29 Ağustos ——— n a Son Postanın tefrikası : R3 SON POSTA Denizlerin Makyaveli Kaptan Bum Bum Ç:vıxeıı t Ahıııd Cemalettin Saraçağlu İngiliz kruvazörü de, biz de bitaraf sularda idik. Kruvazörün bir şey yapmıyacağını sanıyordum, fakat kruvazör baş tarafımıza bir mermi salladı Bilhassa Çinliler turşulu peksime hiç sevmiyorlardı. Oniarla benim atam- da irtibat memurluğu yapan Çinli ser- tayfa: Biz bu yemeği sevmez, diyordu, biz ister sığır eti, biz ister pirinç... Ben en belâgatli «kuş dili ingilizcer- mi kullanarak © noktada mümkün ol- duğu kadar fazla kalmak mecburiye- tinde bulunduğumuzu ve erzak olarak gemide patates ve turşudan başka bir şey kalmadığını kendisine anlattım. Ve herif tamam kamaradan çıkıp giderken ilâve ettim: — Ben de, siz ne yiyorsanız anu yiya- rTum. Çinli patates peksimetini hatırladık- €a hafakanlar geçirerek kamaradan çık- &. Bir taraftan (Emden) i beklerken bir 'nralmn da vapurun bordasına delil iyor ve bunları tıkaçla tıkatıyor- Birdenbire bir düşman harb ge- karşılaşınca bu tıkaçlar çıkarıla- cak ve vapur sür'atle batırılacaktı. Biz «Emden »| ikinciteşrinin sekizin- ci günü terketmiştik. Halbuki birinci- kânunun dokuzuncu gününde bulunu. Demek ki bir ay bir gün bekle- Artık fazla beklemiye de imkân yok- tu. Fon «Müller» şayed (Emden) le bu- luşamıyacak olursam bir Horanda li- a gitmek 1 söylemişti. Ben de (700) mil mesafede bulunan (Padanz) limanına gitmeğe karar verdim. Ora- dan erzak tedarik edecektim. Lâkin ge- mide Samatra sularının hnnîısı yuklu Yolumu r dikkatle geçmpk ve her an plıklını O turmak, mercan kayalıklarına bindir- mek tehlikesi geçirmek şartile, bula- a . Gemide Hind Okyanusunun bir aritası vardı ve bu haritada Somatra adası mini mini bir nokta gib: görünü- yordu. Halbuki bu ada dünyanın en büyük adalarından biristdir. «Emden»- den bu havalinin haritasını alamamış- tık .Zira «Emden» de bu nevi harita yoktu. Ben «Emden» süvarisine: — Üzülmeyiniz, kumandan! demiş- tim, ben bütün bayatımı aksayişarkın bu Jimanlarına girip çıkmakla geçir. dim ve hiç bir zaman bir haritaya bak- mak lüzumunu hissetmedim... Şimdi o zamanki iddiamı isbat etmek mecburiyetinde bulunuyordum. çiğnedik. Adacıkların yanından ekseriya gecıle duk. Hava kapalı idi. Nihayet nına giden teren fenerin ışığını gö Artık limana girmek yördük. Kılavuz sance Önümde limanı evi Hattâ kılavuz filik: re çıkarak bize doğru yaklaştığını gördüm. Bu gelen İngi lerin «Empress of Japan» isimli mu: kruvazörleri idi, 'Tuzağa tutulmuş bir vaziyetle ol- makla beraber bitaraf sularda bulun- duğumuzdan endişe elmiyorduk, Muavin kruvazör yaklaştı, yaklaştı sonra İngiliz harb bandırasını çekerek bana da milli bandıramı çekmemi em- retti, Ben de Alman harb bandırasını çek- tim. Bunu üzerine «Empress of Japan», bitaraf sularda bulunmaklığımıza ra men, baş tarafımıza bir merm, sa du; hem de durmamızı işaretle bildir- di. İki vapur arasında ancak (100) met- *e kadar bir mesafe vardı. İngiliz mu- iwin krüvazöründen bir şkampadya in- dirildi ve skamnadvava silâhlı efrad lbmı.ınluıktcn sonra bize doğru gelmeğe başladılar. İlk defa olmak üzeredir ki benim bir çok düşman vapurlarına yaptığım şey benim de başıma geliyordu. Ganaim zabiti, henüz yirmi yaşında genç ve zarif ikinci mülâzim (Eksford) a çıktı. Kendisine: — Ne istiyorsunuz, diye sordum; zan- edersem bitaraf bir mıntakada ve her ikimizin Holanda kara suları dahilinde bulunduğumuzu biliyorsunuz.. — Bu cihetler bana sid değil. Bunla. rı «Empress of Japan» daki kumanda- nıma söylersiniz. Ben almış olduğum emirleri yerine getirmekle mükelle- Ben İngilizlerin bitaraf sularda bu- lunduğumuzu nazarı dikkate almıya- caklarını hatır ve hayalime bile getir- y |miş olmadığımdan sintine musluklarını ve tıkaçları açtırmayı ihmaletmiştim ve şimdi artık çok geç kalmıştık. Yalnız İngilizlerin vapura tırmanmak üzere bulunduklarını gördüğüm zaman bü- tün mahrem evrakımı kurşunlu bir çu. vala koyarak gizlice denize atmıştımi. Alman bahriyesinin mahrem bir ihtirat olan pusla da denize atılmışt:. Yalnız vapurun dört kerte yanlış olan âdi pus- lası yerinde kalmıştı. Ben âd! puslayı hemen yerine yerleştirdim. Gemi zap- tedildikten sonra bu yanlış pusla ile yo- la çıkacak olursa mutlaka bir kayaya bindireceklerini düşünmüştüm. Nitekim tahminim doğru çıkmış ve «Eksford» bilâhara bu yüzden batmış. İngiliz mülâzimi vapuru dolaştıktan sonra yanıma geldi. Kendisi biraz so- ğuk durmakla beraber nazikâne mu- amele ediyordu. Halinden bir şeyler a. radığı belli idi. — Ne artyorsunuz? diye sördum. — «Emden» in Keeeling adasına çı- karmış olduğu ihraç müfrezesini arıyo- ruz. Biz bu müfrezenin bu vapurda bu- lunduğunu zannediyorduk, — «Emden» e ne oldu?... fena bir haber vermekle mü- teessirim. «Emden» «Sidney» kruvazö- rile dövüştü ve kayalıklara bindirmek mecburiyetinde kaldı. Demek ki endişelerim, korkularım ta hakkuk ediyordu. Sonradan öğrendi- ğime göre Fon «Müke» müfrezesi «Ay- şa>» yelkenlisi ile bizim muvasalatımız- Bugünkü prog İSTANBUL 29 - Ağustos - 937 - Pazar Öğle heşriyat 1220: Plâkla Türk müslkisi. 12.60* Havâ- , İdis, 13.05: Mühtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 17.00: Taksimi stadından naklen: Fener - bahçe - Güneş muhteliti - Pire muhteliti fut bol maçı, 1830: Plâkla dans musikisi. 19.30: Konferans: Belim Sırrı Tarcan (Çocuklara öğütler), 20.00: Hikmet ve arkadaşları tara - fından Türk musikisi ve halk şarkıları. 20.30: Bay Ömer Rıza tarafından Arapça söylev. 2045: Bayan Muzaffer ve arkadaşları tara - Tından Türk musikisi ve halk şarkıları. (Sa- at âyarı), 21.15: Orkestra, 22.15: İborsa baberleri. 220: Madam "yano solo. YARINKİ PROGRAM 30 Ağustas 193? Pazartesi İSTANBUL Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk müsikisi. 1250: Hava- Gls. 13: Mühtelif plük neşriyatı. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans müsikisi. 19.30: Afrira av hatıraları: 8. Selâhattin Cihanoğlu tara- fından. 20: Necmi ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları. 20.30: 40 A- ustos Zafer bayramının 15 İnci yıldönümü münasebetle Cumhuriyet Halk Partisi na- mına konferans: Bmekll Yarbay Hakkı ta- rafından. 20.50: Safiye ve arkadaşları tara. fından Türk müsikisi ve halk şarkıları, (sa- At âyarı). 2115: Örkestra. 2215: Ajans ve borsa haberleri. 2230: Plükla sololar, opera ve operet parçaları. dan iki gün evvel «Padang» a gelmiş ve derhal denize açılmış. «Empress of Japan» da Fon <Müke» müfrezesini &. rarken tesadüfen bizi yakalamış. Genç İngiliz zabiti suallerine devam etti: — Gemide on yedi Almansınız öyle mi?... — Evet, aşağı yukarı o kadarız. On beş de Çinli var. — Gemide kaç zabit var? — Bir ben varım. İngiliz zabiti sözlerime inanmadığın! gösterir şüpheli bir tavırla yüzüme bak- tı. Lisan halile: — Benimle'alay mı ediyorsunuz? de- mek istediğini anlıyorum ve bu ceva- bim karşısında bizim ihraç müfrezesi uzuvlarından olduğumuza dair şüphe- leri yeniden kuvvet bulmuş olmalı ki: — Bu gemide üç Alman zabiti ve 45 neferin bulunması lâzım. Haydi, be- ni üzmeyiniz de bunlar nerede saklı i- seler haber veriniz. Nezaket ve samimiyetle cevab ver- dim: — Bunların nerede saklı olduklarını size söyliyemem, çünkü, evvelce de söy lemiş olduğum gibi, gemide saklı kim- secikler yok ve ben ihraç müfrezesi za- bitlerinden değilim, Genç teğmen bir gedikli çağırarak geminin yöniden ve kemali dikkatle a. Tanmasını emretti, sonra bana dönerek: — Eşyalarınızı lütfen bir paket ya- pınız! Siz ve gemideki bütün Almanlar benimle beraber ve hemen «Empress of Japan> a geleceksiniz!... emrini ver- di, Bu toy çocukla müzakere ve münaka- şanın beyhude olacağını zaten anlamış- tım. O, bir emir almıştı ve o emri elbet yerine getirecekti. «Empress of Japan» muavın kruva- zörüne geldiğim zaman kendimi gemi- nin süvarisine takdim ettim. «Hamil- ton» isminde Irlandalı olan kaptan «Ha- milton» kızıl sakallı bir deniz kurdu i. di. Gemimin zaptını protesto ettim ve her iki vapurun bitaraf sularda bulun- ması dolayısile müsadere keyfiyetinin kanuna aykırı düştüğünü söyledim. Kendisi beni sonuna kadar dinledikten sonra şu cevabı verdi: (Arkası var) DENE SN RADYOLiİiN DİŞLERİN ABIHAYATIDIR ANCAK Her sabah ve akşam, her ye- mekten sonra mutlaka fırçala- mak şarttır. Bu usulü şaşma- dan, muntazam bir metodla ta- kip edenlerin dişleri mikrop- lardan, hastalıklardan muhafa- za edilmiş olur, paslanmaktan ve çörümekten kurtulur. Her za- man temiz, parlak ve güzel ola- rak kalır. *|profesör © So.nl Posta , nın Hikâyeleri Ciddi bir adam Yazan: A. Thörive haşmetle üfleyerek saatine baktı.. gece yarısını geçiyordu. Biraz durarak düşen pantalonunun askısını düzeltti. Göbeği bir parçacık fazlaydı.. Güzel bir geceydi. Ortalıkta tatlı bir sükün vardı.. Hamlot akşam yemeğini, profesör Cla- issoit'nin evinde yemişti. Burada her çey, yemekler, kahveler, şarablar birinci ne- videndi. sonra, sofradakiler de, bep mü- kemmel yüksek şahsiyetlerdi. Hamlot hem yürüyor, hem de bu ak- şam geçirdiği tatminkâr ve güzel saatle- ri, tekrar yaşamak ister gibi gözünün ö- nünde tekrarlıyordu. Karşı kaldırıma geçti. Ve hiten siga- rının yerine bir yenisini ağzına aldı. Kib- ritini çıkarıp çaktı fakat sigar tutuşma- dan kibrit söndü. Sönen kibrit kutudaki son çöptü. Hamlot bu tesadüften, sıhhati namına memnun olarak sigarı ağzından çıkarıp tekrar cebine yerleştirdi. Ve yürümeğe başladı. Fakat tam bu sırada sert bir ses duydu: — Hey! Dur!.. Dönünce, kendisine doğru, siyah bir gölgenin koştuğunu gördü. Bu bir polis ajanıydı. Hem koşuyor hem de şunu tek- rar ediyordu: — Ah! Kapıların zillerini çalan sizsiniz değil mi? Hamlot bu sualden bir şey anlamıya- rak: — Ne? diye sordu. Cevab yerine ağır bir el yakasına ya- pıştı; bütün vücudünün ve elbiselerinin yukarı kalktığını hisseden muhtereypn şaşkınlıkla doğrulunca ajan gürledi: — Kımıldama, sersem! Seni gördüm. Evet gözümle gördüm.. kapıların zilleri- ni neden çalıyorsun?.. — Ne zilleri? — Evlerin., dört gündenberi bütün ka- pıcılar senden şikâyetci.. neden bunu ya- pıyorsun? — Fakat ne münasebet? Ben ne diye durup durürken bunu yapacakmışım? — Allah Allah.. sebebini bana mı so- ruyorsunuz? Sonra yaklaşan arkadaşına dönüp: — Bak Müller, seninki ne soruyor? Müller, arkadaşının konuşması üzeri- ne arkadan yetişen ikinci bir polis aja- nıydı. Bu sefer, o daha nâazikâne sordu: — Ben misin bu işi yapan? Hamlot şerefine dokunulmuş bir hal- de silkindi: — Amma da münasebetsizlik ha.. ne budalalık canım.. — Budalalık mı diyorsun? Âlâ, şimdi komiserin karşısında bunu tekrarlarsın olmaz mı? Sıkılma, sıkılma!.. Müttehem sıkıntı ile üfliyerek bir ne- fes aldı. Sonra soğuk kanlılığını kaybet- meden: — Lütfen, dostum, makul olun ve be- ni dinleyin!.. dedi. — BSözüne dikkat et! Evvelâ burada senin dostun yok, anladın mı? Hem işte şef geliyor.. Hakikaten, fenerleri söndürülmüş, si- bu yah küçük bir otomöbil, gecenin sükü- netini bozarak yaklaştı, durdu ve kapıyı açarak sordu: — Ne var, ne oluyor? — Kapıların zillerini çalarak Gdört Çeviren: Faik Beremen gündenberi mahalleliyf ayağa kaldıran bu .. gördüm ve arkasından koşarali Müller ile yakaladık. Şef yere atladı; ve Hamlotun burnu e nun dibine sokulup: — Siz misiniz bu işi yapan? Bakın sizl görmüşler.. — Böni kim gördü bilmiyorum. Fakat şu var ki benim yaşımda, benim mev « kilmde, benim vaziyetimde bir adam böyle şey düşünür mü? Bu budala, bunu muhakeme etmeden peşime takıldı. Kime bilir bangi serseri bu işi yapmıştır.. göz- lüklerinizi takın.. bana iyice bakın'. Polisler, bu sözleri can sıkıntısile din« lediler. Şimdi, Hamlot, ışık altında, kelli felli bir borjuva gözüküyordu. O zaman şef: — Peki burada ne yapıyorsunuz? diye sordu. — Bu sizi alâkadar etmez ama söyli- yeyim gene., bir dostumun evine davet- 14 idim. Oradan dönüyorum. Ben, maarif vekâletinin umumi — müfettişlerinden Hamlotum.. Şef, yapılan hatayı gidermek maksa. dile hürmetkâr bir sesle: — Evrakınız yanınızda mı müösyö? dedi. -— Exrıkımı üstümde gezdirmek âdee tim deği — Mektup falan, bir şey yok mu yani- nızda? Hamlot ellerini cebine daldırdı; ve bir iki zarf çıkardı ve şefe uzattı. Şef zarflara göz attıktan sonra: — Pekâlâ, affınızı rica ederim möayöl. Her iki ajan da, umum müfettişi se « lâmladılar, Bir dakika sonra küçük siyah otomobil de hareket etti. Mösyö Hamlot yalnız kalınca, tekrar askısını düzeltti. Bu vaziyet çok tuhafı- na gitmişti; kendi kendine yüksek sosle söylenmeğe başladı: — «Ne garip iş? Bu adamlar da ne yap- tıklarını bilmiyorlar. Demek, ki kapıla» rın zillerini çalan küçük yaramazlar var; gece uykuya dalmış kapıcıları telüişin u- yandırıyorlar. Ne garip bir zevk., ne tu- haf bir oyun.. demek insanlığın içinde hâlâ böyle çocuklar yaşamakta... « Evet bu bir oyun.. iyi tahmin ettim. Fakat gayesiz, alâkasız bir oyun.. üzerin- de terbiyevi mülâhazalar yürütülecek bir mesele değil.. bu iptidai ve gayri ma« kul ruhlarda yaşayan bir zâf...> Yavaş yavaş yürümeğe başladı. Kafası mütemadiyen bu meseleyle moşgul olu- yordu. Kendini tutamıyarak tekrar söye lenmeğe koyuldu: Ne merakaver bir his! Cidden çok me- rakaver!.. Şimdi, bir sıra evlerin önünden gidi « yordu. Gayri ihtiyari kapılara ve kapı- ların Üstündeki zillere bakıyordu. Bakır, porselen ve bir çok çeşit çeşit ziller, Hamlotu acayip bir davetle sanki yanlarına çağrıyorlardı. Muhterem maarif müfettişi, birdenbire vücudünde bir ürperme ve hattâ bir iş- tek duydu. Bu işi tecrübe ötmek, parma» ğını meçhul bir kapının ziline basmak kimbilir ne eğlenceli ve zevkliydi?, Şuursuz bir halde bir kapının önüne yaklaştı. Eli adetâ şehvetle kapıya uzan« .. parmağını bu meçbul kapının ziline bastı.. ve bir çocuk gibi sıçrayarak uzak- laştı. Böylece sıra ile bir kaç evin (Lütjen sayfayı çeviriniz) zilme