Kadıköylü — Kocan neye gelmedi? İstanbullu Tahtelbahirden çok korkar da.. Güzel fıkralar Söylemedim Erkek hizmetciyi yalnız buldu: — Marika ben, sana tenbih etmiştim, #ve dün gece saat kaçta geldiğimi ba- Yana söylemiyecektin!., — Söylemedim bay. — Ya nereden bildi? — İnanm saat kaçta olduğunu söyle- Mmedim. Bayan sordu. «saate bakma- im, sabah kahvaltısı ediyordum» de- Tim, llılı::trlı Sobacı, sobasını methediyordu. — Bu sabayı alınız bay, yarı yarıya &z kömür yakarsınız.. — Doğru mu söylüyorsunuz? — Tabil doğru söylüyorum. — Öyleyse iki tane veriniz! Sen geldin ya! Erkek cenubi Afrikaya gitmiş, dönü- — Karıcığım, dedi, sana hediye ola- Tak bir maymun getiriyordum, kaptan Yapura almadı.. hl_ Zarar yok kocacığım, sen geldin BAA Neyi sayıyorsun? — Yarın bize yemeğe gelir misin ? — Ne var? — Hindi var, kabak var, dana var.. — Davetlileri mi sayıyorsun, yoksa Yemekleri mi? Kapanla fare Kadın, kocasına kızmıştı: — Evlenmeden evvel senin peşinden k0—';'!1.u.ş değilim. — Doğru ama kapan da farenin pe- finden koşmaz ama gene yakalar . HH Zayıllık modası —Zayıf insanlar, şişmanlara nis- betle daha zeki olurlar. — Zayıflık modasının sebebi acaba mu — Her akşam kocamla kavga ettiği- Mi söylemişler.. Yelancılar; halbuki Ben kocamla kavga etmem, kocam Yenimle kavga eder, N W f ç ]ı CA — Bir ayda ne kadar büyümüş. — O büyümedi. Yağmurda elbisesi küçüldü 8l — Affedersiniz yanlışlıkla hokkaba- Zzın şapkasımı vtermişim! — Sun'i ipekle ,tabit ipeği anlamak kolay mıdır? — Kolaydır. — Neresinden anlaşılır? K n;dı Karısı rıhtımdan karşıladı. Er-| — Fiatından! " AYA W f t k US eej — Merhumu tanır meydıniz? — Hayır, ben önümüzde giden si. yahlı kadinın peşine düştüm. — Karım, eşi bulunmaz bir. kadin- dir, —b muhakkakl BON FOSTA — Etve giren hırsızdan korkmadın mı? — Hırsız öoldüğünü Bilseydim kor- kardım, kocam zannettim; yakala- dım, bir temiz dövdüm. areereyreaannma eee eessnmn venamesene v senr aa saneanena ı Hoş sözler l Yi Yüzü gözü sarılı adam doktorun mu- ayenehanesine girdi. Doktor adamı Bö- Tünce: — Biz de, dedi, hızlı gitmek sevda- sında olan otomobil meraklılarından bi- ri olacaksınız. Yüzü, gözü sarılı adam cevab ver- — Hayır doktor, ben yavaş gitmek sevdasında olan yayalardanım, BAA Neye ağlıyor Kız gelin oluyordu, annesi ağladı; kı- za sordular: — AÂnnen senden ayrıldığna ağlıyor, değil mi? — Hayır, ayakkabları ayağını sıkı- yor da.. #RARI Daha başka Derdini anlatıyordu: — Çok terbiyesiz adammış, bana; bu- dala, dedi.. sade budala demiş olsaydı; bu kadar kızmazdım. — Daha başka bir şey mi dedi? — Evet, ihtiyar budala, dedi. BAA Cevab veremem Hâkim maznuna sordu: — Adın ne? Maznun sustu: — Sana soruyorum, adın ne? — Cevab veremem! — Niye? — Ben hem sağır, hem dilsizim, BAA Yalancılar Yalancı söyledi: — Ben kaplan avına giderken file binerdim. Öteki yalancı daha baskın çıktı: — Ben de, dedi, fil avına giderken kaplana binerdim. BAA Çocuğu benim Çocuk sokakta babasını kaybetmişti, bir polis gördü: — Bay polis, dedi, çocuğu yanında ran bir baba gördün mü? —???? — Onun çocuğu benim! ol Ressam — En muvaffak - olduğum tablo budur. Görünmeyen adamın TEesmini yaptım. Sayfa | Tahtelbahir dedikoduları ; — ve eski bir hatıra Karavana başına henüz ohırmak ki bir boru öesf bizi silâh başına davet etti. Maltepe sahillerinde görülen meçhul tahtelbahiri batırmak emrini aldık Yııı_ı : Salâhattin Enis Akdenizdeki esrarengiz - tahtelbahirin faaliyeti ve bu faaliyet atrafındaki dedi- kodular devam edip gidiyor. Tahtelba - hirin Marmaraya girdiği de şayi oldu, Hattâ bir çok kimseler bu denizaltı kor - san gemisini bir çok defalar, bir çok yerlerde yakalatmıya kadar vardılar, Ni- hayet Karadenizde görüldüğü de söylen- di Bu hâdise bende harbi umumideki bir hatırayı tazeledi. O vakit istihkâm ihtiyat zabiti idim. Kâğıthaneden Maltepeye nakledilmiştik. Oradaki Rum mektebi, mektebimiz ve karargâhımızdı. Harb en şiddetli devresinde bulunu « yordu. Binlerce ve binlerce insan Çanak- kalede can veriyordu. Muhasım devlet - lerden birinin bir tahtelbahiri İstanbul sularına kadar girmiş, hattâ bununla ik- tifa etmiyerek Dolmabahçe rıhtımına bir torpil bile atarak bütün şehri altüst et- mişti. O kadar ki Ada, Moda, Kadıköy, Üsküdar ve Boğaziçi semtlerinde otu - ranlar ölüm tehlikesinin buhranı içinde her sabah evlerinden çıkarlarken sağa sola veda ediyorlardı. İstanbul ana baba günleri yaşıyordu. Herkes korku ve deh- şet içinde idi. Hiç unutmam, bir gün istihkâm talim- gâhında Öğle üstü karavanamız gelmiş, yemeğe oturmuştuk. Henüz iki lokma ye- miş, yememiştik ki, bir boru sesi bizi si « iâhbaşına davet etmişli, Hemen karava « nalarımızı bıraktık, kaşıklarımızı bir ta- rafa attık. Cephanemizi belimize takıp silâhlarımızı omuzladık. Maltepe sahille- rinde görülen meçhul tahtelbahiri batır- mak emri yerildi. Koşar adımlarla doğru sahile gittik ve orada mevzi aldık. Ateş başladı. Vakit tam öğle zamanı idi. Denizin or- tasında pervasız bir preskobun - küstah İzmir sokaklarında Halka dayak atan Bir deli mi dolaşıyor? İzmir okuyucularımızdan öğretmen (İs- met Pura) nın İzmirde Basmahane istaş- yonunda boklerken güçlü kuvvetli bir a- dam birdenbdire üstüne çulanmış. Birkaç yumrukta kendisini yere devirmiş ve bir hayli dövmüş. Etraftan yelişmişler, kur- tarmışlar, o civar esnaf ile beraber alâ- kâadar bir memur da gelmiş: — Delidir, kusura bakılmaz! demiş. O- kuyucumaz bu kayıtsızlıktan dolayı der« hal İzmir polis müdürüne başvurmuş. ümdi diyor ki: e— Acaba İzmirde bu delilerin dayağı- Y yalnız ben mi yedim? Şehrin kalabalık sokaklarında böyle şuursuz insanlar nasıl serbestce dolaştırılıyor? Birkaç yurddaşın dayak yemesi için mi?» * Radyo plâkları niçin hep alafrangadır? İstanbuldan bir okuyucumuz yazıyor; — Bir radyom var.. her akşam dinlerim. bir eda takı..'arak bizim attığımız binlerce kurşun ile alay eder gibi geçişi ve bize hiç aldırış etmeyişi, bütün talimgâhımızı şiddetli bir asabiyete sevketti. Hepimiz fasılasız ve imtidatsız mavzerlerimizi dpl- durarak güneş ışığı ile parlıyan presko- pun üzerine ateş ediyarduk. Hayret... Tahtelbahir bizden kaçaca « ğaına, bize doğru geliyor ve hayretimiz anbean artıyordu. Nihayet muzip, soğuk- kanlı ve açıkgöz bir arkadaş hemen silâ- hanı attı ve elbisesini soyundu. «Ben tah- telbahiri yakalıyacağım» diye bağırdı. — Deli misin?.. diye haykırdık. Bizim bu sözümüzün ufukta aksi he « nüz bitmemişti ki denize atılan arkadaşı- mız preskop dediğimiz parlak cismin ya- nına varmış, yakalıyarak havaya kaldır- mıştı. O, düşman tahtelbahirinin pres - kobu diye attığımız binlerce kurşunun hedefinde bir konserve kutusundan baş- ka bir şey bulunmadığını evvelinden an- lamış, bu mülühaza ile denize âtılmış, ve kutuyu havaya kaldırarak göstermişti. Şehri altüst eden tahtelbahir korkusu bi« zi heyecanlandırmış, neticede konserve kutusu güneş parıltısile hakiki bir pres- kop gibi görünmüştü. *Tahtelbahir preskobunu tahrip etmek üzere mavzerlerimizin namlusundan çı - kan binlerse kurşunun serseri bir kon - serve kutusu uğrunda heba ve feda edil- mesine için için yandık, Bilhassa ben o kadar asabi idim ki arkadaşımın sahile çıkarmış olduğu kutuyu hınçla ve tü « feğimle dipçikledim. Zaman geçti. Daha henüz tahtelbahir nedir görmiyen biz gençler cephelerin kanlı çamurları içinde yuğrula yuğrula ihtiyarladık, bir çok tahtelbahirler gör- dük ve heyecana düşmek değil, kılımız bile kıpırdamadan bir çoklarını yakala- dık ve batırdık. Salâhaddin Eniş Fakat öğle neşriyatı arasında çalınan »lâkların dörtte üçü alafrangadır. Halbuki birçoklarımız var ki alafrangadan ziya- de, alaturkayı tercih ediyorlar. Bu arada ben de alalurka dinlemek isterim, Radyo müdürtüğünün bu hususta nazarı dikka- tini celbederim. * Sahaflar çarşısındaki esnafın iki derdi Beyazmıddan bir okuyucumuz yazıyor: «— Beyazıd camii civarında Sahaflar yakınında bir helâ vardı. Bu helâ, çok &3- ki ve harab bir bina altında olduğu için bina yaktırılmış, helâ da ortadan kalk. mıştır. Bu yüzden müşkül vaziyette kalan halk ne yapacağımı şaşırmakta, geç vaklta ler ise ciyardaki tarhlar, duvar kenarln- ru pislenmektedir. Diğer taraftan Sahaf- lar çarşısı eski bir üdele göre saat 6 oldu mu iki tarafındaki kapılarile kapanmak- tadır. Kapılar kapanınca da muvasala kesilmekte, burs! tenha bir hal ama dır, Esnaf da ba erkencilikten müştlekl- dir. Gerek ticari, gerek mali birçok za« rarlara uğramaktadırlar, Her iki huzu- sun nazarı dikkata alınması için alâka- darların teşebbüslerini bekleriz.. z