SEr e SO G * Son Posta » nin tefrikam ©— 29 Endülüs Şövalyesi z Abdurrahman A R. Yazma : Abdürrahman gözlerini Salihin gözlerine dikmişti bütün halkın ona niçin sihirbaz ve büyücü dediklerini ancak şimdi keşfedebilmişti Bir Arap, ona bir hazine bağışlasa, sa- kın o hazineye par» mağının ucunü - bile * uzatmasın... En bü * yük zaruret içine düşse, hattâ açlık * tan ölüm haline gel- se; gene bir Arabın yardımını kabul et - mesin, Böyle bir yaz dımla hayatını kur - tarmaktansa, mem- nuniyetle ölümü -ter c€ih etsin, — Bu kadar mı? — Evet.. onun va- siyetleri bu kadar. — Ya, İspanyol - lar., onlar - için şey söylemedi mi?.. ır. . şu halde; babamın ruhu, ta- mamile müsterih olabilir. Onun bu va- siyetlerini, harfi harfine yerine getire- ceğim, — Haa.. şimdi bunlara benim de ilâve edeceğim bir şey var. — Ne?.. — Maksat, babanın ruhunu mem - nün etmek değil mi?, — Tabil. — Öyle ise, babanın başladığı bir işi #kmal etmelisin, — Hangi işi? — Din işi, —4 Ah, babamın aziz dostu... İşte, bu yaşa geldim geleli anlayamadığım bir iş varsa, o da bu din Bunda da, mazurum. Çünkü babam bana bir ;y öğretmedi. Bilmem nedense, annem Bgaliba buna lüzum gi edi... Bir gün babama sordum: «Baba!,. İslâmlar, hiristiyanlar, museviler; hep ayrı ayrı *Allaha tapıyorlar. Acaba bunların han- gisi doğru?..» dedim... Babam, bir mi Get süküt etti. Sonra; «Oğlum!. Bun - Jarın hiç biri yanlış de Fakat ben sana sadece bir şey tavsiye edeyim. Sen; evvelâ vicdanına, sonra da kilıcı- na tap.» diye cevap verdi. İşte ben de © gündenberi benim bu iki mabuduma tapıyorum. Tapıyorum ama...... Salih, derhal Abdurrahmanın sö - zünü kesti. Anladım, oğlum.. ne demek iste- diğini anladım... Henüz bu karışık iş- | lerin içinden çıkacak yaşta değilsin. Hattâ onun için ben de sana bahsedece- ylerde mütereddidim... Eğer ba- olup da seni kâfi derecede bü- iş olarak görseydi, hiç sana bir. çok şeylerden «« Fakat o, her şeyi zama- ;,üp!'ıesiz bâahsede na terki mi? — Evet.. onun vekili... Senelerden- beri bu ücra köşeye çekildim. Onun bana telkin ettiği şeyleri tekemmül et- tirdim. Bugün, her şey hazır. Sadece, Abdürrahman, Salihin önüne çö - melmişti. Dirse Di dizlerine dayı- yarak gözlerini Salihin gözlerine dik - mişti. — Nasıl sâha?.. Demişti. — Meselâ.. İspanya gibi bir sâha... Şimdi orada, zıt hisler.. zıt fikirler.. 1t temayüller birbirlerile çarpışıyor. çarpışmadan niçin biz istifade etmiye- lim, — Nasıl istifade edelim?.. — Bu, senin için çok kolay... Genç - sin, güzelsin, bükülmez bir. kolun.. ye - nilmez bir kılıcın var. Kudretli bir peygamber olabilirsin, Abdürrahman, daha kuvvetle gözle- rini Salihin gözlerine dikmişti. Bütün halkın ona niçin frbaz.. büyücü) dediklerini, ancak şimdi keşfedebilmiş- ti, Abdürrahman, birdenbire yay gibi yerinden sıçramıştı. Ellerini, böğürle - - fişkarıyordu. Sokaklarda, kalabalıklan rine dayıyarak uzun bir kahkaha bas - mıştı. Sonra: — Ben.. ben peygamber hâ... Ah ba- bamın dostu!.. Benim gibi bir peygam- ber kullanırsan, hiç bir zaman iyi bir mabut olamazsın... Şunu düşün ki; ben; vicdanıma ve kılıcıma tapmaktan, çok memnunum. Bırak, böylece kalayım. Ve sadece babamın vasiyetlerine sada- kat göstermiye çalışayım... Anlıyor! bu dinin niçin icat edilmek istenil ni anlıyorum. İntikam, öyle değil mi Âlâ. Bu intikamı, unutmıyacağım. Fa- kat babamın.. senin.. belki de bütün Berberilerin intikamını alırken, hiç bir zaman gizli bir silâh kullanmıyacağım. Yıldırım, bana kâfi gelecek O, ben, ve vicdanım.. emin ol ki, bu üç kuvvet; o gizli dinden daha fazla iş görecek.. Allaha ısmarladık, babamın dostu. Diye bağırdı. * BİR ŞENLİK GECESİ Kürtaba şehrinin her tarafından nur geçilmiyordu. Her cins ve her millet - ten mürekkep insan kütleleri, şehrin cadde ve sokaklarını dolduruyor.. ve bütün bunlar, gürültülü bir sel halin- de, umumi meydanlara döğru akıp gi- diyordu. Şehir, baştan başa donanmıştı. Her tarafta, şehrin servet ve zinetini gös- teren bir haşmet vardi. Balkanlardan tengârenk halılar, şallar, kumaşlar ve çiçekler sarkıyordu. — Pencerelerden, duvalardan; caddelerde ve sokak baş - larında kurulan - taklardan, ce kandiller sallanıyor.. ve bun'ardan, cöş- kun bir ışık dalgası taşıyordu. Her taraf; bir ses ve kahkaha tufanı içinde idi. Kolkola giren gençler, hep bir ağızdan şarkılar iyerek bü; r neşe ile (büyük meydan) a gitmek- lerdi. Bütün bu insan akınının içine, tek başına bir genç te karışmıştı. Uzun boy- lu; geniş omuzlu, dik ve mağrur bir da İle ağır ağır yürüyen bu genç; bi tün gelip geçenlerin nazatı dikkati! i| lbediyor.. bütün başlar, ona doğru| çevriliyor.. gözler, bir müddet onu ta- kip ediyordu. Sol elini kılıcının kabzası üzerine| sımsıkı yerleştirmiş olan bu genç, et - rafındaki halkın kendisine gösterdiği alâkaya zerre kadar ehemmiyet ver - miyor.. Kalabalığı dirseklerile yara ya- ra ilerliyördu. ( Arkası var ) FAKAT HS Şon Posta LÂN. İ » DİR %KII&KEVİ HERGÜN DOLAŞIR.. “ Son n z !IL’ Barbaros Dümenci eski bir dümenciydi.. Barbarosun bu hikâyeyi omuz sil - kerek - karşıladığını gördü: gaların istediği kur- let gibi, her yıl ver- gilerini muntazam almak isterler, Hızır bey! Eğer (Ölüm Burnu) ndan geçer- ken, bu korkunç dal gaların istediki kur- banı vetmezsek, bir kurban yerine yüz - lerce kurban vere « ceğiz. Gemilerimiz » den hiç birini kur » tarmak kabil oli » yacak. Barbaros elini şa- kağına koymuş dü - şünüyordu: — Ben vergi ver. alışmadım, İdaremde memleker ler bana vergi ve - Posta ,, nın büyük deniz romanı :40 Korsan Peşinde Yazan : Celâl Cengiz Korsikoya yaklaşmıştı rirler. Bâhususz bir insan vergis:.. bunmr| Doğan Bey Mehmedin yanına sokul- |denizcilerden bir tek adam var: Ami “ yapamam! Kazaya boynumu eğer, ge-|du. çerim, R * Doğan bey uyanınca.. Barbaros kaptan yerinde dolaşıyor - du. Yedek kaptan istirahate çekilmişti. Doğan Bey esniyerek uyandı: — Nerdeyim ben..? Kendi gemisindeki gemicilerin adla- tını sayarak bağırdı: — Ahrmet... Çolak Hüseyin... Köroğ- bağlıdır. lu.., Boynu yırtık Mustafa... Nerdesi - niz? Kuru sedirin üstünde yatmaktan kas|halda tedbirli davranmak gerek. burgaları tutulmuştu.. omuzlarını u - ğuşturarak yerinden kalktı. Başını te- pesindeki halat yığınına çarptı. Doğan Reis hâlâ sarhoştu.. Ayılamıyordu. — Ne kadar çok içmişim... Diye mırıldandı. — Fakat burası neresi? Benim kama- ram bu kadar dar değildi. Ben zara sokar gibi, bu deliğe nâsıl atmış- genç kaptanın yüzüne baklı: lar? Alaycı bir ses işitti: — Geminin battığını ne çabuk unut- tun, aslanım?! Doğan başını arkaya çevirdi.. — Vay, sen misin, dümenci Mehmet? Yahu ,beni bu mezara kim soktu? Ke - mikl kırılmış tahtaların üstünde yatmaktan.. — Orası benim yatağımdır, gö: Sana onu ikram ettiğime şükret! Böş yer yok gemide. Geceyi ya anbarın bo- ucu havası hud güvertede dalga ve rüzgü da geçirecektin! — Barbarosun kamarasında rneden ya tırmamışlar beni? Dümenci Mehmet gülümsedi: — Orada dişi misafir vardı.. bilmi « yor musun? Doğan Reis hafızasını yokladı.. Dalgın dalgın etrafına bakındı.. Düşündü.. — Ben çok sersemlemişim, Mehmet- ciğim! Benimle alay etmekte haklısın! Korsikaya yaklaştık mi? Dümenci Mehmet elile uzak sahilleri ö rek: te, dedi, (Ölüm Burnu) göründü. ını dönünce Korsika İlmanına va- racağız. Güneş epeyce yükselmişti. Dümenci Mehmet, Doğan beyi yanı- na çağırdı: — Buraya gel istersen.. biraz hava alır, çabuk açılırgım! Ve kendi kendine söylendi: — Barbarosun kamarasında sakladığı eski şaraptan Allah düşmanına bile na- sib etmesin. O zikkımı ben de ne za - man içsem, kırk sekiz sagı başımı kal- dıramam., İN | aa Deniz çok dalgalıydı.. ral Alvaro, Onu da pek &âlâ biliyorsun ki, Halkulvad kalesinde bıraklık.. ne Kaptan yerinden Barbarosun gür se-|zaman donanmasını düzdü..? Ne vakit si işidiliyordu: — Yalpa şiddetleniyor.. dikkat! Mehmetle Doğan bey yavaş yavaş konuşuyordu: — Korsikaya varır varmaz sahile çı- kacak mıyız? — Onu Barbarostan başka kimse bil- mez. Sahile inip inmememiz vaziyele — Ne o.. bir tehlike mi umuyorsun? — Yococok. Tehlike değil ama.. her Tedbire ne ihtiyaç var?! Otuz gemiye yakın bir kuvvetle Korsika lımanına girince, bize kim ne yapabilir? — Elden üstün el vardır, Mehmetci- ğim! Oraya varınca yetmiş seksen ge- miden ibaret bir İspanyol donanmasile karşılaşmamız ihtimalini ben her za -« man düşünürüm. Dümenci Mehmet gözlerini süzerek — Duyduğun bir haber mi var yok- sa? Bu endişeye sen ehemmiyet ver - mezdin! layır... hiç bir şey duymadım. in ediyorum. Fakat, ıF mevsimsiz - bir| fahmin bu. — Neden?.. — Çünkü İspanyolların güvendiği yola çıktı..? Olacak iş değil bu. Sen yelkenlere|boş yere endişe ediyorsun! Doğan bey mütemadiyen esniyordu: — Sana çene yarıştıracak halde de* ğilim şimdi, Mehmet! Başım hâlâ dö * nüyor. ( Arkası var ) bereeeenenaLErErrEraaA ) Nöbetçi Eczaneler Bu gece nöbetci olan eczaneler şunlar - dır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda : (Ziya Nuri). Bayazıdda ? (Asador). Fenerde : (Hüsameddin). Ka- ragümrükte : (Sund), Samatyada : (Rid- van). Şehzadebaşında : (Hamd. B - yüpte : (Hikmet Atlamaz). Eminönünde: (Bensason), — Küçükpazatda : (Hikmet Cemil). Alemdarda : (Bşref Neşet). Ba- kırköyünde : (HilâD. Beyoğlu cihetindekiler: İsuxlal caddesinde : (Galatasaray). Tü- nedbaşında : (Matkoviç). Galatada : (Ye- niyol). Fındıklıda : (Mur Nail-.Cum- huriyet caddesinde : (Kürkelyan). Kal- yoncukulluğunda : (Zafiropulos). Firuza- Bada : (Ertuğrul). Şişilde : (Asım). Be- Şiktaşta : (Süleyman Recob). Boğaziçi ve Adalarda: Üsküdarda : (Ömer Kenan). Barıyerde: (Nurl). Kadıköyünde : (Sıhhat, Tufat). Büyükadada : (Halk). Heybelide : (Ta- nuş). ÇOCUK PODRA$ Alelâde TUVALET veya TALK pudrası değildir. O bilhassa çocuklar için ha- zırlanmış ve çoçuk hifzıssıhhasına tatbikan PERTEV PUDRASI yapılmıştır. OCUK kullanan analar onu reklâm etmeği / memleket borcu bilmekte ve bize hergün binlerce teşekkür mektubu göndermektedirler.