SON POSTA « Son Posta » nn Tarihi Telrikme » 68 .. wayıa * Son Posta ,, nın tefrikası: 20 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan t A.R. Su (t dayısı ile beraber Ja tırmış ve bunun için Diye mırıldandı. Mustafa bey, yerinden kalktı. O da, ösniyerek homurdandı: — E, kızım, böyle deli saçmalarına, başka türlü nasıl mukabele edilir... İyi ettin de, bunları annenin yanında söy- lemedin. Kızım, aklını kaçırıyor, diye; zavallı kadının gene sinirleri tutardı. Suad, tehdidini arttırdı: — Dayıl.. ta pişman olursun. Bu sözler, acı bir rüzgâr gibi Musta- fa beyin kulaklarına çarptı. Dikkatle | Buadin yüzüne baktı. Şu anda Suadın gehresinde, hiç bir şaka götürmiyen bir ifade vardı. — Pişman mı olurum? — Evet. için ? — Ben kat'i kararımı verdim, da- Alay etme.. emin ol, son- i, bir. kolayını bulupta , ne yapacağım, bilir — Ne )apacıksın) — Ertuğrul'un hareket ettiği gün, ben de buradan bir sandala atlıyarak, denize açılacağım. —Ey... — Sizi, Ayastafonos Karşı ryacağım. —Ey... — Tam gemiye yaklaşır yaklaşmaz. | bir tekme ile sandah devireceğim: Sonra?.. — Geminin kaptanı, açıklarında beni denizin | çırpına çırpına boğulmıya mahküm edecek, değil ya?... ortasında — Nasıl olsa, gemiye alacak ve al - dıktan sonra da — Dur.. arkasını ben söyliyeyi lemalüsliye kadar Şörürecak.: aruda; gemiden çıkarıp, hükümete teslim &« decek... do Suat bir kahkaha attı. demiyecek ki... bağırdı. için, edemesin.. do ellerini ayaklarını bağlar da, öyle teslim eder, — Edemiyecek, dayı.. çünki, gemi Çanakkaleyi geçinceye kadar, beni ele alimallah, hem — Gemi Çanakkaleye yaklaşınca, tekrar bir manevra çevireceğim de, onun için. Nasıl manevra?. — Evvelâ, kıç üstüne sırtımdaki şeylerden birini orada, leceğim.. çıkararak, | heıkıun görebileceği bir yere Sonra da, usullacık Bir Doktorun € inlük Perşembe Notlarından — (*) Bel tutulması, İlur. Fakat bana kalırsa, sen bunu ya- |pamıyacaksın.. ponyaya gitmeği kararlaş- her şeyi göze almıştı ğ Bir — köşeye Benim şeylerimi ora- da görenler, kendimi denize attığıma zahip olacaklar. Tabiidir ki beni ara - mıyacaklar.. gemi, Boğazdan çıkacak.. © zaman ben de saklandığım yerden çıkacağım... Artık, kaptan beni deni- ze atacak, değil ya?.. Mustafa Beyin, hayreti arttıkça art- mıştı. Suadın yüzüne, daha dikkatle bakmıştı. Hiç bir kılı kıpırdamayan, hiç bir köşesi buruşmayan bu çehre - deki cür'etkâr ifade karşısında, şaşalamıştı... Sesi, titreye titreye: — E.. ben gemide bostan korkulu- ğumuyum.. senin bu tüvariye anlatmıyacak mıyım?.. — Haaa.. bak, o zaman ne yapaca- am, dayı... «Efendiler!.. Ben, kız de- Gil; oğlanım. Tabiat, beni biraz hatalı olarak yaratmış... Ben; — tabiatin bu hatasına, isyan ettim. Bu şerefli sefer- sinteneye — ineceğim. gizleneceğim... biran kepazeliklerini . i | den mahrum kalmak istemedim. İster- | seniz, beni muayene ediniz.» diye l—.d.l gıracağım... Tabildir ki, beni muaye- neye kalkışacaklar.. eğer; sen böyle bir muayeneye rıza göslerir ve taham- mül edebilirsen, ona hiç bir diyeceğim yok. Artık o zaman, Allahın dediği o- ister istemez, beni kat'iyen tanımıyormuş gibi davrana - caksın. Mustafa Bey, büsbütün şaşırmıştı. Suadın gözlerinin içine bakarak! — Kızımt.. Sahih mi söylüyorsun.. bunları yapacak mısın? Diye mırıldanmıştı... Suat, bir kılını bile kıpırdatmadan, ağır bir sesle, ce- vabı basmıştı: — Hem vallahi.. hem billahi.. bütün bu söylediklerimi, yapacağım, dayı. Mustafa Bey, ellerini arkasına bağ- lamış.. gecelik entarisinin eteklerini savura savura gezinmeye başlamış! — Ah; enişte, ah.. hep kabahat sen |? dir... Al bakalım.. işte, serbest İngi- Hemşire, bunları duy- vallahi, kadıncağızın E Suat.. zaten senin ne çiçek olduğunu bilirdim.. fakat, nihayet böy- le bir oyun çıkaracağını aklımdan ge- çirmezdim.:, Bu, ne kepazelik, yahu.. senin yaşında kızlar, evcağızlarının köşe minderlerine kurulurlar.. bir ta- raftan çehizlerini işlerler.. bir taraftan da kısmetlerini beklerler... Bizim mem- leketimizin âdeti budur... E, ölsceğim aklıma gelirdi de.. günün birinde, bir kızın ağzından bu sözleri işiteceğim, aklımın bir karış üstünden bile geç - mezdi... Dünya, kuruldu - kurulalı; ne görülmüş, ne işitilmiş bir şey... Suat, dayısının bu sözlerine, sükü- netle cevap vermişti: liz terbiyesi... masın üreğine iner... — Bak, ne güzel söylüyorsun, dayı.. Bence, asıl insanlığın mânası; koyun sürüsü gibi, birbirinin arkasından koş- Arka ağrıları Böğuk ve rutubetli zamanlarda bazı kimselerin birdenbire beli tutulur. Şid - N bir ağrı ile olduğu yerde kalır, Ade- ütlerine bir kama zaplanmış gibi a) bile ağrı nlerce devam dahilinde bazı kimselerde de arka ağrıları adetâ arku- dan öne doğru bir kuşak gibi saran şid. detli ağrılar görülür. Bütün b iyetlerde İlk evvel hatıra gelmesi icap eden şey hi malı olup olmadığıdır. Filhakika ekseri- yetle hem de mühim bir ekseriyetle bu ağrıların sebebi romalizmadır. — Yalnız romalizma vücudün şu veya bu kısmını tutarak hastayı müuztarip etmektedir. Bel tutulmasıi ve arka ağrılarında pıra - midon aspirin kullanmak iazrmdır. Ayni zamanda ağrı olan yerlere kuru Şişe bir kaç h acamat yaptırmalı ir. Yazın kaplcalara git- ve ayni zamanda plâjlarda güneş || u yapmalıdır. | Üa B (*) Bu natları ketip saklayınız, yahut || bir albüme yapıştırıp kölleksiyon yapınız. Bıkıntı zamanınızda bu notlar bir dektor gibi imdadınıza yetişebilir. |mamak.. dünya kuruldu kurulalı, gö- rülmemiş; işitilmemiş bir şey yapmak- . Herkesin yaptığı işi, bizim bes- 'leme Ayşe kız da yapar. Asıl hüner, İAyşe kızın derecesinden yükselmeye 'çalışmaktır. -Ne yapayım, dayı?, Ben; | İsenin o dediğin kızlar gibi, çehiz işle-| mek, kısmet beklemek için dünyaya gelmemişim... Düşündüğüm, ve yap-| mak istediğim işde, insanlığın temiz şe- refini lekeleyecek.. ailemizin namusu- na leke getirecek bir şey var mı, yok mu?.. Sen, onu düşün, dayı. | Mustafa Bey, duralamıştı. Başını çevirerek omuzunun üstünden, Suada |bakmıştı. Şimdi Suadın çehzesinde, her insanın kalbini yumuşatacak bir mert- | lik ve safiyet vardı. | Mustafa Bey, gene eski yerine otu muş bir sigara sarmaya başlamıştı. — | — Doğru söylüyorsun, işde; şerefi, namusu lrkurvuek bir şey yok... Yok amma, olacak şey, de- gil... Bilmem.. benim, bir türlü havsa- lam, almıyor. (Arkası var) kızım.. bu, | Yazan : Celâl Conglz Gudea nihayet kararını verdi, kızını Samaya nikâhlayacaktı Aradan çok zaman geçmedi.. Gude- anın adamlarından biri odadan içeriye| girdi : — Kral sizi bekliyor, mellâ! Neden saraya gelir gelmez beni görmeğe gel- | medi? diyor. Dedi, Sama hazırlandı. Akşam üstü güneş batarken, kralın huzuruna çıktı. Gudea çok neş'eliydi. Samayı gö - rünce: — (Sefahat mâbudu) nun, verdi miz kurbandan çok memnun oldu; nu sanıyorum. Bugünlerde rüyamda beni tâciz etmiyor.. korkutmuyor, de- bir kaç gündenberi havalar çok sâ- in ve mütedil.. fırtınasız geçiyor. Ve Samanın yüzüne bakarak sor - du: k — Maranın kanı da kendisi gibi te-| miz miydi? — Pembe bir kanı vardı.. mermer taşların üzerinde pıhtılaşıncıya kadar bekledim. ipurlulara ne dedin? — Ma-;— edde kalfabahk yoktu.. em - tinizi sadece mübed rahibine söyledim. Ve başını kestikleri zaman başı ucun-| da durdum. Gudea bu kısa izahattan çok sevi mişti. — Aman, dedi ızdırmıyalım. sefahat mâbudunu a Mara kadar gü - heız bir kurban bulmak çok güçtür. Sama bunun aksini iddia etti: — Ur'da ve Nipur'da mara gibi saf ve günuhsız o kadar çok kız var ki.. fa- kat, bu zavallıların hepsini mâbudlara kurban verirseniz, yalnız suçlu ve günahkâr insanlarla do- lacak. — Mâbudlar isterse, ne yapalım? — «Günahsız kurbanlar kalmadı.. biraz da geride kalan günahkârları ka bul etin demelisiniz! — Bunu söylersem, mübüdlar yeri göğü birbirine çarpar ve rahatımızı ka- çırırlar.. yurdumuz felâketten felâke. te, ıztıraptan ıztıraba, varlıktan yok « sulluğa düşer. — Bir kere deneseniz... Gudea hiddetlendi: — Beni mâbudlara karşı isyana mı evkediyorsun, Sama? Sen mâbudların gazabından korkmuyor musun? Sama başını kaldırdı.. Ve sert bir tavırla cevab verdi: — Hayır.. korkmuyorum..! Gudea gözlerini açarak bağırdı: İeyine güveniyorsun? — Bileklerime.. — (Enhil) in koparacağı fırtınalar ve (Baal) in her zaman başımızdan ek. k olmiyan şiddet ve gazabı. senin bi- klerini çok çabuk büker. küçük bir kusırga, belini iki büklüm yapmağa ye kendinde mâbudlarla dövüşecek kuvvet görüyorsan, ve eğer buna mu- Nöbetci EFezaneler Bu gece nöbetçi olan eezaneler şunlar- dic: İstanbul çihetindekiler: Aksarayda: (Sarım), Beyazitte: (Ce- mib, Fenerde: Çvttali), Şehremininde. (Bamdi).. Karagümrükte: | ÇArif), Samant. yada niversite), Alemdarda (Hikmet Cemil), Alemdarı ota, Mıh)nuıdr Merkez), Beyoğlu İstiklât İsmet), Tak (Nocdet) » Küçükpazarda. Eşref Neş- (£ Va Beşiktâağla: (Nail wiçi ve Adalarda Üsküdarda' — (Selimiyor, (Asat), Büyükadada: (Şinasi), de; ÇHalkı Sarıyerde: Heybel yurdun her köşesi| vaffak olursan, sen de bir mâbudsun demek! Senden de korkarım ben.. ... “Sama, mâbutlarla döğüşmek istiyor,, | — Güdea, o gece, prens Hamo ile bera- yber yemek yiyordu. Sofrada konuşuyorlardı: — Sizden vaktile esir aldığım Sa - mayı nasıl tanırsınız? — Onun için Suz'da: (Azgın bir bo- ğanın torunudur!) derler. Gudea güldü: — Sizde de kuvvetile tanınmış de- mek..? — Evet. Ve babam onun yerini şim- diye kadar dolduramamıştır. — Ben onu tutsaklık (1) tan azâd ederek, hâssa zabiti yaptım. Fakat, Sa- ma kendine o kadar güveniyor ki., no redeyse bütün mâbudlara meydan oku- yacak. — Her kuvvetli insan gibi.. — Suz'da mâbudlara karşı gelenle- te ne ceza verirsiniz) | — Onu mâbudların gazab ve şid « İdetine havale ederiz. — Ben Samaya acıyorum., Hâssa a- -| layımda onun kadar merd, cesur ve sa- dık bir zabit yoktur. Fakat, böy! budlara karşı çocukca hareket edişi ba- İna üzüntü vermeğe başladı. Mâbud - ların yurduma bu yüzden bir uğursuz: luk vermesinden korkuyorum. Sarmanın sır « |tını hiç bir kuvvet yere getiremez. O- nu memleketimizde (Mukaddes Balık) (2) himaye eder. — (Mukaddes Balık) Enbil'den, Baal'den daha kuvvetli midir? — Şüphesiz.. çünkü sizin mâbud - ların birer başı vardır.. ve ikişer kol - ları. — Müsterih olunuz.. İ — Ya sizin? — Nehirdeki bütün kırmızı balıklar onun torunlarıdır. Su altında sayısız orduları vardır, Gudea düşünmeğe başladı. — Bu kadar büyük ve kalabalık or- dusu olan bir mâbud, babanı neden ka- rumadı? Suz şehrinin Sumer orduları tarafından istilâya uğramasından ne- den müteeasir olmadı? — Sebebi vardı: Babam (Mukaddes Balık) 1 gücendirmişti. Bir gece ona: (Seni, Sumerlilerle te'dib edeceğim!) demiş. Arkasından çok geçmeden sizin ordularınız sınırlarımızı geçti.. ve içi « mize kadar girdiniz..! Gudea o güne kadar Elâmların tap- tığı (Mukaddes balık) a hiç ehemmiyet vermezken, bu konuşma üzerine dü. |B İsünmeğe başlamış! — Demek ki, bütün kırmızı balık- lar Samanın hamisi... öyle mi? Diye söylendi. Prens Hamo: — Evet - diye başını salladı - fakat, ne yazık ki, Samanın bütün hâmileri |*u içinde yaşarlar. Gudea güldü: — Berekt versin ki su içinde ya - (1) Esaret demektir. Tutsak — esir... (2) Elâmların nehirden çıkan kırmı. |x balıkları mukaddes tanımaları ve bu |nevi balıkları yememelerinin — sebebi, bu balığın rengini güneşten almış ol- ması idi. Kırmızı balığı Sumerliler de 'Türk milleti, geçimi için sarfetti- ğinin hemen yanısıra, geçim kadar zaruri bir ihtiyaç ünde tayyare « ye varınımn bir kısmını ayırmağı mecburdur. Kurban bayramı da bu vazifeyi yapmak için iyi ve hayırlı hir vesiledir. şıyorlar. Ya su üstünde, yer yüzlünde yaşasalardı.. Sama — bütün dünyaya hükmeden bir mâbut olurdu. Ondan herkes, hattâ bütün mâbutlar korkardı. o zaman Gudea kararını neden değiştirdi? Gudea, prens Hamo ile konuştuk« tan sonta kendi kendine düşündü: — Samanın bâmileri çok. Kızımı prens Hamoya vermekten vezgeçtim. Ben kızıma Sama gibi mert ve sadık bir koca bulamam. Diyordu. Hamoyu atlatmağa ve kı-« zını Samaya vermeğe karar vermişti. Prens Hamo, Ur'da bir kaç gün Gudeanın misafiri olarak kalacak ve kraldan söz aldıktan memleketine dönecekti. Gudea, ertesi gün konuşurken : sonra, — tekrar Elâm prensile — İlk geldiğiniz gün size kızımı ve« receğimi söylemiştim, —dedi. Fakat, şimdi - kararımı — değiştirdim: Kızımi Suz prensine vermekten vazgeçiyo - rum., Hamo birdenbire şaşaladı.. Sumer kralından böyle bir cevap alacağını aklından bile geçirmiyordu. O, Gu « deadan beklediği cevabı ilk görüştüğü gün almıştı. Hamo, Ur şehrinde neş'e |ve sevinç içinde dolaşıyordu. ı'Arkım van İRADYO) Bugünkü Program 18 - Şubat - $37 - Perşembe İSTANBUL Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi. 1250: Havae dix. 1308 Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 18.30: Plâkla dang musikisi. 1930: Konfe- rans: Tayyare Cemiyeti namına Bayan Na- ciye Toros, 20: Rıfat ve arkadaşları tarafın- dan 'Türk musikis! ve halk garkıları. 2030: Ömer Rıza tarafından Arabea söylev. 2045: Baliye ve arkadaşlatı tarutından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları: Saat üyarı. 21.16: Örkestra. 22.10: Ajans ve borsa haberleri. 22, 30: Plâkla sololar, öopera ve operet parçaları, BUDAPEŞTE 16.30: Koro havaları 1720: Dans havaları. 1910: Mavi Tuna (Johan BStrauss), 21.30: Çi- gan orkestrası, 2145: Mücar halk şiirlerl. 23; Plâk neşriyatı. BÜKREŞ Orkestra. 1920: PLâK noşriyati. 1955: BSenfonl konser, 2215: Plâk Haberler, PRAG 1TA5: Almanyadan nakil. havalar, 20: Brno'dan nakll, | n Konser, 2015 neşriyatı. 2245 19.25: Muhtelif 21: Orkestra, 19.30: Eğlenceli müzik. 320.10: Şekspir'in (8 inci Hanri) piyesi. 21.25: Hafif müzik. VARŞOVA 10: Tiyatro, 1990; OÖrkestra, 21: Viyolon havaları, şarkılar. 22: Muhtelif havalar. 22. 30: Soneradlar. Yarınki Program 19 - Şubat - 1937 - Cuma İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12.30: Plükla Türk musikisi, 12,80: Hava- dis. 13,06: Muhtolif plâk neşciyatı. Akşam neşriyatı: VE Üniversiteden naklen inkılâb - dersleri Receb Peker, 18.30: Plâkla dans musikisi. 19. 30: Spor musahabeleri: Eşref Şefik. 20: Vedit Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi |ve balk şarkıları. 20.30: Ömer Rıza tarafın - İdan arabca söylev. 2045: Cemal Kümü ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve ât dâyarı. 2L15; Örkestra. l!l(l Ajans ve borsa haberleri, 2230; Plâkla , opera ve öperet parçaları. İtalyan Radyosunda Cemal Reşidin eserleri Haber aldığımıza göre bu akşam saas 1950 de İtalyanin Bari ve Roma radyo istatyon- darı (kısa m. 214 olarak) bestekârlarımızdan Cemal Reşidin eserlerini neşredecektir.