GİBALİ ZİNDANLARI Son Posta'nın zabıta romanı: 39 — Ayol!.. Ben bu herife sık sık rast- geliyorum. Fakat, onun olduğuna ih- i Mehmedin Yeni Maceraları — Câvur Mehmet, yavaş yavaş dola- j_ ik söylenmesine devam etmişti: — — Haaa.. Anlaşıldı. Burası; eskiden kalma, bir ayazma. İşte bak, şurada mihrap gibi bir yer var. Harap olmuş belli. Vaktile burası, vaftiz ye- zetiyorum, zannediyordum. — Nerede rastgeliyordun?.. — Ekseriya.. Beyoğlunda.. Yenişe- ti imiş. Burada da bir demir kapı var. | hirde., çat, önüne taş yığmışlar. Demek ki,| — Aman, deme?.. küllanmıyorlar. — Ne var.. Bu tarafta da bir kapı var. Hem| — Bu, mühim.. hem de çok mü - him azizim. — Yıjırü bakalım o tarafa... Evet, : ğ — Ehemmiyeti nerede.. Bu kapı açık. j — Ayol, bilmez misin?.. Hıristiyan Gâvur Mehmet, yere eğildi. Elin-İçingenelerin çoğu, o tarafta oturur. leki feneri, dikkatle yerde gezdirdi: | Bâhusus çalgıcıların orada bir de kah- — Âlâ,.. Bu kapıyı kullanıyorlar. | veleri vardır. Buradan, bir yere gidip geliyorlar. İşs| — İyi amma, Kaptan Mihaloviç'in te bak ayak izlerine. bunlarla ne münasebeti var?.. —— Nah.. Bir sigara izmariti. Hem| —— İşte, asıl münasebet yarısı Hır - de, yeni atılmış... Daha, kâğıdının ren-| yat, yarısı çingene olan bir çalgıcıdan bile bozulmamış. başlıyor. — AÂziziml.. Sigarayı*bırak. Ön | — Haaasaa.. şu madde.. Hüsnü bey dan daha mühim şeyler var, bana o işi de biraz çıtlatmıştı. —No oi — Hüsnü beyi ne zaman gördün?.. — Kadın ayak izleri. Yoksa, beraber mi çalışıyorsunuz?2.. Eşekçi Salih eğildi. Rutubetten i bir halde olan zemin üzerinde-İşu işi bitirelim de, anlatırım... Söyle ki ayak izlerini tetkik etti. bakalım; şimdi ne yapacağız?.. — Evet.. Vâkiâ, bir çok gidip gek| Gâvur Mehmet, süküt etti. Elinde- elerden izler karışıyor amma, kadın|ki fenerin ışığını saklıyan kapağı çe - pinlerinin izleri de iyice farke -İvirdi. Başının üstüne kaldırdı. Üç ar- diliyor. şın genişliğinde ve uzun boylu bir a- — Gâvur Mehmet, doğruldu. Bir elile|damın serbestçe yürüyebileceği yük - feneri tutarak, öteki elini kalçasının İseklikte ,duvarları gayet muntazam ö- üstüne koydu. Şimdi o, çektiği bütün |rülü, tavanı kemerli olan bu yolda, sa- ıztırapları unutmuş; tatlı tatlı gülü -|rımtırak bir ışık uzadı... Yol, devam .yordu. ediyordu .Sonu, görünmüyordu. — * Eşekçi Salih, sordu: — Azizim, Eşekci?.. Tabiidir ki, ilk — Ne gülüyorsun; Gâvur?.: yapılması lâzımgelen şey, bu yolu ta» — Güldüğümün sebebi, şu... Çok kip etmektir. mer bir mesele karşısındayız. Hat-| — Öyle ya. tâ diyebilirim ki, şimdiye kadar görüp geçirdiğimiz şeyler, bu iş karşısında, &cemice bir iş görmüş oluruz. vız kalır... Fakaaaat.. acaba şu azılı| — Niçin2.. canavarların elinden deriyi kurtarıp ta,| — Bana kalırsa, bu yol bir hayli u- işin sonuna erebilecek miyiz?.. zun, — Vâkıa, öyle görünüyor. ş — Hatırlar mısın, dört sene evvel Fenerde bir ev basmıştık.. hani şu, Patrikhane kilisesinin gümüş kandil - lerini çalan Tepegöz Lefterin evi?... — Nasıl hatırlamam?. Onun evi - nin altında da böyle bir yol vardı. — İşte ben de, onu söyliyeceğim. O zaman, o yolun bir ucunun Ayvan- saraya.. öteki ucunun da Ayasofya ca- misine kadar devam ettiğini söylüyor- lardı. — Evet. Tamamen hatırımda. — İşte bu yolun, o yol olması çok muhtemel. Onun için şimdi biz bura- ya dalarsak, yolun öteki ucunu bula- lm derken kim bilir ne kadaz zaman geçireceğiz. Olabilir ki, o müdder zar- fında da bu herifler buraya — gelirler. Eğer beni burada bulamazlarsa, firar ettiğime hükmederler. Ve derhal iz - lerini de ortadan kaybederler. " — İçine sor, içine.. için, ne diyor?.. — Valahi, Eşekçi.. şimdilik içim, hiç bir şey demiyor. Dayan bakalım Öâvur, işin sonu nereye varır; diyor. — Aldırma canım.. her işin sonu 'a vardıktan sonra... İyi amma dostum.. mezarın da yolu vardır. Biri, rahat ve kısadır. öyle ölüme, can kurban.. ammaaaa, bir de işkence altında inleye inleye sa- erce, günlerce ıztırap çekmek ve ölememek vardır... (Karayürek çete - si) (1) ni takip ettiğim zaman, beni bir tuzağa düşürüş düşürmüşlerdi ki.. medet Alah... Anamdan emdiğim, burnumdan gelmişti. — Canım.. geçenler, unutulur. Kar- gına, her zaman Karayürek çetesi çı - kacak değil ya... Bâhusus onlar, da « p gittiler. — Ben de öyle zannediyordum. Fa- kat, beni buraya atacakları zanıan kar- ima kim çıksa beğenirsin?.. — © halde>.. B Kime).: — O halde, yapılacak bir şey var. © — Hani şu, Arnavutköy taş ocakla- Sen şimdi yine benim ellerimi bağla. rında bize ot yolduran Kaptan Mihalo- Şuraya uzat. Ben burada beklerken, ç git biraz yiyecek getir. Açlıktan ge « berdim. ,;Yokmım. Sö K T a ezieü Ü — Yok canımı var mı?,. Eğer o kas| — TCR'N açlığını Den de düşünüyo - | kerata olmasa idi, ben kendimi öte-|TUM: Gâvur M_elıı'neî. F'h" nereden girip çıkmalı bilmem ki... — Bana kalırsa, şuradan Eşekci, t “heriflere yutturmuş, — gitmiştim... Fakat, o domuz yutmadı. Bütün foya- /mı, meydana çıkardı. — Şu.. önünde taş yığılı kapıdan — E, memnun oldum bu işe; Gâ-|mı?.. ur. — Evet. — 'Niye?.. — Acaba burası nereye çıkıyor?.. — Eğer aldanmıyorsam, doğruca — (1) Son Posta meşriyatından: (Gâvur deniz kenarında bir yere. Mehmet) serisinin birinci kitabı (Karayü-| — Neden anladın?. * vek çetesi). (Arkası var) kide beş senedenberi bulunuyorum.. Villâm | gürültüsü de — karışmıştı. - Bu hercümerç : |içinde Koziavkinenin sesi tekrar yükseldi: I — Bir şey yapmağa teşebbüs etmeyiniz.. Ödiyeceğim zararı.. Siz karşınızda kimin bulunduğunu biliyor musunuz? Nihayet sesler yavaş yavaş sükünet bul- du. Ve uyuklıyan Lağv, omuzunun şid « İa var.. — Hayda... Burası Vyasielki mi ya?. Burası Khilovo: Vysslelki.. daha aa tarafa | düser, kibrit fabtikasının arkasında.. Bu- dört kilemetredir. | — Hay akri şeytan hay.. Desenize yan- he yoldan gelmişim.. Tavi SON POSTA » Son Posta'nın siyasi tefrikası * İttihatçılar MUHALEFET © Nasıl doğdu, Nasıl yaşadı, Nasıl öldü? v SÜ c timal veremiyordum. Her halde, ben-| Cemiyet arasında ikilik doğuracak olan dedikodu ve münakaşaların önüne MA 5) Yazan: Ziya Şakir geçilmek isteniyor fakat bir türlü muvaffak olunamıyordu günün birinde cemiyetin mevklini sar- sacağından endişe ediliyordu. Manastır merkezini teşkil edenler - den; topçu mülâzimi Kayserili - Ziya Bey, erkânıharp yüzbaşısı Kâzım Ka- ra Bekir Bey, mümtaz yüzbaşı Nuri Beyle bunlar gibi düşünen bir takım zevat, cemiyet arasında (ikilik) doğu- racak olan bu dedikodu ve münakaşa- ların önüne geçmiye çalışıyorlardı. Fa- kat buna muvaffak olamıyorlardı. Çünkü bu cereyan, oldukça kuvvetli bir kaynaktan gelmekte idi. Bu da, (süvari kaymakamı, Sadık Bey) di. Cemiyet; ilk teşekkül etmiye baş - ladığı zaman, yüksek rütbeli ümera ve zabitanın kabul edilmemesi esas itti - haz edildiği halde, bazı sebepler do - layısile (Sadık Bey) cemiyete kabul edilmişti, Bu sebeplerin başlıcaları da, — Hem evet.. hem hayır... Hele, Sadık Beyin şabsındaki hususiyetlerdi. Sadık Bey; gayet sakin, ketum, şa- hısları ikna ve idare kabiliyetine ma - Tikti. Sadık Bey; yumuşak ruhlu bir a - dam olduğu için arkadaşları arasında sevilmişti. Sadık Bey; oldukça iyi iyi yazar, iyi anlardı. Ve nihayet, Sadık Bey; (derviş) ti. (Melâmt tariki) nde yüksek bir mev- kü haizdi. Tarikatın icap ettirdiği hil- miyet, tevazu, iltifat icabatından ola- rak gerek askerler ve gerek siviller ara- sında, oldukça mühim bir havvarf kit- lesine malikti. İşte bu cihetleri nazarı düşünür, — Amma, biz böyle yaparsak, çok|dikkate alan cemiyet, muhitinde bu derecede küvvetlenmiş olan bir zatı ihmal etmemiş; onun mevki ve nüfu- zundan istifade etmek istemişti. Fakat bu saydığımız vasıflar, kay- makam Sadık beyin bir cephesi idi. Onun diğer bir cephesi daha var idi ki; bu cephe meşrutiyetin ilânına ka- dar meçhul kalmış; daha doğrusu, he- nüz inkişaf etmemişti. Manastır merkezinin — müessisleri; topçu mülâzimi Kayserili Ziya bey, erkânıharbiye yüzbaşısı Kâzım Kara- bekir bey, topçu kolağası Habib bey, süvari yüzbaşısı Akif bey, mümtaz yüzbaşı Nuri bey, vilâyet sermüstanti- ği Kemal bey, Manastır eczanesi eczacı larından İbrahim bey, tercüman Fahri bey vesaire gibi zevât olduğu halde; Sadık beyin rütbesine ve içtimal mev- küne ehemmiyet verilmiş; — merkezin başına geçirilmişti... Sadık bey bu hal- de, âdeta bir reis vaziyetinde cemiyeti idare etmişti. Ve.. Meşrutiyet ilân' e - dildiği zaman da, artık bütün cemi - yetin başına geçirileceğini zanneyle - mişti. Çünkü, Sadık bey; meşrutiyeti ilân ettiren kuvvetin, tamamile (Ma- nastır Şubesi) olduğuna kanidi. Fakat.. meşrutiyet ilân edilip de or- talık bir çok (kahramanı hürriyet) ler- le doluverince; Sadık bey evvelâ bu işe hayret etmiş.. ve sonra, kendisine de bir hak ve imtiyaz verilmesini ta - lep eylemişti. mumi, Hilmi paşanın nüfuzu altına girmiştir. Diyordu... Selânik İttihatçıları, bu- na hafif tertip cevap vermekle iktifa ediyorlardı. — Cemiyetin teşkilâtı esasiyesinde, her merkez müstakildir. Fakat Selânik, merkezimize nüfuz ediyor. Bizi ikin- ci olmak üzere görüyor. Biz, maiyet - te bulunamayız. Diyordu... Selânik İttihatçıları, bu- na da mülâyemetle cevap veriyorlar: — Meselede, birincilik ve ikincilik yoktur... Merkezi umumt Selânikte olduğu için, bütün merkezlerin de ora- ya merbut olması lâzım gelir. Bu da, gayet tabiidir. Diye cevap veriyorlardı. Bu ithamlardan hiç bir şey çıkma - yınca nihayet Sadık bey en keskin kı- hca sarılıyot; ve artık ağzından bakla- yı çıkararak: — Nizamname mucibince, cemiyet; |dı. Türklere ve İslâmlara — münhasırdır. BULMACA | — Hayvanların arkalarında olur, can çıkmayınca o da çıkmaz. 2 — Büyük, «u- tanı kelimesinin başına gelirse hayasız 0- lur. 3 — Bir F ilâvesile mutfaklarda olur, lüzumsuzun aksi. 4 — Peygamber değne- Bi bir R ilâvesile Anadolu şehirlerimizden biridir. 5 — Garbi Afrikanın yegâne ka - pısı ve merkezi, zaman. 6 — Kızmaktan emri hazır, yenmiyen yağlardan biri. 7 — Paralı oyun, adak. 8 — Haya, nota, kur- mak. 9 — Eskimiş şey, 10 — «Sız» ma - nasına gelir, al. Yukarıdan aşağıya: 1 — Bir âzamız, Türk hükümdarlarına verilen isim. 2 — Millet, hamamlarda su konan yer. 3 — Atletizmde bir koşu ismi. 4 — Hafif açık bulunan kapılardaki güneş. 5 — Ümit etmek, bir içki. 6 — Bir balık nevi, haya. 7 — Zehirli. 8 — Bir | lâve- sile insanların gelip göçici olduklarını an- latır. 9 — Et fazlalığı, alışın aksi. 10 — Doğru değil, lâlanın akai, Dünkü Bulmacanın Halli: Soldan sağa: , | — Hokka, haya. 2 — Uyu, has, 3 — Rastlamak. 4 — İlân. 5 — Ama, hâsıl. 6 — Ak, ta, ak. 7 — Âb, Atıf, mâ. & — Mo, kalın, aç. 9 — EL, al, rakam. 10 — Lil, ia. Yukarıdan aşağıya: | — Hurma, amel. 2 — Oya, Napoli. 3 — Kusmak. 4 — Aka. 5 — Allah, tali. 6 — Atı. 7 — Misafir. 8 — Ahali, a. Halbuki Selânik, böyle şeyleri din »| —. YAl Liyecek ve kendi muhitinden uzakta bulunanları düşünecek vaziyette de - gildi... Cemiyetin idare heyeti, meş - rutiyetin bu kadar kolay alınıverece - gini ümit etmedikleri için, bu gürültü arasında birdenbire — şaşırıvermişlerdi. Ve ilk düşündükleri şey de, cemiyetin nüfuz ve kudretini tesis etmekten iba- retti. Sadık bey, kendisine ehemmiyet verilmediğini görür görmez, kalben büyük bir infiâl hissetmişti. Ve bu in- fiâli de, önüne gelene dert yanmak, Selânik — İttihatçılarını bir takım it - hamlar altında bırakmakla izhar eyle- mişti. » .—- Selânik, meşrutiyeti idare ve ida- me odeı;ııyeeık- Çünkü, müfettişi u - ” 5. |. Halbuki, Selânikte temiyete bir ço yabancı unsurlar da karıştırılmıştır... İdare heyeti, kâmilen (Mason) lar « dan mürekkeptir. Buna binâen cemi- yet de Mason teşkilâtının tesiri altına girmiştir. (Manoel Karasu), (Metr Sa: lem) efendilerle sâir bir takım nüfuz: lu Museviler, cemiyetin ruhuna hâkim —— kesilmişlerdir. Bunlar, cemiyetin esas — uhdelerile nasıl telif edilebilir. Diyordu, Artık Selâniktekiler de bu ithamla » ra kızmaya başlıyor: — İyi amma, Sadık bey de Manas- tırda ne kadar Melâmi dervişi varsa başına toplamıştır. Cemyetin hür fi - kir ve düşünüşlerini, tarikatin köhne zihniyetleri altında ezmiş, bunaltmiş- tır... Eğer Selânik, (Mason Selânik) — ise; Manastır da, (Melâmt Manastır)- dır. Diye, cevaplarını katılaştırıyorlar - (Arkası var) İ Bu Akşamki Program İSTANBUL 18: Dans musikisi (plâk), 19: Tepebapı bahçesinden nakil, 20: Sıhhi konferans Dr. Profesör Fahreddin Kerim, 20,30: Stüdyo orkestraları, 21,30: Son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansının | gazetelere mahsus havadis servisi verile İ cektir. İ BUDAPEŞTE 19,30: Orkestra konseri, 20,30: Karışıl —— neşriyat. — (Köpeczi Bocz rejisi), 21,20. Piyano - şarkı, 21,55: Haberler, olimpiyat neticeleri, 22,20: Radyo orkestrası, ha « berler, 23,40: Çigan musikisi, 24,30: Beet- hoven musikisi (plâk), ! VARŞOVA î 18: Piyano konseri, 18,30: Plâk (ke - man solo), 18,50: Konuşmalar, 20: Radyo piyesi, 20,30: İspanyol şarkıları, — 21,30: Konuşmalar, 22: Leh şarkıları, 22.25: Mu: sikili neşriyat, 23: Olimpiyat — haberleri 23,35: Dans plâkları. v PRAG 20,10: Paul Abrahamın «Viktorla und İhr Husar» öpereti, 21,55: Musiki gürli bir sült, 22,45: Olimpiyat neticeleri, 23,15: Posta - telgraf bandosu. BÜKREŞ 19,05: Askeri bando - haberler, aaker! bando, 21,15: Küçük orkestra, 22,30: Ha- berler, 23,45: Almanca fransızca haber « ler. MOSKOVA 20: Şopenin eserlerinden konser, 20,45 : Rus halk şarkılam, 21,15: Dinleyicilerin istedikleri parçalar, 22: Yabancı dillerle neşriyat. EİNDHOVEN (16.88 m.) 14,40: Plâk, 14,45: Ha - berler, konuşmalar, 16: Olimpiyat repor « tajı. VİYANA 21: Akşam musikisi, 22,30: Hafta ha berleri, 23: Haberler, 23,10: Kuartel (Viyana musikisi), 24,30: Dans plükları. 14 Ağustos Cuma İSTANBUL 18: Öpera musikisi (plâk), 19: Haber: ler, 19,15: Muhtelif plâklar, 20: Halk mu- sikisi (plâk), 20,30: Stüdyo orkestraları, 21.30: Son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansının gazetelere mahsus havadis servisi verile * cektir. DOYÇE ORİENT BANK Dresdner Bank Şubesi Merkezi: Berlin Galata - Istanbul - izmir Depomu: İsi, Vütün Gümrüğü * Her türlü banka işl *