L e 14 Sayfa Azerbaycanda İttihat ve Terakkide on sene 17 inci kısım Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Na 30 son İttihatçı -Dünyayı, Osmanlı Sarayının dar pencerelerinden seyretmeğe alışmış olan münevverler nesli, Azeriyi bir “Acem,, ve bizden büsbütün başka bir insan tanır Değişen başlıca şey, istesyonlar - daki — levhalardır. bu levhaların üstünde türkce, altında frahsızca bulunurdu; buradakilerin üs- tünde türkce, altında rusca yazılıdır. Türkce yazı güzel değil, hiç biri iyi bir hattat elinden çıkmamış ve dilde de birlik yoktur: Buradan geçmek mem- nudur, buradan geçmek yasaktır, bura- dan geçmek kadgandır; gibi her türlü kelime var. Bu suüretle ben de «kad- gan» n eyasak», «memnu» demek ol- duğunu öğreniyorum. Bir kaç saat, gittikten sonra kendim- de yeni bir kuvvet hissettim: Arkamaa bıraktığım Anadolu tekrar önüme çık- mıştı. Biri ötede, diğeri burada iki Ana- dolusu, iki vatanı olan bir Türk, e'be! kuvvetli bir insan olmak lâzım gelirdi. Onun korkacağı hiç bir şey olamazdı, Hayata cesaretle bakabilir ve müsterih olarak uyuyabilirdi. O zamanlar, Azer- baycanın henüz dahili ve siyasi bünye- sini iyi tanımıyordum; bundan Jdolayı dkendimi istediğim kadar kuvvetli his- sedebilirdim. Burası da benim bir vata- nımdı. Yabancı bir yerde, egurbet» de değildim. Her şeyin gittiğini, her ümi- | beri yaptığımız bir takım haksızlıkların | din yıkıldığını farketsem bile, başka h;çl O kadar «Türk» demektir ki bilhas- Eskiden — bizdelsa biz İstanbulluların, gerek «kan», ge- rek tarihi terbiyemiz itibarile bizim de onlar kadar sağlam eTürk» olduğumuzu lddia edebilmemize imkân yoktu! «Hacı> ile «Hocasyı, «Meşhedi» veya Kerbelai ile «Mollas>yı bir tarafa bırak- tığımız zaman, Anadolu kütlesi ile A- zeri arasında hiç bir fark yoktur: IIıçW bir fark! O kadar hiç bir fark ki, bugün hâlâ, Türkiyede yapılan büyük inkılâba ve Osmanlı terbiyesinden geçmiş olan | biz münevverlerin «Halka doğru git- mek» diye sarfettiğimiz bütün gayre'- lere rağmen Anadolu halkı ile - Azeri halkı ayni edebiyatı okuyor: Köroğlu, Âşık Garip, Ketem ile Ash, Leylâ ile Mecnun... İlâ! Azeri lehçesi ile Osmanlı lehçesi ara- sında bazı ehemmiyetsiz farklar bu lunması mesele değildir. Çünkü, bu lmahiyel'.o farklar, Türkiye hududunun muhtelif mıntakalarile İstanbul arasın- da bugün bile vardır. Bütün bu sebeblerden dolayı, eğer bu satırlarla, «Azerislere karşı öteden- ve hattâ milli günahların borcunu öde- bir şeyde muvaflak olamazsam, gelır,|miş olabilirsem, kendimi bahtiyar sa- elbet bu ikinci Anadoluda, küçük Ana- yacağım. doluda münasib bir çalışma muhiti bu- labilirdim! Bütün gün, bütün gece küçük Ana- doluda, Türk sesi ve Türk sözü işide - rek gittim. Önümdeki uzun ve tehli - keli yollardan (1) Moskovadaki meç- hulden, Odesaya kadar gitmek ihtimal- lerinden, hulâsa hiç bir şeyden artık korkmuyordum. Seyahat, bu kadar u- cuz olduktan (2) ve arkamda büyle ikinci bir Anadolu daha bulunduktan sonra, artık her yere gidebilirdim!, * İşte, Azerbaycan budur. Yeni bir hayata atılırken karma karışık bir dün- ya içinde ve ilk temas dakikasında ba- ne bukadar kuvvet ve cesaret vermiş o- len Azerbaycan hayatın bitip tükenmek bilmeyen müşkülleri karşısında, icap c- dince, bana yardım edeceğine emin ol- duğum bu küçük Anadçlu! Dünyayı, Osmanlı sarayının dar pen- cerelerinden seyretmeğe alışmış - olan bir münevverler nesli, Azeriyi bir «A- cem» ve bizden büsbütün başka bir in- san olarak tanır, «Acem» yabancı de - mektir; Osmanlı sarayı, sanki dünya- da başka «Acem» kalmamış gibi, yalnız İranlı veyahut İran kültürüne yakın o- lan Türke «Acem» demiştir. Her «beli» veya «şuhşi» diyen Türk, Osmanlının nazarında «Âcem» olmuş, her şiy'i bir yabancı, hattâ bir düşman, hattâ bir düşmandan daha düşman olarak ta - savvur edilmiştir. Maalesef, «Meşhedi» diye tanınmış olan tip, Osmanlıyı gül- dürmek için icat edilmiş ve bir maskara haline getirilmiştir. Ne Azerbaycan, ne de Sivastan öteye olan Türkiyeyi ta- nrmayan, Türk dünyası, yalnız İstan- buldan ve yalnız İstanbullu gözile gö- ren gafil münevverlerin yarattıkları bu fasit havayı ortadan kaldırmak içindir ki Azerbaycana ait hatıralarımı ve mü- Jâhazalarımı nihayet yazmıya karar verdim. Ve yazdım. «Âzeri» demek, «Türke demektir, (1) O zamanlar Rusyada henüz tam zer çeteler arada bir trenleri durdurup insanları soyuyorlar ve hattâ adam ke- siyorlardı. (2) Olımınhl—plı Tiflis.Mos- kova geyahat ücreti yalmız altı kuruş kadar Bir şeydi! Bu para mukabilinde tren beni on bir gün taşıdı! Sertabib benim müteessir görünce hastabakıcıya döndü: olduğumu i| Nöbetçi || Eczaneler N syada Beyoğlu cihetindekil bir asayiş teessüs elmiş değildi. Henüz| l fakılâp aleyhtarı büyük, orduya ben- | cismet), Taksimde: (Nizameddin), Kur- Bu vazifemi tamam ifa etmiş olmak için şunları da ilâve edeyim: Tür.kı_v_—.ı bir Türk Azerbaycana gittiği zam: orada yalnız izzet ve ikram görür. Halbuki bugün, Türkiyede bir ha; Azeri muhaciri vardır ve bunların mu- haceretlerine sebeb olan hâdiseler de, kısmen hikâye etmiş olduğum gibi, bi- zim orada izzet ve ikramın en son had- dini görmüş olan vatandaşlarımızın biz- zat tesirleri vardır. Şu halde biz Türk- ler için, bu muhacir Azerilere hürmet ve muhabbet göstermek, onların aert- lerine alâkadar olmak ve derman bul- mak ayrıca bir vazifedir. Hem de ale- lâde bir vazife değil, bir borçtur. Vak- tile, kendisine Azeri muhacirlerin yar- dıma muhtaç hallerinden bahsett bir devlet adamımız bana şöyle söyle- mişti; — Azeriler Türkiyede muhacir de- ğildirler. Kendi evlerindedir. Onlar kendilerini öyle telâkki etmeli ve ona göre hareket eylemelidirler. Bu, Türkiyenin Azeriyi telkki tar- zını gösterir çok doğru bir sözdür; an- cak, bunu sade onların böyle telâkki etmeleri kâfi değildir; bizim de öyle te- lâkki etmemiz ve bu telâkkiyi onlara, millet ve halk halinde, öylece gösterme- miz lâzımdır. (Arkası var) Bu gece nöbeltçi olan cezaneler Şunlar- dir: İstatıbul cihetimdekiler: Aksarayda: (Sarimi; Alemdarda: — (Ab- dülkadir), Beyazıtta: (Cemll), Samalya- da: (Rıdvan), Eminönünde: (Aminasya), Eyüpte: (Arif Beşir), Fenerde: (Roytall), Şehremininde: (Nazım), Şehzadebaşında: (. Hakkı), Karagümrükte: (Arif), Kü- çükpazarda: (Necati Ahmed), Bakırkö. yünde: (Merkez). İstiklâl caddesinde; (Kanzuk), Galatada: (Necdet), Yenişehirde: — (Paru- titimad), Be- tuluşta: nakyan), Bostanbaşında: şiktaşta: (Süleyman Receb), Sarıyerde: (Osman), Anadolu ve Adalardakiler; Üsküdarda: (İskelebaşı), Kadıköyünde: (Büyük), (Üçler), Büyükadada: Riza), Heybeliadada: (Halk) (Şinasi ve ufukta güneş batmak üzere iken onun da son nefesini vermiş olduğunu ertesi — *Önün sön arzusunu yerine getiri-) gün birkaç satırla gazetelerde okudum. niz. Ağzına birkaç damla su danılatı- nız.» dedi... Ve sonra benim koluma gi- Trerek esefle başını salladı: — Arlık yapacak hiçbir şey - kalma- mıştır. Bırakalım rahat öisün... Arüuk yapacak hiçbir şey kalmadığımı Yarınki nushamızda : Garip bir adam Çeviren: Faik Bercmen SON POSTA Te rosmal|; nın ) TARİHİ | TEFRİKASI ea AD p Derebeyi Giv'in suretile herşeyi itiraf etm Delikanlı.. atının gemini bıraktı. Ba- şını önüne iğdi. Kasabaya girinceye ka- dar Tomrisi düşündü. Tomris.. ne kadar dilber bir kızdı! Hele vefakârlığı ne kadar kahramana- ne idi! Onun en küçük bir arzusuna, ca- nını feda etmiye hazırdı. Kendi kendi- ne: Ah Tomris! diye tekrar ediptduru- yordu. Giv, kasabaya girince, kendine geldi. Atının gemini topladı. Doğru Acem hanına gitti ve üç gün, üç gece odasın- dan çıkmadı. * Givin odasına kapandığı günlerde, sarayda, kasabada garip bir takım hâ- .| diseler cereyan ediyordu. Termek.. Ek- |batana gitmek bahanesile Çermisten |Sıkıp gitmişti. Arşak derebeyinin Oğ: lu, misafirliğini uzatmıya lüzum görme- miş.. Givle Termek'in çarpıştıklarının ertesi günü memleketinc avdet etmiş- ti. Sıînra âdise yerinde, bacağı kesik atın Öl « kırılan kılıcın parçaları- ni görenler olmuştu. Kasabada, bu haberler, bin türlü de- dikoduya vesile oldu, Kâhinler, hekim- ler harekete geçti. Kılıç parçaları sara- y Y& getirildi Derebeytne gösterildi. A- tın ölüsü hakkında da hikâyeler uydu- 'mldu Termekin seyahatine, Argak. de- (Yrebeyinin oğlunun evlenmeden gidişi- ne manalar verildi. Givi sevmiyenler: —Bunlar, hep bu şirret - İranlının |hebaset ve fesadının eseridir. Kim bi- |lir, casus mudur, nedir? Diyorlardı. Üçüncü günü., kasabayı bir haber dolaştı. Giv hakkında malümatı olan bir tüccarın oğlu saraya çağırılmış.. on- dan, İranlı hekimin kim olduğu iahkik olunmuştu. Tücecarın oğlu, İran payi- tahtında, Givle nasıl dost olduğunu.. beraber yolculuk ederek Çermise geldi- ğini anlatmış, onun Zabulistan derebe- iyi i 'bulunduğunu da söylemiş. Yalnız ne iğini idd'a et- Miş. Derebeyi.. Givin, kendisini hekim di- ye kabul ettirmesini. bu süretle saraya girmesin! pek şüpheli bir hareket bu!. duğu için, onun casusluğunu ileri sü- renlere, hak vermekte tereddüd etme- di, Derhal, İranlı asılzadenin yakalana- rak, aç ve susuz bırakılmak — suüretile her şeyi itiraf etmiye icbar edilmesini emretti. Giv.. odasında kapandığının üçüncü günü, akşam üstü, yalağına uzanmış., bülyalarına dalmıştı. Tomrisi çok gö- receği kekliği igin, ertesi sabah, ne o- lursa olsun sarayâ gitmeyi kuruyardu. Giv.. o kadar dalgındı, ki oda kapısı- nan açıldığının farkında olmadı. Yalnız, Jaralıktan uzanan hancının başını gö: dü ve onun bir şey isteyip istemediğini sormak için geldiğini zannetli, Giv.. akşam yemeğini ısmarlamak i- çin yatağında doğrulurken, hancının beraber odaya bir sürü adamın hücum ettiğini gördü, Yatağından kalkmıya, başı ucunda asılı duran kılicinı almıya rı, güçlü kuvvetli adamlar kollarına sa- rılmışlar, sırtına çökmüşlerdi. Delikanlı, yastığının altındaki hançe- rini almak için elini uzattığı zaman, ba- şına bir tulumun geçirildiğini gördü, Tulumun üstündeki kayışlar - sıkıldı, Giv bir şey göremediği gibi kollarını da kımıldatamadığı için mukavemetten vazgeçti. Üzerine saldıranlar ayakla- rını da bağladılar. Sonra, omuzların- dan, ayaklarından tutarak kaldırdılar, Odadan çıkardılar. Onu, bir saman çu- vah gibi bir merkebin üstüne koydu- lar. Giv.. gömleği ve kısa donu ile, bir taraftan başı, diğer taraftan ayakları sarkarak merkebin üzerinde sallanıyor- du. Bu vaziyette, karnı çatlıyacak gi- bi ağrıdığı için kımıldamak istediği za- man başından, bacaklarından bastırilı- lin torunu ve Rüstemin yeğeni|Kadar şaşırmış idi ki., kendini rüya gö- kapıdan çekildiğini.. onun çekilmesile|iken.. Tomrisin hayali gözlerinin önün- vakit bulamadı. Üzerine saldıran iri ya-| dini unulacak derecede ıztırab duyu- Li yakalanarak aç ve sağ çıkmasının imkânı |yordu. Her halde, kalabalık yerlerden geçiriliyordu, ki.. etrafında seslerin u- ğuldadığını.. kendisine küfürler savu-| rulduğunu duyuyordu. Ancak on dakikalık bir yoj gidildi, Gene, omuzlarından, bacaklarından ya- kalanarak merkebten indirildi, Bir müddet taşındıktan sonra yere bırakıl- dı. Sonra, kaldırılıp oturtuldu. Başında- ki tulum çıkarıldı. Giv, o zaman, kendi- |sinin karanlıkca, küf ve rütubet kokan bir odada bulunduğunu gördü. Kendisini getirenler, ayaklarındaki kayışı çözdükten sonra, tulumu ald'lar. Bir söz söylemeden odadan çıktılar. |Kapıyı kapadılar.Çekilip gittiler. Kapı kapanınca, odanın karanlığı arttı, Giv.. bu karanlık odada yalnız kalın- ca, etrafına bakındı. Duvarda, aydınlık girecek bir delik yoktu. Gözleri bir şey | seçemiyordu. Bir müddet öyle durduk- tan sonra, başını elleri içine alarak dü- şünmeye başladı. Bu âni darbeden o rüyor zannetti. Ne olmuştu? Niçin ya- kalanıp hapsedilmişti? Bilmiyordu. Bu işi Termek mi yapmışlı? Buna ihtimal veremedi, Delikanlı, kız kardeşinin sır- rını ifşa etmiye.. aile şerefini zedeliye- cek dedikodulara meydan vermemiye azmetmiş görünüyordu. Her hareketin- de merdliğini gösteren bu delikanlının başka türlü bir kancıklık yapabileceği- ne de akıl erdiremedi. Hatırına, Arşak derebeyinin oğlu geldi. Kendi yüzünden uğradığı hayal inkisarının intikamını almak için.. 0 mu, olan biteni derebeyine anlatmıştı? Bu ihtimali de zayıf buldu; çünkü o, Termekle mücadelesine karışmak iste- mediğini.. ortada dönen sırrı öğrenmi- ye kendinde bir hak göremediğini pek | ciddi bir edâ ile söylemişti. Belki de, dediği gibi memleketine avdet etmiş- ti. Giv.. önüne dikilen moçhulleri halle- demediğine.. başına gelen belânın sebe- bini anlıyamadığına üzülüyordu. Öyie den hiç ayrılmıyordu. Onun da babası- nın gazabına uğraması ihtimalini hatı- rına getirdikçe içi sızlıyor.. kendi der- yordu. Kızın ne olduğunu.. ona bir fe- lâket gelmediğini bilse, bu elim vaziye- tinde bile ne kadar sevinecekti. * Aradan bir saat geçmeden oda kapısı eğe icbar edilmesini emretti Giv, hayatının büyük bir tehlikeye maruz bulunduğunu.. hapishanedet i susuz bırakılmak a olmadığını anladı açıldı. İçeriye, yalın kılıç üç adam di, Birisi, büyük bir teslimiyetle eli ni uzatan Givin bileklerini, elindeki yışla bağladı .Delfkanlı, onların ne Tediklerini anlamıyor.. dalgın dalgın V kıyordu. Onların işaretleri Üü kalktı. Odadan çıktı. Dışarıda bir muhafız daha vardı. Aralarına Kati rak yürüdü, O, yürürken, ne başına # len felâketi, ne de nereye götürüldi nü düşünmüyordu. Don gömlekle vW lunduğuna.. kim bilir kimlerin 5#4 bu halde çıkacağından utanıyordu. Of| tada böyle-dolaşmaktan ise, bir an €| vel öldürülmesine çoktan razı idi. 't | # Giv, biraz sonra, büyük bir odayâ kuldu. Orada, şilte döşeli sedirli Üstünde, uzun sakallı, ciddi tavırli kişi oturuyordu. Giv, bunları tanıl! du. Biri, derebeyinin başmüşaviri Diğeri, ordu kumandanı idi. Üçü M de ileri gelen kâhinlerden biri M:,M' de, Givi, don gömlekle görünce ettiler ve birbirinin yüzüne baktılâfı Giv.. onların söz söylemesine j vermeden: — Muhterem babalarım! Bu ”' önünüzde bulunmaktan uta! Beni, muhakkak, isticvab etmek içili raya çağırdınız. Size cevab ve terseniz. ilk evvel, elbiselerimin mesini emrediniz. Bu halde bir şey * lemiyeceğimden emin olunuz. ) (Arkası we DOYÇE LEVANT LİNYE G. M. B. HAMBURG Doyçe — Levant Linye Hamburg # O. Hamburz, Atias Levant ü A. G. Bremen. Hamburg, Beem, — Anveca, İstanl' ve Bahrisiyah arasında azimet V€ avdet muntazam postalar İstanbulda beklenen vapurlar Adana vapuru Umanımızda. Konya vapuru 14 Ağustosa doğrü Heraklea vapuru 17 Ağustosa dof Kavala vapuru 17 Ağustosa doğrü Burgaz, Varna, Köstence içiü Hmanımızdan hareket edecek vapurlar Adana vapuru 11 Ağustosa dağrü Yakında Hamburg, Brem, Anveri ve Roterdam llmanları içit hareket edecek vapurlar Lavissa vaparu 13 Ağustosa doğfü” Kavala vapuru 18 Ağüstora doğfük Telefon : 44760 - 44760 İstanbul P. T. T. Vilâyet Müdürlüğünden: 1 — 1-8-937 tarihinde mevkii meriyete giren 9” sayılı telsiz kanunu hakkında 6, 7, 8, 9, ve 10-8- | 320 tarihlerinde Cumhuriyet, Tav, Kurun, Son Postâ Haber gazetelerinde neşredilen ilân iptal edilmif::" 2 — Bu baptaki yeni ilân 12 - 8 - 937 tnrîb;.” itibaren yine aynı gazetelerle ve Ağustos niha ) kadar neşredilecektir.