SON POSTA geee ü A Sayfa 13 — AR _ub İttihad ve Terakkide on sene —— Onuncu kısım BİN İKTISADİ VAZİYETİ azan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — aribi iktısadi teşkilâtçılığın Vesine kalkanlar zihinlerince bu - lhazariyelerini kurmuş değillerdi No. 12 — 'Yüşt*ıkla" işin uyol'lardl € ; K ı,%ez*Yesıne İçi bir SA vücuda DSÜR e aı aa Bİ için, Avru- [—. İ;Ü— tipleri ve hu:- İ Ve hî!e stanbula gÖ- /| ö ı'en'“eği haşîıînla" hakkın- eI P he VÜdi ÖS Ye, $ÜY Mllal: Ü 4 bir vesileye İtş dal-,a z S$ene evvelki te- D İmiya geçece- | 'I'İl Ve k““ııaratiiçiıik Şi * hp“'fla_r daha ziya- l:)q'kıîlttıkleri için e- lkm_lndnn âayrı ay- / VA ile kooperatif.- , ğt:“ tirketinden gida- | T Yürümüşlerdi. ' . h%îr'flndn hem Türk | le ı“:îr;tifıl.eri to.p p hn:t“dl a Hajbguzel bir İ Mi İ r’ 'h!ih;i oendiıi ne tülccar, l çi h“l v mı_yan siyasi bir Yeti merkeziYesî' , Ondukca Bkmüd __ısötürebiıirdi. Pa de kuüvvetle- p A h“nlarîn'da'“ edebilir. bir ktgkih tq:iî:hfak birer “ l t haline gel- N (: j . _" f _::. İ aa yirmi iki VN "_,_ b ;r]:_"“ bu işi bul I;aİ le ı'hVe Avrupada 9 . ; " attâ esaslı sü- hü! adı hnhlde sırf akli beye kalk- çe lıiıgı unla ü 1r va- ilmi mahiyetinden bihaber idiler. Yalnız ameli ve tecrübi bir Bütün rehberleri aklı selimlerinin ilhamından ibaretti. İstanbul fikirler ozaman nerelerden ve nasıl geldi, bilmiyorum Ordunun seyyar mutfaklarından biri efrada yemek hazırlarken yorum. (1) Bütün bu müşahedeleri sonradan ben yaptım ve onların başla- (1) Fakat, burada şunu da söyleme- ği unutmamalıyım: İstanbul heyeti merkeziyesi o sıralarda büsbütün na - zariyesiz değildi. Hayat ve tarih için - den çıkarılmış bir takım fikirlerle bazı dimağlarda bir yandan yeni bir devlet nazariyesi de kurulmakta idi. Devlet üzerinde siyasi münevverlerin hâki - miyeti ile hayat arasında ekseriya te - zatlar bulunduğunu gören bir iki mü- dekkik, umumi işlerin politikacılar. ta- rafımndan değil, iş sahipleri tarafından idare edilmesi daha münasip olacağı fikirlerine varmışlardı. Bunun için, memlekette muayyen meslek sahiple - rinin bir araya gelerek, eski tarih de- virlerinde olduğu gibi, fakat modern şekillerde, birer meslek teşkilâtı vü- cuda getirmelerini istiyorlardı. Dev - letin bu meslek teşkilâtları tarafından idare ve kontrol edilmesi, bir çok si - yasi fenalıklara mâni olacaktı. Hattâ parlâmentoların da bunların murah - haslarından mürekkep olması icap e - diyordu. Harbi müteakip Almanyada i| Vaymar kanunu esasisine de giren bu fikirler, İtalyada Musolini tarafından tatbik edilmek istenilen Korporasyon devletinin ana fikirleridir. Nitekim ay- ni fikirler Hitlerin de devlet nazariye- sinin esasını teşkil eder ve Hattâ Fran- sada da yarım bir nümune olarak bir «Âli iktisat meclisi» vücuda gelmiştir ki bunun da esasları ayni ana fikre da- .| yanır. Avusturyada da halen ayni dev- let nazariyesi hâkimdir. Yunanistan da "/ayni yola gidiyor. O zamanlar bu fikir- leri doğuranlar, Avrupada böyle bir| hareket bulunduğundan tamamen bi - haber idiler. Yalnız hayatı ve tarihi tetkik ile bu fikirlere varmışlardı ve İstanbulda esnaf cemiyetlerini canlan- dırmıya gayretleri de bu fikirlerle a - lâkadar bulunuyordu. mış oldukları teşkilât işi ile Avrupadaki emsali arasında yaptığım mükayese - ler de şimdiye kadar yalnız benim zih- nimde yaşamıştır ve onları ilk defa o- larak meydana atan da benim. Yirminci asrın iktısadi karakterin - den doğan bu temerküz teşkilâtı, elektrik, sa, havagazı ve tramvay te - sısatı kadar mühimdir. Bunların yap- tıkları işi yakından tetkki etmedikce e- hemmiyetlerini anlamıya imkân yok - tur. İstanbşl heyeti merkeziyesine bu fikirler o zaman nerelerden ve nasıl geldi, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da yaptıkları işin ilmi bir na - zariye temeli bulunmadığı halde mâ - hiyeti İstanbulun büyük bir noksanını doldurma kabiliyetini hâiz olmasıydı. Onlar bir taraftan bu suretle bak - kalları teskilâtlandırırken diğer taraf - tan da kooperatifleri kurmıya teşebbüs ettiler ve İstanbuldaki İttihat ve Terak- ki klüblerinde yaptıkları propaganda ile bu işe de geçerek tedricen muhtelif semtlerde birer kooperatif İkurmıya başladılar. Bunların kuruluşunda da aynı usulü tâkib ediyorlar, bütün hareketi kanta- riye şirketine istinad ettiriyorlardı. O zamanlar kantariye şirketinde münfe- rit ve hususi ser dı. Bu bünye bozuktur. Fakat, bu şirket ve teşkilât iki üç sene bu tarzda çaliş - mış olsaydı kendisi ticaret ve kazanç fikrile alâkadar olmıyan heyeti mer keziye bu şirketi ikiye ayırmak ve ara- rine bir taraftan bakkalların mesleki sermayelerini Ve diğer taraftan koope- ratiflerin sermayelerini koyarak ayrı ayrı iki teşekkül vücuda getirmek lü - u anlıyacaklardı. zumun (Arkası var) —— ——— — MASAN AHAJAN Krenl Yadırz Kar gömülb — aai ü BETERİP KREMİ * * . Cü » » . — AÂcı BadEm * 'YACÖLI .-. * — AcıBaDIN * . Gecl AARARARARAR. HAJAN DEROSU Ka RE a hd .—-* maye hisseleri de var-| dan ferdi sermayeyi çekerek bunun ye- | r Hikâye y 11 Bir kitabın hikâyesi Yazan: Löon Fragiet Marie teyze hem çok hikâye bilir, hem de çok tatli anlatırdı. Hele, kü - çük iken bütün hısım akraba çocukları başına toplanır; hep bir ağızdan, dua eder gibi, ona masal Aanlatması için yalvarırdık. — Elli beşlik bir ihti - yardı. Konuşurken, başının beyaz tel - lerinden bir kaçını eline alır, par - makları arasında evirir çevirirdi; ve sanki, anlattıklarını, her teli birer hi- kâye ile aklaşmış saçından çözerdi. Güzel bir bahar akşamıydı; yemek - ten sonra, taraçada oturmuş, konuşu - yorduk. Gök mosmordu, yıldızlar par- lıyordu. Marie teyze susuyor, bir şey - ler düşünüyordu. Gözlerinde, ihtiyar- larda pek rastlanmıyan bir parlaklık vardı. Bir aralık, hepsi birer genç kız| olan bize dönerek: — Julie, Françoise ve .- bana da - Henriette, bırakın, anneleriniz konuş- sunlar, dedi. Biz bahçeye inelim. Bu gece beni hatıralar sarıyor. Size güzel bir hikâye anlatacağım. — Oh! inelim, dedik. Anlatacağınız çok mu güzel bir hikâye? — Dinledikten sonra, onu siz takdir edersiniz. Bahçeye indik. Hanımelleri ve sar - maşıklarla örtülü kameriyeye bir kaç sandalye getirttik, ve oturduk. Marie teyze susuyordu. Gözlerini yerde sa - bit bir noktaya dikmişti. Sonra, ta.th çizgilerle buruşmuş yüzünü- ellerile kapadı. Birden doğruldu, uzanan ha - nımeli dalından bir çiçek kopardı, ba- şını kaldırmadan: — Bugün mayısın ikinci günü de - ğil mi, çocuklar? diye söze başîağı. Duyduğunuz neşe sade bahar neşesl.. Halbuki, ben şimdi, içinde kederi çok bir neşe ile sevinçliyim. «Bundan tam kırk sene evveldi.. Ge- ne bu evde oturuyorduk. Bir gün bah- çede dolaşıyordum, akşam yemeğine davetli bir kaç misafirin sofrası için en güzel çiçeklerden bir buket hazır - lıyacaktım. Güller, sokak kapısının sağ tarafında idi; bazılarının dalları Çeviren: Şerif Hulüsi reye dirseklerimi dayadım, kuğuları seyrediyordum. Kuğular güzel göğüs- lerini, güneşle parlıyan suyun içine gömmüşler; hayır, gömmemişler, hal « lerinden suyun okşayışlarından derin bir hâz duyduklarını anlıyordum: Be- nim isteyip te hâz duyamadığım ok - şamalar... Her yer dar geliyordu, içim içime sığmıyordu. Odamdan çıktım, salonu geçtim, kapının önüne gelince durdum: «Acaba güzel de!anlı gene orada mı?» diye düşündi ıilbimde elle tutulacak kadar can.: çarpıntı hissettim. Kapıyı açtım: Güzel adam İgitmişti. İnanmak istemedim. Fakat, müteessir olmuştum. Merdivenleri a - |Bir ağır indim. Kuğuların yanına gi - deceğim yerde, sokak kapısına doğru yürümeğe başladım. Şimdi, duyduğum teessür, biraz evvel duyduğum neşe kadar bana yabancıydı. Birden içimde garip bir inkisar başladı. Geri dön - düm, kuüğuların yıkandıkları havuzün kenarına gitmeğe karar verdim. O gün, akşama kadar sıkıntı içinde çır pındiım durdum. Ânnem ısrar etme seydi, misafirlerle beraber yemek bi le yemiyecektim. Yemekten sonra, bir iki Jlüzumsuz cümle konuştum, ve birn baş ağrısı bahane ederek odama cik - tım. Komodinin üstünde çok sevdiğim, ve bir çok defalar okuduğum kitaplar - dan birini aldım ve karıştırmağa baş « ladım. Nasıl bir ihtiyaçla bilmiyorum, o zamana kadar yapmadığım bir şeyi yaptım. Kitabın boş sahifelerinden bi- rine «2 mayıs.. Onu her geçtikçe kok - lardım, dedi. Gülü ne tatlı bir okşavışı vardı? İsterdim ki..» cümlelerini Vaz). mıştım. i «Günler geçti, o genci bir daha gör - medim, Hayatımızda büyük bir deği - şiklik olmuştu. Yazı geçirmek üzere Cote d'Azur'e gitmiştik. Sıcak bir gün- de, babam sektei kalbden öldü; zaten, zayıf olan annem bu acıya dayanama - dı, yatağa düştü. Bir ay sonra, o da öl- dü. Bu acılar arasında ben, ince ve na- rin, sarışın delikanlıyı unuttum. Da - parmaklıklar a - |— ; yımın — yanında rasından sokağa | Yarınki nushamızda : kahyordum. Son fırlamıştı. İç ta- bahar gelince, raftakiş ateşçgül- B- . d. kıı f* Pariste — Raspail lerinden bir iki ır IZ lvaç te TI | bulvarında — bir tane — kopardım; apartımana sonra, sokağa u - Yazan: Peride Celâl yerleştik. Dayım zanan dallardan İ zengindi; evin - birini tutacağım sırada, şık bir delikanlı gördüm: Sa - rışındı, ince ve narindi, yüzünün çok tatlı bir solgunluğu vardı, gözlerinde esrarlı bir koyuluk gizleniyordu. Gü - lerek, bana: ' — Şunu da koparın! dedi. tikce koklardım. geîHiğebîr şey söylemedim. Yalnız, ?ru zümün tatlı bir sıcaklıkla yandığını hissettim. Arkamı döndüm, bahçeye doğru yürümek üzere iken: —— Kızaracağınızı bilseydim.. Gül, çok güzeldi, dayanamıyordum, neza - ketsizlik mi ettim? dedi. «Döndüm, bir şeyler söylemek iste - dim. Güzel bir gençti. Çok hoşuma git- mişti. Gene arkamı döndüm: «Hayır, bilâkis..» diyebildim. Ondan sonra, nasıl bir arzu ile bilmiyorum, elimde çiçekler, eve doğru koşm.ağa başladım. Merdivenlerin önüne gelince, durdum, *|bahçe kapısına baktım. Güzel adam vene orada idi, ve elile kırmızı gülü ok- ğuyordu. Merdivenleri koşa koşa çık Z tım, içeri girdim. Garip ve manası bi- linmiyen bir sevinç duyuyordum. Bu sevinç- pek nadir duyulan, ve daima içimizde gizli kalması istenen bir his- ti. Mutfağa koştum, ihtiyar Nanona çi- çekleri verdim. Hep koşmak, kendimi, ateş gülünü okşamasını bilen bir in - sşana okşatmak istiyordum. Ânnemin o- dasına koştum, kucağına atıldım. Ba - samı avuçları içine aldı, yüzümü ok - sadı, yanaklarımı öptü. Sonra, tama - men yabancı bulduğum bir hassasi - vetle bana: - — Çok neşelisin yavrum! dedi. Ba- har güneşi bütün insanları böyle ya - Jar yüşler ve okşayışlar aradığım şeyler leğildi, beni doyurmadı. Ânnemi elin- teki dantelâsile yalnız bıraktım. Ko - arak odadan çıktım. Pencereleri ku - talarin yıkandığı büyük havuza açılan vüçük odama kapandım, bilinmedik ırzularla sarhoş bir halde yatağıma u- zandım, Biraz sonra, kalktım, pence - — 340 günle ( Onu her| ciB'ır şey söylemedim. Çünkü, bu ö - den hiç misal r eksik olmaz, arasıra suvareler terti D ederdi. | «Üniversite tahsili, hayatımı büsbü- tün değiştirmiş, hattâ zenginleştirmiş- ti. Üç sene sonra mezun oldum. Da - yım l_:u sevincimi kutlulamak için bir' sürpriz hazırlamıştı. Bir akşam, — geç' V_aklt' arkadaşlarla yaptığım yorucu | bir gezmeden dönmüştüm. Ortalıkta bir telâş vardı, hizmetçiler öteye beri- ye koşuyorlardı. Yorgunluktan bitkin bir: halde odama çıktım, masanın üs - tünde bir zarf vardı. Okudum: Dayım, kendisini saat dokuza kadar odamda beklememi rica ediyordu, Saatime bak- tiım, Dokuza çeyrek var. Mecmuaları karıştırmağa başladım. Biraz sonra da, dayım odaya girdi. Beni öptükten son- ra: — Henriette, dedi, hemen ipekli tu valetini giy. Seni kapı önünde bekliyo rum. «Şaşırmıştım. — İmkânı yok, dedim. Hiç bir tara- fim tutmuyor. Bâna en büyük saadeti uyku getirecek, — Bugün benim dediğim olacak, gi yineceksin, diye ısrar etti. «Çaresiz razı oldum, giyindim, ve da- yımın kolunda salona girdim. Parisin güzide simalarile karşı karşıya idim, aralarında tanıdığım hemen hiç kimse yoktu. Dayım beni biri nisbeten genç, ikisi de biraz yaşlı üç dostuna takdim etti: — Henriette, çocuğumdan daha çok sevdiğim bir yeğenimdir, diye ilâve et- ti «Nisbeten genç olan adam bana dik- katle ve ısrarla bakıyor, kıyafetimle İçok yakından alâkadar oluyordu. Bu sırada güzel -bir vals çalıyordu. Bana dans teklif etti, kabul ettim, Danseder- ken hiç konuşmadı, fakat gözlerini de gözlerimden ayırmadı. Dans bitince benden müsaade istedi. Dayımla bera- ber dişarı çıktılar, yarım saat sonra gene geldiler. Tahmin ediyor, fakat bu (Devamı 15 inci sayfada)