Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
öeer y . ğna!ik Efrasyabi caniyân& tasavvur -İ| SON POSTA nın TARİHİ TEFRİKASI —i Yazan: Rasim < S NEZEme Siyaveş birkaç ay Efrasyabe iltica e Evvelki günkü ve dünkü kısmın hülâsası: ; GöEfrâ.syâb acayip bir rüya görmüştü. m“zılerinln içinde bir takım hayaller kı- oımdanmış. kızı Frengis erimiş, erimiş, su lllduşı su büyüyüp deniz haline gelmiş, . Ya ülkesini kaplamış. Şarka, garba, le, cenuba doğru yayılmıştı. Hükümdar derhal müneccimi çağırtı- öt ve müneccim rüyayı tabire başlıyor. hh_m!or ki: Kızınız Frengis evlenecek, €erkek çocuk doğuracak, bu çocuk bü- l"ük bir hükümdar olacak, ve sizin dev - da yıkıp büyük, muazzam bir hüküm. rlik kuracak: . Efrâsyâb bunları dinledikten — sonra Müneccime bir kese altın verdi. Münec- Çıkıp gitti. Baş vezir hükümdardan izin isteyin- t Efrâsyâb: — tim Sen kal! Bu işi seninle müzakere Ek istiyorum. di. ,Ğîzîikere.. kızın mukadderatı üze - ., -Cereyan etti. Hükümdar, kızını Ve Meyi düşündü; olmadı. Kocaya Beçti €meyi kurdu; bu fikrinden de vaz- der . Yezir Harpag, kâhinin, mukâd - t%elışh-kbdi uzak görmesine ve ilâhi y linin değişebilmesi ihtimaline -da.—:jd “*dan vazgeçirdi. Mğf'asyab.. en son çare olarak, kızını, Romanımızın kahramanları kimlerdir ? (D Efrâsyâb.. müverrihlerin tahmin- lerine göre, bir isimden ziyade, Midya hükümdar sülâlesine verilen bir ünvan - dır: Buğünkü tarihlerde bizim Efrâsyâb diye bahsettiğimiz hükümdarâ «Artiyagı onamı verilmiştir. Midya devletine gelince. —Eski Şark |tarihlerine ve bilhassa Herodota, «Şah- “name» nin metnine göre Turânilerle ya- ni Türklerle meskündur. Bu telâkkilere göre Elfrâsyâb Türk olarak kabul olun- maktadır. (2) Zâloğlu Rüstem.. gene o memba - lara göre, bugünkü Efganistanın garbın- daki havalide Zabulistan denilen ülke- de derebeylik etmiş olan bir hânedanın evlâdıdır. Ceddi, gene kahraman sayıları Nerimandır. Bunün —oğlu, — kahraman Sam.. bunun da oğlü kahraman” Zâl. Zâlm oğlü da Rüstemdir. — Riyayetlere nazaran, Rüstem, kahramanlıkta bültün ecdadının Üüstündedir. Zâl, bugünkü Ef- " ganiştanin şimalinde. va Kâbulistan de-. milen yerde yerleşmiş olan «Mihrab» İs- mindeki bir Türk derebeyinin kızı eRü- “dabe» ile evlenmiş ve- Rüstem bu Türk kızından doğmuştur. tuy & Ülkesinde bir mevcüdiyeti ol « meyil Ve" doğacak çocuğuna da bir Yab Cüdiyet temin edemiyecek olan bir ancı ile evlendirmeğe karar verdi. z ç? elinin altında öyle mevcudiyet: lr.n?&ğancı bir asıizade vardı. Bu genç, 1 hükümdarının oğlu Siyaveşti. Bu üğ;le, babasına darılarak İrandan S Aş.. kendisine dehalet etmişti, * ğ nt’ah hükümdarı Keykâvsın oğlu Si- y ie Uzun boylu, zarif endamlı yir- z İ yaşında bir delikanlı idi. Be - Güz'e Yzi yüzü, bir demet tenasüptü. Üy | kaşlarının çevirdiği uzun kirpik” tiyah- gözleri, badem şeklinde birer m:nh kehribara benziyordu. Burnu, Büz €., ince al dudaklı ağzı ufaktı. Bu kıgt-el İran şehzadesinin halinde, hare- inde de asilâne bir vakar vardı. iYaveş. bir ay evvel, İrandan kaç- kr—î" Efrasyabe_iltiea etmişti. Midya a'h Efrasyab, İran veliahtının ken - hunme dehâletinden dolayı çok mem - Olmuştu. Kendisi, şahsan Keykâv- Midya kralımın, kendisine karşı göster- diği yüksek teveccühü anlattı. Genç şehzadeye., kralın kıziyle ev - lenmek, emsalsiz bir ikbaldi; teklifi, büyük bir heyecân içinde, minnetle ka- On beş günde, bütün hazırlıktar biti- tildi. Yedi gün, yedi gece düğün, der- '|hek yapıldı. Frengis, büyük bir alayla, saraydan Siyâveşin köşküne götürül - d DÜR n /| Efrasyab.. günler yeçtikce ferahlağdı. .dene eski sefahat hayalına daldı, Şa - Tap,. genç ve dilber cariyeler, bahçe sa- faları, av eğlenceleri, içindeki endişe- den eser bırakmadı. Aradan sekiz ay geçmişti. Efrasyab.. gene bir rüya gördü: Kendisi, odasının penceresinde oturuyor.. kizı Frengis, kocası Siyaveşle saray bahçesinde dola- şıyordu. O, iki güzel gencin sevişmele- rine, sevişerek cilveleşmelerine bakı -| yor.. bu sevimli manzaradan.büyük bir ;& karş 1 Mad R“Nr *ebiış İz, tti kbaj köşk da M hi yi da. (0 & Payitahtı idi, kin güttüğünden ve iki komşu €t arasında da harb ve cidal eksik Iğından bu ilticadan büyük bir duymuştu. Eh'"flsyab.. yeni bir harb halinde, Si- 1, İran orduları arasına tefrika ve- €cek.. bu suretle kendisine büyük İNİZETE : Metler edecek bir âlet, bir unsur ad-| YAVâs, büyüdüler; birer asma çubuğu Bi için, onu büyük merasimle is « eylemiş.. ona, bağlı, bahçeli bir Şeş Ermişti. ade.. bir aydanberi, «Ekbatan>- SS hükümdarın izzet ve ikramı sa- du_“lde debdebeli bir hayat sürüyor - Ettaş Yab., işte bu delikanlıya kızını Te iş y Ye karar vermişli. O, yurdundan » kendisine sığınmış bir yabancı İ mevkii ne olursa olsun o, Mid- lince, lisan ve an'anece İrandan “Mtün ayrı bir muhit'olan Midya - ım;af_“ türan ülkesinde, emre tâbi bir irdi, vermek]e yordu_ Vezir Sağirttı, Ümdar.. kızını, İran şehzadesine hanedan şerefini de zedele - H'arpag.. daha o gün, Siyaveşi Bin bir dereden su getirerek, ! Bugünkü İrandaki «Hemedan» 9 zamanki ismi.. Midya devle- haz duyuyordu. Onlar, havuzün başına geldikleri Zaman.. birdenbire, gözlerini kamaştıran bir güneş doğdü.” O, dikkat edince, bu güneşin, iki gencin başları- nın üstünde parladığın: gördü. Asıl ga- ribi, Frengis te, Sivaveş te, filizleniyor- lar, yapraklanıyorlardı. Filızler, yavaş oldular. Yapraklana yapraklana etrafa uzandılar. Bahçedeki çiçekleri, ağaçla- rı kucakladıktan sonra sarayı da sardı- lar ve bütün şehre.. sonra dört tarafa yayıldılar, : Efrasyab.. bu rüvasını da başmünec- cime tâbir ettirdi. Kâhin., bunun, ev- velki rüyanın işaret ettiği ilâhi takdire bir teyid alâmeti olduğunu söyleyince, kral, büyük bir heyetana kapıldı. ve içinde, kızına ve damadınâ karşı câni - yane hisler kabardı. İ Vezir Harpag.. hükümdarı, güçlükle teskin etti. O: - — Şevketlim! Meydanda, bu kadar telâş etmenize bir sebeb yok! Evet.. kı- zınızın gebe olduğunu, bir ây sonra do- guracağını ebeler söylüyorlar. Fakat kız mı.,, oğlan mı doğacağı belli değil, Ki Deyince, Efrâsyâb, epeyce sükünet buldu; fakat endişesini — yenemediği için, kızının saraya getirilmesini.. do « ğuruncıya kadar harem dairesinde kal- masını emretti. , ZİLEAMİN ai y B ŞTT P eee AA F TT — $ YA BSON POSTA - evvel İrandan t v 2 mıştı Harpag.. bu vazifeyi de, pek büyük bir dirayetle ifa etti. Siyaveşe, hüküm- darın, kızını saraya istemesini bir ba * ba şefkati şeklinde tefsir etti. Böylece, karı kocanın en küçük bir vesvese his- setmesine meydan vermedi, Efrâsyâb.. İkinci rüyasını bi türlü unutamadı,. Oh, bir buçuk ay, kâbuslu, ıztıraplı bir hayat yaşadı. Bazı çok ev- hamlı anlarında, kızının çocuk doğur- ması ile beraber saltanatının, saâdeti- nn söneceğine.. hattâ öleceğine ihtimal veriyor.. korkularla titriyordu. Bu za- manlarda, önüne Harpag dikilmese.. onu teskin etmese.. kızıyla damadını öldürmekte tereddüt etmiyecekti. , Bir buçuk ay geçti. Bir gün, sarayda, vezirleri ile devlet î_şle.rini müzakere ederken, harem 'dai- resinden müjdeciler geldi.. Kızı kür - tulmuş.. tosun gibi bir erkek çocuk do- Çocuğa, Kurus (*) adı verilmişti. Efrâsyâb.. dona kaldı; fakat endişe - sinden renk vermek istemediği için Çâr bucak kendini topladu Müjdecilere, bol Dol bahşiş verdi. Vezirlerin tebrikleri- ne, yapma tebessümlerle teşekkür etti. Harpağg.. hükümdarın ne gibi hisler içinde kıvrandığını bildiği için arka « daşlarına:, , . - : ; ©— Efendimiz, büyük bir saadet he - yecanı içindedir. Kendilerini rahat bı- rakalım. Diyerek çıkmıya davet etti. Odada kimse kalmadığı zaman, Ef- râsyâb, geniş koltuğunun içinde büs. - bütün gevşedi, Elleri yanlarına uzandı. Gözleri, tavana daldı. Bir müddet, de- rin nefesler alarak hareketsiz, mecalsiz kaldı. Sonra, hırçın bir hareketle doğ- rüldu; ellerini çırptı. Gelen mâbeyin - ciye: M — Vezir Harpağı çağır! Dedi. Harpag.. zaten kapının önünde bek- liyordu. Mâbeyinci çıkar çıkmaz içeri- ye girdi. Efrâsyâb.. veziri görünce, gazapla gözlerini açtı ve: Yaptığın haltı beğendin mi? Diye bağırdı. Harpag.. hükümdarın celâllanması Ö- nünde, birdenbire, bir şey söyliyeme - di. Boynunu büktü; ellerini oğuşturmı- ya başladı. e Kral, dişlerini sıkar_ak: — Söyle bakayım! İşe, senin cezanı vermekle mi başlıyayım? Beni, avut - tün, oyaladın, muradına erdin! Anlıyos rum.. onlarla elbirliği etmişsin; benim saltanatıma göz dikmişsin. Hain, alçak herif! Diye bağırmaya devam edince Har - pağ, kendini topladı: — Efendimizin, beyhude bir telâş ve endişe arasında bana hakaret etme- sini mazur görürüm., Ben.. babalık duygunuzu, lekeden.. İsminizin, mem- lekette evlât katili diye anılmasından kurtarmaktan başka bir şey yapmadım. Siyaveşin idamı ise. mühim bir siyasi hâdise olabilirdi. Ben, Vazifemi, sada- katle ifa ettim. Bu hareketimden ce - zaya müstahak görülüyorsam emrini- ze hazırım. Diyerek cevap verince, biraz yumuşadı: — Başmüneccimin söylediklerinden biri çıktı. İşte, kızımın erkek evlâdı dünyaya geldi. Daha mı bekliyeyim? * (Arkası var) Efrâsyâb (*') Kurus, şark tarihlerinin (Key - hüsrev), garplıların «Gyrus» dedikleri |meşhur hükümdar. gurmuştu. Anasının arzusu üzerine,| Yalova ai 4« Yalovanın modası var mı, bilmiyo - rum ama, Yalovaya Moda adli vapurla gittiğimi iyi biliyorum. Heybelide eleri çıkınlıları, Büyüka - dada vapurdaki en şık insanları aramız- dan çıkardıktan sonra Yalova yolcuları bizbize kaldık. Bir fabrikatör var. Fab- rikatör olduğunu nereden mi biliyorum? ahbab oldum da ondan.. arabca konuşan üç genç erkekle, hem arabca, hem ingi- lizce, hem türkce, hem de bu âna kadar hiç duymadığım ve duyacağımı da zan- netmediğim bir dil konuşan dört genç kadın var. Erkek üç, kadın dört.. Tead - düdü zevcat. meselesi, fakat iki karılı hangisi onu anlıyamadım. .çünkü ortak- sa ne vapurda kavga ettiler, ne de Yalo- vada.. Ş 4 Geç vakit Yalova kaplıcalarındayım: — Buyrun bayım. Hiç kimse de burada: — Sen kimsin, ne istiyorsun? Niye geldin? Demiyorlar. «Buyrun» dan başka söz yok. — Buyrun yemeğe. — Aman geç kaldınız, açsınızdır, Garson karşımda: — Açsınızdır, bayım, çabuk yemek ge- tireyim. , - Yağın, yumurtanın, südün, etin iyisini yedikten sonra hakikaten İstanbuldan gelenlerin büyle şeylere aç olduklarını anlıyorum: Ve beni-kitliktan- çıkmış. ol- 'makla itham eder gibi: konuşanlara hak veriyorum, Lokanta tenha. Soruyorüm: /— Oteller kalabalık değil mi? — Çok kişi var. i — Peki onlar yemez, içmezler mi? Melâike midirler? Metrdotel; aşağı yukarı: — Evet! Der gibi başını sallıyor.. mıya gelenler vardır. — Bunlar kür meraklıları. Hakkın var bari melâike olurlar. Manikür, pedikür- lü şeytanlar daha sökün etmediler de - mek! Bu sırada yanıma biri geliyor.. ben o- nu tanımıyorum, ama, o beni tanıyor ga- liba! ; —'Çinar otelindeki 9 numarayı sizin için ayıracağım. — Pekâlâ yedik, içtik uyku vakti gel- * Bülbüller ötüyor, bülbüller ötüyor, bül büller ötüyor.. başka ses yok. daha yakından duymak için odamdan fırlıyorum. | Ağaç, ağaç, ağaç, ağaç.. Su, su, su, su.. Bülbül sesi, bülbül sesi, bülbül sesi.. Yalovayı bir daha görmesem, ve öm - rüm olsa (inşallah olur) yüz sene daha yaşasam, ve o zaman sorsalar: — Yalovada ne var? — Su &esi var, bülbül sesi var, ağaç var. — Başka bir şey?. — Ne bileyim, bunları hatırlıyorum. Ha ha!, — Ne, bir şey mi hatırladın? — Bir de buyrun, var. Diyeceğim... * /“Öğle yemeği yiyoruz. Bir çığlık kop- —İMSETİN — Şimdi otelde ekseriyetle kür yap -| "Saatime bakıyorum. Yedi.. Bülbülleri | fası | RARA &ZZZ tu. Biraz ötede yemek yiyen komiser muavininin lokması boğazında kaldı, Lokması boğazında gene yerinden fır « ladı. Bay Naim (müdür) o da peşinden,, bende de meslek gayreti var, bırakır mie yım? Ben de peşlerinde: — Burada böyle bir şey olmaz ama.. — Bir cinayet mi? — Allah göstermesin!.. — Allah göstermesin!.. Gittikce hızlanıyoruz. Çığlıklar yükse« liyor. Nihayet ulaşabildik. Saman saçlı bir güzel avazı çıktığı kadar bağırıyor: — Cinayet mi? Hayır, hayır.. o kadar meraka değ < * mez, Bir kanapenin üzerine bir kedi yat« mışmış, saman saçlı güzel kediyi okşa « mak istemiş, kedi de elini tırmalamış,, Gülüyorum. Gene gülüyorum. Tahmirt edebilir misiniz? Aynı kanapenin üze rinde az evvel de 'benayatmıştım. Eğer ' beni okşamiş olsaydı, bu hâdise vukuâ * gelmezdi. Çünkü ben tırmalamazdım. * "Yemekten sonra bana bir rehavet gel- di. Çam otelin, dünyadaki en büyük şemsiyeden yüz kat büyük Çamdan şeme siyesi altında oturuyorum. Burada da hep bayanlar var. İşte üç bayan şurada * iki bayan şurada, bir tek siyah saçlı base yan da şuracıkta.. '"Bir bay geldi. Biraz ötemdeki masayâa oturdu. 'Ne ise çam altı kümesinde ikj horoz olduk. Yeni gelen bây, garson çağırdı: , ş " — Ö dö Yalova... ş -Garson, etrafına şaşkın şaşkın bakın« dı; ben söyledim: — Yalova suyu istiyor. U Garson ellerini uğuşturdu: — Yalova suyu olmaz ki... Masada tek başına oturan siyah saçlı bayan lâfa karıştı: — Bir şişe Karakulak suyu getir.. O dö Yalova istiyenin derhal fransızca çenesi açıldı. Ben başka tarafa baktım. Siyah saçlı bayan kazaen ona bakmali gafletinde bulundu. Öteki söyledi: — Ben ecnebiyim, türkce hiç bilmem, bugün buraya geldim.. Bu kadarı güzel, fakat, devam etti: Ecdadından başladı, doğumunu anlat- tı, evlenmesini anlattı, ayrılmasını an « lattı. Fransadaki siyasi cereyanları an « lattı, radikal sosyalistleri anlattı, sosya« lisleri anlattı. Kırk saatlik hafta mesele- sini anlattı. Anlattı, anlattı. Otobüsün hareketini haber veren kampana çalın« cıya kadar anlattı. Saat tutmadım ama., anlatması her halde üç saatten fazla sür- dü. 5 Fransızca geveze kalkar kalkmaz ken- dimi tutamadım. Nezaket kaidelerini fas lan filân unuttum. Tanımadığım siyalhi saçlı bayana döndüm: — Geçmiş olsun, bayan! Dedim. : Üç saat evvelki zifirinin üç saattir ci« ğerlerinde topladığı şehikini bir nefeste bırakan bayan: — Teşekkür ederim. Dedi. Mi : Yalovada son akşam yemeğimi yiyo « rum, Yarın erkenden İstanbula yani mat baaya döneceğim.. İmset'in Yalova safası da böylece bitecek! İMSET