6 Sayfa Havalananlara ve havalara dair! | Yazan: Osman Cemal Kaygılı | Nihayet işte üçüncü cemre de düş - tü; şu halde sayılı soğuk olarak ö Mmüzde iki meşhür soğuğumuz kaldı: Biri, beş altı gün sonra mübarek, muşmula yüzünü gösterecek olan Ko- Cakarı... Biri de kırk gün sonra boy - nuzlarile bizi yelpazeliyecek olan 3 . küz... Hikâyeyi,bilirsiniz tabif: Hani, böy- le, kocakarı soğuğuna bir iki gün kala, değneciğini kakarak yoldan geçen bir kocakarıya, arkası sıra yürümekte o - lan külhanbeyinin biri taş atmış: — Yere batası, suratsız kocakarı, ya- rın öbür gün bizi titretecek! Hazır cevap olan kotakarı hemen ge- riye dönmüş: — Arkamdan gelen benden daha beterdi Bunların hangisi hangisinden daha beterdir? diye bana soracak olursanız ben de size belli olmaz derim, bazan izden yaman; bazan da Ö- n çıkar. un, öküz olsun, bunlar Artık kışın son atımlık barutlarıdır. Hattâ öküz zaman itibarile kışın değil, flkbaharın öz malıdır. Çünkü martın yirmi ikisinde ilkbahar resmen girer, öküz! demiş, Öküz soğuğu ise tam nisanın yirmi iki-| n Binde başlıyacağı için onu artık kış so. Üuğu sayamayız. Bazı yıllar, tam altı gün, altı gece bizlere yeniden paltolar giydirttiği, hattâ yirmi, yirmi beş gün önce, görülen lüzum Üzerine işten el çektirilip altı ay yaz için, muvakkaten yük, dolap emrine verilmiş olan yor - ganın birini, yükten çıkarttırıp tekrar tzerimize örttürdüğü halde, öküz so - Buğu, kış soğuğu değil, tam bir bahar soğuğudur. Vâkıâ Anadolunun bir çok yerlerinde: Korkma zemherinin kışından, Kork Abrulun beşinden (*) Öküzleri ayınr eşinden! Diye bir de meşhur tekerleme var - Gur. Fakât-o, eski abrulun beşinde ökü- eşinden ayırsa bile arkasından çar- Çabuk yetişen hidırellez, ayrılanları ge- ne bir su başında, yahut çayırda bir- leştirir. Öküz soğuğunun, en çok sapartası - nı yiyenler, ilkbaharın o altı günlük çiseli, poyrazlı, hattâ bazan yarım s: Ju karlı soğuğunda hiç durmadan yo! larda otuz iki dişlerile trampet çalan- lar kimlerdir biliyör musunuz? Bun- ları, sanırım, vaktile rahmetl! ustamız Ahmet Rasim şöyle tarif etmişti: «Martın on altısı olur olmaz, oh! Ar- tık yaz geldi. Çünkü martın on beşi kış, on beşi yazdır! diye sırtlarındaki pal - toları ucuz, pahalı bitpazarında — oku- tup, onların paralarile turfanda Kâhtane âlemi yaptıktan conra sit sevirde tıpkı zemheri zürefasi gibi yol-| larda titreme gerdan bin beş yüze ge- zenler!» Hoş, ben bakıyorum — şimdi, değil sittelsevirde, şubatın yirmisinde bile| İstanbul sokaklarında paltosuz, parde- süsüz, başaçık gezen gezene! bunlar, sırtlarındaki paltoyu ne za - man bitpazarına götürüp satmışlardır acaba? diyeceksiniz. Onlar, zaten kış başlarken sırtlarına birer palto alma ki, kış ortasından biraz son- rüp satsınlar? Benim anladı - ğum, bunlar, ezelden paltosuz ve şapka- sızlardır. Nerede ise bugün, yarın min- tanlarının, fanilâlarının|! kollarını da dirseklerinden yukarıya doğru sıvayıp önümüzdeki kocakarı soğuğunu hazi- ranlık, temmuzluk - plâj kılığı ile ge- çirecekler. Gene ben öyle sanıyorum ki bunların bu mevsimde paltosuz gez- meleri, yoksulluktan falan da değil! Çünkü ceket, pantalon yenice ve her zaman ütülü, iskarpinler ayna, kazak son moda, saçlar her an muntazam ta- ralı, tıraş sinekkaydı olunca artık yok- sulluk bahse mevzu olamaz değil mi? Perşembe günü gördüm, bunlardan biri Sirkeciden Ankara yokuşunun ba- Gençlerde Mektuplaşmak hevesi Ayvalıkta oturan bir genç, Bay «Sa, Z. : — Ben kovaladıkça o kaçtı. Artık ben kaçacağım. Eğer hakikaten sevi- yorsa o kovalasın, diyor. Fakat şikâ- yetinde haksız, vak'ayı hülâsa ede. yim; söylediği şu: — «Sevdim, ©o da beni sevdiğini söyledi, mektup yazdım, cevap ver- medi, ne lüzüm var, işte arasıra ko- nuşuyoruz ya, dedi. Nihayet günün birinde hiç konuşmaz oldu.» * Sevişmek bağlanmak değildir. Her sevginin sonu bir yuva kurma- Bazan dargınlık ile de sapılması ile neticele- nebilir. Genç kızın kendi elyazısı İle başkasında vesika bulunmasını iş- tememesi kadar tabif ne olabilir? Ni- “CÖNÜL İŞLERİ!' hayet konuşmayı kesmesine gelince, evlenme yoluna girmeyen bu mua- şakadan fayda çıkmıyacağını tahmin etmiş olmasında niçin mantıksızlık bulunsun? Okuyucum 23 yaşında bir gençtir, Biraz daha tecrübe geçirmeye müh. taç görünüyor. * Aksarayda Bay (T. Z.) ye: Sevmek, sevene sevilen üzerinde bir vesayet hakkı vermez. Genç kı- zın nişanlısı değildiniz, aranızda ev- lenmeye dair söz de geçmemişti. Şe- ref yolunda kalmak şartiyle sizinle nasıl konuşuyordu ise başkası ile ko nuşmak hakkını teslim ediniz. Hareketinizde sizi haksız bulurum. Maamafih bu hareket mutlaka kızın nefretini celbetmiş olamaz. Yarın ev lenme bahsini açınız, gösterdiğiniz fazla asabiyeti aşkınızın kuvvetine atfederler. —Muammanın anahtarı kendi elinizdedir, TEYZE Hai | yorum ki bu balta bi SON POSTA Mrat 7 Yanlışları düzeltilecek tabelâlar Belediye, yanlış tabelâları düzeltt- recekmiş; belediyeye büyük bir iş çık. tı demektir. Adamın biri: — İmam Kasanla Muaviyenin kızlarıdır. Demiş. Öteki cevap vermiş: — Be adam hangi hatanı tashih ede- yim.. Kasan Küseyin değil, Hasan Hü- seyindir. Kız değil, erkektirler. Muavi- yenin değil, Alinin çocuklarıdı anlışlarını düzeltecek yanlışı düzeltecekler. bozuktur, yerinde kullan:lmamış- sen o büsbütü: ciye tabelânın k: imam Küseyin — Güdam galatatra nem: Demekten başka ne kalır ki. * Bir ftıkra daha aklıma geldi: Adamın birinin belinde kocaman bir saldırma bulmuşlar. — Bunu neye taşıyorsun? diye sor - Mmuşlar.. — Bazı yanlışlar oluyor onları kazı- yorum. Demiş. Gene sormuşlar; — Yanlış kazıman için bu- kocaman saldırma kullanılır mı? | Öyle yanlışlar oluyor ki bu bile &z geliyor.. Demiş. Elinde balta dolaşan tabelâ düzeli sini görüp de — Bu bi sin? Diye sorarsak; herhalde o da şu ceva- bı verecektir:. — Tabelâda ö yla yanlış mı düzeltecek. lışlara raştla - Osmaniyede Karaçay taştı Cebelülbereket (Hususi) — Osma- niyeyi cenupten çeviren Karaçay çok göstermiştir. Maamafih önemli bir za- .|rar kaydedilmiş değildir. Geçenlerde zuhur eden bir yangın da Türk Hava kurumu Osmaniye şu- besinin işgali altında bulunan eski bi-| na yanmış, (1500) lira zarar meydana | gelmiştir”Bu meyanda resmi evrak ta kül olmuştu. şına gelinciye kadar belki ön dükkâ . nın önünde durdu; dükkânların kendi Skarpinleri gibi parlak vitrinleri karşısında, cebinden çıkardığı bir tarakla belki on defa saçını taradı, Bu çeşit gençlerden bazılarında, böyle yollarda dükkân camekânlarını kendi- Baç taramak ne kadar dâ günün mo - dası oldu. saç bir kere evden, işten, berberden çıkarken taranır, bir de yolda filân in- san kazara başını bir yere çarpıp sa . çekilip orada Gdüzeltilir. Fakat son günlerde, yollarda, tramvaylarda, va- püurlarda, otobüslerde, kahvelerde iki- de bir ceplerinden tarak çıkararak va- ra, saç taramak korkarım o_myı (Penyo mani —« Taranma deliliği) çı . karmasın! Vüâktâ, herkesin keyfinin kâhyası de- ğiliz; yen yolda, tramvayda, vapür- da, otobüste, kahvede değila, hattâ bi- siklette, motosiklette dörtnala uçar . ken bile taranır. Fakat, bu kış gününde dükkâncılar içeride kalın elbiselerle çivi keser « lerken berikilerin, camekânı kendile - rine ayna yapıp dışarıda paltosuz, par- desüsüz durmadan taranmaları biraz acayip kaçıyor. Neyse, çok kalmadı, bir kaç gün sonra şu mübarek, muşmula yüzlü kocakarıyı da atlattık mıydı, ar- tık sokaklarda paltosuz, pardesüsüz, şapkasız değil; ceketsiz bile hem saç taranır; hem kaş, kirpik yolunur! Arkasından gelmekt olan koca öküzü kızdırıp işi iddlaya bindirmedn hele şu muşmula yüzlü kocakarı da geçsin ba- kâalım! 1 Osman Cemal Kaygılı Tashih mikü- | Be adam hangi hatanı tashih edeyim? | | kabarmış ve bazı noktalarda taşkınlık | ' San'at : Aylık vererek ressam E - Ben şimdiye kadar aylıkla memur | yetiştirilir sanıyordum. Meğerse aylıkla bir ressam, bir heykeltraş yetiştirmek te kabil imi Şüphesiz her meslek, her san'at İlerileyebilmek için az veya çok, mad- di veya evi teşvika muhtaçtır. He- le güzel san'atlar, herşeyden zıyade teş ,vik, tergip ister, Yalnız güzel san'atların inkişaf ede- bilmeleri için mühtaç oldukları bir mü him şart daha vardır ki, o da her türlü kayıttan âzade bulunmalarıdır. Dün - yada herşey, az çok nizama, kanuna, hattâ emre tâbi olabilir, fakat bir res- saram, bir edibin bir heykeltraşın ilha- bir kayda, herhangi bir amaz. Bu arzu isterse res nın kendi arzusu, isterse başkasının arzusu olsun, İşte güzel san'atların bu âzade serli- ğinden dolayıdır ki bugün mı san'at âlem lerce güzel sa hepsi herhangi sahibinin ar zusu ile değil, ancak sahibinin sanihas: mahsulü olara r hassa güzel san'atların tâbi olduğu bu mühim şarts hiç bir vakit gözönünden uzaklaştırmamak lâzımdır. Bundan do layıdır ki, ben, bazı müstait gençlere şu veya bu mikdar aylık vermeğe te- şebbüs etmekle ressam yetiştirmek ka bil olabileceğine ihtimal vermiyorum. s ressamlığı bu yolda teşvike kal kışmak, ortaya ruhlu, canlı, hakika- ten ilham mahsulü eserler çıkmasına jmâni olmaktır. Güzel san'atleri teşvik etmek, bizde Bizim bildiğimiz ve âlemin - bildiği | çı bozulacak olursa tenha bir köşeye | m, de değerli ressam ve heykeliraş yetiş- küçük tirmek istiyorsak, onun için tutulacak yol, Maliye Vekâletine vazife şinas me mur yetiştirir gibi aylık vermek deği!, fakat her sene güzel eserler ibdamna ne ayna yapıp her adım başında bir| muvaffak olan san'atkârlara mükâfat dağıtmaktır.. Dünyanın her yerinde güzel san'at Müntesipleri bu suretle yetişir ve ye- tişti Bizde de bir aralık bu makul yolun tutulduğu olmuştu. Meselâ Şeh- Temaneti bazı seneler, Güzel San'atıer ektebinde yapılan tablolardan en gü yetiştirilebilir mi? zellerin! oldukça bol para vererek sat tın alırdı. Hattâ bu tablolardan birkaçi el'an İstanbul Belediyesi salonunda aSf h durmakladır. Fakat birçok faydalif teşebbüslerimizde olduğu gibi emanel de, bu teşvik usulünde devam etmedi: |Bir iki sene ressamlarımızın tabloları nı aldıktan sonra bir daha Sanayiı nefi« se mektebinin semtine de uğramadı; hiç bir ressamımızın bir defa hatırıni da sormaz oldu. Şimdi Güzel San'atld rın, bir memleketin irfan terakkisinl en büyük âmillerinden olduğunu dahâ iyi anlamağa başladığımız bir devirde bulunuyoruz. Nitekim bu anlama netf cesi olacak ki Güzel San'atlar Akade- misinde çalışma ve çalıştırma meyilleri » Maarif Vekâleti de, €« g kadar bu mektebi hima* selâ her sene en ziyade muvaffak olan yeyi daha semereli bir dereceye çıkar mak isterse, ressamlara vVeya ressani namzetlerine aylık vermeği bir an ha> tırından geçirmemeli, ona mukabil me selâ her sen en ziyade muvaffak olan eserlerden yirmi tanesinin sahiplerint mikdarda mükâfat tevzi ede- eylemeli. Bu mükâfatlar da 1 | dolgun olmalı, meselâ en yükseği bim litaya kadar çıkabildiği gibi, en az: da iki yüz liradan aşağı olmamalı ve bu mükâfat tevzü usulünü muntazaman tatbik etmeli. O zaman dört beş sen€ gonra memleketin - kendimize göre * bir hayli kıymetli eserler kazandığıni ve birçok istidatların da inkişaf ettiği ni göreceğimizden kat'iyyen emin olda biliriz, Yo Silivri köylerinde tarla faresi mücadelesi yapılıyor Silivri (Hususi) — Ali paşa, Yas pagca, Fener, K. kılınçlı, — B. kılınçlı, Bosna, Çeltik, Çanta, Bekçiler, Say- men, Küçük çavuşlu, Büyük çavuşlu; Çayırlıdere, Sinekli köyleri arazisinde tarla fareleri çok zarar vermeğe başla mıştır. Ziraat memuru Sami bu köy* lerde fare mücadelesine başlamıştıfe Hergün yüzlerce kişi tarlalarda fareler ri imhaya çalışmaktadır. Zafranbolu Halkevinde tezahürat Zafranbolu Halkevi ve üyeleri Zafranboluda Halkevinin yıldönüm parlak olmuş, kutlulama törenine ileri gelenleri iştirak etmişlerdir. Ü münasebetile yapılan tezahürat kasabanın bütün münevverleri V8