında makbul sayılmazsa da, bu kavgadan mes'ul bi değiliz: Vebali Göbbels'in boynuna! Davanın ne kadar süreceği ve nasıl ne- leneceği hakkındaki tahminlere pelin- ©e; bunlar çok muhtelif olmakla beraber, ben şu fikirdeyim: — Tan yeri ağarıncaya kadar devam edecek ve adamakıllı bir Hünyadi Yanos tedavisinden sonra bir Zekeriya sofrağı« nin etrafında barış görüşle hitam bula- DURA N.üdde'umumiliğin bir mektubu Bu sütunda çıkmış olan bir yazı müna* sebetile İstanbul Müddeiumumitliğinden aşağıda göreceğiniz tavzihi aldık: San Posta gazetesi neşriyat müdürlüğüne Gazetenizin 20 Teşrinievvel 937 gün ve 1987 sayılı nüshasının birinci sahifesi! 4 ve 5 ci sütunlarında (Ercümend Ekrem 'Talu) imzasile (Sözün kısası bu çocuğu maznun mevkilne oturtanlar acaba rahât uyku uyurlar mı) başlığı altnda çıkan yazı münderecatı itibarile dikkate şayan görülerek mesele tetkik edilmiş ve netk cede yapılan muamelenin tamamen kar nuna uygun cereyan ettiği anlaşılmışlır. Hâdisenin mahiyeti şudur: 10/6/936 günündo Cağalağlunda Molla- fenar; caddesinde 15''No. lu Nafianın & vinde kira ile oturan (Ruhsan) evinin döşemelerini tamir ettirmek üzere 50 ya* şında marangoz İsmall Hakkı ile 19 ya- şında çırağı Muzafferi evine — getirerek çalıştırmış ve ertesi günü de ayn; evd€ kira ile oturan Satme Alemdar polis kâ* rakoluna müracaatla oda kapısındaki Ki- lidinin halkası çıkarılmak suretile odasir na girilerek sandığında bulunan hamam takımının ve adı geçen Ruhsan dahi ma* sağının üzerindeki 20 kuruşunun ve »e petteki yumurtalarının çalındığını ve ça“ lanların İsmail Hakkı ile çırağı Muzaffef olduğundan bahsile şikâyette — bulum” muşlardır. —« Pek tabildir ki zabıta bu şikâyet üzZE rine işe el koyarak Hazırlık tahkikatıfl! yapmış ve evrakı memuriyetimize tev! etmesile memuriyetimiz de evrakı def” hal mahkemeye vermiyerek incelenmesi” ne lüzüm gördüğünden işi sorgu hâkimi” ne vermiş ve oraca yapılan ilk tahkikat sonunda: Her iki suçlunun Saimonin hamam t#* kımını çalmaktan muhakemelerinin m€” nine ve Ruhsanın eşyalarına aid hırsız” hktan muhakemeleri yapılmak üzere €V” (Devamı 11 inci sayjada)