SON PÖSTA eZ “ Son Posta ,, nın büyük deniz romanı :37 BARBAROS Korsan Peşinde, Yazan : Celâl Cengiz »-.., * Son Posta « nan telrikası | 26 Endülüs Şövalyesi ' Abdurralıman A R. Abdürrahman on sekiz yaşına geldiği zaman bulunduğu yerde ve civarında temayüz etmişti. Harükulâde kuvveti ile dillere destan olmuştu Yazar: Kontarinonun göbeğine kadar uzanal! Küçük Abdürrahman; — Aramıza karışan bu şehirli Mk atlıktan sonra: m?.. — Nasıl baba?.. Bu oyunu beğendin) Diye bağırmaya başladılar... Bana, bir kahkaha ki: mi?.. Diye sormuştu. kim olduğumu.. buralara niçin geldi - ğimi sordular. Ben, her şeyi doğruca KüçuıAbdümhuun.birıünhir-ıöyledim. denbire ortadan kayboluvermişti. Or - — Beni de alın; beraber götürün. talık birbirine girmişti. Tarif ile Zehra,| Dedim. Fakat beni götürmediler. O- çıldıracak hale gelmişlerdi. radaki köyün adamlarına teslim etti- Bu buhran, tam yirmi dört saat de -|ler. vam etmişti. Sonra, gecenin karanlık - — Bunu götürün, anasına babasına ları arasından Abdürrahmanın sesi işi-| teslim edin. tilmişti. Dediler... Fakat ben, onların beni Küçük yaramaz; Çöl Berberilerinin| getirmelerini — istemedim. Usullacık bir şarkısını bağıra bağıra söyliyerek|kaçtım. Buraya geldim. kayalıkların arasındaki yokuşu çıkı -| Zehra, dayanamamıştı: yor.. bu şarkı arasında da: — Oradan buraya kadar yalnız mı — Hey.. köşktekiler!.. Açın kapıyı..|geldin?.. Diye ben geldim... Ben Abdürrahman... Diye söyleniyordu. ” bağırmıştı. Abdurrahman, büyük bir sükünetle Tarif ile Zehra, kölelerden ve cariye- |(cevap vermiş: lJerden evvel koşmuşlar; kapıyı açmış- lar.. çılgın bir sevinç ile Abdurrahma- nı kucaklamışlardı. Küçük yaramaz, onların bir söz bile söylemesine meydan vermeden kendi- si söylemeye başlamıştı: — Ben, nereye gittim, biliyor musu- nuz?.. Tarnif ile Zehra, merakla sormuşlar- di: —RNereye?.. — Çöle.. hani bana, masallarda söy- lüyordunuz.. — develerin — memleketi yok mu?.. İşte oraya gittim. Tarif, Zehra ve oraya toplanan köle- ler, cariyeler; hayretlerinden dona kalmışlardı... Abdurrahman, — yalan söylemiyordu. Tepeden tırnağına ka dar töz toprak içinde keldiği için uzak bir yoldan geldiği anlaşılıyordu. Tarif, onun önüne çömelmiş; islieva- ba girişmişti: — Hangi develerin memlekeli, oğ - Jum?.. — Bilir miyim, ben.. uzak.. çok u zak... Ortada bir kuyu. Etrafında hur- ma ağaçları. Sazdan kulübeler, Sıra sı- ra çadırlar. Çadırların aralarında kıs- raklar.. taylar.. mini mini deve yavru- ları dolaşıyor. — Peki.. seni oraya kim götürdü?.. — Kimse götürmedi. Ben, kendim gittim. - — Nasıl gittin, oğlum?.. — Bir kızın arkasına takıldım git - tim... O kızın gözlerinde öyle bir sey vardı ki... Beni oraya kadar çekti.. gö- türdü. Dinleyenler, hayrette kalmışlsrdı. Derin bir süküt içinde, sözü tamamen Abdurrahmana bırakmışlardı. Abdurrahman, en saf ve masum bir lisan ile, macerasıni şöylece anlatmış- |: tız — Yeni doğan taya boncuk. almak .|ra hayret veriyordu.. en çetin ka r üzerinde at sürdüğü zaman onu - renler, ellerile gözlerini kapamıya — Evet.. yalnız geldim... Gece, kâr- vandakilerden güzel sesli birinin söy - lediği şarkıyı söyleye söyleye, yalnız başıma geldim. Tarif, derhal Abdurrahmanı, kolları- nın arasına almış.. bir tüy gibi kaldir - mıştı. Onu köşkün — merdivenlerinden yukarı çıkarırken, Zehraya dönerek: — Bu çocuk; çok Mmaceraperest bir adam olacak. Diye mırıldanmıştı. * Abdurrahman; on beş yaşma geldiği zaman yalnız (ÂAksel) köyünde değil; oraya pek yakın olan (Tamsnan) şeh- rinde de temayüz etmişti. Harikulâde kuvveti, dillere destan -lolmuştu. İki parmak kalınlığındaki de- mir çubukları bir tel parçası gibi bü - küp atıiveriyor.. boynuzlarından yap'ş- tığı en gürbüz ve kuvvotli öküzleri, boğaları bir hamlede yere çarpıyorda. Vücudü bir kaplan gibi çevikti üzerinde gösterdiği maharetler akıli mecbur kalıyorladı. Babası Tarif, ona düz ve uzun bir |kılıç hediye etmişti. Ve o zaman da kı-| |ç kullanmanın bütün sırlarını öğren- men asalım herifi. reişti. Abdurrahmanın kılıcına muka - yemet mümkün değildi. Şehrin en namlı mübarizleri onunla bir çok mü-, sabakalara girmişler.. fakat her defa - sında ellerinde yalmız kılıçlarının kap- sakalını kökünden kesmişlerdi Kenarda bir halat yığınına dayanmış ihtiyar bir adam dizlerinin üstünde tir tir titriyordu... Bir elini yüzüne gö - türmüştü.. Besbelli (Sarıböceğ) i gör- memek için elile gözlerini kaptyordu. Barbaros bu adamın yanına sokuldu: — Siz ailece yaman adamlarmışsınız, Kontarino; Papa hazretleri, maiyetin « deki rühban sınıfını hep böyle sizin gi- bi şakilerden seçiyorsa, ileride kendi * sile çok uğraşacağız demek, Kontarinonun göbeğine kadar uzamış! olan sakalını kökünden kesmişlerdi. O şimdi iri, uzun boyu ve hain bakışlari- le tam bir altın kaçakçısını andırıyordu. Onun rahip olduğuna yüz tane, bin ta- ne şahit gerekti. Kontarino bir aralık yalvarır gibi göğsünü iğerek garip bir vaziyet aldı: — Bu delikanlıya yazıktır.. Onu af - fetseydiniz, siz kazanırdınız! Barbaros: — Ne demek istiyorsun? dedi. Ye - ğenini ölümden kurtarmak için yeni bir desise mi bu da?.. — Hayır. Acı hakikatler karşısında insan desise ve hileler düşünemez. Ye- ğenim sizin işinize varıyabilirdi. Ma - demki Korsikaya gidiyorsunuz!.. — Ey... Ne yapabilirdi bize? — Korsika çok tehlikeli bir yerdir. ) üm orasını çok iyi tanır... Ora- daki kaçakçılar sahillerde içi oyulmuş kayalar içinde yaşarlar ve siz onları keşfedemezsiniz! Yeğenimin orada bi çok dostları da vardır.. Size tehlikeli | kaçakçıları tanıtır.. Onların mahzenle- | rini gösterir. Orada böyle bir adama çok ihtiyacmız olacak.. Doğan Reis kardinalı dinliyordu. Söze karışarak: — Bunların hepsi de (Sarıböcek) i| kurtarmak için söylenmiş sözlerdir, de- | di, benim forsalarım arasında Korsi » kayı tanıyan bir çok kimseler var, Bu canavara minnet etmeğe değmez.. He- Barbares işi uzatmak istemiyordu. (Sarıböcek) gözlerini yere dikmiş, hakkında verilecek hükümleri bekli - yordu. İdam mahkümunun boynuna ipi tak- zesi kaldığı halde, müsabaka sahasını eylar... terketmişlerdi. Abdurrahmanın temüyüzüne sehep, yalnız bu meziyetleri d tarafta bu kadar yüksek şöhre! temin eden başlıca âmil; gürbüz vücudürün göz alıcı tenasübü, ve he ğü har güzelliği idi. 'Temsnanın genç kadınları ve kı için köye gitmiştim. Orada, vere çök -|onun için bir haylı şarkılar ve tür müş Gevelerin arasında benim kadar |ler düşmüşlerdi. Berberi şairlerinden bir kız gördüm. Kıza, beni deveye bin- (bazilârı bile onun hakkitıda bir kaç şiir dirmesini söyledim. Bana yardım etti. | söylemişlerdi. Çökmüş develerden birinin üstüne bin: dirdi. Deveye binmek, hoşuma gitti... Artık onunla ahhap olduk. Orada e « peyce zaman, onunla oynadık, Bana, külde pişmiş ekmek yedirdi. Ben o ek- meği yerken, bir çok kadınla etkek geldi. Deyelere yüklerini yüklettiler. O kızı da alıp gittiler... Fakat o kızın gözleri pek çok hoşuma gitmişti. Ve bu ayrılık da, bana çok güç gelmişti... Kârvan, kayboluncaya kadar, gözleri- mi kırpmadan, onların arkasından baktım. Sonra; o ayrılığa dayanamıya- rak, kârvanın arkasından kaşmaya baş- ladım. Ortaliık karardıktan sonra, kâr- vana yetiştim. Fakat, karanlıkta kızı göremedim. Artık ben de, kârvana ka- Şairin biri, şiirinin sonlarını: (Hüsnü cemali, Cenabıhakkın kur'a- nında bile methüsena edilen( Yusuf peygamber), acaba dünyaya bir daha mı geldi?..) Diye bitirmişlerdi. Diğer bir şair de, onun ala binişini, silâh kullanışmı uzun uzadıya tasvir ettikten sonra: (Abdurrahman, öyle bir süvarı, ve öyle bir cengâverdir ki; (at) denilen mahlük yaradılab.. ve (silâh) denilen şey de icat olalı onun tek bir misli gö- rülmemiştir... Fakâat insanların kalbine sihirli bir ok gibi saplanan kirpikleri.. bilmem ki, bunlara ne demelidir.?) ( Ey Abdurrahmanın düşmanları.. rışarak yola devam ettim. Nasıl ols: sabah olacak.. ben de o kızın o güzel gözlerini görecektim... Kârvan.. işte o dediğim yere kondu. Biraz sonra da sa- bah oldu. Kârvandaki adamlar beni gördüler, Hemen yakaladılar. | Halkevleri MANİLER — Tulüt Mümtaz Yaman tart- fından Kastamonuda - toplanmış — manileri havi bir eserdir, Kastamönu Halkevi tarâ - fından neşrolunmuştur. size şimdiden söylüyorum. Ondan kor- kunuz, titreyiniz. Sakın onun karşısına çıkmak cür'etini göstermeyiniz. O sizi elindeki silâhından evvel, bir tek bakı: şı ile biruh olarak yere sermiye kâfi- dir. Eğer bana inanmıyorsanız, şehrin 've çöllerin genç kızlarına sorun...) Diye, bir çok beyitler söylemişti. Şehirde, hemen her gün ve her gece; arasında sık sık şu ' Barbaros yelkencilere bağırdı; — Çekin ipi yukarıya.. Ve ipi direğe çekmeğe başladılar. (Sarıböceğ) in ayağı yerden kesildi.. İri vücudu birden uzadı.. Pelteleşti.. Dili sarktı. Gözleri döndü... Bir kaç saniye deprendi.. Bacakları. n titretti. Çabuk ökdü. Kontarinoyu, koluna girerek forsa - ların yanına götürdüler, Daoğan Reis: — İşte, adalet böyle olur.. Suçlu ce- zasını gördü. Diye homurdanarak bie kenara da«| yandı.. Doğan Reis çok yorgun ve heyecan - hydı.. “(Sarıböcek) geminin direğinde sal « Jarıyordu, eli Ka - ;gq——_â I_Nöbelçl Eczaneler Bu gece nöbetçi elan eczaneler şunlardır: İstanbul cihelindekiler: Aksarayda; (Ziya Nurl). Beyazıtta; (Ce- mil). Fenerde: (Hüsameddin). Kava - gümrükte; (Arif. Samatyada: (Rıd - van). Şehzadebaşında: (1. Hakkı). Eyüp- te: (Arif Beşit). Eminönünde: - (Beşir Kemal), Küçükpazarda: (Necati Ah - met). Alemdarda: (Bsat), Bakirköyün - de: : (Hamdi), Beyoğlu cihetindekiler: İstiklâl caddesinde: (Dellâsuda). Gala - tada: (Hüseyin Hüznü). Taksimde: (Li- monciyan). Pangaltıda: (Nargileciyan). Beşiktaşta: (Süleyman Recep). Boğariçi ve Adalarda: Üsküdarda: (İmrahor), Sarıyerde: (Nu » 4 ae gençler, ihtiyarlar, kadınlar, erkekler|| ». Kadıköyünde: (Modai, (Merkez). — Herhalde bizden küvvetli değiller. mühavere geçerdi:|| Büyükadada: (Şinasi Rıza). Heybelide: dir, » (Arkan var) & Doğan atıldı: z KUK Bt ni di lklen ni B |geçirebileceğimi sanmıyorum. Barba - jzos şüphesiz bana bir başka gemi ve - |çek, çocuğunu kaybeden bir baba gibi Güneş batmak üzere idi.. Enginlere| — Biz, öyle üç beş kıçıkçıdllwv. düşen bulutlar gittikçe esmerleşiyor -|cak insanlar mıyız? Şu denizde sirs 4 du. lanmış gemilerimize hele bir b*—” Rüzgâr bazan hafif, bazan sert esi -İna kalsa, bu kuvvetle çoktan Vi yor.. Dalgalar, rüzgâr sertleştikçe coşu-| boylamıştım. , yor ve gemilerin teknelerini dövüyor «| — Jüzetta cevap verdi: , du. — Ne yapardınız Venedikte?. ı)q 4 — Senato âzalarına iki saat verirdim: Şehrin teslimini isteri Jüzetta vücudünde hafif bir duydu. ğ Sıklmasaydı: «Sen ne müthiş İf ” | Doğan Reis gözlerini engine çevir - miş düşünüyordu: — İstanbuldan ayrılalı tamam yedi yıl oldu. O zaman yirmi beş yaşında a- cemi bir gemici idim. Cezayire gel - İ dikten sonra, bin bir tccrübe gördüm..| İAtsin!» diye bağıracaktı. ; Venediklilere esir düştüm.. kaçtım.| Barbaras, Doğanın - sözlerinden * İspanyollarla dövüştüm.. — yaralandım. | haşlanmıştı. Şimdi de büyük ve tehlikeli bir sefer| -- Venediği işğa) etmek kolay € yapıyoruz.. yarın ne olacağız belli de-|dedi, fakat mademki kendinde DÜ . Çocuğum kadar sevdiğim biricik Sareti görüyorsun.. donanmamız ÜÜ 4 | gemimi de batırdılar. Şimdi, çocuğunu | düğü zaman bu işi başarmak da güç S| kaybetmiş bir baba gibi üzgün ve muz- | Mıyacak. “ı,[ taribim. Bir daha böyle bir gemi ele| Jüzetta kantanların kadehlerini 'A’l * rar doldurdu: N — Böyle iki deniz kartalının, memleketlerin mukadderatı üzett fikir yürütmeleri insana ne büyü€ yecan veriyor. Cezayir lı.m'sılll—“l bu. hakikatii Venediği zaptetmesi.. Ki bir fikir halinde bile olsa, tarihe # cek bir hâdisedir. Jüzetta bu sözleri söylerken DVV beyin gözünün içine bakıyordu. Barbaros düşüncoliydi.. bi İki gencin gözlerinin birdenbir “Ç le birbirine takilivermesi tecrübeli * niz kurdunun nasılsa gözünden M' Z| recek.. fakat, benim kırlan; | dar yollu, ne kadar sevim! Doğan rex gemisini hatırladıkça, ger- gözleri sulanıyordu. Bir müddet dalgın dalgın enginlere baktı.. saatler geçtik- çe esmerleşen pembe bulutlar tamami- le kayboluncaya kadar otusduğu yer- den kımıldamadı. Barbaros kaptan yerine çıkmış, sa - ğindan solundan kendisini takip eden gemilere talimat veriyordu: «Korsika sularına yaklaştı Toplu bir halde gidelim. Birbirimizden uzak- laşmıyalım. Hepimiz bir mil mesale içinde bulunmağu mecburuz.» Doğan veis bu işaretlere dikkat edi- yordu. Bir aralık kafasının içinde şim- L em.* şek sür'atile şöyle bir ihtimat geçti: — |ki yakıcı rüzgârlar bir türlü sil « — Acaba Barbaros uzaklarda bir|ti. . düşman kuvveti mi sezdi?» O Cezayire geldiği gündenberi, Y Fakat biraz sonra gemiler bir araya|naklarının kırmızılığını muhafazâ gll toplanıp ilerlemeğe başlayınca, bunun | yordu. Bakışlarında da genç bir ::’ bir ihtiyat tedbirden başka bir şey ol-|çıldırtacak kadar kuvvetli bir madığını anladı.. vardı. AĞAT K İki gencin nazarları birbirine “'; ' kalktı.. d SNY A dığı zaman, Jüzettanın kalbi ça İ — Reis! Ne zaman yemek yiyeceğiz? $ ö Barbaros: başlamış.. Doğanın da yanakiarı ali — Oturduğun yerde biraz daha bekle| bi kızarmıştı. B beni, Şimdi rotayı yedek kaptana verip Bu bakış, ikisinin de yıuekM"d ineceğim, teşliyen büyülü bir bakıştı. Diye cevap verdi. (A Yaşlı bir kaptan bu sırada vardiyaya ——— çıkıyordu. Barbaras denizde herkesten | sonra yemek yerdi. Bazan da hiç ye- Bir Dmun meden, kaptan yerinde sabahlardı. Günlük Notlarından Verem Ve çocuklar Veremli ailelerde yeni doğan derhal o müuhitten uzaklaştırılmasi zamadır. Bunu muhakkak olarak şarttır ki insan veremi büyükkel küçükken kapar, Büyükken verefi | mak imkânsızdır demiyorum. Fakat Ç| küçük iken ciğerlerinde mahpus | yok tse bu eldden enderdir. Hastâ ve yahut babalar ve yahut evdeki ; müteverrimler gayri ihtiyari otarak ' ğu seveceklerdir. Ne kadar dikkât timam edilse öksürükle her tara(l ll yılan ve saçılan zerrat arasında "- roplar mevcuttur. Bu esasen zayıf D e| rak doğan çocuğun vücuduna d;:/ lur. Ve sonra günün birinde ya Doğan Ris çok yakışıklı bir ti.. Yaşı otuzu geçmişti.. fakat ylld- larındaki penbeliği Alrika kıyi yerinden rkası VZ ... Barbaros, Doğan reis ve Jüzetta Barbaros yerdeki halınin' üzerine uzanmıştı. Doğan reis de yerde bağdaş | kurmuş.. Jüzetta şarap kadehlerini dol- | duruyor.. ortada bir toprak tencere i *i çinde haşlanmış balık. ekmek.. ve bir testi su duruyordu. Jüzetta kadehleri doldurduktan son- ra, Doğan reise: — Geçmiş olsun, dedi, bugün bir kaza atlatmışsınız! " — Evet.. atlattık ama, hainin de ce- zasını verdik. Barbaros bu mevzuun kapanmasını ister gibi görünüyordu: — Acaba yarın sabah Korsika açık - larına varabilecek miyiz? diye sordu. Doğan: A — Rüzgâr dinmezse güneşten biraz sonra varacağımızı umuyorum, Dedi, Jüzetta, Barbarosa sordu: — Korsikaya varır varmaz sahile çı- kacak mısımnız? — Orasını şimdiden kestiremem. — Kaçakçılar Korsikayı sarmışlar - sa? büyük keli bir hal alır. Hasta ana ve babanın ı.'oeıım“"; | tanın sirayet vaziyeti kat'i olarak Ş edilinelye kadar yanlarından “':.Ü tırmaları çok tedbirti ve ihi K reket olur. Çocuk için bunda