BON POSTA 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan « AR. Toplar gürlüyor, bandonun ahengi Bombay semalarında yükseliyordu, Suat mülâzım Ali ve diğer arkadaşlarile şehre çıkacak onlara Kumandan Osman bey, süvari Ali bey, hesap memuru Tahsin bey, ku - Manda mevkiündelerdi. Ertugrul, artık tamamile yol kesmiş- i. Süvarinin işareti üzerine, topçular (Hazırol) vaziyetine geçmişlerdi. Birdenbire, bandonun sert ve keskin phengi yükselmişti. (Hamidiye mar * pı)nın dalga dalga yükselen tantanalı #henginin arasında (birinci top) gür- lemişti. Topun tetiğini çeken — Suat, ömründe ilk defa olarak duyduğu em- Balsiz bir heyecan ve gururla titremiş- ti — Yaş..şa, Suat Suat, başını çevirmişti. Mülâzim Asafla gözgöze gelmişti. Asafın par- Jak bir tebessümle genişleyen çehresi, Buadın heyecanını bü bütün art - tırmış.. dimdik duran vücudü hafifçe | sarsılırken, birdenbire yanaklarına da şiddetli bir kan dalgası hücum etmişti. Toplar gürlüyor.. bandonun ahengi, Bombay semalarında yükseliyor.. Er- tugrul; artık hızı ile Hemir yerine doğ- 3u ilerleyordu. — Funda... Tornistan!... Gemi birdenbire sarsılmış.. — sanki bir sar'aya tutulmuş gibi, titreye titre- ye geri gitmeğe başlamıştı. Dümen su- ları, bembeyaz bir köpük halini almış- &, Ertugrul (Bombay) limanına demir atmıştı. Reşat kaptanın etrafına toplanan- Jar, daha hâlâ soruyorlardı — Efendi kaptan!.. Rıhtımlar, ni« çin bu kadar yüksek yapılmış.. adetâ kale duvarlarına benziyorlar. — Haa... Onu da söyliyeyim... Efendim; bu denizlerde, meddücezir hâdiselesi mühimdir. Onun için rıh- tımlarda, bu hesaba göre inşa edilmiş- tir. Bakınız şimdi, Cezir - zamanıdır. Sular çekildiği için, rıhtımlar da yük- sek görünmektedir. Halbuki med za- manında, bu rıhtımlar, bizim Saray - burnunun rıhtımı haline gelecektir. Geminin içi, birldirine — karışmıştı. Şehri gezmek için izinli çıkacaklar, ha- zırlanmıya başlamışlardı Suat, dayısı Mustafa beyi görmeğe | giderken; mülâzim Al, | seslenmiş! — Suat efendil.. Biz, bir kaç arka- daş, dişarı çıkacağız. Sen de hazırlan. Beraber çıkacağız. Bize, tercümanlık edeceksin. Demişti. Suat, büyük bir sevinçle: — Başüstüne, efendim. Dedikten sonra, koşa koşa dayısı - nın kamarasına gitmişti. Mustafa bey, beş on gün limanda arkasından Bir Doktorun Günlük Çarşamba Notlarından — (*) Sık sık bayılan İsterik kadınlar Bir gçok defa evlerde ve yahut şurada burada bir çok sebepler tahtı tesirinde ba yılan kadınlara rastgeliyoruz. — Bayılan kadınlar ekseriyetle isleriktir. Ve bun- ların baygin kalmalarından hiç bir za- rar gelmez. Kendi haline bırakılmalıdır. Üzerine düşüldükçe baygınlık veyahut çır pınmak ârtar, vasiyet çok — sıkıntılı bir hal alır. Sonra gene görüyoruz ki böy - unlarma açılmak için eter ailmaktadır. Bu çok yanlış bir harekettir. Bter kok- Tatılırsa İnsan yavaş yavaş uyur. Bu gi- bi a riyade &u İçine damlatılmış D yadüm içirmiye çalışmalı - Biraz kolonya ile friksiyon yapmak . alde bayıları çok alâ- uz, kendi haline birakınız. dıha da bayılmaz. kâfid e kadar olmü r ve bir (*) Bu notları kesip saklayımız, yahut bir albüme yapıştırıp kolleksiyon yapıı verda bu notlar bir dokter tercümanlık edecekti kalacak olan geminin kumanyasına ait bir takım hesaplarla uğraşmakta idi. Onun için Suadın konuşmasına dalgın dalgın cevap vermişti : — Dayıl.. Mülâzim Asaf bey, emir verdi. Ben, dişarı çıkıyorum — Niçin2.. — Onunla beraber çıkacak zabitan gurupuna tercümanlık edecekmişim. — Mülâzim Haydar bey de beraber mi?, — Galiba. — Sakın, onun yanından ayrılma. — Bana birâz para ver, — Ne yapacaksın?. — Lâazım. Mustafa bey, renkli ibrişimden ör- me para kesesini çıkarmış, içinden Osmanlı Hrasinı Suada uzatmıştı. Suat, büyük bir sevinç içinde kamaradan gü- verteye fırlamıştı. * — Sizi, hayretle dinliyorum; cen- tilmen.. hakikaten Türk müsünüz?.., — Hem de, o kadar su katılmamış Türküm ki... Yalnız, beni niçin ha retle dinlediğinizi söyler misini, Mis? — Fakat siz.. İngilizçe konuşuyor- sunuz. — Konuşurum, a ... Cenabıhak. sun; diye uydurtmamış ya?.. — Evet, amma. sus bir Türk bahriye askerinin, sizin kadar tatlı İngilizçe söylemesini ak - Imdan geçirmezdim. — Yanlış düşüncelerinizi düzeltti- ğgimden dolayı, çok bahtiyarım, Mis.. Gutbay... — Affedersiniz.. bir şey soracağım. — Görüyorsunuz ki, arkadaşlarım beni bekliyor. Lütfen acele ediniz. — Kısa.. çok kısa... İngilizçeyi, çok Ptâtlı söylüyorsunuz. — Bilmem.. belki size öyle gelmiş- tir. — Bu sevimli lisanı, sizin ağzınız - dan biraz daha fazla dinlemek ister - dim. ü — Mümkün olsaydı, hiç fena ol - mazdı. — Acaba, arkadaşlarınızdan kurtu lup ta geç vakit buraya gelemez misi - niz?.. — Hiç zannetmiyorum. — Buna çalışsanız, hiç fena olmaz. — Niçin?., — Sizinle çok hoş bir gece geçirir- dik. Suat, birdenbire şaşırmıştı. Alışve- riş için girdikleri şu mağazanın, sarışin vukubulan şu hayretler içinde tezgâhtarı tarafından İteklif, bir anda onu |bırakmıştı. Ve o şaşkınlıkla: — Hoş bir gece geçirmek mi?.. Na- sıl2.. — Sizi o kadar tatlı ve sevimli bul- İhayal ve esrarı ile dolu, çok —mânalı bir ifade var. Sizinle bir gece başbaşa |kalmak, her kadın için bir saadet o - lur. Bahusus; benim gibi, hayatında |şılaşan bir İngiliz kızı için... Suat, gözlerine ve kulaklarına inan- mamıştı. Kanı, bir anda kalbine top- lanmış,. ve sonra, yavaş yavaş damar- larına yayılmıştı. Yanakları, koyu hâ- başını önüne eğerek; — Maalesef, böyle davetleri kabul etmeğe henüz alışmadım . Diye mırıldanmıştı. Fakat; açık mavi gözleri parıl panıl yanan İngiliz kızı, bu tok cevaptan hiç bir nedamet duymamıştı. İştiha açan yemekler karşısında, irade ve düşün- cesini kaybeden bir ubur gibi, kırmızı dilini, daha kırmızı olan ince dudak - ları arasında kezdirerek yalvarmıştı: Y İzim şiddet ve felâket mâbudu (Enhil)i| İngiliz Hsanını, yalnız İngilizler konuş- *” bir Türkün.. bııhu-: dum ki.. bilhassa gözlerinizde, şarkın | ilk defa olarak bir Türk genci ile kar-|F zeli bir pembelikle kızarmıştı. Derhal| « Son Posta vi Tarihi Tefrikam (x Hamatlılar © zaman Sumerlilere düşman idiler. Şimdi Sumer akıncıla- rının önünde eğildiler.. ve bizi çök iyi karştladılar. Hamat dağlarından ge - çerken ordumuza yol gösterdiler.. su dağıttılar. — O halde her yıl bize vergilerini neden muntazam göndermiyorlar — Bu kabahat yerlilerden ziyade kraldadır. Zano — safahate — kaptırmış kendini. Sumere vereceği yıllık vergi İşöyle dursun, maiyetindeki hassa bölü- ğünün aylığını bile veremiyormuş. — Ben Zanonun bu derece safahet düşkünü bir hükümdar olduğunu bil- ydim, yirmi yıl önce yere vurduğum tacını tekrar ona bağışlamazdım. - Keşki öyle yapsaydınız, mellâ! Şimdi Hamat derdi olmazdı başımızda. Bir vali ile orasını da idare ederdiniz! | Neyse.. biz gelelim kızının hikâyesine: Zanonun kızı bir gece rüyasında, bi- | e: (Başına yakında| . Fukat, bu felâket seni saadete eriştirecek. Bu yaşa kadar | nük geçen talih yıldızın parlıyacak!) | demiş. Gudea gülümsedi: — Babasının sarayından ayrılması, talih yaldızımanın bü ne delâlet etmez mi? Onun şimdi se- görmüş. Kend ibir felâket gelec: ütün söndüğü- | İnin yanında bir esirden ne farkı var? — O, benim, tam mânasile hür bir eşimdir. Ben onu esir olarak almadım. Karım mâbut (Enhil )in çok iyi dos- Ben karıma ihanet onu hiç bir zaman kırmak istemem. tudur. edemem.. — Korkuyor musun ondan... —Hayır. Korkmuyorum.. — sadece | saygı ve sevgi ile bağlandım ona, — Bu da bir nevi korku demektir, Nâraş! (çok seven, çok korkar!) sö- zünü atalarımız eöylemiş. — Bana, korkak bir adam denebilir mi? — Ben filden, deveden korkmayan bir kahramanın bazan küçük bir cey- landan ürküp kaçtığını -gördüm, Sen de tıpkı öyle olmuşsun, Nâraş! Nâraş hiddetlendi: — Benim yerimde siz olsanız, ne yapardınız? dedi. Bahusus çok sever- seniz.. — Kadın karşısında eğilmek, hasta-| rTamansın ki, — karşında — milletler ” ve krallar eğiliyor! lâraş önüne bakıyordu. Birdenbire sarayın taraçasında du - ran büyük bir zakkum saksısının du - vardan bahçeye düştüğünü — gördüler. O sırada bahçede dolaşan veliahtın ö- nüne düşen saksıdan çok korkan kra- ln oğlu yere düşüp bayılmıştı. Tazüçüdarn behçeye baktılar. Gudea: — Oğlumu cinler çarptı.. - koşun, eee ea nesersemerenmen e ren enameme seremLedesenAeı Nöbetçi Eczaneler Bu gece nöbetçi olan cczaneler şunlar- a İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Şeref), Beyazitte: (Asa- dor), Fenerde: (Vitali), Şehremininde: (Hamdi), Karagümrükte: * (Kemal), Ba- matyada: (Teofilos), Şehzadebaşında : (. Hali), Eyüpte: (Arif Beşir), Eminö - nünde: (Salih Necati), Küçükpazarda: (Hulüst), Alemdarda: (Sırrı Asım), Ba- kırköyünde: (Merken. Beyoğltu cihetindekiler: İstiklâl caddesinde: ( Gülatasaray ), ve (Garih), Galatada: (Hidayet) Kurt luşta: (Kurtuluş), Maçkada: — (Feyzi), Beşiktaşta: (Nall Halit). Boğaziçi ve Adalarda: Üsküdarda: (İtihat), Sarıyerde; (A - saf), Büyükadada: (Şinasi Rıza), Heybe- İnindan ayrılm lara ve zayı . Sen bir kah-| yıflara yaraşır. *” İgörünüyordu. Nâraş Suriyeden dön - -SÜMERYILDIZİ - “TUNÇANY Yazan : Celâl Cengiz kurtarın! Diye bağırdı. Nâraş kaşlarını çatarak mırıldanı - yordu: — Karım, mâbut (Enhil) in hima- yesinde yaşıyor, dedim. İnanmadınız, mellâ! İşte (Enhil) bir küçük felâketle kendini bize gösterdi! ... “Sana yol göründü, Nâraş!,, Bir kaç ay sonra.. Nâraş Suriyeden geldiği gündenberi Hamat kralının kızile yaşıyordu. Akada giden Sumer ordularının müşkül vaziyette kaldığı haberi Ur şehrinde herkesin ağzında dolaşıyor - du. Samanın ordusile birlikte mağlüp olduğu ve muhariplerin dağıldığı da yleniyordu. Gudea bu haberleri duyunca — yeni| bir ordu düzerek kendisi yola çıkmak fakat, kızının hastalığı çok a -| idea biricik kızının yas istemiyordu. — Zaten Gudea eskisi gibi ordunun başına ge - çerek harp meydanıma atılacak yaşta değildi. İhtiyardı.. dizlerinde ve kol - larında eski kuvvetini bulamıyordu. Gudea bir gün Nâraşı sarayına ça - ğırttı. Nöraş evinde istirahata çekilmişti. Gudea : — Sania yol göründü, Nâraş! Akada giden ordularımız bozulmuş. Bu bir istiklâl Akatları yenmez ve topraklarımızdan atmazsak, Akat akıncıları buraya kadar gelmekten çe- kinmezler. Senin de milletin de, hepi- mizin rahati kaçar.. yurdumuzda kar- gaşalıklar çıkar. Halkımızın sırtından düşman atlılarının geçtiğini istemez - istedi.. gırlaşmıştı. G savaşıdır. sen, hemen bazırlan.. yola çık.! Nâraş kralın sözlerini dikkatle din- liyordu. Gudea çok doğru ve makul söylüyordu.. Nâraş bu işi üzerine al - mıyacak olursa, Akatlıların Ur'a ka - dar inmeleri tehlikesi vardı. Nâraş söz verdi: — Peki.. yeni ordunun başına geçip hemen yola çıkacağım, mellâ! Nâraş saraydan eve dönünce, sihir- baz Mâyaya haber göndermişti. Sihir- baz Mâya, Nâraşa çok sadık vs bağlı dükten sonra: — Tunçay yaşıyor mu? Diye sormuştu. Sihirbaz Mâya, Nâ- raşın Hamat prensesile evlendiğini gö- rünce: — Tunçayı yilanlar zehirlemişler.. kurtaramadık.. öldü. Diye cevap verdi. Aradan uzun bir zaman geçtiği için, Nâraş, Tunçayın ölümüne acımamıştı bile. O zaten şimdi Tunçaydan çak daha güzel bir kızla evlenmiş bulunuyordu. Tunçay fakir bir adamın kızıydı.. RAL ayni zamanda gözleri de görmüyordu. ve ondan mütevellid baş ağrılarıdi Yiş bir Akada giden Sumer orduları müşkül vaziyette kalmışlardı aş, Tunçayı, kendisini sevmediği için yılanların koynuna attırmış değil miydi? Nâraşın şimdiki karısı hem çok gü- zel, hem de bir kral kızı idi. O artık Tunçayı düşünmüyordu. Sihirbaz Mâya eve gelince, Nâraş sordu: — Ben yeni bir ordu ile Akad üze- rine gideceğim, Karıma burada sen « den başka gözçülük yapacak kimse yok.. Bu işi kabul eder misin? Mâya kaşlarını kaldırdı.. düşündü.. — Yaşım ilerlemiş.. dizlerim tut - müuyor.. ben senin genç ve güzel kar rna, bu halde gözçülük yaparım der” sem yalan söylemiş olurum, mellâ! Nâraş ısrar etti: (Arkası var) »YO Bu günkü Program V? Mart 837 Çarşamba İSTANBUL Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi-12.50: Havadik 1345: Muhtelif plük neşriyatı. Akşam neşriyatı: 17: İnkilâp dersleri Üniveralteden maklen, Yusuf Hikmet Bayur, 18,30: Plâkla dans mü” ikisi, 19,80: 'Türk tayyare kurumu namınk lran Kaftancı tarafından — komferan: 20: Nezihe ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve balk şarkıları, 20,30: Ömer RIZA tarafından arapça söylev, 20,445: Bimen VE arkadaşları tarafından Türk musikisi ve half garkıları, Saat ayarı, 21,18: Orkeştra, Ajans ve borsa haberleri, 22,30: Plâkla sololüf Opera ve operet parçaları. BUKREŞ p 1936: Viyolen havaları, Sonatalar, 204107 Rumen şarkıları, 20,45: Orkestra, 21,46: Fraf” sa, Almanya ve Romanya haberleri. BUDAPEŞTE 16: Öpera (Pnecini), 18,46: Plâk meşriyalk 1030: Çigan orkestrası, 21,5: Haberler, 81407 Dans havaları, 29,15: Muhtelif havalar, 24177 Plâk neşriyatı, 24,5: Haberler. PRAG 16,10: Brnodan nakil, 17,56: Plâk meşriraik 10,10: Politika müsahabesi, 19.50: nakil, 20.30: Tiyatro, 22: Haberler, Opera müzik, 29,10: Haberler, VİYANA t 17A0; Hayda, Mozarttan — parçalar, 110 Şarkılar, 19,35: Konser, 21,58: Dans havalafi 2110: Haberler. VARŞOVA ç 17,15: Karışık program, 18.20: Hafif ı“'. 2045: Haberler, 21: Chopinden — Parçâlil 2145: Muhtelif havalar, 22,0: Bar korosük Plâk neşriyatı. Yarınki Program 18 Mart 1937 Perşembe İSTANBUL Öğle Neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi. 1240: düs, 13,05 Muhtelif Plâk neşriyatı. Akşam Neşriyatı: 17: İnkılâp dersleri üniversiteden DE (. Yusuf Hikmet Bayur, 18.30: Plâkta da9f Üş sikisi, 19,30: Konferans doktor Saltak erki” (Cihazı hazmi tüfeylat, 20: Sadi v& #Eğe daşları tarafından Türk musikisi V€ şarkıları; 20,30: Ömer Rıza tarafındafi Ça söylev, 2045: Safiye ve arkadaşiari Bari” Ddi v ge fından Türk musikisi ve halk şarkıları, y ayarı, 21,15: Orkestra, 22,15: Ajanl '.,— haberleri, 22.30: Plükla sololar, peret parçaları. İNKİBAZ de feder, MİDE ve barsakları k! boşaltır. Son derece teksif edi ilmiş D tuz olup MÜMASİL nnsnııznn—:g_ DAN DAHA ÇABUK, LAY, ve DAHA KAT'i tesir meklerden sonra âlınırsa HA: LİĞİ, YANMA L DAHA ıdlg MİDE EKŞİLİK ve t ARINI giderir. MİDE VE BARSAK LARI ALIŞTIRMAZ. Ağızdaki kokuyu ve tatsızlığı 4"._ der. MAZON isim ve HOROS sına dikkal, takat büyük Küçük şişesi çıkmıştır, şişesi ekonomiktir. ide: (Tanaş).