ı - 14 Sayi, — —— ——— “ Son Posta ,, nın tafrikası :10 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışa Yazan * A.R Ağırbaşlı ve düşünceli bi n aşk macerası) r zat olan Bahriye Nazırı Hasan Paşa, teenni göstermiş, ileri sürülen fikir ve mütaleaları Babıâliye bildirmemişti ayci şahanede; Mektebi fünunu alebesi, Avrupa mekâtibi bah riye talebelerine gıptaaver bir surette, mektep dahilinde nazariyat tahsil et- gibi, mektep önünde demirli talim — sefinci bümayunun- emmelen ameliyat görmek- buli da da r ; ve bazan de Çanakkaleye kadar o-| ili şahanede keştüküzar ede- matı müktesibelerini ikmal eylemektedirler. Binaenaley; mema - I V binlerce mil tulunda ahrusci şahanen ntidat eden sahilleri dururken talebeler diyarı ecnebi dermekte — hiç bi r. Hattâ bu yüzden ların zuhuru da müh- bahriye i ye sahillerine bir takım mahzu ktiza ederdi. ine karşı çok sami-| mt bir merbutiyet besleyen Hasan Pa- şa, böyle bir © bile geçirmemişti. Derhal zili çalmış.. içeriye giren ya- Were: — Erkânı © leyiniz. Biraz Demişti. Biraz sonra, odadan içeri, p vermeyi, aklından iye reisi paşaya söy- £ buyursunlar. erkânı ba: a, fevkalâde nazik ve ter- . Bütün hayatında, maiyetin- pile, müfret sigasile klen pek İ ir nefere kötap ettiğ Bzametli görünmekle ber: işitilme , son de“ gecede mükrim ve mül: Faik Paşa odudan içeri girer girmez, Hase şa onu ayakta istikbal etmiş; e buyurunuz, paşa hazret « leri. Diye, yanındaki koltuğu göstermiş- H... Üsülen, hal ve hatır. sorduktan bBonra da, sadı m - Kâmil Paşanın tezkereşini vermiş; gülümseyerek: — Mütalca buyurunuz efendim. Demişti. Faik Paşa, gittikçe artan bir merak we hayretle, tez gezdirmişti, Ve, mü tirmez, © da in satırlarına göz aleasını bitirir bi ülümsemiş; — gözlerini hazır paşanın gözlerine dikmişti. Hasan Paşa, ha yakışan tebessi Jeterek söze gi etli çehresine çok imü biraz daha geniş - işmiş —E.. ne dersiniz, efendim, bu işe?. Faik Paşa, seyrek ve kıvırcık saka- hinı parmağının ucuü ile tevap vermişti: — Vallahi.. hayretler içinde kaldım. yeceğimi şaşırdım, paşa hazret- , ben de hayret içindeyim: ahaneye kimin verdiğini bilseydim.. derhal gidip ellerini öpe - ceğim. — Hakikaten lâzım efendim. Eğer bu işi kuvveden file çıkarabilirsek, Türk bahı te çok büyük bir şeref temin edeceğiz. — Bana kalırsa.. işi, kuvveden fi'le çıkaramıyacak bir sebep yok... Hatır- larsınız ki; bunun bir misali de vardır. 1289 da, mektep gemisi olan (Muh - birisürur) fırkateyni; ayni — maksatla Hint denizlerine gönderilmişti... Ge - mi; muvaffakiyetle Portsaidi, Süvey- şi, Şap denizini, Adeni geçti. Basraya gitti. Avdette da, (Bombay) a uğra - dıktan sonra, salimen İstanbula gel - di... Bombaya giderken, geminin ne müthiş bir fırtmaya göğüs gerdiği ma- lâm... O tarihte, geminin hesap me- muru olan Hüsnü Beyi tanır misınız, bilmem?. — Külâhcı Hüsnü Bey, değil mi e- fendim?. — Evet.. tâ, kendisi... Bu zat, bu fırtınada emsalsiz bir hâdiseye maruz ©i bahriye reisi Faik Paşa gir -| karıştırarak a ykalmıştı... Büyük bir dalga, zavallı Hüsnü Beyi geminin güvertesinden | tı. Fakat onu takip eden ikinci bir dalga, onu tekrar güvertenin üstüne atmıştı. Eğer bu dalga imdadı- na yetişmemiş olsaydı, Hint Hüsnü Beya mezar olacaktı, — Hakikaten öyle efendim. Bu hâ- dise, denizcilik tarihinde bir harika - (dır, | — Diyeceğim, şu ki.. Muhbirisürur İfrkateyni, bu uzun yolculuğa, ve bir çok müthiş fırtınalara tam sekiz ay, bir hafta mukavemet etti... Şimdi; yni kabiliyette bir gemi ile Japonyâ seyahati niçin mümkün olmasın).. Bahriye nazırı ile erkânıharbiye re- üzakeresi, bir saatten fazla de- İçekip alm denizi, Tisinin 7 vam etti. üzerinde, fikirler ve mütalealar beyan edildi. O tarihte, Hind ve Japon denizleri- ne mukavemet edebilecek büyük harb gemileri, şunlardan ibaretti: Mesudiye — — 9,000 Ton Hamidiye — — 6,700 Aziziye — 6400 Osmaniye — — 6,400 Orhaniye — — 6400 (Firkateyn) sınıfına mensub ve zırhlı kule ve bataryalarla mücehhez bulu - » » | » | fnan bu gemiler, ağırdı. Makinelerinin eski sistem olmaları dolayısile, manev- ra kbailiyetleri noksandı. Bunlardan başka (kurvet) sınıfına mensub olan yedi gemi daha varsa da, bunların, o| büyük denizlere mukavemetlerine iti- mad oluhamazdı... Ancak bunlar ara- sında, iki gerni daha vardı: Biri, (Âsâmı Tevfik) di de (Ertuğrul) du. İşte, bu gemilerin üzerinde durup düşün mtek lâzımdı Durup ve günlerce düşündükten sonra da, şu kararı ver - mişlerdi: — Âsârı Tevfik firkateyninin teknesi sağlamdır. 5600 ton olduğu için bü - ünmüşler; yük denizlere de mukavemeti vardır... Ancaaaak; makinesi kuvvetsiz ve sür'- ati de nihayet on bir mili aşmamak - tadır. Bu itibar ile manevra kabiliyeti de azdır... (Ertuğrul) a gelince... Bu Firkateyn ton itibarnle ondan küçüktür. Hattâ, makinesi âdi kondenserli olduğu için, sür'ati de Âsârı Tevfikten noksandır. Yalnız şu var ki; arması, çok mükemmeldir. Muvafık rüzgür - |lardan istifade ettiği takdirde, bu sür"- r hayli arttırabilir. Bu cihetle |de kömür sarfiyatından mühim tasar- ruf icra edilir. Sonra.. gemi, çev Kolayca manevra kabiliyetine mali tir . Bu mütaleaya bir fikir daha inzimam tir mil| etmi — (Ertuğrul) a, Osmanlı saltanat hanedanının ceddi olan bir zâtın ismi verilmiştir. Bu ismi taşıyan bir gemi- nin Japonyaya kadar gitmesi, ayrıca bir şeref teşkil edecektir. Denilmişti... Bu fikir de; tercih se-| lı;ııhleıinîn, garib bir riyakârlık cephesi | * Ağır başlı ve düşünceli bir zat olan bahriye nazırı Hasan paşa, teenni gös- termiş.. bu fikir ve mütaleaları, birden- |bire Babiâliye ve saraya bildirmemişti, |Evvel emirde, bahriye erkânıharplerin- rinden, güverte ve makine mühendis - lerinden mürekkeb bir heyet teşkil edi- lerek bu hüsusta daha esaslı müzakere- lere girişilinişti.. ve bu müzakerelerin neticesinin de kendisine bir raporla bil- dirilmesi için, erkânıharbiye reisine e- mir vermişti. (Arkası var) 'Tashih: Evvelki günkü tefrikamızda bir Iki yerde (Beni asfar) kelimeleri. tertib yanlışi olarak (Beni asgar) şeklinde çıkmıştır. Tashih ve iti- yar ederiz. | SON POSTA * Son Posta » mim Tariht Tefrikam : $8 — Buraya yabancılar geldi mi? — Hayır, Mayal Küçük Çu-Çenden başka kimse gelmedi. — Yalan söylemiyorsun, değil mi? — Neden şüpheleniyorsun benden, Maya? Yalan söylemeğe sebeb yok Maya yere eğildi; küçük Çu-Çeni muayene etti: — Ölmüş.. Diye mırıldandı, Tunçay bu sözü işitince hayret etti: — Kim ölmüş, Maya? — Küçük Çu-Çen., Tunçay birdenbire titredi.. — Ölmüş mü?.. — Neye şaştın, Tunçay? Onun ö- Mevcud . gemilerin hepsi İjümünün sebebini biliyor gibi görü -|odur. nüyorsun! 'Tunçay şu sözlerle vaziyeti aydın « latmağa lüzum gördü: — Şimdi anladım, Mayal Çu-Çeni öldüren yabancı biri değil.. — Kimdir 0? — Sumer.. — Sumer mi? — Evet. Çünkü, şimdiye kadar çok uslu görünen Çu-Çen bugün bana el uzatımak istemişti. Sumer bir aralk yanımdan ayrıldı.. gözlerim açık ol - saydı, gördüklerimi senden saklamaz- dım, Maya! Ne yazık ki, hiç bir şey gö- eee Sümer iki dakika — sonra yanıma geldi.. çöreklendi uyudu. Ve bundan sonra küçük cücenin sesi ke- sildi. Ben onü kaçıp gitti sanıyordum. Demek ki Sumer onu boğm —Ben de böyle tahmin ediyorum, |Tunçay! Eğer sahiden sana el uzattıy» sa bu köpek.. Sumer onun cezasını yer- mekle çok yerinde bir iş görmüş de - iektir. .Zalen' Ço-Çenin kaburga be- miklerinin birbirine geçmiş olmasın - dan belli ki, Sumer onu ezerek boğ - muş. Maya bundan sonra Mağaranın içi- ne -girerek, yavaş yavaş talık çalmağa| başladı. Sarı yılan ihtiyar — sihirbazın yanına doğru süzüldü.. başını uzattı: | «— Hoş geldin!» Der gibi, uzun dilini Mayaya uza-| tarak bir kaç kere başını salladı, Maya yılanın ensesini ve mavi me- nevişli sırtını okşıyarak dizinin dibine alkdı: — Keşki, dedi, biz de #enin kadar vefalı ve sadık olabilsek... Tunçay o gün ihtiyar sihirbazı çok ; sakin ve yumuşak görünce yanına so- kuldu: — Mayal... (Sumer) kadar vefalı | olmasını dilediğin insanlar, neden bu kadar insafsız ve merbametsizdirler>, | — Kimden bahsetmek istiyorsun?. — Senden, Maya!l... Senden... Ni- çin bana karşı merhamctisiz davranı« vnenen, eGEAEASARPESALASEREEER aa. Nöbetci Eczaneler Bu gece möbetci olan ecraneler yanlar - dır! İstanbul cihetindekiler: Aksarayda : (Ziya Nurl). Beyazıdda : (Haydar), Fenerde : (Hüsameddin). Şeh- remintade : (Hamdi). Karagümrükte (Arit)! Samatyada : (Rrofilos). Şehza- debaşında : (Hamdi). Eyüpte : (Hikmet Atlamaz). Eminönünde : (Salih Necati), Alemdarda : (abdülkadir). Küçükpazar- da : (Hikmet Cemil) . Bakırköyünde : (HI- YAb) Beyoğlu cihetindekiler: Tünelbaşında : (Matköviç). Yüksekkâl - dırımda : (Vingopulo). Galatada, : (Mer- kez). Taksimde : (Kemal Rebuli. Şişli- de : (Pertev). Beşiktaşta * (Süleyman Receb). Boğaziçi ve Adalarda: Üsküdarda : (Ömer Kenan), Sarıyerde: (Nuri), Büyükadada : (Şinast), Heybe - Hde : (Halk). İtınla insan başkasının hayatını ve saa- ld:n göze görünmez bir bale gelir.. ve Yazan : Celâl Cengiz Tunçay bir kaç ay sonra gözlerinin açılacağı haberine sevinmişti yorsun? Neden beni hayata kavuştur- muyorsun? Maya güldü? — Hayatı çok özledin mi?. — Dünyayı bir kere daha görebil - sem, Mayal Nerelerde ve nasil yaşadı- ğımı gözlerimle görsem. Sırtımı 1ısı - tan güneşi.. kuşları.. ağaçları.. çiçekle- ri.. dağları bir kere daha görmek isti - yorum. — Ben - bunların hepsini - günün birinde - sana göstereceğim, yavrum! | Fakat, o gün, biraz geç gelecek.. — Anlıyorum., Nâraşı bekliyecek- sin! — Şüphesiz. Seni bana teslim eden — Demek günün birinde gözlerimin açılacağını umuyorsun, öyle mi Maya? — Sadece ummak değil. Bu, her da- kika benim elimde.. gözlerini istedi - ğim zaman açabilirim. — Ye şimdiye kadar neden açma- mıştın? Suz sarayına kadar adamlar göndermiştiniz.. bir çok kimselere al- tınlar, hediyeler veren Nâraş seni de az memnün etmemişti! — O zaman elimde bir kuvvet yok-| tu. Gözünü açacak ilâcı yeni tedarik | ettim. 'Tunçay sevindi: — Ne olur, Maya, gözlerimi Nâraş gelmeden açamaz mısın? — Açamam, yavrum! Çünkü, Nâ- raş seni çok seviyor.. ben bu fırsattan istifade etmek isterim... — Ne gibi?... — Altın ve mücevher alarak.. bu- nu anlıyamadın mı? — ©O halde çok bekliyeceğim. Gü- neşi ve dünyayı bir kaç ay daha göre- miyeceğim demek. — Ne yapayım, yavrum! Bu da be- tim geçim yolum. Eğer sen beni on - dan fazla memnun edebilseydin, se - nin dediklerini yapardım! 'Tunçay içini çekti: — Ah zenginlik!... Ne iyi şey.. al - detini bile satın alabiliyor. Halbuki benim yer yüzünde bir demir çivim bile yok. Burada çırçıplak, yalınayak, ana- dan doğma bir halde.. yaban adamları gibi yaşıyorum. Bana hiç acımıyor mu- vva; Maya? — Acımaktan ne çıkar, yavrum!! dedim ya.. Ben de bu yüzden geçini - yorum. Bak, bugün de bir gencin ha - yatını kurtarmak için geldim buraya. Tunçay çok düşünceliydi. Sihirba» zın sözlerinden hem memnun, hem de müteessir olmuştu. Bir kaç ay sonra |gözlerinin açılacağı haberi onu az mı sevindirmişti?. Fakat, o, bu mağara hayatından o kadar bezmiş, o kadar - sıkılmıştı ki bir gün önce hayata kavuşmak ve dün- yayı görebilmek için, ambar — dolusu altınlara sahip olsa, bunları bir anda Mayaya vermekten çekinmiyecekti. İhtiyar Maya (Sumer) in başını kol- larının arasına almıştı. | Tunçay, sihirbazım neler — yaptığını | görmüyordu. — Sumer yanımda yok, Mayal Ne- İreye gitti acaba?... Diye sötdü: Maya: | — Bugün kendisini ölümden kurtar- | mak istediğim bir delikanlı için (Su -| mer) in tılsımından istifade edeceğim, |dedi, bu yılan bütün Sumerlilerin hâ- | misidir.. onlardan birinin başına her hangi bir felâket geldiği zaman, ağzın- deki salyanınılanı bir “Ünmla alıp'da'a kimsenin alnına sürülecek olursa, bir- istediği yerden kolaylıkla kaçabilir. Tunçay bu sözleri merakla dinliyof” du. Maya sözüne deva metti: — Bunu sana söylerken, senin &€ bundan istifadeye kalkışacağını dü * şünmek bile istemiyorum. Çünkü bu* nu ancak ben yapabilirim. İş, yalnlt (Sumer) in ağzından bir damla salyf almaktan ibaret değildir. — Serlin yapmak istemediğin bf şeyi ben yapmağa kalkışır mıyım, Maâf yal Görüyorsun ki ben burada bir &* . hattâ bir hayvan gibi yaşıyoruft |Göze görünmez bir hale gelmekle bif şey kazanmış olacak değilim ki. Gözle rim açık olsaydı. bunu senden ister * dim belki. Maya (Sumer) le başbaşa kalmış * tı. yılanm sesi çıkmıyordu.. uslu bif çocuk gibi Mayanın yanında sinmiş g biydi. Bir aralık Mayanın sesi işitildi: — Tunçay-! — Ne vat, Maya? — Biraz ıslık çalar mısın? Tunçay ıslık çalmağa başladı.. ma * ğaranın içinde hafif bir hışırtı oldu. (Sumer) çöreklendiği yerden çözü * İlüp kalkmış ve yerde sürünerek sağif | sola başvurmağa başlamıştı. Maya artık işini bitirmişti: — (Sumer) seni biraz rahatsız ede" cek, Tunçay! Diyerek birdenbire mağaradan çık * .bir kenarda durdu.. bekledi. Tunçay seslendi: — Maya.. Maya.. — Buradayım, yavrum! — Korkuyorum, Mayal — (Sumer) neden sert sert dolaşıyor.. hızlı hizl sürünüyor yerde? — Onların salyasını aldığım zamâafi canları sıkılır, ağızları kurur. Bendef öc almak isterler.. korkma! Şimdi ge” çer onun bu şiddeti 1 — Ya benden öc almağa kalkarsa..? Maya güldü: (Arkası vı.ıL Bir Doktorun Günlük Notlarından Şişmanlık Gençlerde olduğu kadar yaşlılarda d şişmanlık çok müz'iç ve fena bir şeydir: Vücudda Adeta yağ hamallığından bağ- ka bir şey değildir. Şişmanlar çok İştihalıdırlar, çok yemeğe mecburdurlar. Çok yedikçe daha 1i şişmanlarlar. Ve bunun neticesi olarak YK görülen hastalık şeker hastalığıdır. Hâ> kikaten sırf çok yemekten ileri gelen bİF nevi şeker hastalığı kabul cdllmiştir. Bundan başka şişmanlarda tansiyon €k“ seriya yüksektir. Damar katılığı — çabak başlar ve nüzül inmek ihtimalleri çoğü” Payartesi — hır. Şişmanlarda her âza yağlandığı gibi kalP de yağlanır, Ve adalsi kalbiyenin mühiü elyafı adeliyesi, #lyafı şahmiyeye inkılâP, eder. Kalbin kuvveti azalır ve günün b Tinde durmak ihtimali çoğalır. Şişmanlıktan kurtulmanın çaresi: Mü bakkak 03 yemeğe alışmaktır. Şişmanlaf çok &z yiyorum diyerek kendi kendileri” ni ve etrafı aldatmağa çalısmamalıdırlaf Az yiyen mutlaka zayıflar. gişmanlar YÜT kuş olmüüak şartile her gün bir sant SA7 bah, bir saat akşam açık havada yürü melidirler. Ekmek, yağ, hamur işi, sığır eti, kaylif eti gibi şeyler sişmanlar için yasaktif Haşlama sebzeler, meyvalar, süzlü goğ” ler, tuzsuz ekmek &z mikdarda, bir defa balık, bir defa tavuk bir yu eti yemeleri muvafıktır. Çok su asla câtz değiidir. de Kü icrnek |