: j | Ğ İbnirrefik Ahmet — Nurinin çok tene evvel adapte etmiş olduğu aSekizin- cit komedisini ilk defa oynayan Şadi idi. İstanbul halkı son defa gene ayni eseri v. oynarken seyretti. Uzun seneler sonra ye- niden sahneye çıkan Şadinin sahneye çık- ması bir tiyatro hâdisesi olmuştu. Toİ tevziatı şöyle yapılmıştı: Şadi Ayten Kadırgan Mükerrem paşa..... Fehmi Atanç » Nezahat Dilligil we Sami Yücel . Reşad Hidayet Gülen Cemal İşın Kenan Çakır Şadi ve Nezahat müstesna diğerleri hep #matörlerdi. Nebile rolünü yapan Nezahat de esasen çok yeni bir artisttir. Henüz sahnede birinci derecede roller alacak bir olgunluğa varmamıştır. Şadi bunların arasında Sekizincinin Ha- bib Neccar rolünü yapacaktı. Ne kadar uğraşılmış olsa, gençler ne kadar istidatlı olurlaraa olsunlar.. temsil- de bir kudret vahdeti tesis etmek imkân- sızdı. Onun için seyredilecek şey Sekizinci piyesi değil, Sekizincide Habib Neccar to- Kinü yapacak olan Şadi idi. Diğerlerinin rolleri eseri prezante etmekten — ibaret ka- lacaktı. Bu tarzda bir temsili hakiki bir tiyatro temsili addetmek doğru olamaz. Bir tek aktörün bile rolünde ufak bir acemilik yapması bir piyesi mahvetmeğe kâfiyken, bir kişi müstesna diğerlerinin — hep âcemi olmaları nazarı dikkate alınınca Şadi ve arkadaşlarının oynadıkları «Sekizinci» nin dört başı mamur bir temsil addedilemiye- ceği aşikârdır. Bu nokta nazarı dikkate alınmazsa Se- kizinci temsili için fena da denilebilir. Sekizinci temsilini beğenmiyenler var. sa, bu cihetten beğenmemiş olabilirler. Yukarda da söylediğim gibi, seyredilecek «Sekizinci» değildi. Sekizincideki — Habib Neccar rolünü yâpan Şadi idi. Şadi, Sekizinciyi yüz defadan fazla oy- mamış olan bir san'atkârdır. Bu rolü o ka- dar benimsemiş ve benimsediğini o kadar belli etmiştir ki., Şadi denilince Sekizinciyi #eyretmiş olanların akıllarına hemen Şa- dinin orada söyledikleri sözlerin bir çoğu gelir. Şadi son temsilde de, kendi ibda etmiş olduğu Habib Neccar tipini bütün varlığile yaşattı. Habib Neccarın jestleri, Habib Nec- carın karakteri tebarüz etti. Fakat, gene ayni Şadi, ayni Habib Nec- €ar rolünü daha iyi de yapabilirdi. l 1 ı f TİYATRO £ Sekizinci Yazan: İsmet Hulüsi Tek başına idi. Arkadaşlarına yardım ediyor, fakat onlardan yardım göremiyor- du. Şadinin rolünü daha güzel yapabilmne- si için diğerlerinin de rollerini lâzımdı. Çünkü en sonunda bu bir mono - loğ değil bir piyesti. Söze cevap verilecek: yapmaları jeste mukabil jest yaplıncaktı, Bu tarafları | Tiyatro hıncahınç dolu idi. Sekizincide | aksayınca tabil ki Şadi de tam benliğini bu lamıyordu. Yalnız şu var ki Şadiyi bir kere daha görebildik ve bir kere daha onun kudretli bir san'atkâr olduğunu teslim ettik. Şadi ile birlikte oynayan gençler fena bir şey demek arasında idiler demiyorum. Böyle hata olur. Şadi ile Nezahat, Fehmi, Hidayet, Firdeva rolünü yapan bayan ve diğerleri de muvaffak ol- dular. Amma ne de olsa onlar, bugün — yetiş- miş sayılamazlar. Yarın için yetişecek o- lanlardır. oynayanlar İsmet Hulüsi “Son Posta,, nın Müsabakası : (Baştarafı 1 inci sayfada) rafımı aldık. Her foloğrafı üçer parça- ya böldük. Bunları birbirlerile karış-|' tırdık. Bu parçalardan her gün lâalet- tayin üç tanesini neşredeceğiz. 40 gün | bitince elimizdeki resim parçaları da bitmiş olacaktır. Sizlerden bu resim parçalarının her üç tanesini bir araya yapıştırara! r foloğraf vücude getir- menizi istiy Bu iş sizin için hiç te zor olmıyacaktır. Çünkü gördüğünüz gibi bu üç im parçası ile beraber ayrıca parçaladığımız resimlerin asılla- rını da neşrediyoruz. | Parçaların yanında hergün tanınmış | bir simanın fotoğrafını bulacaksınız. Parçalardan biri bu resim, diğerleri daha evvel çıkmış veya daha sonra çı- | kacak resimlere ait olabilir. Yapılacak iş şu: Bu resim parçalarını kesip saklamak, yanlarındaki modelle- ri de kesip ayrıca hifzetmek, resim neş- K , , WI(; . n gd arşısındak Boyacının bezi Ayakkabılarımı boyatacağım.. Bo - | bıları bir bez çıkarıyor, Fa öteki teke boya sürmediği kard bezi oturduğ dapeye, beni um: — Ben mi kaldırayım?. Bu pis bezi mi? — Bunun neresi pis Bezi eline alıyor. Belli ki bez aslında beyazmış.. Sonradan bir çok renklerle renk renk olmuş. — Buhun neresi pis ki bayım? Bezin bir kenarını gösteriyor: — Şurada biraz sarı boya var, Dik - | kat edin.. Güzel bir sarı.. Kunarya sa - rısı dedikleri. Bezin bir başka tarafını gösteriyor: — Bu da kırmızı. Hem ne parlak, ne göz alıcı bir kırmızı. Bezi evirip çeviriyor: — Şuraya bakın turuncu ile pernbe Arasında tatlı bir renk.. —Şurada da biraz siyahlı .yah boyadan sürülmüş, — Anladık ne olacak? — Bütün bu boyalar bir kadın yü - zünde bir kadın saçında olan boyalar - dan başka bir şey mi? n — Kadın yüzünde olduğu zaman gö- yor. Ve siz bir kere eli - orsunuz da,. zünüzü boy mi sürebilsem diye can Neden bir beyaz bezin üz: zaman el sürmekten değil.. bile çekiniyorsunuz. ei Kâfi; lâfı kes te; ayakkabılarımı boya — Peki bayım. * n dükkânına saç- rya dudakları kızıl, ya- makları turuncu ve göz altleri gölgeli bir kadın girmişti. Gözlerim gayri ih - iyarı kadının bulunduğu tarafa çev - rildi, İMSET ri bittikten sonra modellere bakarak her üç resim parçasından bir fotoğraf meydana getirmek. Bu suretle elinizde 80 resim olacak, bunları sarih isim ve adresinizle bize yollıyacaksınız. İşte müsabakamızın e- sası bundan ibarettir. Resimlerin gönderme müddeti gaze- tede resim neşri müddeti bittikten son- ra üç haftadır. Bunu müteakıp netice ilân edilecektir. Birinciye bir beşibiryerde altın, ikin- ciye 2,5 liralık bir altın, 3 kişiye birer altın, 10 kişiye yarımşar alltın, 20 ki- şiye çeyrek altın ve diğer 165 okuyu- cuya hoşlarına gidecek hediyeler vere- ceğiz. Bir genç kız tipi * Müstakbel bir Koca nümunesi Kadıköyünde oturan Bayan M, M. den bir mektup aldım, bana öyle geldi ki gönül işleri ile doğrudan doğruya alâkası yoktur. İsterseniz birlikte okuyalım. Diyor ki: — «Boyum 1,66, zayıf denemiye - cek kadar etim var, Kumral dalgalı saçlarım, ;ııunlaum kalçalarım, elâ- ya meyyal me işli gözlerü vfrlnk yalnız çeneme doğru sivrilen süzgün venkte bir çehrem, oldukça biçimli, ince belli vücudum var, Bil- Mmem, beni her gören beğeniyor. Gü- ler yüzlü, tatlı dilli, uysal bir kı » Zım..» Böyle başlıyan mektup, nasıl bi - ter dersiniz? İşte size son tarafın - dan da bir kaç satır: / «Aradığım erkekte güzelliğe, çir- kinliğe fazla bakmam, yalnız sarhoş olmasın, aksi olmasın, güler yüzlü, tatlı flilli, sıhhatli, zeki, biraz müte- hakkim, doğru sözlü, eşine yuvası « na, yavrularına sadık olsun. İlk a - dımda seksen lira kazanç yetişir, fa- kat istikbeli açık bir mevkide bulun- malı.» * İçinde bir resim, bir de adres ol - saydı mükemmel bir evlenme ilânı olabilirdi, diye düşündüm. Sonra «ankete» yollanmış bir cevap olma - &ın diye zarfına baktım, hayır: Bu tütuna tahsis edilmiştir. Fakat bu sütunla alâkası yok, diyeceksiniz, o- labilir. Yalnız bir geriş kızın koca- sından ne aradığını gösteriyor. O, noktadan okuyunuz, TEYZE Eî ! qll& ı' Yünlü takım Koyu lâcivert yünlü takım. Etek altı parçadan yapılmıştır. Ceketi kısa — bir (bolero) şeklindedir. Bu boleronun kolları dirseklerin üzerinde kabarıktır. Bluz çizgili taftadan yapılmıştır. Yaka- sına büyük bir fiyonga konulmuştur, H ihtilâf, yeniden alevlenmiş bulunu - yor. Eczacılar, doktorların hastalara «ha- ler: yapan müesseselerin mallarını satma * larına, yandım ediyorlar. Fakat bunun biz çekmekteyiz. Çünkü, doktorlar hastalarına hazır ilâç yazınca, yalnız hazır ÂŞ yapan firmalar kazanıyorlar. Bu suretle de, hem eczacılara iş kalmıyor, hem ilâç- lar hâalka pahalıya mal oluyor!» Doktorlar da, eczacıların bu itham - larına şu sözlerle mukabele ediyorlar: — Bizim, hastalarımıza- hazır ilâç îyaıışı:uı:m sebebleri büsbütün başka- dır. Evvelâ, dığımız reçe' mamen uyguün olarak yapmamaların - dan korkuyoruz. la, sade bu korkumuzdan değil, daha fazla zaman ve emek harcamaktan da kurtuluyoruz. Daha sonra, vitamin mürekkeba - tından yapılan Ostelin, Adokselin, De- tanit, Vigantol ve emsali gibi bir çok hazır #âçlar vardır ki, eczanelerimiz - de yapılabitlmelerine imkân yoktur. Bu satırlar, doktorlarla eczacılar a- rasındaki ihtilâfın esaslarını teşkil et- mektedir. Ben dün, bu ihtilâf etrafında eczacıları "da, doktorları da dinlemek istedim. Hüdisenin nezaketi, en sörünü sa - kınmaz tanıdığım muhataplarımın bile isimlerini gizlemekliğimi israrla iste- yişlerinden belliydi. Meşhur bir dok - Jtor: — Biz, diyor, halkın ilâcın ucuzun - dan evvel iyisini almasını düşünmek mecburiyetindeyiz. Bu itibarla, bizi ha zır ilâç yazmıya sevkeden cihet, bazı eczacılarımızın, yaptıkları bizim reçe- telerimizden evvel kendi bütçelerine uydurmayı düşünmelerinden korkuşu- muzdür. Maamafih Türkiyede, ilâç fiatları, Avrupa memleketlerine nisbeten çok daha ucuzdur. Oralarda daha pahalı oluşunun se - bebi de eczacılara buradakinden fazla h «âş hakkı» verilmesidir. recede aldığı içindir ki, yapacağı ilâç- ları ucuza mal etmek gayretini göster- /mek mecburiyetinde kalmaz. Bizde vaziyet ayni olmadığından, doktorlar, hesapladıkları bütün aksi ihtimallerin tahakkukundan kurtulma- nın yolunu, hazır ilâüçlara rağbette bu- luyorlar!. Beozactı Hasan, ismini yazdırmak is - temiyen bu doktorun fikirlerine bit - tabi muteriz. Kendisine anlatlığım bu sözlere şu cümlelerle cevab veri - yor; | — Bugünkü halde, doktorlarımız, 'Türk müstahzarlarına maalesef kıy - met vermemektedirler. Bunun muhte- dif sebebleri vardır. Bu sebeblerden bilhassa bir tanesi, halkın ve doktor - ,ların acâib bir zihniyetlerinden doğar. » Halk, ismini duyduğu, bildiği bir ilâ- Eczacılarla doktorlar arasındaki eze-| zır ilâçe yazmalarından şikâyetcidir - |, «— Doktorlar, diyorlar, «hazır ilâç» | zararını hem halk çekmekte, hem de|, Eczacı, emeğinin mukabilini kâfi de- | TİLÂÇ MESELESI Doktor - Eczacı ihtilâfı yeniden ortaya çıktı Eczacılar, hastalara hazır ilâç verilmesinden şikâyet ediyorlar € hor görür. Ve kendisine bu ilâci yat zan hekim için: — Birak canım!.. Onun bilgisi de bf nimkinden fazla değilmiş! der, Yani halk indinde, ilâcın ismi, he * kimin vukufunun ölçüsüdür. Dar zihniyetli hastalar, kendilerind adını bilmedikleri bir ilâç veren-he * kimlerin vukufuna hükmederler. Doktorlar da, çok iyi bildikleri bu |zihniyetin zararını çekmemek için, ha talarına, isimleri duyulmamış olan Av* rupa ilâçlarını verirler. Halbuki, Avrupa müstahzaralile, yerli müstahzarat arasında bir tek farli kuruş ise, y 20 kuruştur. Böylü plduğu için: — Ucuzdur vardır bir illeti, pahalis ir bir hikmetil» darbı meselir nin tesiri altını lmaktadırlar. Bu yüzden de, Türk müstehzarcılığ? yıkılmak tehlikesile karşılaşmakta * dır. Hele şimdi, bütün Türk müstahzar c ne yapacaklarını şaşırmış vazi * yettedirler. Eskiden müstahzar ilâf yapmak için ruhsatiye almak mecburir yeti yoktu. Vâkıa çıkarılan müstahzar” lar, Sıhhat Bakanlığının daimi kontror lüne tâ . Fakalt eczacılarımız, dok * torlarımızın. Avrupa müstahzarlarına rağbetleri yüzünden zaten sürümsüz kalan müstahzarlarını yapmak için ays rıca bir de ruhsatiye bedeli vermiye Mmecbur tutulmuyorlardı. Şimdi bir de ruhsatiye bedeli verecekler. Bu yeni mecburiyet, ve istenilen ruli satiye bedelinin ağırlığı, müstahzarcı larımızın sırtlarına altından zalkılma? bir yük gibi binmiş bulunuyor. Bu yüzden, ne müşkül vaziyete dü * şeceklerini yakında maalesef görece « ğiz! * Bir diğer eczacımız da: — Bugün, diyor, faraza neosaltvar « san gibi Avrupadan getirtmiye mecbül olduğumuz bazı ilâçlar var, Bu ilâçların, eczanelerde yapılmalar rile, müstahzar haline sokulmaları ara sında bir miligram fark yoktur. Ve bu yüzden, hem eczacılara iş kal mıyor, hem halk, aynı ilâcı daha pahâs hya almak meburiyetine katlanıyor. Maalesef, bu cihetleri doktorlarıma da düşünmüyorlar, ve müstahzar ilâf yazmayı tercih ediyorlar, Onların böyle davranmakla muhte lif menfaatleri vardır: Evvelâ kolaylarına geliyor. Bu saye- de, formül düşünmek mecburiyetinden kurtuluyorlar. «Filân ilâçtan kaç mi « ligram, falan ilâçtan kaç santigram koy sam?» diye kafalarını yoracaklarına, hattâ kodeks karıştırmıya mecbur ka- lacaklarına, bir (müstahzar ismi yazıp kurtuluyorlar. * Bu birbirine zıd sözler, ilâç hikâye * sini o kadar karışık bir hale sokmakta" dır ki, insan, bu çok hayati meselede hangi tarafın haklı olduğunu anlıya * bilmek için Sıhhat Bakanlığının yardı" mını dilemekten başka çare göremi * yor. Bu satırlar, o yardımı tem'n edebi * lirse, müsekkin bir ilâç almış gibi fe * ahlıyacağım! Selim Teyvfik j