A M İ Yazan : İsmet Hulüsi Arkadaşlar, beni bir çalgılı bahçeye gö- türmüşlerdi. Bazan çalgı dinliyor, bazan da şuradan buradan konuşuyorduk. Bir aralık söz iş aramak, iş bulmak bahsine intikal etti. Ben: — Nihayet, dedim, hiçbir iş bulmasam, bir torba alıp eskicilik te yapamaz deği- lim yat. — Eskiler alıyorum. Bir pencere açıldı: — Ben demedim mi? Kapıya gittik. — Hele içeri gelin! Eskici dostum, kulağıma eğildi: — Bu âdettir, zerzevatçı, kasab filân ev içine alınmaz, fakat eskici alınır, Es- kiciyle alışveriş daima konu komşudan |etzli yapılır! — Ne var? Eski esvab, eski ayakkabı, eski manto? Bir çift eski ayakkabı gökterdiler: — Bu para etmez. Bir eski palto geldi. Eskici dostum ö- Tesine berisine baktı: — Çok yıpranmış.. Nafile! Bir elbise getirdiler: — Bunun rengi açık, açık renk elbise az para eder.. Eski mantolar, eski kunduralar önü- müzde yığılıyordu: — Bunların hepsine ne vereyim? Ev sahibi eşyalara bir kere baktı: — Yirmi lira. Yanımızdaki masada temiz yeni traş olmuş orta yaşlı bir adam oturu- yordu. Bana baktı: giyinmiş, <- Affedersiniz, dedi, müsaade eder - seniz ben de fikrimi söyliyeyim. Nazik konuşuyordu: — Hayhay buyurun!. — Belki her işi yapabilirsiniz ama es- kicilik yapmak el len gelmez. için, utanır mıyım? — Hayıt o mesele değil, iş haddi za- tında ihtisas mesvlesidir. — İhtisas meselesi mi? — Evet! — Siz ihtisas meselesi olduğunu nere- den duydunuz. — Duymadım. Tecrübema istinaden söylüyorum. — Ne iş görürsünüz? — Eskiciyim. Eskici ile ahbab olmuştuk. O bana ld- diasını isbat etmek için bir tek çare bu- Junduğunu, benim de bir gün kendisile birlikte dolaşmam icab ettiğini söyledi. Kabul ettim. Adresimi verdim. Ertesi gün gelecek, beni evimden alacaktı. * Sabah erkenden kapımın önünde bir ses yükseldi: — Eskiler alıyorum. Pencereden baktım. Üstü başı eski bir adam duruyordu. Elinde pis bir torba vardı. T — Haydı bay hazır mısın? Ne o beni tanıyamadın mı? Nasıl olur, dün akşam görüşmemiş miydik? Doğrusu birden tanıyamamıştım. Çün- kü bir akşam evvelki kıyafeti tamamile değişmişti. — Dur, dedim, şimdi geliyorum, Güldü: — O kıyafetle olmaz.. Hele kapıyı bir açın ben geleyim de. Geldi. — Bu elbiselerle eıiıdlile çıkılmaz. Torbasını açtı. Eski bir elbise çıkardı: — Merak etme temizdir; kendim için yaptırdım. Henüz hiç giymedim. Doğru söylüyordu. Elbisorân dışı ne kadar kirli görünüyorsa içi de o kadar te- Mizdi. Elbiseleri giydim. Bir de torba verdi: — Bunu da al; polisin göremiyeceği şerlerde omuzunda, polisin göreceği yer- lerde de elinde taşırsın Sokağa çıktı, o, narayı bastı: — Eskiler alıyorum! Evlerin birinin kapısı açıldı. İki çocuk yanyana evden çıktılar, Herhalde mekte- be gidiyorlardı: — Burada iş var. — Ne işi var? — Çocuklar mektebe gidiyorlar, — — Gidiyorlarsa gidiyorlar!. Çocuklar mektebe gittikleri zaman muhakkak iş Mi olur? — Tabil, şimdi onların kitabları alına- — cak.. Para lâzım, evde eskileri toplamiş- lardır. — Dört liradan fazla vermem! Pazarlık başlamıştı. Ev sahibi beş li- raya indi. Eskici dört buçuk lira verdi ve nihayet dört yüz yetmiş beşe aldı. Evden uzaklaştığımız zaman — kolumu dürttü: — Tam parasını verdik, onun da işi oldu. — Bu eşya dört yüz yetmiş beşten faz- laya alınmaz mı? — Alınır ama onlara o kadar lâzım. Çocuklar daha küçük, ya birinci ya ikin- ci sınıftalar, ben eşyayı hesablayıp para vermedim, Onların kitab paralarını ver- dim. Biraz daha yürüdük, gene çağırıldık. Bir genç kız kapıyı açtı: — Bir manto var, satacağım. — Hele görelim. Genç kız mantoyu getirdi. Fazla yıp- ranmış değildi. Biçimi de güzeldi. — Ne vereyim? Genç kız gözlerini süzdü. Düşündü: — On beş lira ver.. Vallahi geçen sene kırk liraya yaptırdım. Hem kaç defa giydim ki, — Olur ama bu mantonun modası geç. Miş.. Para etmez.. Yetmiş beş kuruş ve- reyim mi? Ben şaşırmıştım, bu kadar az Para ver- mek doğrusu insafsızlıktı. — Ama yaptın, bu kadar az verilir mi? — Sen bilirsin, fazla etmez; bana inan. Genç kız mantoyu bir liraya vermeye razı oldu. Çıktığımız zaman sordum: — Ne kadar ucuza aldın? — Ona © kadar lâzım. — Nereden anladın? — Duvardaki resimlerden! Dikkat et- medin mi, duvarda Greta Garbonun bir resmi var, Yanında da Robert Taylor, — E ne olur? — Robert Taylorla, Greta Garbonun birlikte çevirdikleri bBir film oynanacak. — Onu da biliyorum. FT A-&H ESKİLER ALIYORUM! SON POSTA — Duvardaki resimlerle, oynıyacak film ve genç kızın mantosunu satılığa çı- karması genç kızın o filmi seyre gidecek purası olmadığını gösterir. Bir sinemaya gitmek için de bir liradan fazla paraya lüzüum yoktur. Ben de işte o bir lirayı verdim. Gene dolaşıyorduk. Bir apartımandan sesler geliyordu. Bir erkek bağırdı, bir kadın bağırdı. Erkek tekrar bağırdı. Ka- dan hıçkırdı. Eskicinin yüzü güldü: — Tam zamanı! Dedi. — Nenin zamani — Şimdi anlarsın? Avazı çıklığı kadar bağırdı: — Eskiler alıyorum. Apartımanın penceresi açıldı. pencereden sarktı: — Eskici eskici! — Geliyorum bayım.. Eskici ile birlikte apartımana girdik. Erkek bir elbise çıkardı. Ya bir defa Biyilmiş, ya giyilmemişti. Kadın gözleri şiş bir halde salonun kapısından bakı- yordu. Eskici elbiseye göz gezdirdi: — Yaramaz bayım, başka elbise yok mu? — Daha ne olsun yepyeni! — Öyle ama benim iki liradan başka siz param yok, alamam. İki liraya da vermezsiniz.. Kadına dikkat ettim, gözleri buğulan- mıştı. Eskici bana: — Haydi gidelim arkadaş! dedi. Dışarıda sordum: — Neye almadın? — Alamazdım ki, kâr kalmıyacak, — On beş yirmi lira verseydir — Boşuna işdi, vermezdi. — Ne biliyorsun? — Girer girmez anladım. Sen port- mantoya baktın mı? — Bakmadım, ne olacak ki! — Portmantoda eski bir kadın manto- su asılıydı. Herhalde kadın kocasından yeni manto istemiş, kavga 0 yüzden çık- mıştı. Kadın ağlayınca erkek yeni yap- tırdığı elbisesini satıp karısına manto al- mak kararını vermişti. Bir kadın manto- su gene kırk, elli liradan aşağı yapılmaz. Bu kadar parayı verip elbiseyi almak ta benim işime gelmedi. Pazarlık etmeden çıktım. Birkaç sokak dolaşmışlık. — Bu sokakta epey iş var — Nerçden biliyorsım? — Anlarsın! Numaraları defterinde yazılı olan ka- pıların önünde duruyor: — Eskiler alıyorum. Diyordu. Nedense o nerede bağırırsa, muhakkak çağırılıyorduk. Evde önümü- ze yığılan eşyaya gene defterinde yazılı rakamlara göre kıymet biçiyor ve o fiata alıyordu. Bunu çok merak etmiştim. Bir Doğu Mektupları: Doğu Üniversitesinin Doğuda göreceği işler Kurulması kat'i bir şekilde kararlaştırılan 'bu müesseseden Doğu için neler bekleniyor? Yakında doğuda da bir eşi kuru lucak olan İstanbul Üniversitesi Erzurum (Hususi) — Bir zamanlar|maz. Daha fenası da vardır. Doğuda ye- Vanda kurulması mevzuu bahsolan üni- | tişen doğulu gençler de gözlerini garba versitenin, şimdi de Erzurumda — kurul- | dikmişlerdir. Onlar da memleketlerini ması için gerek hükümet mehafilinde ve| bir kere terkettikten sonra geri dönmek gerek halk arasında kuvvetli bir dilek | istemiyorlar. Etkek Eskici ce- binden bir defter çıkardı. Delterde ev numaraları vardı. Yanına da 564, 368 tar- .Jznda bir takım rakamlar yazılı idi. vardır, Meselenin birinci ve en mühim kısmı hallolunmuş ve şarkta bir TSitenin lüzumu artık münakaşa edilemiyecek bir mütearife haline girmiştir. Doğunun birinci hususiyeti: Her şey- den mahrum oluşudur. Uzun asırlar, göz- den uzak kaldığı için kalbden de <ırak kalmıştır. Şimdi büyük bir hızla başlıyan doğu kalkınmasının esası ilmi yoldan yürü- mektir, İstanbul Üniversitesi, buralarını tatmin edecek eleman — yetiştirememek- tedir. Doğu doktordan, yol gösterici avukat- tan makrumdur. Doğu cumhuriyet hükü- metinin istediği kültür seviyesine çıkmak için lâzım olan mekteblerden de — mah- rumdur. Münevver vatandaş doğuda ©- turmak istemez. Hodgüm bir görüşle bel- ki haklıdır da. Vakıâ kendisi orada ayni mralarda okuduğu arkadaşları gibi ayni parayı almaktadır. Fakat buna mukabil doğuda çalışan nefsini normal bir insa- nın istiyebileceği her şeyden mahrum ct- miştir, Konforu yoktur, kendisini nevmi- diden kurtaracak arkadaş muhit yoktur. Ve büyük idezllerle hayala alılan mü- nevver, teşebbüs. kuvvetinden hergün piraz daha kaybederek ve maneviyatı bozularak çalışır. Bir an evvel garba, İs- tanbuli, Ankaraya, olmazsa İzmire, Bur- saya gitmek arzusu onun içini yakar, tu- tuşturur. Bu zihniyet tabiatile onun işi- ne de tesir eder, ve doğuda çalışmağa ge- len vatandaştan iştenilen verim — alına- zılı, onu anladık. Yanlarında da bir takım rakamlar var. Sen o evlerin önünde ba- ğırdın mi muhakkak çağırılıyorsun. ve defterdeki rakama uygun bir para verin- ce ortaya ne eşya koydularsa hepsimi a- hyorsun! Ama o numaralar, o rakamlar ne ifade ediyor. — Haydit ne ise bu meslek sırrını sana da söyliyeyim. Dün bu sokafğa elektrik şirketi tah- sildarı geldi. Bu evlerden para alamadı. Üç gün içinde parayı vermezlerse cere- yanı keseceğini bildiren birer kırmızı kâğıd bıraktı. Evlerin numaraları hiza- sındaki rakamlar, o evlerin elektrik borçlarıdır. Eskilerini verdiler, elektrik borçlarını ödiyecek parayı aldılar. Şimdi onlar da memnun, ben de memnunum! Eskice bir evin önünde durduk. Eskici bana talimat verdi: — Buradaki iş enfes, yalnız şuna dik- kat et, eve girerken şapkamızı çıkaraca- oz.. Ev sahibine karşı hürmelkâr bir ta- vır takınacağız. — Pekâlâ. — Eskiler aliyorum! başka sokağa saptığımız zaman sordum:| — Bir erkek kapıyı açtı: — Ben bu işden bir şey anlamadım. — Eskici, eskici! — Bu meslek ihtisas işidir dememiş| Öteki evlerden de böyle bağırmışlar- miydim? — Evet! dı. Fakat onlar: «Eskici> derlerken ses- lerini yumuşatıyorlardı. Burada ise ses — İşte eskici olmak için bunları bil- şyumuşamayor, bilâkis kalınlaşıyordu: meli! — Efmredersiniz bayım geliyorum. | Bu içtimat derdi önlemek için şimdi dnlud.ı büyük fedakârlıklar yapılıyor. Eı)u ve tarihi şehirler imar ediliyor. Bu meyanda bir de üniversite kurmak za- rüreti kendisini hissettiriyor. Doğu üni- versitesi, hazırlıyacağı muhit ile bizzat va binnefis doğuya hizmet edecektir. Profosörler ve doöçentler, burada ilmi bir bayal yaşıyacaklardır. Doğunun tibbiyesinden çıkan genç İs- tanbulu özlemiyecek, kabinesini Karsta, Ardahanda, Muşta, Bitliste kuracaktır. İçtimai hareketlerin önünde gidecek olan hukukçular, burada cemiyet hayatını ya- şatabileceklerdir. Bu üniversite mezun- Jarı şarkı hayatlarının eziyetli bir safha- sı olarak kabul etmiyeceklerdir. Şark ü- niversitesi mezunlarını merkezi Anado- luya doğru yaydıkça, İstanbul üniversi- tesinin mezüunları da boöş kalan yerleri kapmak için kazalara kadar sokulacaklar ve bugünkü müstağni tavırlarını terke- deceklerdir. Doğu üniversitesi, paraları olmadığı için lise tahsilinden sonra İstanbula, Ane karaya gidemiyen yurd yavrularına da kapılarını açacak ve memlekete ilmi sa- halarda çadışacak kuvvetli elemanlar ka- zandıracaktır. Bu kadar mı? Üstelik doğu üniversitesi ile Ankara ve İstanbul üniversiteleri ilmi rekabete girişecek ve bu mücadeleden Türk kül- türü azamıi istilade edecektir. Doğu üni- versitesini doğulular dört gözle bekli- yorlar. Mustafa Fund ; e aA reverans yaptı, ben de onu taklid ettim.. Erkek pek kılık kıyafeti yerinde adam değildi. Karısını da gördük, o daha be- tezdi. Bu tarzda nezaket göstermeden gir- diğimiz yerlerdeki hizmetçiler bu evin kadınından daha iyi giyimli, daha göste- rişli idiler, — Bir şey mi satacaksınız efendim. — Evet, bu evdeki eşyayı satıyoruz. — İyi edersiniz bayım, bu eşya fena, fena değil ama size yakışmaz, alırım e- fendim. Bütün ev eşyasını gözden geçirdik.. Eski elbiseleri de hakeza.. Benim tahmis ılmııüıışvınınhıpdmyhhne-q derdi. Eskici boynunu büktü: — Alayım ama efendim, benim param yetişmiyecek, iİsterseniz on beş gün bek- leyin, on beş gün sonra hepsini ahrım. — Senin kaç paran var ki — Fakir adamım, Ne param olur ki?... Cüzdanını açtı, ceblerini karıştırdı. — Sekiz lira yetmiş beş kuruşum var, — Ver onu, al eşyayı. — Peki bayım, teşekkür ederim. Ki. bar insanlarla alışveriş etmiye bayılırım. Bu eşya sizde kalsın, ben bir araba para- sı bulursam, gelir eşyayı kaldırırım. — Araba parasını ne vakit buluürsun? — Bugüo, yarın, öbürgün belli olmaz, — Haydi ne ise, al şu ik; lirayı da, onu da araba parası yap! — Teşekkür ederim bayım, eksik olma- SŞ a. e