Kızın — ifadesine mazaran Hüsnü bey, elinde kaybolan el yazması kitap bu - hunduğu halde oda- nın öbür köşesinde, şu büyük kanape - min üstünde bağdaş kurmuş oturuyor - ramak zahmetini ih tiyar eder misin? Serkomiser — bir makine gibi Rıdvan Badullahın her em- Tine itaat ediyordu: — Kanapenin ü - zerinde yok, — değil mi? Ön tarafta, halı j üzerinde de yok. Şu ( balde bir de arkası- na bakmak lâzım. Oraya da bak baka- bm yavrum. Ama dikkatli davran. Göz lük orada olacak, üs tüne basmıyasın. Kanapenin arka « Bına ge ve yere (ı'lileğ serkol Isı')r Osmanın muzaffer bir eda ile bağırdığını duyduk: — Buldum, işte burada! Dizçöktüğü yerden doğrulan serko- miser elinde burundan takma bir göz- lük tutuyordu. Rıdvan Sadullah: — Bakımız gözlüğün bir camı da çnf- lak, dedi. Bu bize şiddetle yere düştü- günü, düşerken sert bir cisme çarpa- rak çatladığını anlatıyor. "Ecpım.ı ıu neticeye intizar etmekle beraber hakikat karşısında şaşalamak- tan gene kendimizi alamamıştık. Müddelumumi muavini son Ve nev- midane bir mukavemet teşebbüsünde bulundu. — Yani size göre Hüsnü Bey bu k:ı- napenin üzerinde iken hücüma uğradı. Katil ile aralarında mücadele u_ldu. Bu mücadele esnasında burnundaki gözıluk yere düştü ve kırıldı. Mücadele net.î: sinde Hüsnü Bey şekağına dnyg:ı_an ür bancarın patlamasile öldü ve n".umur;_ dem sonra da intihar ettiği süsü veri mek maksadile yazıhanesinin başına MEE:ZI:::_ facia tıpkı anlattığınız gibi cereyan etti. Bunları nakilden maksa- dınız nedir? zE Euş(îîlî:::ğdmu;dmz yazıharenin üstünde ve önünde var, dedi, halbuki... — Halbuki Hüsnü Bey k:ınııpedf : dürüldüğüne göre orada x:p orası ;;ı e_ yazıhanenin arasında da butunmasi İ iım, değil mi? Osman Bey hılfızn_ "_"_ edilen yerlere bakınız, kan lekelerini değil, fakat bu Jekelerin mevcud 'i_ken izale edildiğini anlatan emareler göre- ceksiniz. Bu sefer ser de yerimden fırladım. komiserle beraber ben Benim arkamdan Je kanape ara- ğ i Jıyan halınm yazıhane bir takim! sındaki kısmında yer yer aslaklıklar mevcuddu. Bura'ar Z lekelerinin bilâhare sılımjıgı ınlîşıâıı yyordu. Oda güneş görreediğ: Ve hah € balın tüylü olduğu için siünen yer'er hâlâ kurumamıştı. v Artık facia sahnesi gayri knbıl:,ur:: ve inkâr surette meydana çmkmlığımız nuyordu. Biraz evvelki şaş el Rıdvan Sadullaha karşı derin b a dir ve hayranlığa inkılâp eı_mmlh bunun farkında değilmiş goz:ka — Şimdi meselenin teferrüatına Bİ- rişebiliriz, dedi. Bu yolda te yürüyebilmek için gözümüze çarpan Mmalüm ve meçhulleri sıralamalıyız. yin köşkte misafir bulunduğu bir ge- İ ce ııkı?ı ile 2 arasında ö'ıdiımlmuşll;r- 2 — Mühendis İhsan Bey hizmetçi - lerden biri tarafından ayni sğıaıleîc cinayetin vuku bulduğu kütüphane $ lonuna inen merdivende görülmüştür.. İşeki Buralardaki kan ğ Mavi gözlüklü adâmın yolladığı çocuk mektubu teslim etmişti 3 — Hüsnü Bey öldürüldükten sanra| «Seni buraya kim yolladı?» diye sor - «Son Posta» nın zabıta romanı! 7 BON POSTA — — yazıhanesinin başına nakledilmiş, in -|dum. «Şimendifer istasyonunda mavi tihar ettiği zehabını uyandırmak üze-| gözlüklü bir adam çağırdı. 25 kuruşla re ağzından bir mektup uydurulmuş,|bu kâğıdı verdi. Koşa koşa geldim» de- cesede bu zehabı takviye edecek - bir|di. vaziyet verilmiştir. Yerdeki kan leke - da gözlüksüz yazı yazamıyacağı düşünülmemiş, sonra da mektup ölüme|kamiser heyecanla bağırdı: bazırlaran bir adamın elinden çıkmış ır. Yazı çok mun- tazama 'a bilâhare avdet edeceğim için şimdilik yalnız nazarı dikkatinizi celbetmekle iktifa ediyo - rum, 4 — Ölümde âmil oları tabanca Hüs- nü Beyin değildir. Gerçi Nazan Hanım bunun aksini iddia ediyorsa da iki ta- bancası olan bir adamın bir tanesini meydanda bırakırken ötekini sıkı s:kı kasasında muhafaza etmesini, bu sak- lanan silâhın senelerce diğer ev halkı tarafından görülmemesini ve nihayet bu adamın intihar ederken bu sakladı- Bi silâhı seçmesini mantık kabul etmi Binaenaleyh Nazan Hanım yalan söy- lüyor. Malüm noktalar burada - bitiyor. Meçhullere gelince onları da malüm- lar gibi hiç bir tasnife tâbi tutmaksı - zın şöyle sıralıyabiliriz: | — Hüsnü Beyin ölümünden evvel okuduğu el yazması tarih kitabı ne ol- muüştur? , 2 — Gece saat birde mühendis İh - san Beye merdivende rastgelen hiz - metçi Gültere zil sesini Letafet kadı - nın haber verdiğini biliyoruz. Halbuki Hüsnü Bey zil çalmamıştır. Letafet ka- dın «hbana öyle gelmiş» diyor. Acaba bu kadın doğru mu söylüyor, yoksa bu zil hikâyesi Gülterle İhsan Beyi mer y ğ « |divende karşılaştırmak için tertip e - i 1 muavini geldi. Rid: L î:nusıggîî;:::: r;ı:;ıık)u vardı. Odayı kSP'.d“""î bir yalan zadır? 3 — İhsan Bey ev dahilindeki gece intisini bahçeden isminin çağırıldı- için yaptığını söylüyor, doğru mudur? 4 — Hüsnü Bey katledildiğine göre katil kimdir? Cesede intihar etmiş bir adamın vaziyetini verdiren, mektubu yazan ve kan lekelerini silen adam mı? 5 — Nazan Hanım müştesna olmak üzere ev halkınca tanınmıyan bu si - lâh kimindir? Nazan Hanım bunun ko- 1 — Hüsnü Bey mühendis İhsan Be-İk casıpa ait olduğunu söylemekle kimi himaye etmek istiyor? Bu silâhın kime ait olduğunu anladı- lda esaslı suret- ğamız dakikada... Rıdvan Sadullah sözünü tekmilliye- medi, kapı açıldı ve bıhçıvın elinde bir Ağıt olduğu halde içeri girdi. — Efendim, bu mektubu bir çocuk getirdi, dedi. Serkomiser Osman Beye verilecekmiş. Serkemiser kâğıdı alırken sordu: — Çocuk nerede? ğ Kâğıdı bana verdikten sonra - gitti. leri de şılinxr.ışr.r. Fakat bu ikinci saf-|ibaretti. Üzerinde kurşun kalemile ale- ki hata işlenmiştir. Evvelâ mün-|lâcele yazılmış satırlar vardı. Mektup küçük bir kâğıt parçasından Bu satırları bir hamlede okuyan ser- — Tabanca mühendis İhsar Beyin imiş! (Arkası var) Bu adamı canından — bezdiren şey: GRİPİN i tecrübe edinciye ikadar çekmeğe mahküm olduğu ağrı ve sızılardır. En şiddetli baş ve diş ağrılarını keser. Romatizma, sinir, adale, bel ağrılarına karşı bilhassa müessirdir. RİPİN Kırıklığı, nezleyi, soğukalgınlıklarından mütevellid bütün ağrı, sızı ve sancıları geçirir, lcabında günde 3 kaşe alınabilir. İsim ve markaya dikkat taklitlerinden zakınınız T “Son Posta,, n » Sofranın karşısına geçmiş ne düşü- nüyorstnuz? » Naciye hanım birdenbire silkinerek ba- Şanı bahçe kapısına doğru döndürdü. Kom şuları Hilmi Bey parmaklıklara dayan - miş gülümsiyerek kendisine bakıyordu. İhtiyar kadının dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi: ş — Çocukları - bekliyorum, mısınız? Hilmi Bey kapıyı iterek içeri girmişti. Yeşil çam ağacının altında itina ile hazır- buyurmaz de, hasır bir koltukta oturan Naciye Ha- nıma doğru ilerledi: — Sonbaharda değil, sanki yaz ortasın- dayız. Hava o kadar güzel ki.. Gene her zamanki gibi deniz kenarına inecektim. Sizinkiler de galiba denize gittiler, Naciye Hanım başını sallamıştı. — Evet erkenden kalkıp gittiler, ne de olsa artık denize girmek mevsimsiz. Üşü- yüp soğuk alacaklar diye, korku - yorum. Hilmi Beyin gözlerinde müstehzi bir Parıltı yanıp sönmüştü: — Ah bu sizin boş endişeleriniz, dedi., Kocaman birer erkek oldular maşallah, hâlâ onlara küçücük çocuk nazarı ile ba- kıyorsunuz. Sizin gibi bir anaya malik olmak büyük bir nimet vallahi... Paşa öl- düğü zaman yirmi beş yaşında üç küçük Çocukla yalnız kaldınız. Her şeyinizi fe- da ettiniz, hayatınız onları yetiştirmek didinmekle geçti. Paranızdan genç- liğinize kadar yollarına harcadınır.. İhtiyar kadın düşünceli bir tavırla ö - nüne bakıyordu. Senelerin hırpalayıp buruşturduğu beyaz yüzünde hâlâ eski Büzelliğini muhafaza eden siyah parlak gözleri belirsiz bir kederle bulutlanmış- tı. Hilmi Bey, dudağındaki tebessüm a - cı, zehir g'b! bir mana alarak ağır ağır devam etti: — Onların sevgisi kalbinizde başka hiç bir sevginin filizlenmesine meydan bı - rakmadı. Hâlâ da öyle, her şey çocuklar için... Naciye Hanım başını kaldırmış, bahçe kapısıma doğru bakıyordu: — Geliyorlar, dedi. Hilmi Bey içini çekerek mırıldandı: — Ayak seslerini nasıl da tanırsınız?.. Birdenbire bahçe kapısı açılarak içe - riye dört genç girmişti. Üçü Naciye Ha- nımın oğulları idi. Yanlarında bir de arka daşları vardı. Hilmi Beyin elini sıktıktan sonra «aman açlıktan bayılıyoruz» diye, havlularını. mayolarını bir tarafa fırlatıp kahvaltı masasına koştular, Naciye Hanım hizmetçiyi — çağırmıya içeri girmişti, biraz sonra dışarı çıktı. Ça- yını içtiğini söylüyerek kahvaltıya otur - muyan Hilmi Bey Naciye Hanımın onla- rın etrafında pervane gibi dönüşünü sey- rediyor ve acı acı gülümsüyordu. Deli - kanlılar kendi âlemlerinde idiler, bir fut- ran vazodaki çiçekleri alıp uzağa fırlata- rak: '— Evet, dedi. Bunları da buraya kim koydu canım, birbirimizi göremiyoruz. Natiye Hanım belli etmeden dudağım 1sırmıştı, fakat Hilmi Bey bunu gördü, ve ihtiyar kadının çiçekleri oraya, onları memnun etmek, sofraya daha güzel bir hal vermek için elile koyduğunu anla - dı. Sonra başka bir şey daha sezdi. Na- ciye Hanım oğullarını bekliyerek kah - valtı etmemiş olacaktı. Halbuki delikan- hlar arkadaşlarını sofradaki dördüncü yere oturttukları halde annelerine «sen de gelsene. bile dememişlerdi. Hizmet- çiye bırakmıyarak çaylarını fincanlarına elile koyan ihtiyar kadına arada sırada çatmaktan da geri durmuyorlardı. Bü - yüğü çayı açık buluyor, ortanca ekmek- lerin iyi kızarmadığından şiküyet eder - ken küçük annesinin önüne doğru sür - düğü yağ tabağımı sinirli bir hareketle iterek «canım, bebek değilim ya, ister - sem kendim alırım» diye, söyleniyordu. Kahvaltılarını bitirdikleri zaman te - nis kortunu arkadaşlarına gösterecekle- rini söyliyerek bahçenin arka tarafına geçtiler. Hizmetçi sofrayı toplıyarak çe- kilip gitti, iki ihtiyar gene yalnız kal - muşlardı. Hilmi Bey birdenbire mahrem bir tavır alarak Naciye Hanıma doğru eğlldi: — Şu kendilerinden başka kimseyi dü- ın Hikâyeleri ÇOCUKLAR.. Yazan: Peride Celâl lşüıımıyon pankörler için ikimizin de hı- ')'nunı berbat ettin Naciye. Yirmi yıl ev- |vel eğer teklifimi kabul etseydin. Şimdi !berıber olacaktık. Onların Jâkaydisini benim aşkım unutturacaktı sana. Bu gözler Naciye Hanımı titretmişti. O da şimdi gizli bir pişmanlık duymak - tan kendini alamıyordu. Birdenbire bü- yük oğlunun sözleri aklına geldi. Bir .ç İ|gün evvel Hilmi Beyden bahsedilirken teessüfle başını sallıyarak «Hilmi Bey bir zamanlar seni istemiş lanmış kahvaltı sofrasının biraz gerisin- | te varmamışsın anne, hiç insan öyle zen- gin, kibar bir adamı kaçırır mıydı?» de - mişti. Oğlu, zehir gibi içine sinen bu sözleri söylerken Hilmi Beyin teklifini sırf onları düşünerek, başlarına bir ü - vey baba getirmemek için reddettiğinin farkında bile değildi. İhtiyar kadın yap- tığı fedakârlıklara onlar tarafından hiç bir zaman kıymet verilmediğini düşü « nerek daima içinde belirsiz bir acı düy- müuştu. Fakat bu acımın bugünkü kadar derinleştiği, üdeta kin ve nefretle ka- rışması ilk defa vaki oluyordu. Kendini toplamıya çalışarak kekeler gibi: «Bun- lar geçmiş şeyler» diye, mırı!dandı. Hilmi Bey onun seş titriyen tees- sürü hemen merak etmişti. Acı acı gül. * dü: — Ne kadar yalvarmıştımesana o za « man, ne kadar.. Naciye Hanım silkinir gibi bir hareket yaparak yerinde doğruldu. Birdenbire yüzündeki elemli gölgeler silinmiş, göz- leri parlamıştı. Uzaktan «anne, anne» di- ye, bağrışmalar geliyordu. İhtiyar ka « dın hemen ayağa fırladı; heyecanlı bir sesle: — Ah bu çocuklar, dedi, gene de ben- siz yapamazlar.. Bu sözde hem şikâyet, hem de guru - ra, memnuniyete benziyen manalar var. di, Hilmi Be içini çekti. Ayağa kalkarak «ben gidiyarum, dedi. Deniz kenarına ka- dar Meceğim..» Naciye Hanım kalması için ısrar ctmedi. Oğulları hâlâ bir ağız- dan «ânne, anne» diye, sösleniyorlardı. Hilmi Bey ağır ağır bahçe kapısına doğ- ru ilerlerken, Naciye Hanım soslerin gel- diği tarafa doğru sür'atle yürümiye baş- ladı. Kalbi şefkat ve sevgi ile dolup da- | lup taşarak mırıldanıyordu: | — Ah bu çocuklar, ah, bu çocuklar... Her zaman olduğu gibi bütün öbür his- " Teri, hiddeti, kini, her şeyi bir tek his he- men mağlüp edivermişti: Analık... d Resimli zabıta Hikâyesinin hal şekli Gördüğünüz gibi, katil Sims'dir. Müfettiş tahkikat esnasında, kayığın içinde ve ilk iskarmozların hizasında bulunan ayak koymaya mahsus tah- tanın (1 numaralı resim) kayığın kıç tarafındaki iskarmozların yanına ka- dar geri sürüldüğünü farketmişti. (6 numaralı resim), Bu da şu şekilde izah olunabilirdi. Bergerden daha uzun boylu bir adam kürek çekmiş ve ayaklarını daha râ- hatça dayamak için, tahtanın yerini değiştirmişti. Fletcher Bergerle ayni boyda idi. Onun için tahtayı değiştir- meğe ihtiyaç hissetmiyecekti (2 nu- maralı resim), Halbuki Sims çok uzun boylu idi, (4 numaralı resimde, kapıdan giren Sims'e dikkat ediniz. 2 Numaralı re- simde Berger ile Fleteher de ayni ka- pının önünde durmaktadırlar.) Bu müfettiş için katilin Sims oldu- ğuna delâlet eden en büyük delildi. Amma mahkeme bunu yüzde yüz ha- kikat olarak bulabilir miydi? Onun (- çin, tuzağın: kurdu (resim 9). Ve katil Sims de müfettişin söylediklerini, bu- lunduğu odadan işitince, ayak tahta- sının yerini değiştirmiş olduğunu ha- tırlıyarak geceleyin, — kayıkhaneye geldi ve tahtayı eski yerine koymaya uğraşırken adaletin eline düştü. Belsoğukluğu | ve ERENGİYE y | P sdadüükalik u aa düleüre zi Bd PROTEJİiNDiİR | K G PRLRLAR e A ae l