14 Sayfa & Son Pust , hiın tefrikası : 93 B iR TÜRK ZABiTi Müüzm Cemiin aktet — Bil: — İKINCI Prens Yusupofla Rasputin KISIM — Â, R. kapıda görünür görünmez karşıda bekleyen otomobil, derhal mermer basamak- ların önüne gzlmişti. Pren dikten sonra kendisi de otomobile girdi : s evvelâ Rasputini bindir- — Şoför! Saraya dönüyoruz! emrini verdi. — Muhterem Prenses hazretlerinin emirleri bu kadar mühim bir şey mi?.. Demişti. Prens Yusupof, ellerini uğuşturarak #evab vermişti: — Bence, o kadar mühim olmamak lâzım gelir. Fakat; her nedense, ken - disi buna son derece ehemmiyet ver - di... Mesele, gayet basit. Dadısının oğ- lu, topcu yüzbaşısı Melikof, garb cep- hesinden yaralı gelmiş, Tedavi edil - miş. Şimdi de Kafkas cephesine gönde- rilecekmiş... Halbuki anası gelmiş; oğ- lunun bir müddet daha burada alıko - nulması için Prensese Trica etmiş. Prenses de, bu işi göreceğine dair da- dısına söz vermiş... İşte, mesele bun - dan ibaret... şarını görüp de, bunu rica edecektim. — Hiç zahmet etmeyiniz, azizim Prens... Lütfen, Prenses hazretlerine söyleyiniz. Himaye etmek istedikleri yüzbaşı Melikof, yarından itibaren hâs- sa alayına naklettirilecek.. ve sarayda, Çariçe hazretlerinin muhafızları arası- na yerleştirilecektir... Yalnız bu yüz- başı, yarın gelip beni görmelidir. Prens Yusupof büyük bir sevinç gös termtş — Ah mukaddes pederl.. İren, bu lütfünüze kim bilir ne kadar sevinecek, ve teşekkür edecektir... olsaydı da, onun bu sevincini bizzat görmüş olsaydınız. Eğer, şu yalancı Fransız karısını beklemekten vazgeç - miş olsaydınız; sizi derhal Prensese götürürdüm... Bu gece, o hiç bir yere çıkmadı. Bir kaç sevimli arkadaşını da- vet etti. Zannedersem, hep birlikte çay içecekler. Demişti... Rasputin, uçları simsi « 'yah tırnaklı ellerini havaya kaldıra - rak büyük Bir neş'e ile cevab vermiş - .Eis — AZiZhTI. Prens... Nıuhterem Prenses hazretlerinin küçük bir mem- nuniyetlerini görebilmek için, bütün Fransız karılarını feda ederim. ; Preîıs Yusupof, büyük bir sevinçle titremişti. — Şu halde., derhal gidebiliriz, mu kaddes peder. Diye mukabele etmişti. * Prsns Yusupof'la Rasputin, kapı - da görünür görünmez, karşıda bekli - yen otomobıl derhal mermer basamak- T Bir Doktorun Günlük Notlarından Gene süt Evinize getirlilen sütlere su katılip ka - tılmadığını tâyin için biraz dikkat et - mek kâfidir. Bir defa küçük bir masraf edip bir (lâktometre) satın alınız, Su - yun derecesini bu âlet derhaâl size göste- recektir, Pazartesi ©) Bundan maada süte su katılırsa kesafe- ti az olacağından bu kesafeti muhafaza İçin sütün içine nişasta karıştırırlar. Bu-- nun da tâyini pek kolaydır. Bir fincan süt içine beş damla kadar tentürdiyot i- lâve ediniz. Eğer süt mavi bir renk alır- sa içinde nişasta olduğu derhal anlaşılır. Bundan mağda sütün tereyağını kısmen almak suretile de teftiş edilir. Dikkat et- melidir. Bir çok kapı sütlerinde tereyağı mikdarı litrede 5-T nisbetinde görülüyor. Halbuki tabii güzel evsafı hâiz bir sütte tereyağı mikdarı litrede (45-50) gram kadar olacaktır. (*) Bu notları kesip saklayınız, yahut bir albüme yapıştırıp kolleksiyon yapınız, Sıkıntı zamanınızda bu notlar bir doktor gibi imdadınıza yetişebilir. — Harbiye nezareti müste -| ların önüne gelmişti. Prens, evvelâ Rasputini bindirdik - ten sonra, kendisi de otomobile girmiş: — Şoförl.. Saraya dönüyoruz. Emrini vermişti. Şoför kıyafetine girmiş olan (Dok - tor Lâzover) gaza basarken: — Fahametmeâb hazretleri, buyururlar, Diye cevab vermişti. Soğuktan, camları sımsıkı kapalı o- lan otomobilin içini - tıpkı teke koku - suna benziyen - iğrenç bir koku istilâ etmişti. Prens Yusupof, Rasputinden intişar eden bu ağır kokuya tahammül edemiyerek birdenbire fena halde ser- semlemişti. — Affedersiniz. mukaddes pederl. Bugün biraz fazla şarab içtiğim için başımda fena bir ağrı var. Müsaade e- derseniz, şu camı biraz aralık edeyim. Demek mecburiyetini hissetmişti. Doktor Lâzoverin maharetle kullan- dığı otomobil; bir kaç cadde dolaştık - tan sonra; Prens Yusupof'un sarayı ö- nüne gelmişti. Sarayın pencerelerinin hepsinde mebzul ışıklar taşmakla be- raber, her taraf sessiz ve sâkindi. Rasputin, ağır ağır otomobilden in- miş, kapıya doğru ilerlemiş.. yerlere kadar eğilen iki üniformalı uşağın ara- sından geçerek içeri girmişti. Prens Yu- supof da, onu tâkib etmişti. Evvelâ holden ve sonra, muhtelif salonlardan geçmişlerdi. Bu salonlar, Prens Yusupofun servetinin bütün haşmet ve azametini göstermekte idi. Duvarlar, en kıymetli tablolarla; köşe- ler, en nefis ve san'atkârâne heykel - lerle müzeyyendi. Bir çok camlı da - laplarda, asırların tarihi hatıralarını ta- şıyan bir çok antikalar teşhir edilmek- te idi.. Bu camekânlardan birinin için- de meşhur Kleopatranın siyah elmastan yapılmış olan gerdanlığı parlıyordu. O- nun karşısındaki camekânda da, al at- lastan bir mahfaza içinde, Cengiz Hâ- nın geniş yüzlü yatağanı, korkutüç bir heybetle göze çarpıyordu. Rasputin, Yusupof'u tâkib ederek ağır ağır ilerliyordu. Her biri, üç dört misli altın pahasına olan bu enfes eşya- ya başını çevirip bakmayı, aklına bile getirmiyordu. Tıknaz vücudünden sar- kan uzuün kollarını salladıkca, ergu » hışırtı işitiliyor; baldırlarına kadar u- ziyan parlak telâtin çizmelerinin ök - çelerinden, aynı âhenkte bir gıcırtı yük- seliyordu. Küçük bir meydan kadar geniş olan yemek salonunu da geçmişler; küçük emir | bir salona girmişlerdi. Burası, alelâde bir salon değil; âdeta bir nefâis meş- heri idi... Prens Yusupofun efsanevi servetinin mahsulü olan en bedii eser- ler, bu salonu küçük bir müze haline getirmişti... Köşelerde bronz, porselen ve mermer heykellerin arasına, akla hayret veren binbir türlü nefis eşya yer leştirilmişti. İri zümrüd ve yakutlarla müzeyyen çerçeveler, mütenazır bir sürette duvarlara siralanmıştı. Bun - ların içlerindeki (Aziz) tasvirleri do - İnuk birer tebessümle gülümsiyorlar - dı. Rasputin, buünlara bile bakmamıştı. Kapıdan girer girmez, ellerini xukarı kaldırmış: — Oh.. oh.. ohl.. Aman, ne nefis pastalar.. ne nefis çörekler... O kok - muş Fransız karısı gelseydi, hiç şüp - hesiz ki bunlardan mahrum kalacak - tım..« Oturmadan evvel, şunlardan bi- rinin tadına bakayım, l el ği ! SÜMERYILDIZI TUNÇAN Tunçay, baygın bir halde 'M Yazan : CB’ yuvasına götürülürken bıle Nâraşı biraz olsun titretme —— Sumer.. Sumer.. Diyerek elindeki küçük zurnaya 'İbenziyen bir kamış parçasını çalmağa başladı. Yılanların dilleri yoktu ama.. bu çatlak kamışın çıkardığı hazin ve hazin olduğu kadar da garib ses (Sumer) ad- lı yılanı afyonla uyuşturulmuş bir hale getirmişti. Öteki yılanlar mağaranın sağına so- luna süzülerek oynaşıyorlardı. Nâraş, Sumer adlı yılana şöyle bir göz attı: — İki adam boyundan uzun.. Maya başını arkasına çevirdi: rat) ın eşidir. Bunların arasında en çok ounun hatırı sayılır. Tunçayı ona tes- lim ediyorum. (Sumer) onu daima ö- tekilerin hamle ve tecavüzlerinden ko- ruyacak. İnsanların bile güçlükle yola geldik- leri ve güçlükle söz anladıkları bir de- virde, Maya, bu yılanlarla çok samimi bir dost gibi konuşuyor ve çok çabuk anlaşıyordu. Maya mağaraya bir takım kokular serpti.. tütsüler yaktı.. ve çok garip - tir ki, bu altı yılan, ağzı açık olan ma- ğaradan hiç bir yere gitmiyordu. Maya: — Onlara haftada bir yem getiri- rtim.. çok uslu hayvanlardır. Mideleri en aşağı bir hafta tok durur. Bir köşe- de şuları vardır. Dedi. Nâraş sordu: — Buraya haftada sen? — Hayır. Ben her gün, hattâ büyü ve sihir işleri çok olursa, günde bir kaç kere de gelirim. — Tunçay ne yiyecek burada? — Onun yiyeceğini her gün ben bir mi gelirsin getireceğim. Gelmediğim gün kızımla gönderirim.. — Pekâlâ. Haydi at bakalım bu ye- ni misafiri mağaraya:.! İhtiyar Maya tekrar kamışını çal - mağa başladı.. bu sefer yılanların hep- si birden buz gibi, oldukları yerde do- nup kaldilar: Maya, Tunçayı kucakladı.. mağa - ranın ortasına götürüp bıraktı. Nâraşın ne sarsılmaz bir iradesi var- dı, Tunçay baygın bir halde haşarat yuwasına götürülürken bile, kin ve ih- tirası onu biraz olsun sarsmamış ve tit- retmemişti. Nâraş mağaranın kapısında granit - ten yapılmış bır heykel Zlhl cansız ve SNR A L şA A ee (e ae genen aa Nöbetci Eczaneler Bu gece nöbetci olan eczaneler şunlar - dır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda : (Ziya NurD. Alemdarda : (Esad). Bakırköyünde * (Hilâl), Beya - zıddâ : (Haydar). Eminönünde : (Meh- met Kâzım). Fenerde : (Arif). Ka.ragum— rükte : (Arif). Küçükpazarda : (Hikmet Cemil). Samatyada : (Teofilas). Şehre- mininde : (Nâzım). Şehzadebaşında : (Hamdi). Beyoğlu cihetindekiler: Galatada : (Hüseyin Hüsnü). Hasköyde: (Nisim Aseo). Kasımpaşada : (Mueyyedı Merkez nahiyede : (Dellâ Suda). Şişlide (Nargileciyan). Taksimde : (Limonci - yan). Üsküdar - Kadıköy ve Adalardakiler: Büyükadada : (Merkez), Heybelide; (Yu- suf). Kadıköy Pazaryolunda : (Merkez). Modgda : (Fılk İskender). üıııaau- Ah- hareketsiz duruyordu. Nâraşın sadık uşaklarından biri olan esir zencinin bile gece renkli suratında merhamet ifade eden çizgiler belir - | Mişti. | — Maya biraz sonra mağaradan dışarı- ya çıktı: — Görüyorsun ya, dedi, Tunçayın yanına (Sumer) den başka bir yılan sokulmadı. Nâraş kindar bir gülüşle mırıldan - dı. — BSenin yılanların bile çok akıllı, duruyorlar.. Maya, Tunçay ayılıncaya kadar ma- garanın kapısında bekliyecekti. Nâraş bu korkunç meclisten ayrıl - madan bir noktayı daha anlamak is - tedi: — Tunçay buradan kaçamaz mı? Diye sordu. Maya başını sallıyarak: — Hayır, dedi, kaçamaz. Ve ona kaçmağa teşebbüs ederse, bütün yı - lanların hücumuna uğrıyarak derhal telef olacağını söyliyeceğim, — Burasını senden başka kimse bi- lir mi? — Bir çok kimseler bilirler.. fakat, korkudan, buraya gelmek şöyle dur - sun, dağın yamacından bile geçmeğe cesaret edemezler. Nâraş ihtiyar sihirbaza değerli he- diyeler verdikten sonra, büyük bir em- niyetle Ur dağından ayrıldı. ıııııııııı LO On bin Sumerli, kalkanları ve kar - Maya! Efendisinin yanında çok uslu giılarile hazırlana rayın önünden 8© Kahraman Nâr daa gelmişti. O yoktu. Kralın kızi Bi hatsızlanmış, klm" : muştu. ğ Nâraş: — Bugün ay“' Tanrımın ya.ı'dııu"'ı yola çıkıyoruz. A 'Tanrıdan zafer di? — Ben bu sa rimi açarak yalvâP y yüzünün akile muzu ve onu m me!) dedim. “ Tanrı yardımcınız " | sine varınca, İ Hamat kralının söylemek olsun. basmaz, Sumer t0*7, £ dâletten ayrılmam? zenginlerin ve £ korumayı; zayıt" etmeyi; açları, * hastalari ve alilleri * mal Sağ elinde kil” yasamız bulunsun İ leri yurdu adalet etmişler.. sen ; sın, Nâraş! — Adaletten ve * miyacağımı SsiZ d' _ Fakat, kral halkı ** karşısında ne yaP Teminatlı ARLO|) Saatlerini her yerde arayınız — ı lama reslerini bildirmeleri ilân olunur. Ziraat Vekaletın Yüksek ve orta ziraat ve Ziraat Makinist mekt olup ta Vekâletimiz teşkilâtı haricinde çalışmakta * açılacak ziraat işlerinde vazife almak isteyen mesl üçer kıt'a fotograflarıle mezun bulundukları mekte rihlerini, şimdiye kadar üzerinde çalıştıkları resmi fe ve işleri ve bu vazife ve işlerden ayrılma sebeP'” ğ ve ayrılma tarihlerini gösteren bir beyannar bağlıyarak tez elden Vekâletimize göndermeleri eli Si “1S6, nin ehliyet vesikalarını ve her iki kıt'a fotoğraflarını bir istidaya Ziraat Vekâletin! Sivil ve askeri sanat mekteplerinin makine ve * larından mezun veyahut ta çiftliklerde ve zıralt . traktör ve ziraat makinelerini kullanmayı hakkly ta yeni açılacak ziraat işlerinde istihdam olunmıya | dan sanat mektebi mezunlarının şahadetname .eıl“'B kısım talibin d© bulundukları işlerden almış oldukları hüsnü hizmet bağlıyarak tez göndermeleri ve muvazzah adreslerini bildirmeleri Ziraat Vekâletin? Vekâlete bağlı Erenköy fidanlığında yeştirilen 85 4 asma fidanlarının beheri beş kuruş ve aşısız kökl paradan ve İstanbul Ziraat Mektebi ve Manisa Aı:nc larında yetiştirilen aşısız köklü Amerika asma fidanla paradan fidanlıklarda satılmaktadır. İsteklılenn adı geçen Müessese Müdürlüklerine müracaatları İ dve âi'f kalkmıştım, Naraşı y | ne kışkırtacak oll”"" .£ 'âğ' < İ g-ığ'â