19 Nisan 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

19 Nisan 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

U — — ll Bina İllihat ve Terakkide on sene 14 üncü kısım İTTİHAT VE TERAKKİNIN SONU Talât, Enver ve Cemal nasıl kaçtılar, Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen No. 8 nasıl öldüler ? RESSAMIN Emrivakii kabul ve hazmedemiyenlerin şuurlarının altında yaşıyan *ı tek bir his vardı: Mücadele Bir müddet sonra cemiyetin peri- $an olup gitmiş bulunduğunu söyle - mek fazladır. Bu misali, o günlerde bi- lerek, bilmiyerek, ihtirasın her türlüsü- nün gözleri nekadar bürümüş olduğu- nu göstermek için zikrediyorum. Mustafa Kemalin ismi duyuluyor O günlerde Türkiyenin istikbali hergün biraz daha artan bir karanlık içine gömülür ve milli unsur parça par” ça ayrılırken Mustafa Kemal Peşa is - mi tekrar ağızlarda dolaşmıya başla - mıştı, Nasıl oldu? Bu isim meydana nasıl çıktı? Bunu ne hatırlıyorum, ne de anlayabiliyorum. O günlerde yalnız Şu, intibar muhafaza edebiliyorum ki, bir kısım insanlar için bu acıklı mağ- lübiyeti, o zamanki hükümet rezaletini ve Türkün, hattâ Türk ismini taşıyan bir takım bedbahtlar da dahil olduğu halde, henkes tarafından bu derece tahkir ve tezlil edilişini hazmetmek kabil değildi. Bunlar, tutunacak küçük bir nokta arıyorlardı. Bunu buldukları gün, her ne bahasına olursa olsun mücadeleye devam edeceklerdi. Nasıl mücadele ? Bunu bilmeğe, tahmin etmeğe, derece- sini ve genişliğini ölçmeğe akıl kâfi gelmiyordu. Onlara « ne yapacaksı - nız?» diye sorulduğu zaman verilecek müsbet bir cavap bulamazlardı, Fakat, emri vakii, oldu bittiyi, öylece kabul ve hazmedemiyenler için, şuurlarının altında yaşayan tek bir his vardı: ücadele, «Mustafa Kemal Paşa» isminin bir takım insanların ağızlarında dolaşmıya başlamasını ben ancak, bu hissin do- ğurduğu bir hâdise olarak izah edebi- İiyorum. Tıpkı Tevfik Rüştünün bana bah - settiği gibi, bir gün, Yunus Nadi de bu bahsi açtı. Biz onunla Teşvikiyede karşı karşıya oturur ve ekseriya ak - şamları da buluşarak konuşurduk. Gene böyle bir akşam, onunla dertle- Şir ve muhtelif şeyler üzerinde hasbr- hal ederken bana dedi ki: — Bu derde karşı devayı ne bizim bu Teceddüt fırkası bulabilir, ne de başka bir suretle toplanmamıza imkân Vvardır. Derdin devasını bulsa bulsa Mustafa Kemal Paşa bulabilir. Nadi, Selânikte, hayli zaman, Ru- Meli gazetesinin yazı işleri müdürlü - ğünde bulunduğu sırada onu tanımış, oOnun kuvvetlerine hayran — kalmıştı. «Gidip kendisini bir görelim!» dedi. eya ertesi, yahut daha ertesi gün endisini gidip görmeğe karar verdik. O zamana kadar kendisini yalnız bir defa, bir kaç dakika görmüş ve gözle- Yinin tesiri altında kalmış olduüğüm bu kumandanı, Beyoğlunda oturduğu bir TAKVİM Oürat zer Tevfik Paşa pansiyonun küçük salonunda ikinci de fa gördüğüm günü hiç unutmam: Nazik, mültefit, mütevazı, kumandan- dan ziyade sivil bir mönör halile, bizi kabul etti. Şakayı sevmiyen bir ku - mandan gibi sert, hakiki bir fikir ve cemiyet adamı gibi tatlı ve yumuşak bir dille, bizimle bir saat kadar konuş- tu. Kuvvet ve iman dolu bir kafa Bütün sözlerinde — hareketlerinde kuvvet ve ümit ifadesi vardı. Sade kuvvet ve ümit değil, kuvvet ve iman sanki hep onda gibiydi. Öyle söylüyor, öyle anlatıyordu ki, sanki memlekette hiç bir şey olmamış, hiç bir şey yokmuş gibi, kuvveti bir kere eline aldığı gün davayı halledip | bitireceğini zannederdiniz. Bir yandan murdar ruhlu bir hükümdarla, diğer taraftan onun etrafındaki yaşamak için leş arayan kargalar ve nihayet Türki- yeyi parça parça lokma yapmak iste - yen galiplerle yapılacak bu mücadele, onun gözünde hiç bir şey değildi. Dört senelik harp içinde, her şeye rağ- men, kendi kendisini cihan harbinin en büyük kumandanı olmak üzere meydana çıkarmış ve kafalarla kalb - lere yerleştirmiş olan bu kudret, ümit İve imanından hiç bir şey kaybetme - RADYO Bu günkü Program 19 - Nisan - 937 - Pazartesi İSTANRUL Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi. 12,50: Hava- dis, 13,05: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 18.30: Plâkla dans musikisi. 19.330: Afrika avı hatıraları: S. Selâhaddin Cihanoğlu ta- rafından. 20: Rıfat ve arkadaşları tarafın - dan Türk müsikisi ve halk şarkıları. 20: Ö- mer Rıza tarafından arabca söylev. 20.45: Safiye ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları. Saat âyarı. 21.15: Or- kestra. 22115: Ajans ve borsa haberleri, 22. 30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları. Yarınki Program 20 Nisan 937 ; Salı İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Ha « vadis, 13.05: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 17: İnkilâp dersleri: Üniversiteden nak - toplanmış len Yusuf Kemal Tengğirşenk tarafından, 18,30: Plâkla dans S müsikisi, 19: — Ço- cuk Esirgeme kurumu nâmına könferans, operatör — Halit —Ziya, 19,30 — Eminönü Halkevi sosyal yardım şubesi namına kön - ferans: Operatör Sırrı (Evliliğin muhtelif cepheden tetkiki), 20: Belma ve arkadaşları tarafından Türk muüsikisi ve halk şarkıları, NİSAN Rumt sena Arabi senö 13653 19 1356 Nisan —| Resmissenel — Kasım 6 İyâT7 63 PAZARTESİ | SABAH | İMSAK &İ0 Safer- Px D. 10 | 25 7 8 | 36 5 16 S12 Öca |lkindi Akşam YAĞI * İ UA Dod Pu ah D 2z.|ız|ıs|15 | 59 |18 1052 )20 129 20,30: Ömer Rıza tarafından arapça söylev, 20,45: Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat â- yarı, 21,15: Ş. tiyatrosu dram kısmı (Antar), 22,15 Ajans ve borsa haberleri, 22,30: Plâkla imişti. O, her giriştiği muharebeyi na- sıl kazandıysa, nasıl en ümitsiz dakika- da, kumandasındaki askerin kaybol - muş talihini geri çevirmişse bu yeni mücadelede de ayni şeyi yapacaktı. Nasıl? Onüu anlamak kabil değildi. Fakat, hissediyorduk: O muvaffak olacaktı! Muvaffak olması için kuvveti eline geçirmesi lâzımdı. Onu eline geçirdiği kadderatı üzerinde hâkim olan şea - met şeytanını yenecekti. Onun ümit ve teselli veren sözlerinin tesiri altın- da, içimizde kuvvet ve cesaret bula - irak kendisinden ayrıldığımız zaman Nadi ile birlikte karar vermiştik: Tev- fik paşa, kabinesinin programını mec- liste okuduğu gün, ona mecliste itimat reyi verilmemesini temin etmek., Bu sayede, belki de Mustafa Kemal paşa- nin yeni kabine kombinezonunda hâ- kim bir vol oynaması imkânı olacaktı. Tevfik paşa gibi adamların o dakika da hiç bir şey yapmalarına imkân yok- tu. İşler, hiç olmazsa kısmen, Mustafa Kemal paşanın eline geçtiği takdirde ise onun pek çok şeyler yapacağı mu- hakkaktı. (Arkası var) Belgrad kalesinde Türkün iyi ruhunun Ebedi bir âbidesi (Baştarafı 2 inci sayfada) askerlerinin Türklere karşı çok - iyt muamele etmekle şöhret bulmuş ol - duklarını, o zamanları bilenierle bera- ber, ben de çok iyi hatıriarım. Belgra- dın mühim bir gazetecisi ile hasbıhal ederken bir aralık bundan bahsettim. Bana bu Mustafa Paşa hikâyesini de işte, bu zat o zaman anlattı ve sonra dedi ki: — Biz hakikaten, Türkleri severiz. «Biz» dediğimiz zaman bütün Yugos - lavyayı kasdetmek Manasız olur. Fa - kat, Belgrad ve Belgrada yakın olan muhitte Mustafa Paşayı tanımıyan, onu Sırp anası, ünvanile bilmiven hiç bir münevver yoktur, desem caizdir. Tarihlerimize girmiş olan bu paşa, biz- de Türklüğün, rikkat ve şefkatinin, o- nun kalbindeki iİnsanlık duygusunun timsali olmuştur. , Bu satırları yazarken, ote'deki oda- mın penceresmden kale meydanının parkını görüyorum. Ta uzaktan Bel - grad kalesinin üzerinde Türk bayrağı dalgalanıp duruyor. Şimdi, bir kaç gün- denberi tekrar bu bayıamn gölgesi al- tında uyuyan ve, eğer öteki dünyada rüya görmek varsa, rüyasında geçmi - şin şanlı günlerini bugünün dostluk içimde rikkate gelen bir hisle selâmla - dım. Tunanın bu meşhur: dirsek nokta- sında tarih yaşayıp gittikce ve Yügos- lav münevverleri tarihin sayfalarını ka rıştırıp durdukca onu hiç unutmiya - caklardır. İsmi, Belgrad kalesinin burç- ları arasında her gün yâd edilen Mus- tafa paşa,” Türkün iyi ruhunun ebedi bir âbidesidir. Harb tarihini Belgrad kalesinin duvarları arasında tetkik etmek üzere her gün buvava gelen Sırb ve Hırvat gençleri bu ismi hür - metle anmadan ve türbe ile evi ziya- ret etmeden geçmiyorlar. Bu isim, o- rada, her gün, kalenin bir bürcünden diğerine aksedip giderken, ötede gü - zel Tunanin mavi dalgaları da başları- nı hürmetle eğerek, Mustafa paşanın ayaklarının dibinde, Türkün şanlı günlerinin büyüklük kasidelerini oku- yorlar... sololar, opera ve operet parçaları, Türk olmak güzel şey! - Muhittin Birgen gün her şeyi yapacak, milletin mu -| hâdiselerine karıştıran Mustafa paşayı, — Evet dostum, gözlerimizin karşı * laştığı bütün çehre- ler, manzaralar ha- fızamızın derinliğir ne gömülür.. Son - râ. -Bir gün bir müzik parçası bir koku veyahut bir tedai onları bulun - dukları yerden, tam bir vuzuhla ve bü - tün renklerile önü- müze serer. Binler - ce hayal, binlerce intiba, — hayatımızı doldurmakta- dır; daima bunları arar, hatırlariz, bi - lir misin dostum, ben hâlâ otuz yıl ön- ceki bir simayi, bir hatırayı, bhafızam « dan bir türlü sile * miyorum, Ressam biraz sus- tu. İnce, uzun par - maklarını — önünde Juran iki büyük cil- din üzerinde gezdir- | dikten sonra: — Otuz yıl oldu, diye devam etti.. A- ğir bir surette hastalanmıştım. Gün - lerce, ölüm başımın ucunda dolaştı dur- dü. İşte o zamanlarda, bütün hatırala- rım önümde canlanıyor ve gözlerime birer elveda busesi konduruyorlardı. Tehlikeyi atlattım. Fakat nekahat sı- rasında kafamı, bir çok hayaller allak bullak etmişti. Mütemadiyen bunlarla meşgul oluyordum.. Bu vaziyetten kur- tulmak için hafızamdaki bütün tablo - ları kâğıt üstünde tesbit etmeğe karar verdim. İşe çocukluğumdan başlıyarak o gü- ne kadar geldim. Aşağı yukarı, günde otuz resim yapıyordum. Garibi şu ki en vazih hatıralar en uzak olanlardı.. Ni- ye sekiz bin resim yapmıştım azizim.. Bu biraz da delilik değil mi?.. Ressam gene biraz sustu. Ben bu sü- kütundan istifade ederek sordum: — Bu resimleri hiç kimseye göster - mediniz mi? Gülümsedi ve: — Yalnız bir kişiye gösterdim;, dedi. — Bir kadına mı? — Evet bir kadına.. O çağda çok sev- diğim bir kadına.. Hastalandığım sıra- maz taşradaki annemin babamın yanına gittiğim için onu ne hastalığım esna - sında ve ne de nekahat devrimde göre- memiştim. Parise döndüğüm gün beni aradı.. Uzun bir hasretin verdiği hara- retle birbirimizi kucakladık.. Yaptığım bütün resimler şu gördü - günüz iki büyük ve kalın kırmızı cilt-| tedir. Sevgilim, şapkasını çıkardı ve kanapeye yanyana oturduk.. Küçük masanın üstündeki bu ciltleri görünce: — Bana bunları göstersene, diye tut- turdu. — Olmaz! dedim. 'Bir çocuk gibi yanıma sokularak yal- varmağa başladı. Böyle küçük bir şey yüzünden bana kırılacağını söyledi. Keşki göstermeseydim dostum.. En güzel hislerimi, en güzel sevgimi bir - den kaybettim, Her vakit aldanıyoruz biz... Gördüklerimiz, muhayyelemizde başka şekiller alıyor; sevdiklerimizi ol- dukları gibi değil, bizim islediğimiz gi- bi görüyor. Ve onlara bir sürü mezi - yetler, güzellikler takıyoruz.. Gene göstermemekte aısrar ettim.. Benim bu ısrarım karşısında göz yaş - larını tutamadı.. Hem ağlıyor, hem de bana: — Nankör, nankör, diyordu.. Sonra birden ayağa kalktı, şapkasını giydi ve kapıya doğru yürüdü.. Tabia- tile ısrarımdan vaz geçmek mecburi - yetinde kaldım. Gehp tekrar yerine oturdu; ve he - men masanın üstündeki kocaman cilt- leri kaparak sahifeleri çevirmeğe baş- ladı. Ben onun arkasında durmuş ve SEVGİLİSİ Çeviren: Faik Bercmen resimlere bakıyordu.. Bir başka göz geçirdiğim hayatın Bik rer itiraf halindeki tablolarını görü « yordu. Şüphesiz ki çocukluğuma ait ©« lanlarınkini bir zevk ve alâka duyma» dan seyrediyordu. Sahifeleri sür'atla çeviriyordu. Kollejdeki yılları da çabull! geçti ve aşk çağıma geldi.. Şu arkaşı dönük kadına kızıyordu.. Ah onün yüş zünü görmeliydi.. Kabil olsa parmak »w larile onu döndürecekti. Son taraflara yaklaşmıştı. Son hatı: ralar.. Burada parmakları sahifeleri a« ğir ağır çeviriyordu. İşte onun ilk resmi.. Bir bahar günü Tuilerieste buluşmuştuk. Çiçekli bir şapkanın altında yüzü gülümsüyor. Hafif yana dönmüş, benim geleceğimi sokağa bakıyor.. ! Bu güzel hatıranın, bu en itinalı res« min neyle karşılaştığını tasavvur ede« mezsin dostum? Sevgilim bu resmi görünce birderni elindeki cildi hızla ve kızgsın bir Tavır« la kapadı.. Yanına sokuldum. — Nen var, ne oldu yavrucağım, de« dim; Canın mı sıkıldı. Otursana neyl gidiyorsun? O zaman yüzüme sert bir bakış fır « latarak cevap verdi: — Niye beni bu çirkin ve modası geçmiş şapkayla yaptın? da sevişiyorduk. Hastalanır hastalan - | Yarınki nushamızda : ADRES... Yazan: Kadircan Kaflı ' saRa$m e üŞi $Ane a se—ne Ha a np egi İki telâkki farkı (Baştarafı 3 üncü sayfada) lif âzası, hariciye ve dahiliye müste- şarları Fas, Cezayir ve Tunusta ayrı ayrı tetkikler yapmışlardı. Millt müda« faa nazırı Daladienin de bu maksatla ilk fırsatta ayni mıntakayı gözden ge< çireceği haber veriliyor. Müstemlekeci Fransanın Suriyelilere — — yarım bir istiklâl verirken öbür tarafa ta Fas, Cezayir ve Tunuslulara en basiti medeni bir hak tanımakta bu derece kılı kırk yarması, Hatay davasında Sus riyenin şampiyonu kesilmek istiyenle« rin samimiyetlerine (!) güzel bir de « lildir. — Selim Ragıp Emeç Umur yeri antrepoları Boğaziçinde Umuryerindeki petrol — antrepolarına gümrüklenmemiş petrol ve emsali maddelerin konması hakkın- da evvelce verilen müsaade, gümrük ve inhisarlar vekâletince geri alınmış- tır. Bu antrepolara konacak — madde- ler evvelâ gümrük muayene ve resmi- ne tabi tutulacaktır. Buna sebep, an- trepoların matlüp şeraiti haiz olmama- sıdır. Herhangi bir gümrük kaçakçı- hğının önüne geçilmesi için bu yolda biraz eğilmiştim.. Bir çocuk tecessüsile hareket etmek icap etmiştir. Ğ z N Ü F S ( l İ 14%1' F AT CN h&" Hd VE B el ıııı:'ı;d&dil d âşjııî-_âf—-ği—gd"ez*hr"*- SI 4, v İ delar —*“ Eemllal di hi B - Er ıı_." Bi e eli a , 'ei T E LA

Bu sayıdan diğer sayfalar: