8 Sayfa . İstanbullu bir Ermeni Pariste fazla açıkgöz olmanın cezasını gördü 10,000 İngiliz liralık dırahoması bulunan şampanya tacirinin kızı, Boğos Nuroğlunun paralarile beraber ortadan “Tül Boğos ıle nişanlısı Paris, ışıklar beldesi olduğu kadar sefahat merkezidir!? Bütün bir yıl, iş- lerinin başında vücutlarını, beyinleri- ini yıprandıran Amerikalılar biraz neşe bulmak, keyif sürmek için, mezuniyet- lerini burada geçirmeğe koşarlar. Y ları geçkin, paraları bol kadınlar, dolar veya isterlinglerinin yarattığı sahle fü- sunlarla genç jigoloları avlarlar, Kaba- reler, barlar, gece yarılarından sonra açılan buatlar, şampanyanın su gibi akıtıkdığı gizli köşeler, hıncahınç dolar. ,Ve gerilmiş sinirler, bu kokmuş, tered- di etmiş havada porsur... Güneş doğun- ca da, Paris bu kasırgalı kılığını de- ğiştirerek, başkalaşır, gürültülü, san'at fikir, iş dünyasına yeni yeni unsurlar katan çehresile ortaya çıkar. İşte, san'at, aşk meşk ve ışık belde- sinde bir sürü maceraperesi, zekâlarını fena yollardan harcayan insanlar var- dır. Bunların bütün işleri, Parise gelmiş toy gençleri dolandırmak, ne Yi var, neleri yoksa bin bir dolapla el rinden almak, ve böylelikle'el kesesin- den zengin olmaktır. Bittabi her Parise gelen gezicinin ce- binde kâfi derecede dünyalığı olması icap etmez... Ve her seyyah ta biri- nin ayni değildir. Kimi tam bir işü nuş Memini sever. Kimi dâha ziyade ilim müesseselerinin, muazzam müzelerin Aşığıdır. Kimi de alelâde esnaftır... Do- Jayısile bunların arasından «av» olabile kayboldu avukatlarıle birlikte antreli bürosundan, gayet gözalıcı mo- .bilyelerle süslü çalışma odasına geçti mi, kumpanyasını kurar ve avını bek- emeğe başlar. , Pariste, o aşk ve musiki diyarında .gençlik hülyaları kabaran ve cebinde .de beş on frangı bulunan gençler mi bulunmaz?... Günlerden bir gün, uzunca boylu, kereste yapılı, gözü kaşı yerinde, ense- si kalın bir delikanlı mütereddit adım- Madam Lâ Kontesin bürosuna ge- Bu, Boğos Nuroğludur, Ve kendi iddiasınca da Türktür. Uzun bir çalış- ma devresinden sonra Parise gelmiştir. Gençtir, eğlenmek hevesindedir. Lâ- kin, Parisin o aşifte kızlarına emni- yeti yoktur. Çöpçatan Madam Lâ Kon- testen ricası, şöyle («namusu mü- cessem» bir kızla kendisini başgöz et- tirmektir... Yüzünde senelerin ve sefahatin ki- rışıkları olmasına rağmen gözlerine ve jestlerine melek gibi bir hal vermesini pek iyi bilen Madam Lâ Kontes, karşı- sına kolaylıkla yolunacak bir kaz çık- tığını görünce, sevinmiştir; ve hemen ellerini uğuşturarak sorar : Pekâlâ oğlum... Yalnız, zaman pek ki Biraz beklemek lâzım. Ama, ben gene sorar, soruşturur, arar bulurum... Söyle gönlün nasıl çekiyor?.. Kumrâl mı, sarışın mi... Yoksa esmer mi isti- yorsun? Balık etinde mi, şöyle benim cekleri seçip çıkarmak ve oku hedefe atmak bir «ihtisas» işidir. İşte bu «ihtisas» sahiplerinden biri de takma ismile Kontes dö Mopen'dir. Asıl ismi Madam Antuvanet Espinas olan bu kırklık dul, bir çöpçatan mü- essesesinin direktörüdür. Ve işi gücü de, beşeriyetin çoğalmasma, artmasına hizmet etmektir. gibi kraliçe mi olsun?.. Dur... Dur. Biri var. Zengin bir şampanya taciri- nin kızı... Tam istediğin gibi, sarışın, uzunca boylu ve cazibeli. Ama gene sen bilitsin. Zavallı Boğos bu sözlerle sarhoşa dönmüş ve kadının masarifi iptidaiye diye istediği yüksek bir parayı vermek te tereddüt etmemiştir. ON KOSTA BİZİ NASIL GÜLDÜRÜYORLAR ? | Eddai Hafız Necip Anlatıyor : Yazan: İMSET > —Velinimet Alevi. sin, bilirim ama bâ- üâ kıyma! — Ah velinimet beni can evimden vurdun, — Düşeş büyük mü diyorsun. On » dan büyük sen var- sın, senden de, bü - yük Allah vardır. Bunu unutma. Eddainin Ulviyle oynadık! tavla partisi bem bit: istiyorum, hem de bitmesin.. Bitsin istiyo- rum, mülâkat yapacağım. Bitmesin istiyorum. Bu tav İa partisinin seyrine doyum olmuyor. Hafız Necibin tav la oynarken Yalnız elleri ha reket etmiyor, ağzı da he- reket ediyor. Ve oğzının ha reketi etrafındakileri güldü rüyor, Tavla bitti. Hafız Necip- ie kaldık... Ismarlanan nar- gileler gelmeden iik suali soruyorum: — İsminiz ? — Necip Selâm. — Ve aleyküm selâm... Affedersiniz yanlış olmuş, ben bir başka Necip arı- yordum. arzusu, o — Onları güldüren ben değilim, ih- — Benim aradığım Edda! Hafız Ne-| tiyaçtır. Çünkü ben muhtaç olmadan sini sırtımda taşıyan adamın kafasıni vuruyor. Suallerim suaileri doğuruyordu. Hel nevzadı Üstadın kucağına atıyordum: — Siz hazırcevapsınız. Nükteler yö" — Demek oluyor ki sizde güldürmek kabiliyeti ziyade.. Onlarda da gülmek cip! yazı yazmam. Halkın ayıplarını yüz-| pıyorsunuz... Bu kolay bir iş midir? — © da dâiniz! lerine vurmak bir ihtiyaç mıdır? Ben) — Hazırcevaplık, nükte yakalanmaz — Eödai ne demektir? o muhtaç olmalıyım ki bunları yazmak)| O insanım ayeğına gelir. Ben aramam, — Duacı! ihtiyacını hissedeyim. Bakın bugünler-| o gelir beni bulur. oHazırcevap oki mayanlar, işin sırrını hazırcevaplardan değil, nüktelerden sormalı, «niye Şu & dama gidiyorsun da bana gelmiyo sun?» demelidirler. — Nükte yapmak yüzünden başınız8 hiç felâket geldi mi? — İşte görüyorsunuz, ben hep nükt€ yüzünden bu halde-kaldım yal Bir an düşündü. — Ben vaziyetim kötüleşlikçe da ha ziyade inşirah peyda ederim. — Demek sizi aç susuz bırakmalı ki sizden islilade edilebilsin. — Elhamdülillâh, talih onu befiden diriğ etmiyor. Sustuk. Hattâ nargilelerimiz bile sus tular. — Bitti mi? v — Teşekkür ederim, ı — Güne arasıra bizi yoklayın olma? mı? , — Hay hay! Ziyaret ederim. — Siz dua m edersiniz ? — Sırasına göre. Kâh dua ederim, kâh ta beddua, — Bir anket yapıyoruz. Bu anketin mevzuu «Nasıl güldürürsünüz» Herkes bana sizinle konuşup yazmamı tavsiye ettiler. — Pek zühül buyurmamışlar, Fakat şaşılacak şey o ki, çoğumuz ağlanacak şeylere güleriz. Benim yazılarıma gü- lenler ibretle okusalar ağlamaları icap eder. Çünkü ben beşeriyetin bütün maskaralıklarını teşhir ederim. , Oku - yucularimın bu yazıları okuduktan sonra ya kendi hallerine acımaları, ya beni dövmeleri lâzımdır. Fakat'ne ken- di hallerine acırlar, ne de beni döver- ler... Kah kah gülerler. de bir satır bile yazı yazıyor muyum? Elhamdülillah karnım tokta onun için. Birdenbire kendimi toparladım.. Faz Ja hürmetkâr bir tavırla: — Lütfen bana on lira borç verir misiniz? dedim. — O kadar da demedim. Sözüme dik kat etmiyorsunuz galiba! Sadece kar- nım toktur dedim. — Üstadım, sizin tuhaf ve gük cü sözler söylemenizin sebebi nedir? — Ben bu sözleri kendimi güldür - mek için söylerim. Başkasını güldür- mek için değil. Evvelâ ben gülerim, benim güldüğümü güösenler de sevki tabii ile gülerler. En müessir bir eseri yazan zanneder .. misiniz ki, o ateşli satırlarını kâğıda dam LA Kontesle karatlaştırdığı gün- | dökerken ağlamamıştır, Onun ağlamak İde, en yeni elbiselerini giyerek, takıp| ihtiyacı vardır. Yazilarmı kendisini takıştırarak müstakbel zevcesile gene | latmak için yazmıştır. Güldürücü yüzı- Çöpçatan madamın mükellef bürosun- | ları yazanlar da evvelâ kendilerini gül- Sabahları ehil bir şef ciddiyetile iki (o Boğosun keyfine'pâyan yoktur. Ma- —— ya ga ga GONUL İŞLERİ: Kadın kuvvetlidir Fakat çok çabuk Zayıf mevkiine Düşeblir.. İsmini vermekte mazur olduğum genç bir kadın bana dert yandı. An- lattıklarını kısmen nakledebilirim, Diyor ki: Bir yıl evvel bir erkekle tanıştık, seviştik, maddi ve manevi vaziyet- lerimiz yekdiğerine uygundu. Evle- necektik, fakat maalesef arada muh- telif manialar çıktı. Evlermemiz ge- ciktikçe geçikti. Buna pek üzülme - yecktim, fakat son zamanlarda âşı- kımın benden uzaklaşmağa başladı- ğını hissettim, Artık eskisi gibi inti- zamla gelmiyor, eskisi gibi hararetli bulunmuyor, ihmal ediyor. Onun bana avdet etmesini temin için ne yapmalıyım? Bu okuyucuma: — Maünlesef yapılacak hiç bir şey yoktur, cevabını vereceğim. Mektu- bunda kullandığı bazı kelimelerden istidlâl ediyorum ki, erkeğe karşı evlenme gününe kadar sadece alâ- kalı bir arkadaş sıffatında kalması lâzım iken biraz ihtiyatsızlık yapmış, onda da usancın başlamasına sebep olmuştur, Kadın yaradılış icabı kuvvetlidir. Fakat gene yaradılış icabı küçük bir ihtiyatsızlık neticesi olarak çok za- yıf mevkie düşebilir. Tavsiyem şu: Erkeğin uzaklaşma arzusunu Sez- memiş görününüz. En küçük bir ser- zenişte bile bulunmayınız, lâkayd davranınız, kim bilir belki bir karar- tızlık devresi geçirmektedir, belki bir tercih ve düşünme vaziyeti karşısında kalmıştır, üzerine seniz büsbütün uzaklaşır. Ciddi du- Tursanız geri gelmesi mümkündür. TEYZE da buluşmuş, görüşmüş ve talih bu, ne denir.. hemen o anda âşık olmuştur. Haddi zatında, Parisin meşhur satıcı kızlarından ve Madara Lâ Kontesin, larını yolmak için kullandığı evasıt: lardan başka birşey olmayan Odet te iri yarı Boğosu sevmiştir. Her üç taraf ta memnundur. Birlikte gezmeler, bar- lara gitmeler. Şurada, burada saba! lamalar biribirini kovalamaktadır. Bo- ğos Nuroğlu, müstakbel zevcesinde dünyanın en afif, en melek kadını vazi- yetini bulmaktadır. Ve bir an evvel de işi resmiyete dökmek emelindedir.. Üstelik kızın 10,000 İngiliz liralık dra- homası vardır. Hiç te azımsanacak pa- ra değil Bunun için de Madam La Kontese baş vuran Boğos Nuroğlu, Madamın komisyonile birlikte, nişan yüzüğüne sarfedilmek üzere bir hayli para daha vermiş, fakat o akşam müstakbel ka- rısma bu haberi ulaştırmak için apartı- manına gittiği zaman kapıyı kilitli bul- muş, Karşısına çıkan ev sahibinden: «Matmazel Odetimi soruyorsunuz? Bir az evvel buradan taşındı. Nereye gitti- ğini de bilmiyorum...» diye haberi alın- iş... Neğen son- , dolandırıldı- ğını anlayınca: soluğu mahkemede al- mış. Ve bittabi her ikisini de mahküm ettirmiş ama... paracıkları gitti gider, dahi gider... dürmek için bu yazıları yazmışlardır. Aralarındaki fark şudur: Yazan için - den gülmüştür. Okuyanlar -dışından.. Ağlamak ve ağlâtmak bahsine bi mumu yapıştırmıştım. Üstad sözünü bi tirir bitirmez suali ortaya attım: — Sizin de ağlamak, ağlatmak tara- fınız var mıdır? — Demin de söyledim, yazılarımın çoğu ağlatacak mahiyettedir. Ben bun ları yazarken evvelâ ağlamış, sonra gül İnsan felâket karşısında ağlar. Git- gide, hayatı anladıkça felâketin en gü- lünç mevzu olduğuna inanır, Bakın size bir vak'a anlatayım: Ben bir tarihte Edirnede idim. O za- man orada müthiş bir kıtlık vardı. Be- lediye yoksullara ekmek dağıtırdı. Bir gün Belediyenin karşısında bir kahve- de oturuyordum. Alil bir kadın bir a- damın sırtında gelmişti. Ekmek istiyor. du. Fakat ekmek bitmişti. Kadın hid- detlendi. Bu hiddetle, camide kürsü dö- yerek vaaz eden bir vâiz gibi sırtına bindiği adamın kafasına eliyle vura vu- ra belediyedekilerine bağırmaya başla- dı: — Siz nasıl benim ekmeğimi sakla- mazsınız, kendiniz yersiniz de... ilâh. Kadın acınacak vaziyette, çünkü yi- yecek ekmeği yok. Fakat vak'anın gü- lünç tarafı da var. Ekmeğini belediye- den isterken farkında olmadan kendi-* — Hem ziyaret, hem de ticaret değil mi? Durun size bir de hikâye anlata yım: «Papazın karısına birisi sğz atarmış Kadın bunu papaza anlatmış, papaz d8 karısına demiş ki, adamla bir gece be“ nim evde olmadığımı söyler, eve çağı" rırsın, Ben hakikaten evde bulunmam. Fakat adım eve girdikten biraz sonra kapıyı çalarım. Sen, «eyvah kocam geldi şimdi ne yapayım» diye döğüm meye başlarsın. Sonra birden bire ak« bna gelmiş gibi adamı evin altındaki buğday öğüten değirmene bağlarsın, sen bunu çevir, dersin, kocam seni gör“ mez, görse de karanlıkta tanıyamaz Sen biraz değirmeni çevirirsin. O yatar yatmaz ber seni salıveririm. Adam de- ğirmene bağlanır, kadın kapıyı açar, papaz girer. Değirmen dönmeye baş- lar. Değirmen durdukça papaz bağırır, değirmen gene döner. Böylece bütün buğdaylar öğütülür. O zaman da ps paz yatar, kadın da adamı salıverir. Bir kaç gün sonra kadın gene ayni adama rastlar: «Bu gece de bize gelir misin?» der... Adam kadmı baştan aşağı süz- dükten sonra «Anlaşıldı, diye, cevap verir, evde öğütülecek buğdayınız bi- rikmiş olacak!» Sizin birikmiş buğdayınız olmaz $- ma birikmiş anket mevzularınız olabi- lir de onun için bu hikâyeyi anlattım.