'Berlin olimpiyadlarından şayanı dikkat intibalar CA Mrrm A AA y ” Amerikanın meşhur koşucuğu Jessi Owens basımlariyle beraber 100 metrelik koşuya başlarken (Yukarıda) Hitler - İtalyan Veliahtı ile beraber müsabakaları seyrediyor. 8 ve 4 (yanda) Olimpiyatlarda cirit atan ve mübim muvaffakkıy&ler ka- zanân kadınlar,, Soldan (Alman Tilly Fleischor, Lehli Matmazel Kvosnieuz- ka, Alman Kruger) ö A TEKR Olimpiyatlara iştirak. öoden Japon yüzücü .kadımları , SÖON ' PÖSTA AM L aa ae Seyahat Notları: Bizde ve onlarda sokaklar ** İsviçrede aym gün zarfında 2048 metrelik bir dağa çıktım ve 400 kilometrelik bir tren seyahatı yaptım. Gece yarısı odama gir- diğim zaman potinlerim tozlanmamıştı Yazan: Ekrem Uşaklıgill! Çok gezmiş ve çok görmüş bir ecnebi dost her hangi bir memleketin gerçekten te- İmiz olup olmadığını anlatan bir ölçü keş- |fetmiş, söylüyordu: | —' Ayak bastığınız memleketin büyük İeaddelerinden birinde dört taralınıza bakı- miz, sira potin boyacısı görüyorsanız hükmedebilirsiniz ki içinde bulunduğunuz memleket temiz değildir. tozludur, — halk sık mk potin boyatmıya mecburdur, bu mecbüriyet de boyacılık san'atını doğur - muştur. * Son seyahatim esnasında bu ölçünün yanlış olmadığım bir defa daha gördüm: Bulgaristandan geçerken — Sofyada bir kaç saat kalacaktım, şehri görmek istedim, biraz dolaşınca üstüm başım toz içinde kaldı, iskarpinlerim de bembeyaz kesildi, istasyona gönerken biraz temizlenmek is- todim. baktım, karşımda on on Beş tane potin boyacısı ve hepai de meşgul. — Sıra beklemek icabetti. * Belgrad'da bu potin boyacılarını yarı ya- mya ekeilmiş, Peşte ile Viyana'da birer kö- şeye sinmiş. Berlinde ise nâdirattan bir nes- ne olarak buldum. İsviçreye gelince orada kaldığım bir buçuk ay içinde ne gözüme i- lişti, ne de hatırıma geldi. Aramadım, gör- medim, sanınm ki hiç yoktur. Hem neden olaun, ne İüzumu var? Bakınız, bu satırları yazarken hatırlıyo- rum: Montrö'nün hemen kenarinda — sivrilen 2048 metre yüksekliğinde, tepesi karla ör- tülü çamlık bir dağ vardır. Adına (Rochers de Nay) derler. Bir sabah dişli tramvayla bu tepeye çıkmıştık. Öğleden evval dön- dük, aekşama bir hayli vaklt vardı: — Tatil gününden istifade ederek gidip Bern şehrini görünüz, akşam yemeğini o - tada yer, gece dönersiniz, dediler. Montrö ile Bern şehri arasında iki yüz kilometreye yakın mesafe — vurdır, fakat tren saatte yüz kilometreyi bulan sür'ati i- le bu mesafeyi iki saatte ahr, dönüş için de bir bu kadar müddet koyunuz, dört sa- mt, dört yüz kilometrelik mesafe eder, | tapbul ile Ankara arasındaki mesafeye y kın bir şey! Amma hesap ettik, tren snat- leri de uygun geldi. Gittik, gezip dolaştık, akçam yemeğini de oranın bir lokantasında yedikten sonra gece yarısından çok evvel Montrö'ye dön- dük. Burada söylemek istediğim şu: Gece iskarpinlerimi boyanması için o - telde odamın kapısı önüne kaymayı unut- muşum. Ertesi sabah giyinirkec gözüme i- liyti. Baktım, üzerinde toza banzer bir şey 'yoktu. Halbuki bir gün içinde iki bin met- yelik Bir dağa çıkmış, uzak bir şehre git - miş, orada gezip dolaşmış, geri dönmüş - tüm, İhtiyanm haricinde yatağımın kenanna ilişerek düşündüm: Ayni yolculuğu mem- leketimizde ayni kolaylıkla yapmanın im - kânı yok. Bir gün içinde, İstanbuldan Ulu- dağa gidip tepesine çıkarak inmek, sönra öğle yemeğini Eskişehirde. yiyerek akşam İstanbula dönmek jmkânsızdır, fakat bu e. y'ı?ıım daha kısası yapılea ne hale döne - ila ğ * Bu sabah Heybeliden kalktiım, vapurla Köprüye, tramvayla Sultanahmede geldim, bir iki yüz metre yürüyerek matbaaya gir- dim. Yüzüm gözüm toz içindeydi. Derhal yıkanmak ihtiyacını duydum, bu arada da kafamda yer etmiş olan iki cümleyi hatırla- dım. Bu cümlelerden birisini üç beş ay ev- ve) memleketimizi gezmeye — gelmiş olan hem de galiba belediyeci bir ecnebi. bir meslekdaşa söylemiş, o da hemen sütün- larına geçirmişti. Bu cümle şudur: — İstanbulu temizlik — bakımından bir Avrupa şehri derecesinde büldüm. Hatırımda kalan ikinci cümleye gelince, çok sevdiğim bir belediyecimiz bana söy - ledi. Bua ikinci cümle gudur: i — Bugün yine İstanbul sokaklarının tozluluğundan — bahsediyordunuz. —Kuzum set dekaklanmızın tozlü olduğuna- bilmez “ İtalya Habeşistanda_ henüz kazanmamıştır!,, Maruf bir İngiliz muharriri “Fazla nüfus veya borçları ödemek gibi meselelerin hallini Habeşistan ve emsali memleketlerden beklemek hayaldir,, diyor (Sir Jon Haris, News Chronicle gazetesinde, Habeş meselesi hak - kında dikkate değer bir makale yazmıştır. Vaziyeti izah eden bu yazıyı naklediyoruz.| ktalyan gazeteeleri, İtalyan halkma memlekelin Habeşis - tanın istilâsi yüzünden — yeni bir tefah —ve saadet devrine kavuşacağımı anlatıp duruyor- lar. Bu anlatışa göre Habeşis- Adisababa sokaklarında duvarlara İtalyan hükümetince tan Yağ, bal; altın, güm mücevher, petrol ile, İtalyan ailelerinin için- de bahtiyarlık sürecekleri bir memleket - tir. Bütün bu tatlı rüyalara rağmen Habeşis- tana gönderilen İtalyan orduları geri dön- memiş bulunuyor. Gerçi İtalyan askerleri harp etmemiş ve bu işi yerli âskerlere bı - rakmıştır, fakat İtalyanın 200,000 evlâdı nerede? Bunlar, Habeşistan çamurlar ve ba- takhklarına saplanmış gibi görünüyor ve bir gün Habeşlatanın istilâ ve işgalini ta - mamlamak vazifesini üzerlerine almak üze- re bekliyorlar. Çünkü Habeşistanda Fransanın iki misli genişliğinde öyle yerler var ki — buralaını hiç bir İtalyan görmemiştir. belki de gör- miyecektir. Sonra- Habeşistanın bir - köşesinde bir Habeş hükümeti vardır. Ve Habeşliler a- rasında yaşıyan bir'ananeye — göre vaktile Lebna Dengel namımda bir Habeş hüküm- darı yenilerek garbi Habeşistanın dağlarına sığınmış ve orada memleketi kurtarmak i- çin bekleye bekleye günün birinde muvaf- fak olmuştur. Bu anane Habeşliler arasında hülü yaşıyor. Bu yüzden İtalya bükümeti — ordularını geri alamıyor. Bunlar orada — kalmağa ya muvaffak. yahut perişan olmağa mahküm- dur. Fakat ordular ihtiyaçları son derece çok olan vasıtalardır. Ordular yemek işi, otu - racay yer işi, hastane işi, silâh ve mühim- mat işi ve bu isteklerin sonu yoktur, deni- Tebilir. Fakat bunlar her şeyden fazla kara ve deniz münakalelerinden mahrum olan Habeşistanda nakil vasıtalarına muhtaçtır - lar. Bu orduların İtalyaya iade olundukları farzedilse bile mesele hollolunmaz. Çünkü bunlar işsizlerin sayısını kabartmaktan baş- ka bir işe yaramıyacaktır. 1930 da İtalyan işsizlerinin sayımı 425,000 di. 1932 de 1,000,000 i aştı ve 1935 de (1,011,721) e vardı. Yapılan hesaplara göre İtalya - Habeş harbi her ay İtalya maliyesine 10,000,000 İsterline mal olmuştu. Bugün İtalya, Habeş macerası için her ay 5 milyon İsterlin sar- Feunekte ve bu yüzden İtalyan mükellefi- nin ıztırabı günden güne hafiflemekten u- zak bulunmaktadır. İtalyan gazetelerinden Piccolo iki ay ön- ce İtalya hükümetinin Habeşistana 400 bin kişi yerleştireceğini yazmışlı. Her mile- nin yerleştirilme masrafını senevi — olarak —.—E — yapıştırılan beyannameler 200 İsterlin tahmiğ edersek bu 4 milyon kişi için 200 milyon İsterlin harcetmek ica- bı-d.ıya. iyor. Harp masraflarının kapanmadığı sarfiyatı bakımından harbin sürüklenip git- tği, Habeşistanda yerleyecek İtalyanlar için para bulunmadığı bu sırada Mister Nevil Çemberlen İtalyaya istikrazlar açmıyacağı- m söylemiş, ve bu sözler Paris para bor « sında derin tesirler yapmıştır. Amrerika piyasam da İtalyaya karşı ka- polıdır. Partis, Nevyork ve Londra para piyasala- n Rormanın neşrettiği üç kararnameyi son derece dikkatle karşılamıştır. Bunların biri İtalya — haricine 5000 — İliretten faz » lasının ihracını menetmektedir. Fakat bir kaç ay geçmeden bu kararname değiştirile miş ve çıkarılabilecek para 2000 liret daha indirilmiştir. Daha sonra, tam Habesiştanı ilhak kararnamesinin ilân edildiği ve hal - kın biraz ferahlık istemeğe başladığı sırada kararname bir daha değiştirilmiş ve çıka- rilabilecek para 300 liraya indirilmiştir Buna mukabil İtalyanlara «İtalyan ko - honistlerin yaratacakları serveti, şarka ve Avrupaya satacakları kahveyi düşününla deniliyordu. Fakat İtalyan halkına kahvenin para et- mediği ve Brezilyanın alıcı bulamamak yü- zünden 36 milyon kahve kesesini imha et- Üği anlatılmıyor. — Yahut birinde anlatı - hrsa arkasından «İtalyan mühendisleri Ha- para |beşistanda dünyanın en zengin plâtin ma- denlerinden birini keşfettiler» diyorlar. Fas kat plâtini çıkarıp piyasaya dökmenin neye mâl olduğundan bahseden yok. İngiltere bunca tecrübesine rağmen Ha- beşistana bitişik olan Kenya'ya ancak 2000 kişi yerleştirebilmiş ve bunların ber birl 2000 İsterline mal olmuştu. Almanya, 1,000,000 murabba mil ge- nişliğindeki müstemlekelerine iki — milyon mubacirden 30 senede ancak 10,000 kişi yerleştirmiş ve 100 milyon İngilz Lirme sarfetmişti. İtalya geçen kırk sene zarfında şarki Af İrikaya 500 İtalyanı yerleştirebilmiş bulu « İnuyor. Habeş harbinden önce İtalyanın Somali ile Eritreye her yıl feda ettiği para 65 mil- (yon Lirete varıyordu. Sıcak memleketler büyük fedakârhklar müukabilinde pek mütevazi karşılık verir Fa. kat fazla nüfus meselesini, yahut borç yükü- nü bafifletmek işini bu memleketlerden um- mak bayalden ibarettir. misin, ben bilmez miyim? — O halde bunu|de hatırlıyorum. yazmaktan maksat ne? Ecnebilerin de duy- malarını mı istiyorsun? Ben bu iki cümleden ikisini de anlıya- madım, bir ecnebi nihayet misalirliğe xi - den bir adam gibi davetli olduğu evin ye- meğini fena bulduğunu'söyliyememek vazi- yetindedir, olsa olsa içinden alay etmiştir, fakat biz bunu sütunlarımıza nasl geçire- biliriz, sonra şehrimizin — sokaklarını tozlu bulduğumuzu yazmmanın mahzut doğurabi- leceğini nasıl düşünebiliriz? * Ben memleketimizin dışarda kazandığı itibarın, nüluzun, telkin ettiği hürmetin de- recesini ancak bu son seyahatimde anladı- damı itiraf ederim. — Atatürk bu asrın doğurduğu yegâne dehâdır, cümlesini kaç defa işittim, sayamı- yacağım. Bir Atatürke ihtiyaçları olduğu: nt söylemekten çekinmiyen bir çok ya - bancı devlet adamı bulunduğunu da hiliyo- yum. Bütün bunların: — Tam -modern konsepssyonlu bir dev- det kurmuştur, demekte itihad ettiklerini Fakat çekinmeden söylüyeceğim: Bu mo- derm konsepsiyonu şehircilikte de tatbik etmekten çok uzak bulunuyoruz. * Son seyahâtim eshasında bir çok şehirs lerin belediyelerini gezdim, belediye reia- - lerile konuştum, iddia edebilirim ki bunların azim ekaeriyeti zekâ, bilgi, çalışma kudreti itibarle bizim Muhiddin Üstündağımızdan, yahut da İzmirin kıymetli belediyecisinden aslâ üstün değildirler. Hattâ bir çokları için bilükis diyeceğim. Fakat onlar da biz de, hep asırlardanberi kurulmuş bir anane üze- rinde yürümekteyiz, ve onların ananesinde tahta kaldırım, asfalt, dökme sarı taş, hat- tâ demir parke, bizimkinde ise Arnavut kaldırımı ile parke taş vardır. Şebri tozdan kurlarmak 'istediğimiz de; bunun için çalıştığımızda şilphe yoktur, fa- kat bu hedefe varmak için bence lâzm o - lan birinci şgartı unutuyoruz: Parke kaldı « yım devrine arlık veda etmeliyiz. Ekrem Uşaklığil