Yemekte Hüsa - Mettin dedi ki: — Sizden ayrıl - n sonra dün ge & uzun uzun dü - Şündüm. En sonun - sizi o kadar kır- Nİ için kendi ken den utandım. Bo Şüna yere sizden şüp h!hn_diğimı anla - Ölke ile ne de- diğimi bilmiyormu Şum! — Mademki şim- — Durunuz da sö- tümü bitireyim. Ken Gi kendimi yokla - tarttım: Dün - Henberi ağzımdan çı "llı acı sözlerden “l birisinin içim - Belmediğini, hep K kızgınlıkla söy- imi kendim de dıim. Zaten siz - Gden bu kadar kü - lük beklemezdim. — Sizin ne ka - doğru, ne kadar yüksek yaradılışlı lüğunuzu geçen bir sene İçinde öğ- iştim, biliyordum. Fakat görüyor- ihuz ki ben de çok büyük bir Üüzüntü le idim, Ne yapacı, şaşırmış- Ne yaptığımı bilmiyordum. Bil- anlatabiliyor müuyum?.. — Anlıyorum, biraz geç bile olsa 4nu şimdi böyle düşündüğünüzü gör- hattâ seviniyorum, Bu kadarına da teşekkür ederim. — Dün akşam sizin de acı acı söyle- iz gibi, bu kadar gürültüden son- Ta sizin de bana varmak istemiyeceği ben de inanıyorum. Bugünkü va- Ziyetin, benim için olduğu kadar, sizin İçin de çekilmez, dayanılmaz bir azap ğinı anlamıyor değilim. — Fakat öyle zannediyorum ki bu Mabı birazcık olsun gidermek, hafif- letmek pek o kadar güç olmaz, İsterse- Biz bunu bir kere deneyebiliriz de.., — Benim de sizden rica etmek iste- 'İh_n bu idi işte... Mademki eskiden 'llhınm_ imize düşman değildik, gene öy- le iki arkadaş gibi yaşamaz mıyız'!.ü’ — Yalnız, bilmem ki, bununla Feha- H darıltmış, kuşkulandırmış - olmaz ız?, — Ben de sizinle bunun için konuş- Mak istiyordum. Bunda da anlaşabilir- Sek ikimiz de daha rahat oluruz; birbi incitmek korkusu daha ziyade Salır. Bilmem, siz de böyle düşünmü- Musunuz?.. — Mademki başımıza bir kazadır ).::' nasıl olsga hepsine katlanacağız, üne boyun eğeceğiz!. BE Oldi Sahiden çok iyi, çok temiz yürek: İlsiniz, Süheylâr, —— Genç kız, sölük bir gülüşle: — Amma, dedi, dün büyle söylemi- Yordunuz?.. Hüsamettin, ondaki değişiklikten, "'muşıkhklnıı yüz bulmuştu. İşi büs- h% tatlıya bağlamak için, o da gü- 'Yordu: liı— Ya, ben dün ne hale gelmiştim?.. Yaptığımı biliyor mıydım?. Ne ise, Madi bunları bir yana bırakalım, hep- Sin! unutalım, Süheylâ!. uzüun uzun konuştular, - Ara 'ı"l!. Hüsamettin Fehametle nasıl se- Viştiklerini, bu sevginin nasıl ortaya ::hımı anlattı. Sanki kendi kendin- Utanıyormuş, için için azap çeki- üş, fakat ne yapsın ki elinde de- M Bibi, sesinde bir acılık vardı, Özlerini yere iğmiş öyle konuşuyor- d Süheylâ: N'”— Biz, dedi, artık yabancı sayılırız; hmRkimneden anlatabilirsiniz. Siz Sevmiyorsunuz, ben de sizi sev- İMiyorum, Siz, kendiniz de, böyle insa- xhlöıünü karartan, eşini herkesten indıran bir sevginin eksikliğini Glle 1Z, geriye döndünüz. Bana da ben Beliyor ki sanki bir zamanlar, size iziyen bir adamı sevmişim. Şimdi o ortadan çekilmiş... Karşımda ka- N 'nPoıtıımıtzFıilıınl 21 şı gözü, boyu bosu önü andıran — bit başkası var, işte hepsi bu kadar... — Görüyorsunuz ya, demek ki biz|da bir bana söylerdi!.. birbirimiz için eş olarak yaratılmış de- Bilmişiz.. Yoksa ben hiç değişmedim;|gözünden düşürmek için böyle bir ya- eskiden ne isem gene oyum. — Benim için çok değiştiniz; hiç te| m, eski Hüsamettin değilsiniz; dediğim | by, gibi yüzünüzden, gözünüzden başka ©- na benziyen hiç bir yeriniz yok!... Ba- kışınız, söz - söyleyişiniz bile başka... Onun gölgesi bile değil... Haniya bir| d, Fakat Hü ttin, prense, bir dâhiye, büyük bir artiste| bu çi uştıf. Süh çok benziyen adamlar olabilir... Uzak- tan bakarsınız, tıpkı o, dersiniz. Fakat yanına yaklaşırsınız, biraz konuşmaya başlarsınız. Ne o prensin kibarlığını, ne o artistin inceliğini, ne de o dâhinin büyüklüğünü bulabilirsiniz... İşte o zaman aralarındaki ayrılığı anlarsı- mız; birbirlerine bu kadar benziyen in- Benim size karşı duyduğum sevgi ek- BÜYÜK AŞK ROMANI _la;n:ıyı başladığınızı, yavaş yavaş sBoğuduğunuzu o da anlamış, bunu ara- Demek ki Fehamet, Süheylâyı onun lan uydurmuş, onu böylelikle kandır- iş, sevgisinden caydırmıştı. Süheylâ, ndan dolayı Fehamete kızmıyordu. Sevdiği erkeği başka bir kadının elin- den almak için, her türlü düzen yap- maya, bir bakıma, onun hakkı olabilir- nasıl olmuştu da na inanmıştı?, Süheylânın kendini sevmediğini nereden anlamıştı?, Genç kız, pek derin yerinden yara- lanmış gibi titrek bir sesle: — Fehamet, dedi, bunda çok aldan- mış; yahut ta bile bile, sizin zihninizi çelmek için böyle bir masal uydurmuş!. sanların birbirlerinden ne kadar baş-| SilMek şöyle dursun, bir zaman — gün- ka olduklarını görür, bir acı duyarsı-| €" güne artıyordu. Sizin, kendi eliniz- nız.. İşte siz de benim için öylesiniz!..| © Onu kırıp yok ettiğiniz gün o sevgi, — Demek ki Fehametin hakkı var-| tandan, yürekten geliyordu; o güne ge- mış!.. linciye kadar sizinle evlenmek, benim — Fehametin mi?.. Buna benzer o da | ifin dünyada en çok sevdiğim, en çok bir şey mi söyledi?.. — Beni sevmediğinizi, bir aralık ge- | mektil.. ver gibi göründükten sonra benden u- Güneş banyosunu nasıl yapmalı ? (Baştarafı 7 inci sayfada) Yahut ta bir iki gün olsun fasıla veriniz. Güneş banyosu hoşa gidecek bir şey olmalıdır. Onun en ufak bir rahatsızlık vermesi ifrata vardığınıza alâmettir. Banyodan sonra ne bir ağırlık, ne de yorgunluk duymamanız lüzımdır. Duyu- yarsanız yaramıyor demektir. Güneş banyosu almak için en iyi za- man, sabahtır. Çünkü: sabahleyin hava daha temizdir, güneşin ışıklarının tesiri | daha fazladır, öğle güneşi gibi tehlikeli de değildir. Hararet derecesinin «18» den yukarı olmadığı memleketlerde güneş banyosu uzün sürmemlidir. Hararet «40> dere- ceyi bulan yerlerde de lüzumundan faz- la terlenir. En iyisi bu ikisinin ortasıdır. Banyodan evvel yüzünüzü ve güneşe gösterdiğiniz her yerinizin güneşten ko- runmak için hazırlanmış bir «huil» sür- meniz lâzımdır. Çünkü: Güneş şua: yal- nız bir ışık ve hararet şuaı değildir. O ışık ve hararetin mabiyeti çok karışık- tır. Biz onların evsafından ancak bir kıs-| tabiate bilhassa güneşe, cana can katan minı tanıyoruz. Bir kısmı bize hâlâ meç-| o şifa ÇünkIi BO senelik tecrübe gibi bir. garantiye maliktir, Modellör n son' ve zarif şekildedir? REVUE saatları tanınmış saatcılarda Umumt? deposu | İstanbul, Bahoekabı, Taş hân, Birinci kat 22 beğendiğim bir adama kavuşmak de- (Arkası var) hul, Esasen bildiğimiz — vasıfları «huil> sürmeden banyo yapmanın zararlı ola- cağını göstermiye kâfi gelmiştir. Bunun için eğer «hull> niz yoksa o gün için ban- yodan vazgeçiniz daha iyi olur. Çünkü: Bundan hem güzelliğiniz, hem de sıhha- liniz zarar görebilir. Güneşin vücudümüzdeki tesirleri Güneşin ziyası vücuttaki birçok mik- ropları öldürür. Azalarımız arasındaki alıp vermeyi kuvvetlendirir. Bazı hasta- ların ağrılarını dindirir. Birçok zayıf in- sanların kiloca artinasını temin eder. Ba- zi kadın hastâalıklarını geçirir. Güneşin nasıl can verici bir tesiri ol- duğunu anlamak için güneş memleket- lerine bakmak kâfidir. O sıcak memle- ketlerde gençlik daha dokuz on yaşında başladığı halde şimalde soğuk — memle- ketlerde buna nazaran ne kadar gecikir. Medeni ömür bizi tabiatten uzaklaştı- mıyor. Bu, sağlığın tamamen zararınadır. Bu zararı telâfi için fırsat bulur bulmaz kaynağına koşmalıyız. satılmaktadır. ,Teteton 21884 Yazan: J. MARC-PY, O zamanlar kraliçe Pomare otuz yaşı- nın bütün şaşaası içinde idi ve Tahiti a- dasında saltanat sürüyordu. Ada bahtiyardı ve her akşam, güneş battıktan sonra, uzun zaman sürekli tat- l1 bir ışığa bürünürdü. Ortalık tamamile kararıp da inanılmı- yacak kadar sakin, âdeta şefkatli bir se- ma altında Papacete evlerinin ışıkları denize aksettiği zaman inci sayyadları köprünün başında yüzyıllık bir sedr ağa- cının altında toplanırlardı. Orada çalgı çalıp şarkılar söylerlerdi. Bu sayyadlar içinde en mahir ve en meşhuru, Rüzgârm - döğdüğü - Adalar'- dan gelmiş, Tamay isminde bir yabancı idi; ilk istiridyasını avladığı zaman daha altı yaşında idi; bir camgöz balığı gibi yüzer, suyun altında insanlara hayret ve- recek kadar uzun bir müddet durabilir- di, Denizin altını herkesten iyi bilirdi ve malın nerede bulunduğunu sanki ona giz- li bir kuvvet haber verirmiş gibi kayık- larını daima en çok istirldya rasgelinecek yerlere götürürdü. Bunun içindir ki en mühim inci saydı şirketleri ona istediği kadar para verirlerdi. Ama Tamay bu meharetile hiç de ö- vünmezdi: o, güzelliği ile iktifa ediyordu. En çok sşevdiği şey akşamları, gölgelere vanilya ve limon ağacı kokularının yayıl- G saatte öteki balıkcılarla beraber ih- tiyar sedrin altına gelmek, başlarında portakal çiçeği ve lotüs çelenkleri ile ge- çen Tahiti kızlarına bakarak tafia içmek, gitara çalmak, şarkı söylemekti. 'Tamay, aşk nedir bilmediği için bahti- yardı. Fakat bir gün, şirketten verdikle- Ti birkaç gümüş kuruşu avucunda şıkır- datarak çocuk gibi keyifli keyifli dola - şirken yolda Mistress Helving'e rasladı. Kadın ona güldü, Tamay'ın gönlü altüst oldu. Mistress Helving saçları, mısır püskü- lünden daha sarı, dudakları, tatula çiçe- Binden daha kırmızı idi. O gün, kıvrak vücudunun bütün hatlarını belli eden muslin bir elbise giymişti. Mistress Hel- ving, Polinezyalılara İsa'nın dinini ka- bul ettirmek için ta Birmingham'dan kal- kıp gelmiş, fakat din gayretine menfaati- ni de ilâve edip inci saydı şirketlerinden hisse almış bir misyonerin karısı idi, Mistress Helving, elinin âmirane bir işareti ile Tamay'ı durdurdu: — Tamay, dedi, müzede bir harika gör- düm: Jean de Bologne tarafından yapıl - maş bir Hermes heykeli. Ama ne yalan söyliyeyim? o da senin kadar güzel de - ğil Tamay'a bakarken kirpikleri arasın - dan, deniz rengi gözlerinin parıltıları da belli oluyordu. İngiliz kadının bakışı, Ta- may'ın derisini yakar gibi idi. Ayağının bileğinde en iri, kıymet biçilmez inciler- den yapılmış bir bilezik vardı; kadının gözlerinin, sıcak bir nefes gibi oralarda dolaştığını hissetmişti. Mistress Holving nihayet gözlerini kal- dırdı ve Tamay'ın yüzüne bakarak: — Evet, dedi, o da senin kadar güzel değil. Tamay gülümsedi. Doğrusu İngiliz ka-, İNCİ BİLEZİK Çeviren:Nurullah Ataç dınının sözlerini pek anlamamıştı onum gözlerinin parıltısından, gözlerinin bia iltifat olduğunu tarketmişti. Mistress Helving'in gözleri ya, inci bileziğe doğru kaydı. yi eli ile işaret ederek: — Tamay, dedi, ben dünyada bu inci kadar güzelini görmedim. Balıkçiının, inciyi koparıp kendisine takdim etmek Üzere eğildiğini görünce ona, kulaklarınm küpesiz memelerini göstererek: — Onun gibi iki tane isterim, dedi: İn- giltere'ye döndüğüm zaman bütün ah « bablarımı hasedlerinden çıldırtabilmeli- yim... Tamay sükünunu bozmadan cevab ver- di: ee li yer biliyorum, orada bunun ka« dar güzel inci bulurum. Ama orasını bir mercan ormanı kapamış, altına dalabil- mek için çocuk olmalı. Ben bu intiyi çi- kardığım zaman daha küçücüktüm. Mistress Helving'in kaşları çatıldı. Ta- may helecanla, sanki çıldırmış gibi: — Gene giderim, Mistress, dedi, gene giderim. Senin gönlün olsun diye gene giderim; ama bil ki beni belki de ölüme gönderiyorsun. Güzel İngiliz kadını: — Git! dedi. Tamay onun, eteğini sallayıp şemsiyesi ile oynıyarak uzaklaşmasını sayretti. O akşam, öteki balıkçılar yatmağa gittik - ten sonra da Tamay, sedrin altından uzun zaman ayrılmadı. Şafak söküp de Orobena dağı üzerin « de hafif bir pembelik belirdiği zaman Ta- may, hançerinin kınını göğsü üzerinde biraz daha sıktı, bir müddet sahili takib etti ve Mistress Helving'e bahsettiği ye- re gelince hemen suya daldı. O akşam Tamay'ı evinde, adanın her tarafında arayıp da bulamamış olan ba- hkcılar meraka düştüler. Tamay'ın par- galanmış vücudunu sular, ancak birkaç gün sonra sahile attı. Cesedi kırmızı kumlar üzerine yatır « mişlardı: bir bacağı eksikti, köpek balı- ğına kaptırmış olacak... Fakat Tamay'ın sımsıkı tuttuğu bir İstiridya vardı: ağzı açık, içinde harikulâde bir inci bulunan bir istiridya... Sayyadlar ağlayıp arkadaşlarını göm- düler. Tamay hiristiyan olmuştu, bunun için canazesi de hiristiyanca oldu ve du- asını rahib Helving okudu. Fakat Ta « may'ın evinde para bulunmadığı için pa-s pas, hizmetinin ücreti olarak inciyi aldı ve akşam karısına hediye etti. Mistress$ Helving incinin parıltısına bakarak: — Yazık, dedi, köpek balığı adamcağı- zın gol bacağını koparmış; halbuki Ta « Mmay'ın sol bacağındaki bilezikte tıpkı bu- na benzer bir inci daha vardı. Şimdi o da olsaydı Birmingham'da kuyumcu Ar - ton'a bir küpe yaptırırdım, eşi kraliçeler de bile bulunmazdı. e aşağı iri incie Yarınki nushamızda : Dirilen Ölü Yazan: Mih. Zoşçenko « Rusçadan çeviren: Alaz