5 Aralık 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

5 Aralık 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA | İstanbulun e zarif kadını | Zarif kadın kendisile mülâkat yapan muharrire nasıl | ü 4 cevap verdi, muharrir bu cevap — İstanbulun en zarif kadınile ko - Buşacaksın! — Ne hakkında? —- Ne hakkında olacak, en zarif ka- k rbası bhakkında konu- 'et hakkında: İnsan na- ? Zarif bir kadın e- erini nasıl kar- aldığı zamanlar- moda mecmualarını * a ne bileyim, bunun gi - © —— Pekâlâ üstat, fakat bu zarif kadı- R Hi nereden bulmalı? — Onu da buldum.. Bayan Filânca *N zarif kadın olarak tanınmıştır, Te - | 'Hmu da var, vehbere bak! Muharrir telefonu açtı: — Nasıl emrederseniz.. 'Biraz nazikleşti: — Hay hay bayan emredersiniz.. Biraz daha nazikleşti: — Rahatsiz edecektim.. Teşekkür &- x—l'im. tekrar tekrar teşekkür ederim. Telefonun bitişik ağızlık kulaklığını bebeği beşiğine yatırır gibi incit - ';;*lm korka korka yerine — bıraktı. SÜzü kırmızılaşmıştı: — Konuştum üstat, iki saat sonrâ :*ll kabul edecek.. Fakat muhakkak Zarif bir kadın telefonda bile belli Buyor, ; Simdi bir de zarif kadını anlata - İm: Telefon çaldığı zaman o, saçı başı İlağınık, arkasında eteği düşmüş — bir Mari; yıkadığı çoraplarını sobanın ya- gerdiği ipe asıyordu; telefona doğ- Vu baktı: İ—hH” Allah belânı versin emi, a - U Zirzırı da buraya nereden koy- k patlayasıca! Yarı çirkefli elile telefonu açt ... — Kimsiniz? Gazete muharriri olduğunu anlayın- » Kıpkırmızı kesildi. Telefonu tut - fuyan elini eteğine sikli. Ve telefonu b'Mdığı zaman odanın içinde döri de- fa zıpladı. — Zarif kadım, ben zarif kadınan; — , Hemen çorapları kaldırdı, odaya çe- Ülizen verdi. Sonra, tuvalet eşyasını İ birarada bir tütün paketinden odı, yarısı kırık bir aynanın karşı- İ , rimel kutusuna: P n — Diye tükürüp yüzünü gözünü boya- ,, Muharrir kapıya geldiği zaman da .Nl' bebek kadar güzel, bir manken ka- ü süstü idi: — Buyurun bay! « Bunu derken şöyle düşünüyordu: j ... — Acaba öptürmek için elimi mi u- Tütsam, yoksa elini mi sıksam! Muharrir de yazısına şöyle yazdı: um'fKapıyı açtı. Öyle zarif bir halde e- -'.nuum ki bu bana uzatılan sıcak su- Yü sSoğuk suya girmemiş ince eli der- öptüm.» Kadın muharriri salona aldı: — Buyurun oturunuz! Fakat orada h tsız olursunuz. , Bunu söylerken düşündü: . — Bu koltuğun bir bacağı kırıktı, t.;dğ koltuk yıkılır da düşerse ayıp ©- 'bı; Bayan sizinle görüşmek istediğim İ ele şudur. Siz şehrin belkl de mem- in en Zarif kadınısınız.. ünu işiden kadının kalbi küt küt Sarptı. — Şey.. Şey.. — Size zarif bir kadinın hususiyetle- Nİ soracağım! " Kadın içinden: — Ben de bu zarif kadını 'Adcağım amma nerede? endini toparladı: — Nasil söyliyeyim.. Sey.. bulsam, ları nası! yazdı?.. — Rahatsız edecektim... Teşekkür ederim, tekrar teşekkür ederim. Şey, dedi ve kal- dı.. Fakat muharrir | şöyle yazdı: «Bayan Filânca bu sualime öyle za- rif bir eda ile: — Nasıl söyliye- yim.. Diye bir cevap verdi ki zarif ba - yan sualimin ceva - bını sözile değil, fa- kat tavrile vermiş - ti. Onun.. Tavırla - rından., — İşte zarif ka- dımın bütün hususi- yetleri karşınızda! Manasını çıkarmamaya imkân yok - tü.e Bayan Filânca ter döküyordu, mu - harririn soracağı ikinci sualden ürkü- yordu: — Bayan siz hangi moda mecmua - larını takip edersiniz? Nasıl söytesin; Yenikapıdan gün * delikle gelen terzinin getirdiği yaprak- ları solmuş, adı belirsiz modelden isli- fade ettiğini nasıl. anlatsın. — Şey moda mecmuaları araşında takip ettiğim bir çokları var, isimle - Tini.. Bilmiyorum, diyecekti, fakat mu - harrir kadının yüzlerce moda mec - muası adı sayacağından korktu. Olur ya, ya sayarsa muharririn bunlar hak- ikında hiç bir fikri olmadığı için mü - talea yürütemiyecek, kadınım sözünü 'kesmeyi muvafık buldu ve şöyle yaz- di: — Takip ettiğim mecmuaların isim- lerini size nasıl söyliyeyim, O kadar çok ki bütün dünya modasile alâükada - rım. — Boş kaldığınız vakitlerde ne ile meşgul olursunuz? Çamaşır, bulaşık yıkarım; diyemez- di. Amma ne diyecekti: — Size bir likör takdim etsem. Bir raki kadehine lJikör koydu. Likörü ko- yarken muharrire arkasını çevirmişti, Çünkü likör şişesinin dibinde ancak bir kadehlik likör vardı. Bunu göstermek istemiyordu. Müuharrir şöyle yazdı: «Zarif kadın, — Size bir likör takdim etsem! Diye ayağa kalktı. Vücudünun zarif kıvrılışile likör şişesini eline aldı. Şişe || nefis bir Hkörle dolu idi. Elmastıraş bir kadehe koydu. Ve kendi elile ka - dehi bana uzattı. Hayatımda belki ilk defa böyle bir elin tuttuğu gümüş bir tepsiden billür bir kadeh içinde likör içiyordum.» — Dostlarınızla birleştiğiniz zaman- larda neler konuşursunuz? —- Konuşunuz, — Her halde modadan, tuvaletten bahsedersiniz. — Nasıl da bildiniz? Muharrir hakikaten bilmişti. Önün bildiği şu idi; Bu zarif bayan kendi gi- giyinişten, d rile bulüstu — Fakat orada ranatsız oluyorsunuz ! giyimlerinin güzelliğinden, tuvaletle - rinin zevke uygun olduğundan bahse- derler.. Fakat kadının enasıl da bildiniz> de- mesine sebep büsbülün başka idi. Kadın, aklından geçiriyordu: «Aliye gelir, Fatma gelir, Celile ge- lir, otururuz, neden konuşacağız, el - bette birisinin giyiminden, Ayşeyi ele alırız. — Of, o da giyim mi bilir? — Neydi hele o geçen günkü hali rüküşe benzemişti. Derken Aliye gider. — Sana da bir şey söyliyeyim mi, lâf aramtızda bu Aliye de artık tuhaf- laştı, kendimi göstereyim diye aerede ise saçlarını yeşil, burnunu maviye bo- yıyacak.. — Yaptığı da bari kendine yakışsa, Biraz sonra, Fatma gitmiştir. Filânca ile Celile yalnız kalmış - lardir: — Nihayet yalnız kalabildik. Bu Fatma da amma çan çan, her şeye kulp takar. Sanki kendisi bir şey olsa.. | Tarihten Yapraklar: Bağdatta hâkim olan Bekir Astığı astık, kestiği kestikti. Beyler- beyi Yusuf Paşanın, bir korkuluktan farkı kalmamıştı. Halbuki bu herifler karga değlilerdi ki korkuluktan kork - sunlar... Bu adam kimdi? 1623 de Bağdad'da şehrin zabıta iş- leri âmiri olan Bekir Subaşıdan bahse- den tarih sayfaları, kandan kıpkızıldır. Fakat bu insafsız adam da pek acıklı bir şekilde ölmüştür. Hattâ bu ölüm onun yaptığı korkunç bir zulmün ayhile tatbik edilmesi şeklinde olmuştur. Hem de zülme uğrıyan, yahud onun adam- ları tarafından değil, bir düşman ta - rafından yapılmıştır. Bekir Subaşı Bağdadda hemen he - men tek başına hüküm sürüyordu. Bir zamanlar bütün İslâm âleminin mer - kezi, Hârunürreşid, Me'ımun gibi zen- Bin ve muhteşem halifelerin payitahtı olan bu şehir şimdi Bekir Subaşının kırbaç şakırtısile inliyordu. O yıl, kumandası altında bulunan on iki bin yerli askerle bin ki yüz sipahi - nin zabitlerinden birini çağırdı: — Bekir, haydi, azablarını al, vergi- leri toplamak üzere taşra çık! Azablar ağası Bekir Bağdaddan çı - kıp gitti. Fakat aradan günler ve haf- talar geçtiği halde para gelmiyordu. Pa- ra yerine haber geldi: — Bekir, vergileri kendi topluyor. Ahp kaçacaktır. Bekir Subaşı adaşınım bu hâinliğine fena halde kızdı. Oğlu bölükbaşı Mehmedle azablar a- Bası Mehmedin yanına bin azab askeri ve dört bin Yeniçeri vererek Bekirin üstüne yolladı. Halbuki azablar ağası Mehmedin de Bekir Subaşıya hıncı vardı. Öc almak zamanı geldiğini düşündü. Vergi top - lyan Bekirle birleşerek Bekir Sübaşi hesabma Muharrir soracağını sormuş, alaca -| izerine yürümeye Kârar vördi. 'Bekir ği cevapları almıştır. Onları süslemek için matbaaya dönerken zarif kadının, zarif elini bir kere daha öper.. Ve ev- den çıkar. Mizaheı Ramazan manileri Ramazanın on dokuzu, Yaşım geçti bak otuzu, Yirmisinde bir kız görsem, Sokulurum kuzu kuzu, Davulumun ipi yoktur; Göl açtır, gözüm toktur.. Sevdiklerim bir tek değil, Yüzden, binden daha çoktur. Yenicami kandil yaktı, Gelen geçen durda baktı; Bir kadına gönül verdim; Görseydiniz ne oynaktı. Davulumu aldım varda, Geziyorum sokaklarda.. Randevumuz o güzelle, Bilmiş olun Ba iltarda, D Subaşı da o sırada vergi tahsilâtı içih Elleri bağlı düşmanlarını zift ve kükürt dolu sandallara bindirerek Dicleye salıveriyor, sandallar sahilden açılırken zift ve kükürde ateş vermeyi de unutmiyordu.Nihayet kendisini de böyle öldürdüler subaşı dışarıda bulunuyordu. Onu kaleye sok- mıyacaktı. Kararmı Bekir Subaşının kâhyası Ömere bildirdi. Ömer, doast göründü. Fakat azablar ağası Mehmed ağa askerlerle birlikte Bağdad üzerine yürüyünce o da adam- larile Mehmed ağa üzerine yürüdü. Bekir Subaşının oğlu Mehmed de işe girişince ortalık büsbütün karıştı. Bu işden Yusuf paşanın da haberi olmalı ki Mehmed ağaya kızdı. Hücumda ace- le etti diye ceza vermek için hapse at- ti Bekir Subaşı ve oğlu Bağdadı ku - şattılar, Mehmet ağanın azablarını da kılıçtan geçirmişlerdi. Mehmed ağa kurtuluş çaresi kalmadığın: gördü. Ka- leden çıkıp gitmek için izin istedi. Be- kir Subaşı: — İki oğlu ile birlikte ve boyun - larında urganlarla huzuruma gelsin - ler, ayağıma kapansınlar, canları ken- dilerinin olsun Diye haber gönderdi. Fakat önünde diz çöken baba ile iki oğluna gene acımadı. Kinini bir türlü söndüremiyen bu insafsız adam: — Kara yolu uzaktır. Korkusuz ds değildir. Sizi bir sandal ile ve Dicle yoluyla göndermeliyim. Dedi, Dediğini yaptı. Fakat bu sandalın içi zift ve kükürtle doldurulmuştu. Meh - med ağa ile oğullarının ayakları ve el- leri bağlandı. Sandala konuldu. Zift ve kükürt tutuşturularak nehrin akıntısı- na bırakildı. Alevler ve dumanlar arasından çığ- lıklar, küfürler, iniltiler duyuluyor; ne- hir boyunca her tarafa yanık insan etj kokusu dağılıyordu. Bekir Subaşı ile oğlu bu korkunç manzarayı gülerek seyrediyorlardı. “ Bekir Subaşı padişahtan Bağdad va (Devama 11 jinci sayfada) Köy kanunundan | Doğan bir mesele || — Ankara civarmdaki köylerden bi - rinde işçilik edenlerden bir mektup aldık. Hülâsatan diyorlar ki: İ| —Bizim kazancımız günde 64 ile 112 kuruş arasında tehalüf eder, bu para ile hem geçinir, hem de üze - rimize terettüp eden mükellefiyetle- ri öderiz. Fakat bu defa köyün ihti- yar heyeti bekçi aylığını | liraya, imam hakkını 2 liraya ,yol parasını | lirayâ çıkardı ve yapılacak olan mektep için yardım hissesini de 4 ve 5 Hra olarak tesbit etti. Biz istenilen parayı memnuniyet- le veriyoruz, fakat serveti ve irvadı m gikhi al amma nisbet gözetilmesini istiyoruz. * Köylerin ihtiyar heyetlerine, okuyucularımızın bahsettikleri rü - sumu tarhetmek hakkını köy, kanu- nu bahşetmiştir. Kanun ise daimna ve bu her yerde mutadır, emri yapılır. Fakat tarhedilen miktarda bir nis - betsizlik olduğu sanılırsa, bunu dü- zeltmeye çalışmak ta gene kanun yollarından gidilerek yapılır. Millet Meeclisinin istida encümenine ka - dar kapı açık olmak lâzımdır. * «Tokat» ta Bay (Ünver) e: Tabil bir istidadınız olduğunu an- Hyoruz. Fakat memleketimizin bu- günkü vaziyetinde resim geçindiri- ci bir meslek almaktan henüz vzak- tır. Hayal sukutuna uğramanızdan PYi z

Bu sayıdan diğer sayfalar: