Kahramanlık, aşk, heyecan ve macera Yazan: Kadircan Kaflı Son Posta'nın tarihi tefrikası İspanyollar baskın yapıldığını anla- mışlar, fakat geç kalmışlardı. Marki dö Gomar kendisini güçlükle kargaşalığın ortasından sıkarabilmiş, daha gerideki kayalık bir tepenin ya - macına çekilmiş oradan emirler verme. ğe başlamıştı. Harp sabaha kadar sürdü, Güneş doğarken yedi yüz kadar düş- man ölüsü Cezayirin bu çorak toprak- larını kanlarile sulamış bulunuyordu, $ yüz tanesi de Türklerin düşmüştü, Türklerden yalnız on dört kişi yara" lanmıştı. Palabıyık Ömer bir defa daha günün kahramanı olmuştu. Fakat düşman yılmamış, hattâ da- ha uyanık davranmıştı. Aradan bir ay bile geçmediği halde kaleyi kuşatan İspanyollarm sayısı on bin, arapların sayısı da yirmi bin ol - muştu. Türklerin ikinci baskınları da birin. cisinden daha az parlak olmamıştı. Yüz altmış İspanyol askeri esir edilmiş ve kalenin yıkılan yerlerinin yapılmasın - da kullanılmaya başlanmıştı Muhasara uzayıp gidiyor ve düş - man her gün sabahtan akşama kadar kale duvarlarını topa tutuyor, toprak sürerek hendekleri doldurmak, kapı - lara dayanmak, mazgallara merdiven dayamak suretile saldırıyordu. Yiğit- ler bu saldırışların hepsini püskürtü - yordu, Fakat düşman şimdi kale duvarları- Bin altına doğru lâğımlar kazıyor, ka- lenin hiç beklenmiyen bir yerinde kor- kunç bir patlayış oluyor, taş ve toprak yığınları havaya fırlıyarak duvarların bazı yerleri çöküyordu. Türkler açı Jan gediklerde etteh ve kemikten bir duvar yükseltiyorlar, içeri kimseyi sok- muyorlardı. Bundan başka kaledeki ar *ap atlıları arasında korku başlamıştı. Bunlar dışarıdan yardım gelmediğini ve sonunda açlıktan teslim olacaklarını düşünerek şimdiden kaleden çıkmak, Türklerden yüz çevirdiklerini göstere- rek kendilerini bağışlatmak istiyorlar- dı. ellerine İshak reis onların arasırıdan sekiz on bozguncuyu kale mazgallarma sallan- dırdıktan sonra ortalık ancak yatışmış- tı. Onlara güvenmediği için de ön saf- ta hep Türk leventleri bulunuyordu. Oruç reis Telemsan'dan orâya iki atlı göndermiş, ne olup geçtiğini gizli- ce öğrenmişti. Yanındaki askerlerden ancak doksan kadarını ayırabilmiş ve kâhyası İskenderin kumandasında İş- bak reisin imdadına yollamıştı. İlyas o gece nöbetteydi; ön kulede dolaşıyordu. Ayağının dibinde bir taşın düşme - sinden çıkan bir gürültü oldu. Aldırmadı. Aylardenberi kocaman güllelerin yağdığını gören ve bir an korku duy - mıyan bir yiğit için bunun ne değeri olurdu? — İspanyollar bizi kuş mu süni - Yorlar? Taşla avlıyacaklar!... Diye gülümsedi. 5 pi beyaz bir şey kulağının ibinden geçerek mazgalın iç tarafın- i taştan korkuluğa çarptı. İlyas önce kalenin dışarısına ve a$2- Brya baktı, ği Orada hiç bir şey görünmüyordu. Düşman karakolları uzaktan geçe- vek iki öç yüz adım aralıkla kalenin ttrafında geziyorlardı. Ordan buraya kadar bir taşın atılmasına imkân yok. tu, Bu sefer yere baktı. ğilip aldı. pa PA ir tp deği bir a Tuttuğu ni iri gigi açıldı. Ne olabilir. di, , > v 5 kuleye doğru seslendi; Eleme o rada kim var ? Üç dört levent dışarı fırladı. Kılıç - larını sayırmışlardı. Diğerleri de on - ların arkalarında göründüler: — Ne o? Düşman mı var? — Hayır... Bir şey yok... | iyas onların içlerinden birisine bak- tı: — Ramazan, benim nöbetirci al... Bakayım şu okun getirdiği kâğıtta ne var? Kuleye yürüdü. «Hiç biri İlyas'ın dediklerinden bir şey anlıyamamış, merak ediyorlardı. Kulenin daracik ve basık boşluğun- da kâğıdı açtı ve okudu. Bunda göyle yazılıyordu: «Oruç reis bizi size yardıma yolla - dı. Doksan kişiyiz. Kalenin dağ kapısı tarafında düşman azdır. O taraftaki ka- piyiı hemen açmak üzere açık tutun. Bu kâğıdı aldığınızı ve her şeyin ha- zır olduğunu anlatmak için büyük ka- pının sağındaki kulede ateş yakın.» Kâğıdın altında (İskender) imzası vardı. SON zi | Numara : 5 Lp Leventler hep kara giyinmiş- POSTA ler, kara atlarının ayaklarına çuvallar, pamuklu bezler sarmışlardı, Henüz yarısi içeri girmişlerdi ki ka - ranlıkta bir haykırma, bir çığlık ve kı- kıç şakırtısı duyuldu. Düşman kara - kolları Türk dümdarını görmüştü. Bu küçük kavga az zamanda büyü- dü. Dört taraftan akın akın ve beyaz bir bulut halinde arap atlılarının koş tukları görülüyordu. Fakat Türkler düşmanın karakol askerlerinden ikisi- ni öldürüp ikisini de kaçırdıktan son - ra çoktan kaleye girmiş bulunuyorlar- di. Şimdi kalenin avlusunda büyük bir ateş yanıyor ve bu ateşin etrafında cep- kenli, şalvarlı, kavuklu ve yatağanlı yi ğitler sarmaş dolaş oluyorlar, birbirle- rinden haber soruyor, haber alıyorlar- dı. Biraz sonra İshak reisle Mustafa re- is, İskender, palabıyık Ömer ve başlı- ca bir kaç levent, kalenin ayrı bir oda- Yazan: Ragıp Şevki — — Şefika!.. diye bağırdı... Gi Oi i Nüzem, gece yarına doğru, küçük bas Tren tam bir vuçuk saat sonra kalka « vulu ile çiftlikten çıkarken, başını kaldı -* caktı. Nâzım bu bir buçuk saatin nasıl ge“, rarak son defa, Şefikanın üst kattaki oda « | çeceğini bir türlü bilmiyordu. İçinde kam a baktı: Işik hâlâ yanıyor. Şefika mut-| yavaş yavaş sızan ve acısı gittikçe erten | li gildi. 15 sına çekilmişler, ne yapmak lâzım gel. | lika gene kitap okuyor. diğini konuşuyorlardı. Oruç reisin yanında ancak bir kaç yüz kişi vardı ve kendisi yardıma muh- taç bir halde bulunuyordu. Yanından doksan kişiyi ayırarak göndermesi bi- le büyük bir fedakârlıktı. Cezayirde olan Hızır reisin yanında da ancak altı yedi yüz levent bulunu- yordu: Yol uzun ve her tarafta artık İspanyolların kuvvetli olduklarını gö - ren şeyhler o tarafı tutmuşlardı. Ceza- Bu kadar büyük ve kalabalık bir düşmana karşı doksan kişi şüphesiz pek azdı. Fakat büsbütün boş değildi. Leventlerden biri sordu : — Peksimet de getiriyorlar mı aca- ba)... Başka birisi: — Bu kâğıdı hemen reise götürme- puverdi. Yağmurun şiddetine rağmen sü- ru yürüdü ve tâ ileride çeşmenin önünde larını israrak uğlamumağa çalıştı. tığı mektubun bütün kelimeleri hatırında.. araba hareket &dince omuzlarını büzerek muşambasının yakalarım gözlerine kadar kaldırdı ve yazdığı mektubu düşünmeğe başladi: “Dedi. Üçüncüsü, heyecanlı değildi: — Bir tuzak olmasın! Ne dersin İl : e in Ğ 4— Belki benin ayrılmadan ferah dur ei yirden yardım gönderilse bile her döne-| yacaksın, belki de sana bir kaç saatlik bir Helim şmecinde bir düşman yatan bu yolu a$-| düşünce verecek Şefika.. ondan sonra her İlyas bunları dinleyecek halde de-|mak ve kalenin etrafını saran otuz bin düşman askerinin çenberini yarmak i- çin hiç olmazsa beş on bin kişilik bir ordu gerekti. İnkender: #€y gene eski vaziyetine dönecek., sen bir şey kaybetmedin, fakat ben neler kaybt- tim: Seni, işimi, g de istikbalimi.. Paşa babanın dediği gibi ,buna muka- A a. bil seni kurtardığım için bahtiyarım. Şim- Da mek ve ei akdağ MİES ER PR eünekien başka çare yoktur... “pap, bük bein düğlmmerdn Hel ole Dedi, duğunu söyledi. Ne budalalık, ah bendeki Palabıyık söz aldı: ne budalahık!., Seni sevmekle ne büyük — Kaleyi bırakmaktan bir şey çık-| hata işlediğimi biliyorum. Fakat seni ba- maz. Ana yurdumuz değil, Lâkin şere-|bandan istemekle de en büyük küstahlığı fimiz var. Buradan nasıl olup ta kaçıp gitmeğe razı oluruz. (Arkası var) İshak reis kâğıdı aldı, yazıyı görür görmez tanidi: — Onun yazısıdır. 'Ta kendisi... Biraz sonra büyük kapının sağın - daki kulede bir ateş yanıyordu. Küçük kapı aralık edilmişti. Bir saat kadar sonra karaltılar gö - rüldü. İshak reis sordu: — Kimdir o... j — İskender... Doksan atlı ikişer ikiser kapıdan ge- önlümü, hayatımı, belki düşün ki aranızda dört aşılmaz dağ var: Zenginlik, fakirlik, asalet ve basitlik... Kı zımı niçin basit bir adamın kanısı görmek istiyeyim? Senelerdenberi benim çiftliği - İmin, topraklarımın, bağlarımın idarecisi sen değil misin? Ben seni arkadaş bildi - ğim halde, halk seni paşanın kâtibi bili - yorlar. Onlar, bu kâtiplik sıfatını bazan müdürlüğe çikardekler: halde ben hâlâ memnun değilim ve sık sık benim oğlum veya akrabam olmadığına teessüf ederim. Bak Nüzm, açık konuşuyorum. Bütün bu düşüncelerimi haklı bulmuyorsan ve bulmiyacak kadar Şefikayı seviyorsan kı « zımı sana vereyim ?.» Nâzım, paşanırt bu sözlerini hatırla - dikça yüzüne, ter getiren bir ateş basıyor du. «— Bütün bu sözlerden sonra ben &i « zin yanınızda nasil kalabilişdim Şefika. seni nasıl sevdiğimi bilmezsin belki... Fa- kat bütün bu delice sevgime mukabil, se- ni düşündüm. Benimle bedbaht olmandan in hülyalarla dolu hayatim in, Allah beni sana iblis diye göndermedi Şefika.. Şimdi istasyonda ilk trenle her şeyimi, bütün ümütlerimi, hele içimi sevgiyle dol - duran Şefikayı geride bırakarak uzaklara doğru kaybolup gideceğim. Bırak, srdim- dan ağlıyanlar olmasın. Amma, senin be- ni pek az bir zamanda unutmamanı İste « mem Şefika.. çünkü böylece aldatılmış ol. duğumu da vehmedeceğim. # Bütün yol Nâzm hep bunu düşündü ve arabanın sarı fenerinin camlarına çarpan iri yağınur tanelerine bakarak, Şefikanın yüzünü bulmağa çalıştı. İstasyona geldikleri zaman, sabsha bir saat vardı. Muşambasını sırtından çıkardı ve küçük bavulunu bir kanape üzerine bıraka » rak birbiri ardı sıra söara içmeğe başladı. İnce ruhlu ve duygulu kibar kadınlar bu çok cazip ve pırlanta (Brillant) Hasan Tırnak Cilâlarına bayılıyorlar. Beyaz ve kırmızı 10 ve 20 kuruş N Sedet 40 - 60 kuruş Hasan deposu : İstanbul - Ankara - Beyoğlu Nözımin içinde birdenbire bir şey ko-| kalmak zavallılığı genç adamı eziyor, o » | künetle ve halsiz bir hareketle yola doğ » | düşürerek mütemadiyen düşünüyordu. bekliyen arabaya gidinciye kadar dudak » | layıp yanaklarından sızan göz yaşlarını ha« Artık her şey bitmişti. Şefikaya bırak. | sinin öldüğünü haber aldığı zaman nası) bir yara vardı. Küçülmek, küçük ve hakir i nuzlarını büzerek ve başını üzerine Birdenbire Şefikanın gözleri içinde par | turladı ve içi titredi. Şefika bir gün hala « | İ ağlamıştı? Yarabbi, ağlamak bile onu gür | zelleştiriyordu. | Acaba, gene öyle, hâlâsının öldüğünü | işitliği gün gibi, bu sabah ta ağlıyacak mi idi? Yoksa bir kaç saniye yere bakarak | düşünecek ve sonra omuzların mı silke « | cekti?.. ” Nâzim kendi kendine: ij — Budala, kime ağlıyacak? Sana mi7, i ki ş N Ne kuruntu!.. diye mırıldandı. a islasyonun bir boyundan öteki na kadar yürümeğe başladı. Karı « dan istasyon memurunun kâgir evinden bir gocuk ağlaması ve bir kadın ninnisi geli « yordu. Nâzım, bu sesi dinlememek için hızla geri döndü ve salonlardan birine gir. di. Köylüler de yavaş yavaş istasyonu dol durmağa başlamışlardı. * ' 1! | Tren istasyona girer girmez Nâzim bae 4 vulunu kaptı ve ikinci mevki kompartı « manlardan birine girdi. Tren burada yasım saat bekliyecekti, Yanm saat... Şefikanın havasında daha yan um saat yaşamak ve sonra başka yerlerey kırlardan, bayırlardan başka şehirlere gege mek... 4 Genç adam kapıyı sımsıkı kapıya kanapeye çöktü. Başını elleri arasına alde ve içinde parça parça kopan âcının ıztı « rabile iki kat büküldü. Ağlıyamıyordu daş Ağlasa içi açılacak, belki de bütün bu bülğe zandan kurtulacaktı, Şefika gözünün içine den hiç eksilmiyor.. ince uzun parmakları bâzan saçları arasında dolaşıyor, koyu lâ» <ivert gözleri gözlerinin bütün içini kaplı « yor.. yüzü bazan ağlar gibi geriliyor, ba. zan güler gibi tatlılaşıp açılıyor ve baza yalvarır gibi yumuşuyordu. Nâzim, paşanın odasından çıktığı za « man, merdivende karşılaştığı Şefikayı has tuladı. Yüzü merak ve heyecanla sarar « mış: # — Ne oldu?. Ne dedi). 3 Nâzım, yakasını kavrıyan bu minimini ellere bakarak ve gözlerini, Şefikanın göz lerinden sakhyarak yalan söyledi: ; — Düşüneyim, yarın sabah cevap ve « ririmi., dedil.. * Dili Tren ağır ağır hareket edince. Nâzm birdenbire yerinden sıçrıyarak pencereye koştu. Sabah yeni açılıyor, ince bir ses ova dan bayırlara doğru gittikçe yükseliyor kuş sesleri çoğalıyordu. : aynlığı. ve uzuk kalmanın acısını göl de daha çok hissetmeğe başladı. Göz! sisli ovadar çekerek taşlı tren yoluna sap lamağa çalıştı. Başı dönünce, gene kana peye çöktü ve başını geriye bırakarak gö lerini kapadı. Tren uzun uzun öterek, ovadan bağlai ve bahçeler uranna girmişti. Sin açıldıkça uzaklardan doğan güneşir ışıkla! büyü * yor, sağdan, soldan mütemadiyen uğaç! (Lütfen sayfayı çeviriniz) >