— — SON POSTA | nın TARİHİ TEFRİKASI | a | Rasim | Siyaveş birkaç günkü ve dünkü kısmın hülüsası: ik a Birâsyâb acayip bir rüya görmüş! inin içinde bir takımı hayaller nmış, kizı Frengis erimiş, erimiş, su Şimuş, su büyüyüp deniz haline gelmiş, Midya ülkesini kaplamış, Şarkâ, garba, » cenuba doğru yayılmıştı. Hükümdar derhal münecelmi çağırtı- ve müneccim rüyayı tabire başlıyor. aş iyor ki: Kızınız Frengis evlenecek, e bir hükümdar olacak, ve sizin dev - Efrâsyâb bunları dinledikten: &örira Büneccime bir kese altın verdi. Müneo- Şikıp gitti, Baş vezir hükümdardan izin isteyin- *e Kirâsyab; — Mi İm kal! Bu işi seninle müzakere istiyorum, Dedi ii zikere, kızın mukadderatı üze - Cereyan etti. Hükümdar, kızını İlürmey; düşündü; olmadı. emeyi kurdu; bu fikrinden de vaz» ağ Vezir Harpaz, kâhinin, mukâj » ie İslikbali uzak görmesine ve ilâhi) İlinin değişebilmesi ihtimaline “da” E abi 'ân& tasavvur rün . i — ; yelrasyabı. en son çare olarak, kızını, ayi ülkesinde bir mevcudiyeti ol * kahramanları kimlerdir ? (1) Birâsyâb. müverrihlerin tahmin- lerine göre, bir isimden ziyade, Midya hükümdar sülâlesine verilen bir ünvan - dır: Bukünkü tarihlerdö bizim Efrâsyâb i diye bahsettiğimiz bükümdari #Artiyagu namı verilmiştir. Midya devletine gelince. Eski Şark tarihlerine ve bilhassa Herodota, «Şah- name» nin metnine göre Turânilerle ya- ni Türklerle meskündur. Bu telâkkilere göre Eirâsyâb Türk olarak kabul olun- maktadır. (2) Züloğlu Rüstem. gene o memba * lara göre, bugünkü Efganistanın garbin- daki havalide Zabwliştan denilen ülke- de derebeylik etmiş olan bir hânedanm evlâdıdır. Ceddi, gene kahraman yayılan Nerimandır. Bunun — Oğlu, “kahraman Sam. bunun da oğlu kahraman” Zâl. Zâlın oğlu da Rüstamdir. Rivayetlere bazaran, Rüstem, kahramanlıkta bütün ecdadının “üstündedir. Zâ), Et ganistanin .şimalinde, Ye Kâbulistan-de- piled yerde Yeğleşiş olan «Mihrabais- mindeki bir. Türk derebeyinin kızı rRu- dabee ile evlenmiş ve. Rüstem bu Türk kızından doğmuştur. ay evvel İrandan Efrasyabe iltica etmişti Harpag. 'bu vazifeyi de, pek büyük ir dirayetle ifa etti. Siyaveşe, hüküm- darın, kızını sarâya istemesini bir ba * ba şefkati şeklinde tefsir etti. Böylece, karı kocanın en küçük bir vesvese his- setmesine meydan vermedi, 4 Efrâsyâb.. İkinci rüyasını bir türlü unutamadı, Oh, bir buçuk ay, kâbuslu, ıztıraplı bir hayat yaşadı. Bazı çok ev- hamlı anlarında, kızının çocuk doğur- ması ile beraber saltanatının, saadeti- nin söneceğine.. hattâ öleceğine ihtimal veriyor. kı itriy: menlsrda, önüne Har; onu teskin etmese. kızıyla damadın; öldürmekle tereddüt etmiyecekti. Bir buçuk ay geçti. Bir gün, sarayda, vezirleri ile devlet işlerini müzakere ederken, harem “dai resinden müjdeciler geldi.. Kızı kur * tulmuş.. tosun gibi bir erkek çöcuk do- ğurmuştu. Anasının arzusu üzer Şocuğa, Kurus (*) adı verilmişti. Efrâsyâb.. dona kaldı; fakat endişe - sinden renk vermek istemediği için çar bucak kendini topladı. Müjdecilere, bol bol bahşiş verdi. Vezitlerin tebrikleni- ne, yapma tebessümlerle teşekkür etti. Harpag. hükümdarın ne gibi hisler içinde kıvrandığını bildiği için arka » ül Ve doğacak çocuğuna de bip) Midya kralının, kendisine karşı. göster- dağlarına: ya diyet temin edemiyecek olan bir Zaten m evlendirmeğe karar verdi. , O elinin altında öyle mevcudiyet: İş Jabancı bir asilzade vardı. Bu genç, hükümdarının oğlu Siyaveşti. Bu Şiizade, babasına darılârak İrardan emiş. kendisine dehalet etmişti, i İran hükümdarı Keykâvsin oğlu Si- m. uzun boylu, zarif endamlı yir- ei Yaşında bir delikanlı idi. Be - ME yüzü, bir demet tenasüptü. A |) kaşlarının çevirdiği uzun kirpik” tiyap gözleri, badem şeklinde birer âh” kehribara benziyordu. Burnu, m ince al dudaklı ağzı ufaktı. Bu taş şehzadesinin halinde, hare- gpie de asilâne bir vakar vardı. "Yaveş.. bir ay evvel, İrandân kaç- ki Efrasyabe iltica etmişti. Midya da, Erasyab, İran veliahtının ken « Dün dehiletinden dolayı çok mem » 14! kin gültüğünden ve iki komşu İ arasında da harb ve cida) eksik | £e)dikleri Zaman. birdenbi gözleri Madığından bu ilticadan büyük bir | Kamaştıran bir Rüneş doğdu? O, RE daymuştu. edince, bu güneşin, iki gencin b ağn i i. İn üstünde parladığın: ab.. yeni bir harb halinde, Şi ribi, Frengis te, Siyaveş 4 al izm orduları arasına tefrik: İcek.. bu suretle kendisine bi diği yüksek teveccühü anlattı. Genç şehzadeye.. kralın kızi, lenmek, emsalsiz bir ikbaldi; teklifi, büyük bir heyecân içinde, minnetle ka- bul etti, On beş günde, bütün hazırlıklar biti. rildi. Yedi gün, yedi gece düğün, der- hek yapıldı. Frengis, büyük bir alayla, saraydan Siyâveşin köşküne gölürül - a Efrasyab. günler geçtikce ferahlağı; |Gene eski sefahat hayalıra daldı, Şa - Tap,. genç ve dilber cariyeler, bahçe sa- faları, av eğlenceleri, içindeki endişe den eser bırakmadı. Aradan sekiz ay geçmişti. Efrasyab.. gene bir rüya gördü: Kendisi, odasının penceresinde otüruyor.. kizı Frengis, kocası Siyaveşle saray bahçesinde dola- şıyordu. O, güzel gencin sevişmele- rine, sevişerek cilveleşmelerine bakı - imuştu. Kendisi, şahsan Keykâv-| YOP- bu sevimli manzarsdan büyük bir haz duyuyordu. Onlar, kavuzün bağını Asıl ga- lizleniyor» ii deb; İstek. kİlâr. yapraklanıyorlardı, Filizler, yavaş |rum.. onlarla elbirliği etmiş deyetler edecek bir âlet, bir unsur ad-)Y2V0$. büyüdüler; birer asma çubuğu! saltanatıma göz dikmişsin. ği İçin, onu büyük merasimle is -|oldular. Yapraklana yapraklana etrafa köyü eylemiş. ona, bağiı, bahçeli bir ii da zade... bir aydanberi, «Ekbatan»” y (0) dı, debdebeli bir hayat sürüyor * azab. işte bu delikanlıya kızım © karar vermişti; O, yurdundan İdi, > Kendisine sığınmış bir yabancı Yağı mevkii ne olursa olsun o, Mid- Düsbü, dince, lisan ve an'anece İrandan da b ayrı bir muhit olan Midya » miz, türan ülkesinde, emre tâbi bir ep Verda. kızını, İran şehzadesine Mi hanedan şerefini de zedele » Süğışet Harpag.. daha o gün, Siyaveşi uzandılar, Bahçedeki çiçekleri, ağaçla. ri kucakladıktan sonra saray: da sardı- lâr ve bütün şehre. sonra dört tarafa iş hükümdarın izzet ve ikramı şa. | yayıldılar, Etrasyab.. bu rüyasını da başmünec- cime tâbir ettirdi. Kâhir., bunun, eve velki rüyanın işâret ettiği İlâhi takdire bir teyid alâmeti olduğunu söyleyince, kral, büyük bir beyecana kapıldı ve içinde, kızına ve damadına karşı câni - yane hisler kabardı. Vezir Harpag.. hükümdarı, güçlükle teskin etti, O: — Şevketlim! Meydanda, bu kadar telâş etmenize bir sebeb yok! Evet.. kı» zınizın gebe olduğunu, bir ay sonra do- Buracağını ebeler söylüyorlar. Fakat kız mı.. oğlan mı doğacağı belli deği), Xi... ti, irak Kİİ ir, nir dereden su getirerek,İ Deyince, Etrösyâb, epeyce sükünet (00) Payitahtı idi, Bugünkü İrandaki « i in o saman kam Mya der buldu; fakat endişesini yenemediği in, Kızının saraya getirilmesini. do - masını emretti, , — Efendimiz, büyük bir saadet he « yecanı içindedir. Kendilerini rahat bı- rakalım. Diyerek çıkmıya davet etti. Odada kimse kalmadığı zaman, Ef- râsyâb, geniş koltuğunun içinde büs. - bütün gevşedi. Elleri yanlarına uzandı. Gözleri, tavana daldı. Bir müddet, de- rin nefesler alarak hareketsiz, mecalsiz, Kaldı. Sonra, hırçın bir hareketle doğ- ruldu; ellerini çırptı. Gelen mâbeyin » ciye: a — Vezir Harpaği çağır! Dedi. Harpag.. zaten kapının önünde bek- liyordu. Mâbeyinci çıkar çıkmaz içeri- ye girdi. Efrâsyâb.. veziri görünce, gazapia gözlerini açtı ve: Yaptığın haltı beğendin mi? Diye bağırdı. Harpag.. hükümdarın celâllanması ö- nünde, birdenbire, bir şey söyliyeme - di. Boynunu büktü; ellerini oğuşturmu ya başladı. — Kral, dişlerini sıkarak; — Söyle bakayım! İşe, senin cezanı vermekle mi başlıyayım? Beni, avut - tun, oyaladın, muradına erdin! Anlıyox benim , alçak herif! Diye bağırmaya devâm edince Har - Pağ, kendini topladı: izin, beyhude bir telâş ve endişe arasında bana hakaret etme- sini mazur görürüm. Ben. babalık duygunuzu, lekeden.. isminizin, mem- lekette evlât katili diye anılmasından kurlarmaktan başka bir şey yapmadım, Siyaveşin idamı ise. mühim bir siyasi hâdise olabilirdi. Ben, vazifemi, sada- katle ifa ettim. Bu hareketimden ce - zaya müstahak görülüyorsam emrini. ze hazırım. Diyerek cevap verince, biraz yumuşadı: — Başmünecejmin söylediklerinden biri çıktı. İşte, kızımın erkek evlâdı dünyaya geldi, Daha mı bekliyeyim? (Arkası var) Etrâsyâb (99) Kurus, şark tarihlerinin (Key - Zuruncıya kadar harem dairesinde kal-) hüsrev), 'garplıların «Gyrus» dedikleri meşhur hükümdar. | vada.. Yalovanın modası var mu, bilmiyo -İtu. Biraz ötede yemek yiyen komiser rurm ama, Yalovaya Moda adli vapurla |muavininin lokması boğazında kaldı. gittiğimi iyi biliyorum. Lokması boğazında gene yerinden fır « Heybelide eleri çıkırlıları, Büyüka -|ladı. Bay Najm (müdür) o da peşinden, dada vapurdaki en şık insanları aramız» | bende de meslek gayreti yar, bırakır mis dan çıkardıktan sonra Yalova yolcuları | yım? Ben de peşlerinde: bizbize kaldık. Bir fabrikatör var. Fab-| — Burada böyle bir şey olmaz ama. rikatör olduğunu nereden mi biliyorum? | . — Bir cinayet mi? ahbab oldum da ondan.. arabca konuşan | —. Allâh 'göstermesin!. üç genç erkekle, hem arabca, hem ingi-| || aya, göstermesin!... ekme e Öğ, Öne kala ayy hasleyoruz. Çığlıklar yükake a iğ vü din yapağıml Am İt yağaiyap ulaşabildik. Saman saçlı netmediğim bir dil konuşan dört genç) Ela ve ia MR kadın var, Erkek üç, kadın dört. Tead -| 9! güze imla ağı kadar Bağırın düdü zevcat meselesi, fakat iki karılı| — Cinayet mi? Hayır, hayır. o kadar meraka değ « bangisi onu anlıyamadım. .çünkü ortak- Sl ei eyl Pon ele il my mışmış, sâman saçlı güzel kediyi okşa « mak istemiş, kedi de elini tırmalamış, Gülüyürüm. Gene gülüyorum. Tahmir edebilir misiniz? Aynı kanapenin üze rinde az evvel de bensyatmıştım. Eğer ben! ökşatmış olsaydı, bu hâdise vukuâ gelmezdi. Çünkü ben tırmalamazdım. * Geç vakit Yalova kaplıcalarındayım: — Buyrun bayım, Hiç kimse de burada: — Sen kimsin, ne istiyorsun? Niye geldin? Demiyorlar. * «Buyrun» dan başka söz yok. — Buyrun yemeğe. Yemekten #onra bana bir fehavet gel- — Aman geç kaldınız, açsınızdır, Garson karşımda: —“Açsınızdır, bayım, çabuk yemek ge- tireyim. Yağın, yumurtanın, südün, etin iyisini yedikten sonra hakikaten İstafbuldan gelenlerin büyle şeylere aç olduklarını anlıyorüm: Ve beni. kitliktan. çıkmış ol- Mmakla itham eder gibi konuşanlara hak veriyorum, Lokanta tenha. Soruyorum: — Oteller kalabalık değil mi? — Çok kişi var. — Peki onlar yemez, içmezler mi? Melâike midirler? Metrdotel; aşağı yukarı: — Evet! Der gibi başını sallıyor. — Şimdi otelde ekseriyetle kür yap - mıya gelenler vardır. — Bunlar kür meraklıları, Hakkın var bari melâike olurlar. Manikür, pedikür- İĞ şeytanlar daha sökün etmediler de - riek' Bu sırada yanıma biri geliyor. ben o- nu tanımıyorum, ama, o beni tanıyor ga- Nba! — Çinar otelindeki 9 numarayı sizin için ayıracağım. — Pekâlâ yedik, içtik uyku vakti gel- di... di. Çam otelin, dünyadaki en büyük şemsiyeden yüz kat büyük Çamdan şem- siyesi altında oturuyorum, Burada da yan da şuracıkta. Bir bay geldi. Biraz ötemdeki masaya oturdü. Ne ise çam altı horoz olduk. Yeni gel çağırdı: —O dö Yalov Garson, etrafına şaşkın şaşkin bakın- dı; ben söyledim: — Yalova suyu istiyor. Garson ellerini uğuşturdu: — Yalova suyu olmaz ki... Masada tek başına oturan siyah saçlı bayan lâfa karıştı: — Bir şişe Karakulak suyu getir.. O dö Yalova istiyenin derhal fransızda çenesi açıldı Ben başka tarafa baktım, Siyah saçlı bâyân kazaen ona bakmak gafletinde bulundu. Öteki söyledi — Ben ecrebiyim, türkce hiç bilmem, bugün buraya geldim. Bu kadarı güzel, fakat, devam etti: Ecdadından büşladı, doğumunu anlat« tı, evlenmesini anlattı, ayrılmasını an « lattı. Fransadaki siyasi cereyanları an « lattı, radikal sosyalistleri anlattı, sosya hisleri anlattı. Kırk saatlik hafta mesele- sini anlattı. Anlattı, anlattı Otobüsün hareketini haber veren kampana çalın- cıya kadar anlattı. Saat tutmadım ama, anlatması her halde üç saatten fazla sür- dü. Fransızca geveze kalkar kalkmaz ken- dimi tutamadım. Nezsket kaidelerini fas lan filân unuttum. Tanımadığım siyahi saçlı bayana döndüm: — Geçmiş olsun, bayan! Dedim. Üç saat evvelki zifirinin öç saattir çi- Zerlerinde topladığı şehikini bir nefeste bırakan bayan: — Teşekkür ederim. Dedi. # Bülbüller ötüyor, bülbüller ötüyor, bül büller ötüyor. başka ses yok. «Saatime bakıyorum. Yedi. Bülbülleri daha yakından duymak için odamdan firlayorum. Ağaç, ağaç, ağaç, ağaç. Su, su, su, sU. Bülbül sesi, bülbül sesi, bülbül sesi.. Yalovayı bir daha görmesem, ve öm « rüm olsa (inşallah olur) yüz sene daha yaşasam, ve o zaman sorsalar; — Yalovada ne var? — Su öesi var, bülbül sesi var, ağaç var. — Başka bir şey?. — Ne bileyim, bunları hatırlıyorum. Ha ha!, — Ne, bir şey mi hatırladın? — Bir de buyrun, var. Diyeceğim... * Yalovada son akşam yemeğimi yiyo « rum, Yarın erkenden İstanbula yani mat baaya döneceğim.. İmset'in Yalova safası * da böylece bitecek! Öğle yemeği yiyoruz. Bir çığlık kop- İMSET hep bayanlar var. İşte üç bayan şurada iki bayan şurada, bir tek siyah saçlı ba- i