Usta gözünü işliyen makinaya dikti. Yazan : Orhan Selim KAN KONUŞMAZi; Son Postanın Edebi Tefrikası: 25 Şi SON POSTA Usta ebe hanıma giderken, anası Piston sağa sola gidip geldikçe solu- | Gülizarın odasına girdi. yor ve piston kolu yorgun bir insan ko- Gülizarın çığlıkları sokaktan bile lu gibi istemiye istemiye kırank'ı çe -| duyulyor. Sikiyondu. Çarkökloğı Yukarda Gköde lesinde oturuyor. Cigara içiyor. Aşağı- da yağcı, her bir tarafı ayrı ayrı kımıl- danan, titriyen irili ufaklı makine par- gaları arasınd adolaşmakta. Vapur Sarayburnuna gelirken, ma- kine dairesine bitişik kazan dairesinin dar, demir merdiveninden, yüzü gözü kömürden simsiyah, bez pantalonunun dizleri yırtık ve belden yukarısı sıska, çırıl çıplak bir ateşçi çıktı. Davlum - bazın yanında durdu. Terli göğsünü boğazdan esen rüzgüra verdi. İyiden iyiye akşam olmuştu. Güneş batmış. Denizde ve havada yalnız kı- Zıltılar var. Usta, ebe hanımı arkasından düş - tüşliyerek merdivenleri çıkarıyor: — Acaba zamanında yetişebilecek misiniz? Geç kaldık galiba? diye söy - leniyor. Ebe hanım Gülizarın odasına gir - di. Usta ters yüzüne merdivenleri dör- der dörder inerek tekrar sokağa fırladı. Bu çığlıklarla dolu evin içinde otura - mıyacağını anlıyor, Sokak karanlık. Bekçiye rastladı. Bekçi: — Yolcun geliyor her hal, Nuri us- ta, dedi. Bu kızıltılı alaca karanlık içinde ka-| — Usta cevab vermedi. Bu Akşamki Program İSTANBUL 18: Dana musikisi (plâk), 19: Haberler, 19.15: Muhtelif plâklar, 20: Sihhi konfe- rans: Öperatör Dr. Kâzım İsmail Gürkan, |20.30: Stüdyo orkestraları, 21,30: Son baberler. [ Saat 22 den sonra Anadolu ajansının gazetelere mahsus havadis servisi verile - cektir. ANKARA 12,30: Plâk yayımı ve ajans haberleri, 19,30: Hava emniyetinde — telsizin - rolü hakkında konuşma, 19,50: Karışık mü - zik (plâk), 20,30: Ajans haberleri, 20,40: Dans musikisi. VARŞOVA 18,30: Askeri koro konseri, 19: Muh- telif, 20,30: Piyano konseri, 21: Oda mu- sikisi, 21,30: Söğler, 22: Sopran, tenor şar- kıları, 22,30: Musikili meşriyat, 23,15: Dans, 24: Plâklar. vamı, 20,20: Kemman konseri, 21.10: Ru - men müsikisi, 22,45: Piyano 23,20: Plâk. BUDAPEŞTE Küçüksuda bir ıskandal Yazan: Ermel Talu (Ercümend Ekrem j -i7 — Affan Paşa, ihtğyar, müsteski, sarsak bir adamdı. Deniz tarafında rutubet fazla diye yalının arkasında, dağlara nâzır — ha- mam bölüğünde oturuyordu. Paşanın oğlu ve Ziba Hanımefendinin kocası Müşfik Bey okumamış, adam ol - mamış, işi gücü av ve belık peşinde do - Taşmaktan ibaretken, bir gün avda kazaen vurulup, ölmüştü. Koca yalıda, henüz gençliğinin en ateş- li çağında, malül bir kaynata ve kakavan bir kaynananın arasında — dul yaşamağa mecbur kalan Ziba Hanım ne yapacağını bilemiyordu. O vaktin seyir yerleri: Göksu, Küçüksu, Çubuklu, Beykozdâ Sultaniye çayın, E - hane, Fülye tarlası, Çırpıcı ve Veliefendi konseri, | Çayırları, Çamlıcada Millet bahçesi, Libade, Merdiven köyünde Mama mesiresi, Fe « l ARTIK YAZABİLİRİM! Haziran 25 ; SO KKORZ zan dairesinden çıkan ateşçi, bilekleri-| Hızlı hızlı yürüdü. Arkasından bir nin ucunda birdenbire kocamanlaşan |tuhaf bakan bekçiyi bakkalın kapalı ellerinin tersiyle alnını siliyor. Ve böyle|/tahta kepenkleri önünde bırakarak 20,15: Piyano ile şarkı, 20,45: «ZA- ".Mhııihu_.ı.l' DAĞEN çe Y""':i_ ae * VALLI DUVARCİ» adlı piyes, 22.45: O. " ganlardan her ü'“_,_“"'" KG * ce yaptığı her hareketten sonra alnı| Medreseli mahalleye saptı. yol yol beyazlanıyor. Nuri usta ateşçiye uzun uzun bak- tı. Sonra, Cemali dürttü: — Şuna bak hocam, dedi. Yarın ö - bür gün ben de onun gibi olabilirim. Bundan çok korkuyorum hocam. A - mele olmaktan çok korkuyorum. İş - ler de iyi gitmiyor hani. Dükkânı bir kapattık mı maliyede memur - olacak değiliz ya, elbet de amele olacağız. Başkasının hesabına çalışmak kötü şey be hocam. Ben, ne olsa, kendi dükkâ - nımda kimseye minnet etmeden ek - mek parası çıkarmağa alışmışım. A - mele olmak, Korkuyorum, dedim ya... Senin hukuku beşer beyannamesi in - sanları gündelikçi olmaktan kurtarma- mıiş. Sen söylüyordun geçen gün. Fran- sız ameleleri Marsilyada sokaklara dö- külmüşler. Ekmek isteriz! diye ba - ğırmışlar. Davlumbazın yanında duran ateşçi denize bakıyor ve kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor. Gâvur Cemal ustaya sordu: — Peki ama usta senin baban da a- mele değil miydi? Bunlardan, ne Alfan Paşanın, ne de| ** bi 5 — Pek amele sayılmazdı hocam. O haremi Niyazıdil Hatimefendinim haber - yahim lfh:iı lehh:z— OINWICU ka- zamanlar Tophanede kamacı ustası ol- leri yoktu. Onlar, ihtimal ki gelinlerini, ard | P*Umt: Hem yalısında| mak, bir parça amelelikten başka bir şeymiş. Ne bileyim, memurluk, başça- vuşluk gibi de bir tarafı varmış. - Dü- şündü - Fakat ne de olsa haklısın ho - cam. Babam, anhası minhası ameleydi; Ama, anama her zaman: «bir dükkân açamadık gittir dermiş. Onun açama- dığını biz açtık. Gel gelelim, kapataca- ğız diye korkuyorum hocam, İnsanın istikbalinden emin olmaması yok mu? Asıl kötülük burda. Dünya bir tuhaf- laştı. Kimse yarın ne olacağını kestire- miyor. Vapor iskeleye yanaştı. Davlumbazın yanında duran ateşçi yolculara yol vermek için davlumba- . za daha çok sokuldu. Cuma gezintisin- Gülizar doğurdu. Sancısı akşa müstü tutmuştu. Fakat söylememişti. Gece yarısı sancılar dayanılmaz bir hale geldi ve Gülizar tek başına yat- tiyor. Uzanamıyor. Belinin ortasına zaman zaman' ağır bir balyoz gibi inen ağrı kasıklarına doğru yayılıyor. Gitgde sıklaşan sancı öyle br hale geldi ki, Gülizar, yaralı, genç bir hay- van gibi kıvranarak inlemeğe başladı. | * Bitişik odada, anası ustayı uyandır- — giği vakit Gülizarın iniltileri kesik ve ince çığlıklar haline girmişlerdi: Uzaktan uzağa bir köpek uludu. Bu ulmaya Medreseli mahallenin köpekle- ri cevab verdiler. Ulumalar, eski za - manlarda dağdan dağa, ateş yakın ve- rilen bir tehlike haberi gibi yedi ma - halleyi dolaştı. Bütün İstanbul köpekleri hep bir ağızdan ulumağa başladılar gibi geli- yor ustaya. Medreseli mahalleden, ayak alışkan- lığıyla, çarşıya saparken durdu. Kalbi küt, küt vuryor. Kendi ken - dine: — Niye, nerden kaçıyorum? diye mırıldandı , (Arkası var) ağızı yıkamak artık bir küllet zira gayri kabili kıyas — olan pera orkestrası, 24,20: Çingene müsikisi. 19,15: Hafif musiki, 20: Fransız ro « mansları (Bibeğ Guno, Sensen), 20,30: Roua halk şarkıları, 21: Napoli — şarkıları, 22: Yabancı dillerle neşriyat. VİYANA 20.20: Gitar musikisi, 20,50: BUR GER ALS EDELMANN» adlı pi- yes, 23,10: Askeri mızıka, 24,45: Dans musikizi, ö 26 Haziran Cuma İSTANBUL 18: Hafif musiki (plâk), 19: Haber - ler, 19,15: Muhtelif plâklar, 20: Halk mu« sikisi, 20,30: Stüdyo orkestraları, 21,30: Son haberler. Saat 22 den sonra Anadolu ajansının gazetelere mahsus havadis servisi verile - eöktir. ğ AAA AAA N N değildir, PERLO- «DİR |yerde mutlaka, beyaz danteklen, şık, bir rından bir iki kadın olduğu halde mutlaka oralarda görünürdü. Kalıp, kıyafet ve güzelliği ile uz vakitte nazarı dikkati celbeden ve bir çok yan - gınlar peydalıyan Ziba Hanım, her gittiği şemsiye taşçır, buna zarif inhinalar vererek, ayrıca cazip bir hal alırdı. Aşıklarının gönlünü teshir eden bu hu- susiyet, zamane şâirlerinin birine fevkalâde revaç bulan şu güzel şarkıyı ilham etmişti: «Yandım ateşlere ey meh, seni gördüm göreli.. Ah ne baygın bakışın var, a beyaz şem- siyeli!» Yaz mehtaplarında, Kanlıca körfezinin içerisine dolan kayıklardaki hanendeler, o- ranın o meşbur aksi sadasını bu şarkının yanık nağmesile çınlatırlardı. Ziba Hanım erkekler nezdindeki itiba- rını bilir ve bunun ile de mağrur olurdu. Lâkin, hiç bir defasında da, yangınlarına, vurgunlarına iltifatını esirgemezdi. «Beyaz şemsiyeli» nakaratı koyda yük- selir yükselmez, yalının karanlık balko - nunda beyaz bir gölge görünür, ufacık bir el sandallara, kayıklara doğru mendil sal- kardı. eteğinde namaz kılınacak kadar perde ehli bellemişlerdi. Ve, halkın ağzında gizliden gizliye do- laştığı gibi, Ziba Hanım, filânca âşığile, «Hamamcı Hürmüzs ün evinde buluşma « ĞA gittikçe, anu Babacalere ve yahut ki Merkezefendiye ziyarete gidiyor bilirlerdi. Lâkin her şeye rağımen bu kadın, ahar- cı âlem» olmamıştı. Kendini dirhem dir - hem satıyor, tebessümlerine, tatlı bakışla. mına aldanıp ta işi ileriye vardırmak isti - yenler oluzsa, bunlara o saat hadlerini bil- diriyordu. «Beyaz şemsiyelir nin «nimeti vusletile mütenc'im» olanlar ancak bir kaç kişi idi. Bunlar da, gözünün görüp, gönlünün sev- diği kimselerdi. Ve hiç birinden, maddi — den dönenler itişe kakışa yanından DENT ibç mazcmz “ba Küti Drdd Diğerlerine gelince, mahzun olmasın - | ratlar dolaşmağa başladı. «Beyaz şemsi - — geçtiler. e kaldırmışdır. I;ır'diye. ııl;ix. işte bazan böyle uzaktan, | yelir şarkısı, buı::niı yüzü suyu Nlım; iltifatına garkeylemekle iktifa ediyordu. — | tine, yalnız fasıllarda çalınıyor ve eskisi ÇocUK :ısm.ooe:ı:. Çok zevkli olduğu - gibi, Bu vaziyet böyle senelerle devam etti, | bi yanık gönüllerden (ah) lar koparmı - Mi luğunuz! soerinletir. durdu. Aralıkta, Affan Paşa da, Niyazıdil | yordu. Hanımefendi de öbür dünyayı boyladılar. Belediye zabıtası memurlarına yaptımlacak bir kasket, caket ve - Ziba Hanım, ber gittiği yerde, beyaz dantelden şık bir şemsiye taşırdı.. Körfezdeki yalı, boşluktan ve bakım - sızlıktan viranlığa »yüz tuttu, Pencerele - rinden çoğu kapalı duruyor, kafesleri kal kık olanların üzerinde de, perdelerin kop- müuş ve birer yana sarkmış olduğu görü- lüyordu. Lâkin, gene böyle iken bile, mehtap « larda, kayık doluları körfeze akın eden Aşıklara, balkondan ayni eol, iltifatını esir gemiyordu. Anlaşılan, Affan Paşa, ölürken geli - nine çok bir miraa bırakmamıştı. Ziba Ha- nrmefendinin ihtimal ki bütün geçineceği, koltukçulara peyderpey sattığı ev eşyası « nn bedelinden ibaret kalıyordu. Herhalde, seyir yerlerinde gene de hi- raman olmaktan vaz geçmiyen beyaz şem- siyeli, evvelce olduğu gibi haftada bir fe- race değiştiremiyordu. Kıyaleti —ile bera- ber, yüzünün taraveti de, endaminın za - rafeti de çok farketmiş, büsbütün kaybol- madıysa bile, göze çarpacak derecede te- gayyüre uğramıştı. Bir aralık, hiç görünmez oldu.. Ve o zaman, kulaktan kulağa rivayetler dolaşmağa başladı: Güya, Uzunçarşılı İb- Vüküâ bu rivayet, o zamanki zihniyete göre, yakışık alır gibi idi Bıçkın bir adam olan bu Uzunçarşılı İbrahim, bekâr oldu- gu halde, gelmiş, yalının bir bölüğünü ki. ralamıştı. Yanında, hamam ustalığından — gelme, yaşlıca annesile, bir de dul ablası balım - masına rağman, bekâr değil mi ya? Böye le kimsesiz, genç, ham de hoppa tanınmış bir kadınla ayni dam altında oturması her türlü dedikoduya müsait bir keyfiyet, şüp- heli bir vaziyet ihdas ediyordu. Başlarını yok yete belâya — sokmaktan ihtiraz edenler. Ziba Hanımın artık geçkin olmağa başladığını ileri sürerek, onun pe- şinde dolaşmaz olmuşlardı. Mehtap gecelerinde; kayıklar, sandal - lar istikametlerini, duraklarını değiştirdi- ler. Hanendelerin ağızlarında başka naka- (Arkası var) tiğ balı odada ağlamağa başla - Inndınibudmldmıöııcıı;ıkela'lımyıhnıhmıhı..h biselerin d:' A LA SELR e bir takımıma 17 lira bedel tahmin edilmiştir. Kumaş nümunesi ve şartname- Oturuyor, kalkıyor. Uzanmak is- si levazım müdürlüğünde görülür. İstekliler kanunun tayin ettiği vesika ve İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünden: Üniversite Yabancı Diller Mektebinde yaz kurları açılmıştır. Bu kurlar 2 Temmuz'dan Ağustös sonuna kadarsürecektir. Kurda gösterilecek diller: Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, Rusca ve Türkçedir. Kurlara yazılmak isteyenlerin 1 Temmuz 36 tarihine kadar, Salı, Per « şembe ve Cumartesi günleri saat 9 - 12 arasında Edebiyat Fakültesinde Ya- . — Nuri, oğlum, Gülizarın doğum b Ü A a e ğ , gsancıları'tuttu, koş ebe hanımı çağır. bancı Diller Mektebi Kalemine müracaatları. (3541) 154._ Dııııl &M lıııluıımıhıiır E mı(assq - A0 5 a MRE AD RR K e FF he zi C SAke ASA l F SBie — A K E SA lli ai 343 liralık muvakkat teminat makbuzveya mektubile beraber 1/7/936 Çar- şamba günü saat 15 de daimi encümende bulunmalıdır. — (B.) (3326) * * Keşif bedeli 953 lira 16 kuruş olan Floryada yapılacak duvar inşası poazarlığa konulmuştur. Keşif evrakı ve şartnamesi Levazım Müdürlüğünde görülür. İstekli olanlar kanunun tayin ettiği vesika ve en az beş yüz Hralık iş yaptığına dair ihaleden bir gün evvel Bayındırlık Direktör- lüğünden ehliyet vesikası almaları ve pazarlık için 72 Hiralık muvakkat teminat makbuz veya mektubile beraber 26/6/936 Cuma günü saat