Fransaya gelince, o da aynı mevkide i. Fransa da bizimle bütün tarihte seriya dost olmuştu. Türkiyede o - dili konuşuluyor, onun Avrupa - Pa saçtığı hürriyet ve inkılâb tohum- — ktının Türkiye tarlasındaki inkişafıdır ü 908 inkılâbını doğuruyordu. Orta- — İan bir de Abdülhamidin Alman dost- fuğu siyaseti kalkıverince derhal Fran- — Tada bize dönecek, o da bizim elimiz- İen tatup inkılâbi muvaffak etmeğe Fardım edecekti. Kâmil Paşanın plânları İşte, biz 908 inkılâbına bu fikirler Şinde girmiştik. Alman siyasetinin Hümeasili olan Ferid paşa Vlora çe- ip #sadrâzamlığı, harict Muayyen bir rengi olmıyan Said pa - İya verdiği ve Said paşanın da sada - ' E;e duramıyarak yerini Kâmil pasaya siyasette tettiği zaman, işte inkılâbın ikinci Yük adımı bu suretle atılmış ve her Bikirlerin meydana çıkmaması için ağ. da gösterdiği o itina, elbet boş değil - | di. O, Abdülhamid karşısında İngiliz hiyasetinin şanlı bir müdefii olduğu i- —Pn&i ki makamını kaybet inziv :: çekilmişti. Şimdi tekrar sadarete 4 artık Edirnede Abdülhamidin İlhfkkümü kalmamış olduğu için di - kediği gibi hareket edecek, türlü türlü Hyaset plân ve projelerile dolu olan kafasındaki hazineden plânın birisini h“kl) ötekini çıkaracak ve şu biçare Osmanlı İmparatorluğunu kat'? ola - Tak selâmete götürecekti. O, her gün «Taymis» gazetesini okuyan bir sad - Tüzamdı! «Taymis» gazetesi! Bunu o- kuyan bir vezir, aman yarabbi, kim bi- lir ne kadar büyük bir adamdı! Çok tükür o meşrutiyete ki bize böyle bir âhi siyasetiv ve bu «piri rüşi zamiri» * gariptir, bu tâbirler Ali Kemalindi! - fadrazam yapmıştı | Kâmil Paşayı niçin tuttuk ? bu Bkirlerkk gll sü e he bu fikirlerle Kâmil paşanın etrafını ıwıwık, onu sımsıkı tutan bir efkârı Hmumiye hareketi yaptık. Bu fikir he- Men hemen umumi idi ve bir akide ka- dar köklü görünüyordu. İttihat ve Te- Takki dahi bu fikirde idi. Bundan dola- Yıdır ki Kâmil paşanın, bir kaç hafta- hk bir icraattan sonra eğri büğrü ve tarsak bir yürüyüşle, yahud yerinde Sayışla inkılâbı yapmak — değil rejimi küvvetlendirmek bakımından hiç bir #ey yapmadığını ve hattâ * ters işlerle Meşgul olduğunu görüp de Tanin ona suma başladığı zaman pek çok mü- Heyver onun aleyhinde bulunmuştu. Günün birinde İstanbul meb'usu Hü- #eyin Cahid, bir takım meseleler üze - rinde hükümeti istizaha çağırdığı Zaman pek — çokları — ayıpladı Ve hükümeti düşürüp onun yerine Beçmek istemekle itham etti. İstanbul Meb'usunun hücum ettiği — esasların Soğunda haklı olmasına rağmen, İtti- hat ve Terakki onu değil, Kâmil paşa- Yi tercih etti ve pir rüşi zamir, Türki- Yedeki İngiliz dostluğu cereyanının bu ihtiyar bayrağı, tam ve kat'i bir mu - tafferiyet kazandı ve taln bir itimad Teyi aldı. ©O günlerin psikolojisini hiç unut - Mam: Biz gençler, kanları inkılâb ateşi Tni aimsıkı kapalı tütmak hüsüsun | L A y lar derin bir işte, biz meşrutiyete harici siyaset “ Soan Posta ,, nın siyasi tefrikası : 29 İTiHAD . TARAKKİDE ONSENE Bamr — Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen SON POSTA Avrupa, yaptığımız hareketlere çok lâkayt kalıyordu L'tîlterı: Türkiyeye Sir Gerard Lowter isminde biıxıefir yollamıştı, hiçbir Cellîin | altında kalmıyan halk fevkalâde dostluk tezahüratı yapmış, sefirin arabasını dört | taraftan kuşatmış hayvanları çıkararak arabayı bizzat çekip götürmüşlerdi “ Bi Enver Paşa Kafkas cephesinde söz söylemekten âciz eski zaman ada- |bürmet duyar ve bidayette onu haki- katen ne kadar çok şeyler yapacak sa- nırdık ! İlk muvaffakıyetsizlikler Meşrutiyetin hariçten — uğradığı ilk darbe, Avusturyanın Bosna - Hersek ve Yenipazarı ve ©o zamana kadar muhtar olan Bulgaristanın da istiklâ - lini ilân ederek zaten kendi idaresinde bulunan şarki Rumeli vilâyetini ken - disine ilhak etmesi hâdiselerile geldi. Biz bunlara çok fazla aldırmadık. Za - ten aldıracak halimiz de yoktu. Bir taraftan biraz askeri faaliyete ehem - miyet vermekle beraber muvaffakıye- ti daha ziyade diplomatik faaliyetten | bekledik. Hiç şüphesiz «piri siyaset» bu derde bir deva bulacak, İngiliz si - yasetini harekete getirecek, Türkiye- nin ve meşrutiyetin düşmanlarına karşı İngilterenin nasıl bir müdafi olduğunu gösterecekti. Bir taraftan kayıbı melhuz olan şeylerin zaten kaybedilmiş oluşu, öte taraftan da İadâhi siyaseten olan emniyet ve iti - ;modımlıla bu hâdiseleri sükünet için- de karşıladık. Fakat, İttihat ve Terak « İki, Kâmil Paşanın muvaffakıyetlerini İbeklemeden evvel bizzat harekete geç- ti ve halkı ayaklandırdı. Meşrutiyetin Türkiyede halkın siyasi bir terbiye al- masına çok yardım etmiş olan bu hal- kı ayaklandırma hareketi, en evvel bu hâdiselerle başlar. Mitingler, nutuklar, ateşli gazete makaleleri, nihayet, A - 'vuııuryı - Macar mallarına karşı bo$- kotaj, bütün memleket, siyasetle meş- gul olmiya, siyasetten bahse - başladı. İşte bu sıralarda İngiltere de Türkiye- ye yeni bir sefir göndermişti. Sir Ge- rart Lowter, günün birinde, dost İn - gilterenin sefiri olarak Türkiyeye gel- diği zaman yüksek ve hararetli bir halk ! nümayişi — ile karşılandı. Türkiyedeki| Nizip Urayından: İey &deta tamamlanmış oluyordu. Sö: ğ İ i ü İ N ş oluyordu. Söz| ). çup kaplarına sığmıyan biz- bu nevi nümayişler ekseriya yukarı - ek yerine, yalnız çenesini titre- l:r "“b':;u,: E“ÜM' hayatlarının |dan gelen telkinlerin mahsulü olduğu len bu ihtiyar vezirin kafasında kim bi- |» hasına inkılâb yapmayı göze almış ne derin bir siyasetin plânları ve |,3 ietihatcılar, bu, artık kendisinde ti vardı! Kafasındaki © büyük | Y D y kalmamış. halde yeni İngiliz sefirine ve onun şahsında İngiltereye müteveccih olan bu dostluk nümayişi hiç bir telkinin mahsulü değildi. kopmuş, kendi kendine tezahür etmiş bir coşkunluktu. O zaman her şeyi kendinden beklemek lâzım geldiğini benüz anlamamış olan kinın bu dostluğa ne kadar ehammi - yet vermiş olduğunu bu delil her şey- den iyi gösterir. Halkın kalbinden Türkiye hak YULAF ÖZÜ Çocuklara hayat ve sıhhat ve - ren yegâne neşvü nümalarını te - min eden yegâne gıdadır. Bilhas- sa pirinç, mısır, patates, arpa, mer- cimek, irmik, badem özlerinin ka- lori ve vitaminleri çok ve yüksek olduğundan dünyada mevcud bü- tün gıdalar arasında diplomalar ile musaddak birinciliği kazanmış- lardır. Allahın insanlara bahşetti- ği en saf hububattan çıkarılan bu özlü unlara çocuklar bayılıyorlar, Seve seve- yiyorlar. Kemikleri kuvvetleniyor. Çabuk yürüyor - küt beni hayrete düşürdü. lar, kemersiz gömlekler, çıplak veya Meyhanenin bir köşesinde, bir Bonra gene susarak zayıf sesin geldiği yaklarının ucuna basarak yanıma gel- di, alçak sesle bir bira istediğimi söy- dedim. Yazan: eDfaxime Gorki» Güzel bir yaz gecesi, banliyöde, da- racık tozlu ve harap olmuş evlerin sı - ralandığı sokaklarda başıboş dolaşıyor- dum. Fakir bir meyhanenin arkasına kadar açık kapısından içeri bakınca, içki içen adamların bulunmasına rağ- men, salonda hâkim olan mutlak sü - Şaşırmış bir balde, dar, tabanı eğri| büğrü, tavanı basık ve kapkara olan salona baktım; ortalığı kaplıyan yarı aydınlıkta saçları darma dağınık baş - lâptis — giymiş ayaklar gördüm. masa etrafında toplanmış dört beş kişilik bir grup vardı, İçlerinden biri, dokunaklı ve kısık bir sesle: — Ah, evet! diyor, benim memleke - timde hiç bir yerde göremiyeceğiniz ıihlamur ağaçları vardır, ve bir azizin tasviri önünde yanan mum gibi dim - dik dururlar. Meyhaneden içeri adımımı — attım. İki üç kişi bana şöyle bir yan baktılar, tarafa döndüler. İhtiyar meyhaneci a- — Benim memleketimde her şey baş- kadır, ber şey güzeldir. Fakat, orada da her yerde olduğu gibi sefalet vardır. Adamın bil — Her yer öyle! dedi. Pencere yanındaki masaya otur - dum, içki içenleri, bilhassa ihlamur &- gaçlarından, en çak sevdiğim bu a - ğaçtan bahsedenle alâkadar olarak tet- kik etmeğe başladım. Hayret ettim, bu bir kadındı. Çakır keyifti, ve dudaklarında geçmiş za - manları hatırlamağı seven insanlara mahsüs acı, fakat şirin bir gülümseme vardı. İri yarıydı, dolgun göğsünü ma- saya dayam gözleri kapah, garip bir teessürle başını sallıyarak, ağır a- ğir konuşuyordu: İnsan hiç bir yerde kendi mem - leketindeki kadar rahat değildir. Biraz evvel işitliği mzayıf ses yeni- den: — Fakirler için, insanım doğduğu yer, açlıktan ölmiyeceği yerdir, cümle- lerini mırıldandı. Kadının tam karşısında oturan adam ona bir bardak votka doldurdu ve: — İç! dedi. Uzun boylu, fakat ince, yakası çö - zülmüş delikli bir gömlek giymiş olan bu adamın kestane rengi saçları, et - rafa endişeli bir halle bakan iri yuvar- lak gözleri vardı. Siyah, uzun, çok u- zun sakalını mütemadiyen sıvazladı - Bını farkettim; sağda biyıkları asker tarzında kesilmiş kısa boylu şişman birisi vardı, alnını çerçeveleyen ka - yaştan bir fırıncı olduğu anlaşı - hyordu. Kadının üçüncü arkadaşı tenekeci, eski bir ahbap Nushka idi. Zilzurna sarboş, kararmış gözlerini maskeliyen kirpikleri arasından sızan ağır bir ba- kışla kadına bakıyordu. Uyuyan bir balık gibi, zaman zaman ağzını açı - yor, güçlükle kekeliyordu. — Söyle şarkını.. dostum! Haydi be, söyle şarkını.. Sayısı onu bulan diğer müş- teriler, sigara dumanlarile — fazlala - şan karanlıkta şekillerini değiştirmiş gibiydiler. Hemen hemen hareketsiz, ve mütemadiyen susarak, votka veya bira içiyorlardı. Arasıra, içlerinden bi- risi, salonda uçan bir kuşcağız gibi bir lar. Çabuk neşvünüma buluyor- lar. Tombul tambul oluyorlar. Ha- san özlü unlarımı mutlak surette çocuklarınıza yediriniz ve Avru - panın terkibi meçhul — gıdalarını doktorunuza sormadan yedirme - yiniz. Hasan deposu: İstanbul, Ankara, Beyoğlu. 2/ 10/1936 tarihinden 2/11/1936 tarihine kadar bir ay müddetle ka- palı zarf usulile eksiltmeye konulan ve bedeli muhammeni 2980 lira olan Nizip kasabasının halihazır haritasının ihalesine mezkür günde talip zühur etmediğinden 17/11/1936 salı günü saat 14 de ihalei kat'iyesi icra edil mek üzere 15 gün müddetle temdit edilmiştir. 2490 sayılı kanun ahkâmı göz önüne alınarak ve harita Nafia Vekâle. tince yapılan şartnameye uygun bir şekilde olacağından taliblerin mezkür #ünde ve daha evvel Nizip belediyesine müracaatları ilân olunur. (2881) kelime söyleyip susuyordu. Kâadın: — Bizim memlekette, ve bilhassa panayırda körlerin daima şarkı söyle- dikleri işitilir, diye anlatıyordu. Ah! Onların şarkıları, ne kadar yanıktır. Karşımda, kapının öte tarafında in. sanın bir Diyakos zannedivereceği bir adam oturuyordu. Omuzlarına düşe - cek kadar uzun saçları vardı, kanbur - du, keten renginde fırça gibi bir sa - kal, yelpaze şeklile bütün göğsünü kaplıyordu. Sırtında bir ceketi, kolalı ve ötesi berisi yağ lekesi olmuş bir gömleği vardı. Çözülmüş kıravatımın bir ucu sakalının altından görünüyor- du. Sol gözünün altı tamamile morar- mıştı, sağ gözile de mütemadiyen ka- dına bakıyordu. Birden: — Ben de orada idim, diye bağırdı, | koydu, iri güm kocaman elinin içile masaya vurdu. en: Şerif Hulüsi Herkes ona baktı, bu sesle alâkadar ol- duğu anlaşılan kadın da başını kal « dirdi. — Evet, Kieti'i gördüm, Beyaz kili« sesini, isimlerini hatırlamadığım daha bir çok yerlerini gezdim. Kısaca, gör- düğüm için şimdi bize anlattıklarının hepsini tanıyorum. Dnicper! Ah, be - nim Dnieperim! Bu harikulâde şarkıyı, bir opera Choeur'inde söylediğim için ben de biliyorum, Ses pek - bilinmiyen ir tinetle solonu tahtelârz bir inil « e dolduruyor, teneffüs ettiğimin hava ile ciğerlerimize doluyordu. Bir: den bu hazin ve ümitsiz seslerin göğ sümü sıktığı, ve beni boğmak üzere ol: duğunu hissettim. — Benim evime gel, kadın! İstedi * ğin kadar bira içersin! Gel.. Esme> adam birden ayağa ısrar eden bir eda ile: — İmkâm yok, dedi. Ona bira 1s « marlıyan benim. — Sen veya ben, bunun hiç ehem « miyeti yok, değil mi? 'Tenekeci tuhaf bir iniltiyle bağırdn — Söyle şarkını, dostum! Kadm, uzun saçlı adama alaylı bir tâvırla baktı ve tatlılıki — Hakikaten, dedi, oraları gördü « nüz, ve tabil tanıyorsunuz da... — Ey kadın, bir budalanın kalbi; içinde hiç bir gey tutamıyan çatlak bit kaba benzer, Söyle şarkını! Sana yirmi kopek vereceğim, ister misin? Ağır ağır pantalonumun ceplerini ka- rıştırdı. Gözleri endişeli esmer adam hoş « nutsuzlukla karışık bir infialle bağır di: — Senin mangırın olmadan da bu İş olabilir! — Bunun ehemmiyeti yok! Sen ve- ya ben, netice ayni. Zira, bü kadın, sen veya ben, Kudüs yolunda çölde bıra « kılmış bir eşek tersine benzeriz. Kumral müjik filozofa, örgünen bir baktı, sonra, cebinden para ke- ardı, bir kaç kere salladı. Pa- neşeli sesi duyuldu. < ND — Bunu gördün mü? diye sordu. Bu A lâflardan sonra para kesesini tekrar cebine soklu. Kadın gözlerini kapadı, hafif haflt başını salladı. — İşte onlar! dedi. Onları aramızda —— imiş, gözlerimizde imiş gibi görüyo » rum. Yolun kenarına oturmuşlardır, güneş başlarını yakıyor, rüzgür onları toza buluyor.. Gözleri şişmiş adam! — Evet doğru! Ben de hatırlıyorum, dedi. Sesi örs üstüne vurulan bir çekiç — sesi gibi çınladı. — İnsanlar bu küçük körlerin etra « -— fını sarmışlar.. Ve onlar şark! ”söylu ğ yorlar.. Bakın nasıl şarkı soylşıyox:_l_ıır. Biraz sonra da, kadının geniş gf » — günden cantı ihtizaz halinde bir iniltf yükseldi: a A «Benim - küçük - ve sevgili - ânne- — ciğim'» Opera Choeur'inin eski şarkıcısı yes niden elini masaya vurarak: — Çak iyi! diye gürledi. Siyah saçlı adam ızaplı:_ Di — Bizi rahatsız etiremenizi ı:ıcı e- rim, diye bağırdı. Ben de şark-cıyım, î:ğî:m ıîdır kötü olmadığı bals de, burnumu bu işe sokmuyorum. Ötekisi: — Budala, diye bağırdı. _'Niçin kızı. yorsun, bilmez misin ki, bir budala « nın lâfına kulak asılmaz. Budalanın kalbi dudaklarında olduğu halde, a - kıllı adamın dudakları kalbinde saklı. — dır. : Kumral adam arkadaşına bakıp ar - kasına dirsek vururken, siyah saçlı a « " damcıl, dişlerini sıkmış, yanan gözle « — rile, münasebetsiz adamın üstüne a « tılmak üzere idi. Tam bu sırada, salos, — nun köşesii zayıf bir ses yükseldi — Dinleyiniz, efendiler! Hakikaten bilgiç adamlarsınız amma, herkesin şar- kıdan zevkalmasına da mâni olamaz « sınız. Peygamberce söylediğiniz lâf « lar bize birer küfür geliyor.. Ra- erini açtı, gene derhi ” — çekti. Sonra başını al bir elini göğsünün üstüne bir barunun ses! gi ( Arkası yarın ) kalktı, hat oturun, bakalırn! Kadın gözlerini