LAY EYÖE ü MA v ü UTT Te S A AA Tn (X N SA TTT AEm N YAY — —— K M A e Ha li v Gâvur Mehmedin Yeni Maceraları — Böyle demirlere tutunup da gün- lerce aç, susuz ölümü beklemeklense, birbirimizi kolayca öldürelim; hiç ol- mazsa, uzun müddet azap çekmiyelim. Diye söylendi , Vaziyet, fecidi. Eğer bir mucize zu- GİBALİ ZİNDANLARI Son Posta'nın zabıta romanı: 4 tek demir kesebilmişlerdi. Halbuki; Eşekci Salih ile budala Hırvatın iri göv- delerini o izgaranın içinden geçirebil- mek için hiç olmazsa, dört demir kes- mek elzemdi. Yaptıkları işi, yukarıdakilere sez - hur etmezse, hiç şüphesiz ki en acı ve|dirmemek için, mümkün olduğu ka - 'en dayanılmaz ıztıraplar içinde, gün-|dar sâkin ve sessiz hareket etmekte - lerce ölümü bekliyeceklerdi. lerdi. Yalnız ara sıra, şöylece söylen- Hüsnü bey, Gâvur Mehmedin ku -|mektelerdi: lağına eğildi : — Ne dersin, Mehmet!.. 1asıl kurtulacağız?... şey gelmiyor mu?. Dedi. CGCâvur Mehmet, dalgın ve düşünce- li bir halde: — Hiç.. hiç bir şey yapmıya mukte- dir değiliz. Diye cevap verdi. Hüsnü bey, senelerce beraber çalış- tığı Gâvur Mehmedin ağzından, hiç bir zaman bu kadar kat'i bir cevap işit- memişti. Onun için, bu sözleri duyar duüymaz, iliklerine kadar titremişti. Şimdi, hepsine derin bir sükün ve düşünce gelmişti. Metaneti sarsılmı - yan idam mahkümları gibi, artık ölü- mü beklemeye karar vermişlerdi. Böylece dakikalar geçmişti. Hepsi de, sımsıkı tuttukları demirlere asıla- rak düşünmektelerdi... Fakat birden- bire bir kahkaha işitmişler, başlarını Gâvur Mehmede çevirmişlerdi. Deli Kerim, yanında duran ve İri gövdesi suyun içinde hafif hafif salla- nan Eşekci Salihin kulağına eğilmiş: — Hah.. bir, bu eksikti... İşte, oğ- lan çıldırdı. Dedi. Eşekci Salih de bu fikirde idi. Fakat, Gâyur Mehmedin bu kahka- hasını müteâkıp; onun sesi neş'e ile yükselmişti: N — Arkadaşlar.. müjde!... Üç ses birden aksetmişti: — Hayrola, Mehmet.. ne var?.. — Kurtulduk. — Nasıl?.. — Demirleri keseceğiz. — Ne ile 2.. i — Ne ile olacak.. demir testeresi « e. Deli Kerim, tekrar Eşekcinin kula-| | ğina eğildi: — Nasıl?,. Dediğim çıktı mı?.. Öğ- lan, adamakıllı sapıttı. Dedi. Hüsnü bey, demirlere tutuna tu - tuna Câvur Mehmede biraz daha te - karrüp etti. Ümidin verdiği bir heye - canla suallerine devam etti: — İyi amma Mehmet, testereyi ne- rede bulacağız, — Karakoldaki hapishane pencere- sinin demirlerini kestiğim testere ya - nımda. Gâvur Mehmedin bu sözleri, üç za- bita memuruna bir sihir gibi tesir et » mişti... Ayni sâniyede, üç ağızdan, üç ses yükselmişti: — Yok canım?. — Yaşa, be Mehmet. — İşte., mücize diye, buna derler, Gâvur Mehmet, gülerek: — Hay, Allah.. nasıl oldu da, ben bunu unuttum... Şimdi, birdenbire ak- hma geldi. Diye cevap verdi.. Bir elile demiri sımsıkı tutarak su- ya doğru eğildi. Giydiği Hırvat potu- runun baldırındaki dikiş yerine saklı olan küçük bir testereyi çıkararak ar- kadaşlarına gösterdi. Bu küçük çelik parça&ının görünme- si, derin zülmetler içinde birdenbire doğan bir güneş kadar sevinç hüsule getirmişti. Ve derhal işe girişmişler - di. nöbetle görüyorlar; iki parmak kalınlığında bulunan demir parmaklık- ları kesmeye çalışıyorlardı. Bu iş, o ka- dar kolay değildi. Aradan bir kaç sa- at geçer geçmez, sağ ellerinin parmak- ara haline gelmişti. Hüsnü beyin saatine nazaran tam #ckiz saat uğraştıkları halde, ancak bir — Hüsnü beyl., Aman saatini kur- Buradan | mayı unutma. Hiç olmazsa, vaktimizi Aklına hiç bir| bilelim. ."Önun kesilmesi de ko- laylaştı mı?... . — Biraz daha gayret lâzım. —"üllll e — Uyku bastırırsa, ne yapacağız?.. — Fena halde karnım açıktı. — Ya ben.. bayılıyorum. pıştı. suzluktan dilim damağıma ya- Sabır. : — Aman, şu budala herife dikkat edin. Dalar, malar da suya yuvarla - nır. Bir de onunla uğraşmıyalım. — Kuşağından sımsıkı demirlere bağlıyalım. Halbuki, hayatını seven budala Hır- vat, demirleri sımsıkı tutuyor; © sim -« siyah ve müteaffin suyun içine dü - şüp boğulmaktan, ödü kopuyordu. Deli Kerim, dalgın ve düşünceli söy- leniyordu: » — Hadi, bu demirleri kestik.. öte ta- rafa ik. Acaba, ilerisi serbest mi?.. 'a, önümüze başka engeller de çıkar- BaP ... Bu sual, kalplere korku veriyor.. de- rin bir süküt ile karşılanıyordu. . * Son demir çubuk da kırıldığı za « man açlıktan, susuzluktan, yorgunluk ve uykusuzluktan bitâp bir hale gel - mişlerdi. (Arkası var) d Son Posta'nın siyasi tefrikası * İttihatçılar Devrinde / MUHALEFET Nasıl doğdu, Nasıl yaşadı. Nasıl öldü? Nf Va Üa —1 Yazan: Ziya Şakir «« Murat Bey; bilhassa siyasi akidesi henüz taayyün etmemiş olan bir halk kitlesi ile iş görmenin ne vahim âkıbetler tevlit edebileceğini bir türlü kestiremiyordu. Yeni “idarenin — dinsizlik — getire- ceğini zanneden idrâksizler.. mahalle kahvelerinde, mektep kalfalarının o - kuduğu gazeteyi yanık yanık dinleyen sakalar.. ve nihayet, (hürriyet kahra - manları) na' karşı birdenbire anlaşıl - maz bir kin ve garez bağlıyan hasud- lardan ibaret bulunuyordu. Halbuki; zeki ve münevver zümre; * Murat beyin dediği gibi - (öbür tara- fi) alkışlıyor; Murat beyin neşriyatına karşı çok büyük bir sinirlenme hisse - diyordu... Cemiyete muhib ve mütce - mayil mahfellerde: — Murat bey, cehalet ve taassuba dayanıyor. Basit ve iptidai insanları ek- de etmeye çalışıyor. Bunlardan - bir küvvet — hazırlıyor. Meşrutiyet için, tehlike başlıyor... Bugün, yarın deh- şetli bir (reaksiyon) karşısında kala- cağız. Meşrutiyeti tekrar elden kaçıra- cağız. Diye bir feryad yükseliyordu. Açıktan açığa görülüyor ki, Murat bey hesaplarında aldanıyordu. (Halk kitlesi) ne dayanacak olursa, yılkılmı- yacağını zannediyordu. Halbuki halk, henüz cahildi... Ve hattâ o kadar cahildi ki; değil, Murat beyin istinat ettiği o hocalar, softalar, mektep kalfaları, sakalar ve nihayet, hürriyet kahramanlarına meçhul bir kin ve garez bağlıyan hasudlar; ve hattâ Babıâğli efendilerden bir çokları bile: — Efendil.. (Meşrutiyet) hakkın - daki fikri âliniz nedir.. Diye bir sual karşısında kalsa; buna kâfi derecede cevap verecek halde de- gildi. Mefküresiz bir halka güvenmek, dayanmak, bel bağlamak ise; hiç şüp- besiz ki pek fâhiş bir hata idi. İler; günlerinde, nümayiş kafileleri arasına karışan, ve gırtlağını parçalıya parçalı- ya: — Yaşasiiiüüiünnnn!... Diye bağıran bir Yahudiye sormuş- lar: — Mişon!, Kim yaşasın?.. Mişon; hiç düşünmeden, pürüzsüz ve tereddütsüz bir cevap vermiş: — Neme lâzım, benim.. yaşasin.. kim yaşarsa yaşasin... rum olan bir güruhun başına ıeçaj onlara bir siyaset mürşit ve rehberi © labileceğini tahmin ediyordu. Onuf için ilim ve irfandan bir hayli fedakâr lık gösteriyor; halkın en basit ve ipti* dat zümresinin derecelerine kadar ini yor.. gazetesinde, ancak avamın ru * hunu tatmin edecek fikirleri ve sözler' ihtiva eden makalelere yer veriyordu. Bu usul, fena değildi. Cahil ve mu hakemesi kıt olan bir zümreyi, yaval O devir öyle bir devirdi ki; bu ce-| Yavat fikren yükseltebilirdi. - Fakali vapta Mişon yalnız değildi... Asırlar- danberi, cehalet içinde doğan, cehalet beşiğinde sallanan ve cehalet mezarına defnolunan halkın, kesif bir kitlesi, hemen hemen tamamen Mişon efen - dinin fikrinde idi... Hattââââ, en ağır başlı gazeteler bile henüz düşünceleri- ne ve yazılarına (meşrutiyetin şiârı)- na uygun bir cereyan verememişlerdi. Sadece, eski devrin Abdülhamide tah- sis ettiği dalkavukluğun mecrasını de- ğiştirmişlerdi. Beş on gün evvel, (Yer- yüzünde, Allahın gölgesi - karaların ve denizlerin sahibi - padişahların padi - şahı) diye kullanılan hayali tavsifleri bir tarafa atarak; otuz dört senelik zulüm ve istibdat devrine isyan eden- (padişahı — meşrutiyetperver), (şehrihari hürriyet küster) gibi tabir- ler icadetmişlerdi. Murat bey; mefküresi ,seciyesi, ka- rakteri ve bilhassa siyast akidesi he « vüz teayyün etmemiş olan bir halk kitlesi ile iş görmenin ne vahim âki - betler tevlit edebileceğini bir türlü kestiremiyordu. Buna binâ&en, kendi- sine bir makam ve mevki yapmak için akılsız dostlar ile akıllı düşmanlar ara- sında bucalayıp duruken, akılsız dost« lara güvenmek hatasına düşüyordu. Rivayet ederler ki; meşrutiyetin ilk | Ve belkide, meşrutiyeti idrâkten mah- a - lt P Z _"%“':.-a—.ıjk_& AM *« tezsinllk nt o ©o & şimdi Murat beyin hitap ettidi halk: bu çerçeveye idhal edilemezdi. Çün * kü: 1 — Asırlarca devam eden zülim. harit ve müstebit bir idareden bir an” da - ve hiç bir hazırlıksız olarak - kur” tuluş.. manasını hiç anlamadığı bif (hürriyet) e kavuşmuştu... Halk; bü (hürriyet- in ne olduğunu bılıuyorA du... Hattâ o kadar bilmiyordu kli (hürriyet, kanuni mecburiyet ve mem* nuiyetlerin artık hiç bir hükmü kal * madığı) şeklinde tefsir ediliyordu. Mahalle kahvelerinde toplananlarıf! konuşmaları, nihayet şu noktaya dâ* yanıyordu: İ — Çok şükür; şu (hürriyet) çıkti da.. hükümete (vergi) vermekten kuf” tulduk. Sonra.. tütün kaçakçıları, İstanbuluf geçit yerlerine sergiler kurmuşlar; p#* ket paket kaçak tütünleri açmışlar: — Yaşasın, bürriyet... Rejinin güb | resini almayın.. gelin saçı gibi tatlı sert, hürriyet tütünü okkası, beş ku * ruşa... Yaşasın hürriyet... Diye bağırmaya, okka okka tütün satmaya başlamışlardı. Daha sonra.. câhil borçlular, alacak” hılarının para talebine karşı derhal kâ* falarını dikiyorlar : — Şimdi, hürriyet var. Canım ister” se, veririm.. istemezse vermem. Ne hak | ile beni iz'âc ediyorsun?... | Diyorlar, zavallı alacaklıyı, üstelik olarak bir de haksız çıkarıyorlardı. 2 — Meşrutiyetin ilk ilânı dakika * sından itibaren muhtelif unsurlarıf muhtelif hırs ve menfaatleri çarpışm?” ya başlamıştı. Bunlar; hiç şüphesiz uy bir takım menfi cereyanlar açacak vt | hürriyet'in ne olduğunu idrâk yen zümreyi, kendi gizli maksatların? | kör bir âlet yapacaklardı. | 3 — Bu dumanlı havada, herkes bif kurt olmuştu. Herkes bir külâh kap mak istiyordu. Ve,. menfaat hangi “ | rafta ise, herkes o tarafa Mesele; Ahmet bey, Mehmet bej! Murat bey meselesi değildi. r avaz avaz feryat edenler bile, kendile | rini yeni idareye hoş göstermek iıî'l" yenlerdendi. Yevmiye (20 kuruş) üe ret mukabilinde at üzerinde ıea!*) (meşrutiyetin - veyahut - cemiyetin! | polis müfettişliği vazifesini ifa a meşhur feylesof ve doktor Rıza Tev 4 fik beyden tutalım da, o temmuz gü d nünün sıcağında bayrak | kan terlere garkolan câmi hyyni: rına kadar koca bir ekseriyet; lıı!ı görmediklerine ve bilmediklerine imâf | eden bir zümreden ibaretti... Filhl ka bu hal, halk kitlesinin kolayca *Ü rüklenebileceğini gösteriyordu. Fakatı | - hiç bir şuur ve mefküreye tâbi ye | dan * sübuletle avlanan bir halkın, *" | ne ayni sühuletle elden çıkabil de hesaba katmak icabediyordu. .| Fakat; başta (cemiyet erkânı) vl', mak üzere, (lider) liği kuranların H biri, bu ince hesaplara chemmiqyî' miyorlar; sadece halkın gözlerini maştıracak vasıtalara müracaat yorlardı. " ( Arkası var )