TTİHAT VE TERAKKİNİN SONU Talât, Enver ve Cemal nasıl kaçtılar, nasıl öldüler? Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Emrivakii kabul ve hazmedemiyenlerin :: şuurlarının altında yaşıyan — tek bir his vardı: Mücadele Bir müddet sonra cemiyetin peri- #an olup gitmiş bulunduğunu söyle - mek fazladır. Bu misali, o günlerde bi- lerek, bilmiyerek, ihtirasın her türlüsü- nüön gözleri nekadar bürümüş olduğu- nu göstermek için zikrediyorum. Mustafa Kemalin ismi duyuluyor O günlerde Türkiyenin istikbali hergün biraz daha artan bir karanlık içine gömülür ve milli unsur parça par" ça ayrılırken Mustafa Kemal Peşa is - mi tekrar ağızlarda dolaşmıya başla - mişti. Nasıl oldu? Bu isim meydana nasıl çıktı? Bunu ne hatırlıyorum, ne de anlayabiliyorum. O günlerde yalnız şu, intibar muhafaza edebiliyorum ki, bir kısım insanlar için bu acıklı mağ- lübiyeti, o zamanki hükümet rezaletini ve Türkün, hattâ Türk ismini taşıyan bir takım bedbahtlar da dahil olduğu halde, herkes tarafından bu derece tahkir ve tezlil edilişini hazmetmek kabil değildi. Bunlar, tutunacak küçük bir nokta arıyorlardı. Bunu buldukları gün, her ne bahasına olursa olsun mücadeleye devam edeceklerdi. Nasıl mücadele ? Bunu bilmeğe, tahmin etmeğe, derece- sini ve genişliğini ölçmeğe akıl kâfi gelmiyordu. Onlara « ne yapacaksı - nız?» diye sorulduğu zaman verilecek müsbet bir cavap bulamazlardı. Fakat, emri vakü, oldu bittiyi, öylece kabul ve hazmedemiyenler için, şuurlarının altında yaşayan tek bir his vardı: Mücadele, «Mustafa Kemol Paşav izminin bir takım insanların ağızlarında dolaşmıya başlamasını ben ancak, bu hissin do- Burduğu bir hâdise olarak izah edebi- Liynmm. Tıpkı Tevfik Rüştünün bana bah - tettiği gibi, bir gün, Yunus Nadi de bu bahsi açtı. Biz onunla Teşvikiyede karşı karşıya oturur ve ekseriya ak - şamları da buluşarak konuşurduk. Gene böyle bir akşam, onunla dertle- Şir ve muhtelif şeyler üzerinde hasbı- hal ederken bana dedi ki: — Bu derde karşı devayı ne bizim bu Teceddüt firkası bulabilir, ne de başka bir suretle toplanmamıza imkân Yardır. Derdin devasını bulsa bulsa Mustafa Kemal Paşa bulabilir. Nadi, Selânikte, hayli zaman, Ru- Mmeli gazetesinin yazı işleri müdürlü - ğünde bulunduğu sırada onu tanımış, onun kuvvetlerine hayran — kalmıştı. #*Gidip kendisini bir görelim!» dedi. 'eya ertesi, yahut daha ertesi gün kendisini gidip görmeğe karar verdik. O zamana kadar kendisini yalniz bir defa, bir kaç dakika görmüş ve gözle- Tinin tesiri altında kalmış olduğum bu kumandanı, Beyoğlunda oturduğu bir TAKVİM NİSAN 19 Res:al seno) Rumt seno 18653 Nisan Arıbı ınua Kasun 168 —İ! operatör — Halit Tevfik Paşa pansiyonun küçük salonunda ikinci de fa gördüğüm günü hiç unutmam: Nazik, mültefit, mütevazı, kumandan- dan ziyade sivil bir mönör halile, bizi kabul etti. Şakayı sevmiyen bir ku - mandan gibi sert, hakikt bir fikir ve cemiyet adamı gibi tatlı ve yumuşak bir dille, bizimle bir saat kadar konuş- tu. Kuvvet ve iman dolu bir kafa Bütün sözlerinde — hareketlerinde | « kuvvet ve ümit ifadesi vardı. Sade kuvvet ve ümit değil, kuvvet ve iman sanki hep onda toplanmış — gibiydi. Öyle söylüyor, öyle anlatıyordu ki, sanki memlekette hiç bir şey olmamış, hiç bir şey yokmuş gibi, kuvveti bir| kere eline aldığı gün davayı halledip| bitjreceğini zannederdiniz. Bir yandan murdar ruhlu bir. hükümdarla, diğer taraftan onun etrafındaki yaşamak için leş arayan kargalar ve nihayet Türki- yeyi parça parça lokma yapmak iste - yen galiplerle yapılacak bu mücadele, onun gözünde hiç bir şey — değildi. Dört senelik harp içinde, her şeye rağ- men, kendi kendisini cihan harbinin en büyük kumandanı olmak üzere meydana çıkarmış ve kafalarla kalb - lere yerleştirmiş olan bu kudret, ümit we imanından hiç bir şey kaybetme - Bu günkü Program 19 - Nisan - 937 - Pazartesi İSTANBUL Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi 12,50: Hava- dis, 19,05: Muhtelif plâk neştiyatı, Akşam neşriyalı: 18.30: Plâkla dans musikisi. 1030: Afrika avı hatıraları: 8. Belâhaddin Cihanoğlu ta- rafındar Rafat ve arkadaşları tarafın - dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 20: Ö- mer Rıza tarafından arubca söyler. 2045: Bafiye ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları. Saat âyarı. 21.15; Or- kestra, 2815: Ajans ve borsa haberleri, 22 90: Plâkla solalar, opera ve operet parçaları. Yarınki 20 Nisan 997 : Salı İSTANBUL Öğle neşriyatı: 19,30: Plâkla Türk musikisi, 12,540: Ha « vedis, 1305: Mubtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 17: İnkilâp dersleri: Üniversiteden nak - len Yusuf Kemal Tenğirşenk — tarafından, 18.30: Plâkla dans müsikisi, 19; Ço- .cul Ezirgeme — kurumu namına konferans, Ziya, 1930 — Eminönü | Halkevi sosyal yatdım şubesi namma kon - wleınm: Operatör Sırrı (Bvliliğin muhtelif İcepheden tetkiki), 20: Belma ve arkadaşları İtarafından Türk müsikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza taralından arapça söylev, M45: Cemal Kâmll ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat â- yarı, 21,15: 8. ilyatrosu dramı kısmı (Antar), 2915 Ajans ve borsa haberleri, 2230: Plâkin sololar, opera ve operet parçaları, |Nıııl? Onu anlamak - kabil gildi. Fakat, hissediyorduk: O muvaffak olacaktı! Muvaffak olması için kuvveti eline mişti. O, her giriştiği muharebeyi na- sıl kazandıysa, nasıl en ümitsiz dakika- da, kumandasındaki askerin kaybol - muş talihini geri çevirmişse bu yeni mücadelede de ayni şeyi yapacaktı. değildi. geçirmesi lâzımdı. Onu eline geçirdiği gün her şeyi yapacak, milletin mu -| kadderatı üzerinde hâkim olan şea - met şeytanını yenecekti. Onun ümit ve teselli veren sözlerinin tesiri altın- da, içimizde kuvvet ve cesaret bula - rak kendisinden ayrıldığımız zaman Nadi ile birlikte karar vermiştik: Tev-| fik paşa, kabinesinin programını mec- liste okuduğu gün, ona mecliste itimat | Teyi verilmemesini temin etmek. Bu nın yeni kabine kombinezonunda hâ- kim bir rol oynaması imkânı olacaktı. Tevfik paşa gibi adamların o dakika da hiç bir şey yapmalarına imkân yok- tu. İşler, hiç olmazsa kısmen, Mustafa Kemal paşanın eline geçtiği takdirde ise onun pek çok şeyler yapacağı mu- hakkaktı. (Arkası var) Be!gmd kaleıı'nde Türkün iyi ruhunun Ebedi bir âbidesi (Baştarafı 2 inci sayfada) askerlerinin Türklere karşı çok muamele etmekle şöhret bulmuş ol - duklarını, o zamanları bilenierle bera- ber, ben de çok İyi hatıriarım. Belgra- dın mühim bir gazetecisi ile hasbıhal ederken bir aralık bundan bahsettim. Bana bu Mustlafa Paşa hikâüyesini de işte, bu zat o zaman anlattı ve sonra »| dedi ki: — Biz hakikaten, Türkleri severiz. «Biz» dediğimiz zaman bütür Yugos - lavyayı kasdetmek manas:z olur. Fa - kat, Belgrad ve Belgrada yakın olan muhitte Mustâfa Paşayı tanımıyan, onu Sırp anası, ünvanile bilmiyen hiç bir münevver yoktur, desem caizdir, Tarihlerimize girmiş olan bu paşa, biz- de Türklüğün, rikkat ve şefkatinin, nun kalbindeki timsali olmuştur. y Bu satırları yazarken, oöte'deki oda- insanlık duygusunun orum. Ta uı.ı]ı an Bel denberi tekrar bu b tında yan Ve, öteki dun)ada rüya mek Varsa, rüyasında geçmi - şanlı günlerini bugünün dostluk l”aıhşe!enne karıştıran Mustafa paşayı, içimde rikkate gelen bir his!e selâmla - dim. Tunanın bu meşhuz, dirsek nokta- sında tarih yaşayıp gittikce ve Yügos- lav münevverleri tarihin sayfalarını ka rıştırıp durdukca onu hiç unutmiya - caklardır. İsmi, Belgrad kalesinin burç- ları arasında her gün yâd edilen Mus- tafa paşa,” Türkün iyi ruhunun ebedi bir âbidesidir. Harb tarihini Belgrad kalesinin duvarları arasında tetkik etmek üzere her gün buzaya gelen Sırb ve Hirvat gençleri bu ismi hür - metle anmadan ve türbe ile evi ziya- ret etmeden geçmiyorlar, Bu isim, ©- rada, her gün, kalenin bir bürcünden diğerine aksedip giderken, ötede gü - sayede, belki de Mustafa Kemal paşa- | n üzerinde gezdir- |dikten sanra: iyt | mün ponuvıanderı kale meydanının | 5 * | masanın ü: RESSAMIN laştığı bütün çehre- ler, manzaralar ha- fizamızın derinliği» ne gömülür.. Son -« Fa... Bir gün hbir müzik parçası bir koku veyahut bir tedai onları bulun - dukları yerden, tam bir vuzuhla ve bü - tün renklerile önü- müze serer. Binler - ce hayal, binlerce intiba, — hayatımızı doldurmakta- dır; daima bunları arar, hatırlarız, bi - lir misin dostum, ben hâlâ otuz yıl ön- ceki bir simayi, bir hatırayı, bhafızam « dan bir türlü sile « miyorum. Ressam biraz sus- tu. İnce, uzun par - maklarını önünde duran iki büyük cil- — Oltuz yıl oldu, diye devam etti., A- ğir bir surette hastalanmıştım. Gün - &ö lerce, ölüm başımın ucunda dolaştı dur- du. İşte o zamanlarda, bütün hatırala- rım önümde canlanıyor ve gözlerime birer elveda busesi konduruyorlardı. Tehlikeyi atlattım. Rakat nekahat sı- rasında kafamı, bir çok aller allak bullak etmişti. Mütemadi meşgul oluyondum.. Bu v tulmak için hafızamdaki butun tablo -« ları kâğıt üstünde tesbit etmeğe karar verdim. İşe çocukluğumdan başlıyarak o gü- ne kadar geldim. Aşağı yukarı, günde otuz resim yapıyordum, Garijbi şu ki en vazih hatıralar en uzak olanlardı.. Ni- ye sekiz bin resim yapmıştım azizim.. Bu biraz da delilik değil mi?.. Ressam gene biraz sustu. Ben bu sü- kütundan istifade ederek sordum: — Bu resimleri hiç kimseye göster - mediniz mi? Gülümsedi ve: — Yalnız bir kişiye gösterdim, dedi. — Bir kadına mı? — Evet bir kadına,, O çağda çok sev- diğim kadına.. Hastalandığım sıra- da sevişiyorduk. Hastalanır hastalar - maz taşradaki annemin babamın yanına gittiğim için onu ne hastalığım esna - sında ve ne de nekahat devrimde göre- ©-| memiştim. Parise döndüğüm gün beni aradı.. Uzun bir hasretin verdiği hara- retle birbirimizi kucakladık.. Yaptığım resimler şu gördü - i ük ve kalın kırmızı cilt- lim, şapkasını çıkardı yana olurduk.. Küçük ndekı bu ciltleri görünce: — Buna bunları güstersene, diye tut- turdu. — Olmaz! dedim. Bir çocuk gibi yanıma sokularık yal- varmağa başladı. Böyle kü: bir şey yüzünden bana kırılacağını söyledi. Keşki göstermeseydim doslum.. En güzel hislerimi, en güzel sevgimi bir - den kaybetlim, Her vakit aldanıyoruz biz... Gürdüklerimiz, muhayyelemizde başka şekiller alıyor; sevdi dukları gibi değil, bizim isle bi r. Ve onlara bir sürü mezi - yetler, ilikler talıyoruz.. Gene göstermemekte ısrar ettim.. Benim bu ısrarım karşısında göz yaş - larını tutamadı.. Hem ağlıyor, hem de bana: — Nankör, nankör, diyordu.. Sonra birden ayağa kalktı, şapkası giydi ve kapıya doğru yürüdü.. Tabia- kanapey zel Tunanın Mavi dalgaları da başları- mı hürmetle eğerek, Mustafa paşanın inde, Türkün şanlı ük kasidelerini oku: yorlar... Türk olmak güze) şey! Muhittin Birgen tile ısrarımdan vaz geçmek mecbur yetinde kaldım. qeîip tekrar ine oturdu; ve he - men masanın üstündeki kocaman cilt- leri kaparak sahifeleri çevirmeğe baş- ladı. Ben onun arkasında durmuş ve biraz eğilmiştim.. Bir çocuk tecessüsile Çeviren: Faik Bercmen | rin İ- | lildir. — Selim Ragıp Emeç SEVGİLİSİ resimlere bakıyordu.. Bir başka göz geçirdiğim hayatın b& rer itiraf halindeki tablolarını görü e yordu. Şüphesiz ki çocukluğuma ait 0« lanlarınkini bir zevk ve alâka duyma» dan seyrediyordu. Sahifeleri sür'atla çeviriyordu. Kollejdeki yılları da çabull ve aşk çağıma geldi.. Şu arkaşı ik kadına kızıyordu.. Ah onun yüs zünü görmeliydi.. Kabll olsa parmak e larile onu döndürecekti. flara yaklaşmıştı. Son hatgı parmakları sahifeleri a« rdu. esmi.. Bir bahar günü şmuştuk. Çiçekli — bin tında yüzü gülümsüyor. sokağa bakıyor.. Sevgilim bu resmi görünce birden elindeki cildi hızla ve kızgın bir Tavir« la kapadı.. Yanına sokuldum. — Nen var, ne oldu yavrucağım, de« dim; Canın mı &ikıldi. Otursana neye gidiyorsun? O zaman yüzüme sert bir bakış fır « latarak cevap verdi: — Niye beni bu çirkin ve modası geçmiş şapkayla yaptın? Yarınki nushamızda : ADRES... Yazan: Kadircan Kaflı İki telâkki farkı (Baştarafı 3 üncü sayfada) Hif âzası, hariciye ve dahiliye müstee şarları Fas, Cezayir ve Tunusta ayri ayrı tetkikler yapmışlardı. Milli müda«s faa nazırı Daladienin de bu maksatla ilk fırsatta ayni mıntakayı gözden ge< çireceği haber veriliyor. Müstemlekeci Fransanın Suriyelilere yarım bir istiklâl verirken öbür tarafı ta Fas, Cezayir ve Tunuslulara en basif medeni bir hak tanımakta bu derece kılı kırk yarması, Hatay davasında Sus riyenin şampiyonu kesilmek istiyenle« amimiyetlerine (!) güzel bir de « Umur yeri antrepoları Boğaziçinde Umuryerindeki petrol antrepolarına gümrüklenmemiş petrol ve emsali maddelerin konması hakkın- da evvelce verilen müsaade, gümrük ve imhisarlar vekâletince geri alınmış- tır. Bu antrepolara konacak madde- ler evvelâ gümrük muayene ve resmi- ne tabi tutulacaktır. Buna sebep, an- trepoların matlüp şeraiti haiz olmama” sıdır. Herhangi bir gümrük — kaçakçı« hğının önüne geçilmesi için bu yolda hareket etmek icap etmiştir.