TiAA ’;'ış'.'.“ !I '4,"0' Kocamustafapaşada güpegündüz firin soyan adam Mahkemede cürmünü inkâr etti, fakat 7 sene hapse mahküm oldu, cürüm ort Kocamustafapaşada, fırıncı — Nurinin yazıhanesine giren ve Nuriyi bıçakla tehdid suretiyle elini kolunu bağlıyarak, 1000 lira kadar parasını gaspetmekten suçlu marangoz Hulüsi Ağırceza mahke- mesine verilmişti. Yapılan duruşmada suçlunun Nurinin yazıhanesine hâdise- den evvel bir kere daha girdiği ve du- varda asılı mavzer ve brovnig markalı iki tabanca ile, kâsada bulunan 480 lira Parayı çaldığı sabit olmuştur. Ayrıca, Çaldığı paraları ve dükkâna ikinci gidi- şinde Nuriyi tehdid ettiği bıçağı sakla- ması için Beyazıdda arkadaşı kitapçı Ce- mile verdiği de mahkemece sabit görü ğıtidai şekillerde eyyar satıcılık Tarihe karıştı Sırtta, sırıkta ve başta seyyar satı - cılık İstanbul belediyesi smnırları için- de bu sabahtan itibaren yasak edilmiş- tir. Buna mukabil sabah pazarları h -| das edilmiş ve seyyar satıcıların sata - caklarını el arabaları ile usul dahilin - de satmaları esas konulmuştur. Sabah pazarları her sabah saat 8 den on bu- çuğa kadar bir kaç mahallenin topla- nabileceği yerlerde kurulacaktır. Pazar yerlerinde yalnız yaş sebze ve meyva satılabilecek, umumi pazar yerlerine iştirak eden manifaturacı vesair es - nafın buralarda dutrmalarına izin ve - rilmiyecektir. Sabah — pazarlarından maksat pazar kurmak değil, yalnız sey yar esnafın durak yerleridir. Saat on büçüktan sonra seyyar satıcılar elle - rinde bulunan el arabalarile sebze ve meyvalarını sokak sokak satabilecek - lerdir. Ayrıca bu pazar yerlerinde sey- yar satıcıların muhakkak bulunmaları mecburiyeti yoktur. Halk gene eskisi Bgibi araba ile sokaktan geçen seyyar satıcıyı çağırarak ihtiyacı olan yaş seb ze ve meyvayı alabilecektir, * Seyyar satıcıların kullanacakları el arabası tipini seçmek — üzere belediye bir müsabaka açmıştı. Müsabakaya 12 araba nümunesi ile iştirak - edilmiştir. Belediye iktısat müdürlüğü ve fen hey eti mühendislerinden — teşekkül eden hey'et bu arabaları tetkik etmiş ve hiç birini matluba — muvafık mulmıyarak müsabaka harici bırakmıştır. Belediye, seyyar satıcıların kullanacağı araba ti- pini kendi yaptıracaktır. Eminönü Halkevinden: Evimiz Fransızca ve Almanca kursları Birinciteşrin içinde a » Çılacaktır. Yazılmak ve günlerini öğrenmek İsteyenlerin İkişer vesika fotagraf ile (es . kiden kaydı olanlar birer fotgrath hergün evimiz bürosuna müracaatları rica olunur. CO0 Gevnç kız, genç Erkekle alay etti Z. O. barflerini inisyal olarak kulla- nan bir erkek okuyucum bana bir ma- sal anlatıyor, kısaca hülâsa edeyim: — «Baloda yeni tanıştığım bir genç — kızla dans ediyordum. Bir aralık ku « lağıma fısıldıyarak Hayriye isminde bir genç kızı hatırlayıp hatırlama - dığımı sordu. Menfi cevap verdim, © zaman söyledi: Bu genç kız altı ay ön- ce bir baloda dans etmiş ve şimdi has- fa yatıyormuş, ve öyle ima etti ki bu hastalığa benim aşkım sebep olmuş. Adresini sordum. Söyledi, şimdi ben gidip bu genç kızı görüp görmemek arasında mütereddidim.» * Bana mektup yazan bu genç erkeği biraz saf bulduğumu — saklamıyayım: «Yıldırım Darbesi» La dame aux Ca- melias'ın Margariti İle birlikte öl - Müştür, ve genç erkek kendisine ve- ağı da iki ay hapsedilecek müştür, Cemilin bu bıçağı Beyazıd helâ- sına atarak, zabıtanın tahkikatını güç- leştirdiği de anlaşılmuştır. Suçlu, mahke- mede cürmünü tamamiyle inkâr yoluna saparak, Nuride eskidenberi alacağı ol- duğunu, onu tehdid suretiyle parasını al- dığının hakikate uygun olmadığını iddia etmiştir. Suçlu Hulüsinin bu müdafaası mah- kemece varit görülmemiş, ve mahkeme heyeti suçlunun 7 sene 1 ay 15 gün müd- detle hapsine, müebbeden âmme hizmet- lerinden mahrumiyetine, süç ortağı Ce- milin de 2 ay müddetle hapsine karar vermiştir. Camilerin Kırkçeşme Suları kesilmiyor Hamamcılar, hamamlarındaki Kırk- çeşme suyunu kesmiş — olan belediyo hakkında dava açmaktan vazgeçmi: lerdir. Peyderpey her hamama terkos tesisatı yapılmıya başlanmıştır. Kırk - çeşme suları kesilince kapanan otuzu mütecaviz hamamdan bir çoğu kuyu su ları ve terkos suları ile çalışmağa baş- lamış bülunmaktadırlar. Şehir suyunu pahalı — bulanlar bu suyu kuyu sualrile birleştirerek mali- yet fiatını düşürmekte ve ondan sonra anmaktadır. Ş Belediye sular idaresi Balat ve Fe- ner civarındaki camilerin — kırkçeşme sularını yolları tamir etmek maksadile kesmiştir. Bu civardaki camilerin kırk çeşme suları bir müddet sonra lekrar akılılacaktır. Sıhhat ve İçtimaf muavenet Vekâ - leti İstanbul belediyesinden şehir su- larından ne tarzda istifade edileceği ve suların evsafı hakkında mufassal bir rapör istemişti. Bu raportanzim edi - Jince ve kırkçeşme suyundan ne tarz - da iİstifade olunacağı kat'i şeklini alın- caya kadar camilerdeki kırkçeşme su- ları kesilmiyecektir. Dairelerde kış saatı Dairelerde kış çalışma saatleri bu - günden itibaren başlamıştır. Bu sabah- tan itibaren dairelerde 9 da işe başla- nactaktır. 12 de öğle tatilidir. Tekrar 13 de işe başlanacak 17 de daireler kapa- nacaktır. Bir balıkçı kendi bıçağı ile yaralandı Rumelihisarında Bebek yolunda bir küulübede oturan balıkçı 35 yaşlarında zenci Hasan ağları toplarken düşmüş, cebinde açık duran çakı kasığına bata- rak ağır yaralanmıştır. Hasan Beyoğlu hastanesine kaldırılmıştır. —— a— — | NUL İSLERİ' rilen adrese gidecek olursa bir görüşte- üşık olup verem döşeğine düşen genç kızın yerinde kim bilir belki bir siyah bacı görecektir. Çocuğum eğer sen bir gece rüya görmemiş isen fettan bir genç kızın lâtifesine kurban gitmiş - sin. * Beyaz saç sırmadan taç, boya bir lekedir — «Kocamla aramızda küçük bir ih- tilâf var. Ben beyazlanmıya başlıyan saçlarımı boyuyorum, yüzüme biraz pudra sürüyorum, o, buna muarız.. Si- zin fikrinizi almak istedik.» * Hanx.beyız saç sırmadan taç, boya asşleti eskilikten alan bir san'at ese - Tinde çirkin bir lekodir, okuyucumun kocası meselâ bir süvarenin yüzlerce makyajlı davetlileri arasında tek ka- lan bir beyaz saçlının zarafetini gör - Müş, kadın da fena misallerden ötnek almış olsa gerektir. SON POSTA HÂDİSELER KARŞISINDA Bir masal Evvel zaman içinde idi. Gene bu dünya vardı ama bugünkü şeklinde de- ğildi. Şimdiki Atlas denizinin olduğu yer büyük bir kıt'a idi. Ve o büyük İkıt'ada bugünkü medeniyetin aynı bir medeniyet vardı. Şimendifer nedir - bilirlerdi. Oto - mobil icat edilmişti. Radyolar, televiz- yonlar neşriyat yaparlardı. Erkekler şıktılar, kadınların saçları boyalı ve permenantlı idi. O zaman da plâja gidilirdi. Kumla- ra yatılırdı. Kadınların mayoları, bu günkü kadınların mayoları kadar açık- tı. O zaman da yaz vardı, kış vardı. Fa- kat © zamanın kışı yazın aynı idi. Yaz İnasıl sıcak geçerse, kış da öylece sıcak geçerdi. * O zamandan — bahsediyorum.. Yaz, bir gün plâjda altın saçlı, Dorothi La- mour vüçutlü bir genç kız görmüştü. Ve birdenbire bu genç kıza âşık ol | muştu. Ârtık hergün onu gündüzleri yarı çıplak plâjda, geceleri çırılçıplak, odasında seyrediyordu. * Yazın müddeti dolmuştu. Gidecek, yerini kışa bırakacaktı. Fakat sevgili - sini kıştan kıskanıyordu. Kışın, onu yarı çıplak plâjda, çırı! çıplak odasında görmesine, gönlü razı| olmıyordu. Yaz düşündü: — Acaba ne yapabilirim? Âşıkların dişi ilâhı Venüs o zaman arada sırada ortaya çıkar — dolaşırdı; Yaz: — Acaba ne yapabilirim? Diye düşünürken Venüsle karşılaş- Z—EDE - Birinciteşrin 1 İYAT — Sahneye çıkan ilk Türk kadını « tatlı sır » 1 oynarken nasıl sır oldu? Yazan: Halid Fahri Ozansoy | —Afife Jale «Yamalar» piyesinde mavi bir elbise ve beyaz iskarpinlerle Emel rolünü oynamış ve bu rolü daha evvel oynamış olan Eliza Binemecyandan hiç te geri kalmamıştı. Tiyatroyu çınlatan al - kışlar onun bu muvaffakiyetine çok açık |ve çok haklı bir karşılıktı. Bir hafta sonra «Tatlı Sır» oynanırken ilk perdede genç Türk kızının muvaffa « |kiyetli oyunu ayni alâka ve hararetle ta- kip olunuyordu. Tiyatronun salonu ve bütün locaları öyle dolmuştu ki âdeta ne- fes almak imkânı kalmamıştı. Ben, sağ " taraftaki bir locada Reşat Nuri ile bera- berdim. Çalıkuşu muharriri bir aralık sevinç tecssüründen hafif hafif ağlama- ğa başladı ve bu teessürünü bana da si- rayet ettirdi. Kulaklarımda hâlâ onun titrek bir sesle kulağıma fısıldadığı ke - sik kesik sözleri işitir gibi oluyorum: — Ne güzel ses!.. Ne güzel dil!.. Sahne- |de Türk kadınının konuşması.. Unutulmu. yacak gece! Hakikaten unutulmıyacak bir gece idi. Bir hafta evvel ilk defa Türk kızının sah- İneye çıkarıldığı ve bu gece de çıkarıla- (cağı bütün gizlemelere rağmen kulaktan kulağa öyle yayılmıştı ki İstanbuldan da akşamüstü bir hayli kimse Kadıköyüne gelmişler ve bu kalabalık tiyatro salonu- tı. Venüse derdini anlattı — Kıskanıyorum, dedi, Kışın, benim onu gördüğüm tarzda görmesine gön- lüm razı olmuyor. Venüs Aşıkların halinden anlardı: | — Sen üzülme, dedi, öyle bir tılsım yaratacağım ki sevgilin kışı görür gör- mez vücudunu tamamile örlecek. Yaz sevindi. Venüs tılmmı yarattı. Bu tılsım «soğük» tu. Yaz dünyadan gitti, yerine kış gel- di. Fakat tılsım kendisini gösterdi. Ya- zın sevgilisi kışı görür görmez örtün- dü. Ve kış onu çıplak göremedi. * İşte o zamandanberi kış geldiği za - man soğuk olür ve herkes örtünür. İsmet Hulüsi Mareşal Çakmak bugün geliyor Yugoslavyada yapılan manevraları takib etmek üzere Adatepe kruvazöri- le Yugoslavyaya — gitmiş olan Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çak - mak bugün şehrimize gelecektir. Adalar için sonbahar tarifesi başlad' Adalarda sonbahar tarifesinin tat- bikatına dünden itibaren başlanmıştır. Adalardan Köprüye — sabah seferleri Büyükadadan; 5,50 dedir. 7 de Büyük- adadan kalkarak Heybeliye uğradık - tan sonra doğru sefer yapan posta bu ayın sonuna kadar — bırakılmıştır. Ay sonunda bunun yerine 6,40 postası ko- nacaktır. B dreki postası da 15 teşrini evvelden itibaren kaldırılacaktır. Bur- gazdan kalkarak Kınalıdan sonra köp- rüye gelen 7,10 postası da 31 teşrinlev- velden itibaren lâğvedilecektir. Büyükadadan 9 da kalkan doğru posta yerine 9,15 de bir posta konul - muştur, Bu vapur bütün iskelelere uğ- rayacaktır. Büyükadadan köprüye son vapur 18,05 dedir. Köprüden Adalara son vapur 19,45 dir. 19,15 kaldırılmıştır. Yerine 19 kon muştur, Pazar günleri Adalardan Köp- rüye son vapur 19,25 ve Köprüden A- dalara 21,10 dadır. Yeni terkos muslukları yapılacak Belediye tarafından şehrin muhte - lif mahallerinde yeniden terkos mus- kukları açtırılacaktır. Bundan başka su getirilmesi az masrafla müm - kün olan çeşmelerin tamirile buralar- da terkos suyu akıtılması düşünülmek- tedir, Yalnız, bu tertibat istikamet hatları g;ığiğmiyecek olan caddelerde yapıla - . na dağılmışlardı. Bunların arasında şair Celâl Sahir de vardı. O akşam Modada bir dostunda misafir kalan şatre misafir odasında yatağını akşamdan hazırlamış- lar ve o da oyun başlıyacağına yakın neş'eli bir yüzle tiyatroya gelmişti. Ön sıralardan birinde oturuyordu. İlk perde kapandı. Biz Reşatla bir si- gara tellendirmek için locadan çıktık. Bir de ne görelim! Bir kondser, iki polis locaların arkasından sahneye doğru git- miyorlar mı? Koridorun başında da bir iki polis daha var. Yanlarında bir de si- vil memur... — Aman!.. dedik. Mesele çıkıyor! Bu heyecanla biz de sahneye gittik. Bu anda komiser, kulislerin arasında Hüseyin Suada sahneye çıkan Türk kızı- nin oyuna devam edemiyeceğini söylü - yor, yoksa tevkife mecbur kalacağını ha- ber veriyordu. Gördünüz mü? İş, hakikaten sarpa sar- mıştı! Nihayet, kızın odasına gidildi. Afife komiseri önce lâkayt ve heyecansız gibi karşıladı. Fakat karşısındakinin kat'i em- ri karşısında çok geçmeden sinirlerine mağlüp oldu. Artık karşılıklı mücadele başlamıştı. Komiser kıza tekrar sahneye çıkamıyacağını söylüyor, o ise çıkmakta inat ediyordu. En sonra zabıta memuru, sert bir sesle: — Çıkarsan saçlarından tutar, seni ka- rakola sürüklerim! Dedi. Afife de: — Sen sürüklersin amma, ben de camı kırar, sokağa fırlar, gene sahneye gelir, çıkarım! Cevabile meydan okudu. Eyvah! Artık felâket buhurdan gibi tütmeğe başlamıştı. Maamafih Hüseyin Suad, aktör Galip ve gene Darülbedayie mensup kimselerden bir kaç kişi komi - serle Afifenin &rasına girdiler, söylenen sözleri yumuşatmağa, işe bir hal çaresi aramağa koyuldular. Fakat ne hal çare- si?.. Bir tek çare, kızın ikinci ve üçüncü perdelerde de sahneye çıkabilmesi idi. O da mümkün olamayınca ne yapılacaktı? İşte içeride vaziyet bu hararetli safhada iken dışarıdan da bir gürültüdür koptu. Perde arasının mutaddan fazla uzadığını gören halk sabırsızlanmış, ıslıklar, ayak patırtıları, arkasından bağırıp çağırma- lar çoğalmış ve bu gürültü gittikçe ta - hammül edilmez bir kiyamet dehşeti al- mıştı. Bunun üzerine seyircileri yatıştır- mak ve onları dağılmağa davet etmek lâ- zım geldi. Ancak bu defa ortaya çıkan hail, komiserin ve polislerinkinden daha çetin bir kaya idi. Öyle ya, bu halk nasıl dağılacaktı? Ona vaziyeti açıkça, olduğu gibi söylemek o devir, bilhassa © gece (*) Bu yazı muharririn (Kadıköyünde beş yıl süren bir edebiyat sezonu) baş- Uklı serisinin I1 inci yazısıdır. - v z Şuir Bay Celâl Sahir için mümkün değildi. Fakat o halde ne söylenecekti? Nihayet, sırasile Hüseyin Suad, Galip ve daha iki zat, kırmızı perdenin önüne çıkarak ve kimi yeni aktrisin ansızın ra- hatsızlandığından, kimi bazı sebepler - den dolayı oyuna bu gecelik devama im- kân kalmadığından bahsettiler. Fakat bu sözlerin hiç biri kâr etmedi ve tiyatroyu dolduran seyirciler evvelkinden daha coş- kun bir sinir boşalışı ile terter tepinip haykırmağa başladılar, Bilhassa Kadıköyünün coşkun genç - leri yumruklarını sıkarak haykırışıyor - lardı: — Hayır.. oynanacak., — Yoksa gitmeyiz! — Sebep isteriz, sebep.. — Martaval yok.. — Haydi canım, açın perdeyi! Hâsılı hor kafadan bir ses çıkıyordu. Derken sahneye yakın localardan birin- de şişman ve yaşlıca bir adam gençler - den üstün bir heyecan ve asabiyetle ulu- orta söylenip çığlıklar koparmağa başla- di; — Ne rezalet efendim!.. Kim karışır - mış efendim?.. Kim oyuna mâni olacak- mış bakayım! Fakat zavallının bu isyanı çok devam edemedi. Yakasına yapışan iki polis, a - damcağızı, bağırta bağırta, zorla sürük- liyerek götürdüler. Ben o gece akşamdan biraz neşelice idim. Yani sizin yacağımız bir kaç duble bira yuvarlamıştım. Sıcak, gürültü, bheyecan ispirtoyu beynime mi vurdu, ne- dir, bir aralık başımın uğuldadığını his- settim ve o anda arkamdan Hüseyin Sua- din sesini duydüm: — Yahu, birader, çık bir lâkırdı da şunlara sen söyle! Bu esnada arkadaşım aktör Galip kır- mızı perdenin önünden halkın gürültüsü üzerine ürkü » içeriye girmişti. Demek ki © mevki boş u! İşte Hüseyin Suad beni oraya yolluy rdu! Hâsılı uzatmıyayım, hayır dememe va- kit kalmadan ikl elin omuzumdan itme- sile kendimi rampın önünde coşkun se « yircilerin karşısında bülüverdim. Hanl doğrusu ya, çatmıştım belâya... Galibin hutbesini ağzında bırakan bu sevimli, fa- kat taşkın ve köpürmüş kalabalık bal nasıl dinliyecekti? Buna imkân var 1di? İşte bu endişe ile bir lâhza sağa sola, localara, sonra gene karşıya, salona bal tım. Her taraftan gazablı nazarlar, asa biyetten titriyen vücutlar ve bu vücut ların etrafında çarkıfelek gibi yukarı, şağı dönen kollar gördüm. Arkasındı da şu müşterek bağırmaya cevâap ver mek zaruretinde kaldım: y — Kız niçin çıkmıyormuş?.. Perde ni- — çin açılmıyormuş?. Artık benim de sinirlerim öyle gergi bir hale gelmişti ki fazlasına tahammü X lüm kalmamıştı. Bu hiddetle baklayı a zımdan çıkardım; — Ne için çıkmıyacağı va maz, Bu gece de çıkamaz,