F p | | E. | ) , k ğ h. h E K SON POSTA Mebhüt'un derisini sen yüzeceksin... — Fena akıl değil... Haydi bu işi ; bir yatak yüzü görmemiş olan vücu- de yaptık. Sonra ne olacak?.. dünün yorgunluğunu, mülâzih İhsa- — Nâsır Mebhütun kalesi civarında İnın karyolasına uzanmış; orada din- bir şekavet vak'ası olacak. Siz de ta -|lendiriyordu. kip için oraya benim takımımdan müf-| — Mülâziım İhsan, elinde bir kâğıtla reze göndereceksiniz. Bu müfrezenin |odadan içeri girmiş: bıçındıı gitmem için de bana emir ve-| — Makine başında muhabere ettim, receksiniz. Cemil. Gelen cvabı, al oku, Kumandan, ellerini masaya daya -| — Demişti. miş; dik dık Femile bakmış.. hayreti-| — Cemil, yerinden fırlamış. Kâğıdı al- nin derecesini gösteren bir sesle ba -|mış. Şu satırları okumağa başlamıştı: gırmıştı: ( Tüccar Seyit İbrahim Efendiyi bu- — Nâsır Mebhütun kalesi civarına İraya celbettim. Bizzat görüştüm. Bir mı?.. Hem de küçük bir müfreze... |hafta evvel sizin tarafa gitmiş olan yol- Oğlum!. Sen, ne söylüyorsun. Biz; İcunun, avdet edip etmediğini sordum. koca alay, burada bekliyoruz da; ol -|Henüz avdet etmedi. Bizde meraktan 'duğumuz yerden o tarafa doğru bir ar- | büyük endişeler içindeyiz; dedi. ... ... şin bile ilerleyemiyoruz. Mülâzim Cemil Efendinin, alay mer- — Her halde ilerlemek istemiyor -İkezinde olduğuna pek sevindi. Yokcu sunuz, efendim... İcabederse, ordu -|hakkında, endişesini izale edecek bir nun şerefini muhafaza etmek için, o|cevap beklediğini söyledi. Haber alınır tarafa doğru ilerlemek değil; hiç şüp-|alınmaz derhal şifre ile malümat veril- hesiz ki kaleye hücum bile edebilirsi-| mesini rica etti.) niz, zannederim. Ordu erkânıharbiye — Ona ne şüphe... Fakat, ordu ku- mülhakı yüzbaşı mandanının, mütcaddit emirleri var. Salâhaddin JAman, Nâsır Mebhütla bir hâdise çı - Cemilin rengi, mosmor kesildi... karmayın, diyorlar da, bir daha demi -|Mülâzim İhsanın yüzüne uzun nazar- yorlar. — Bugüne kadar, böyle emirler ve- rilebilirdi. Fakat, madem ki artık meş- rutiyet ilân edilmiştir. Bundan sonra, emirlerin şekli de değişecektir. Kumandan, başını pencereden tara- larla bakarak: — İhsan!.. Derhal hareket etmeli- yim. Artık bu, kat'i bir zaruret haline geldi. Yalnız senden bir şey rica ede- ceğim. Benimle beraber gelecek olan manga efradını teker teker yola çıkar.. ra çevirdi.. bir kaç dakika, uzun ve kır|Kaleye gidecek yol üzerinde, gizli bir BULMACA Soldan sağat 1 — Çok çalışkan bir hayvan. 2 — nu ayıklar, lâhim, yapma. 3 — Rutubetli, zengin değil. 4 — İlâcın türkçesi, yılanın arapçası, yalamaktan emri hazır. 5 — A- rabistanda mukaddes bir şehir, önüne geç- me. 6 — Köpek, katraş. 7 — Çocukların dili ile gezme. & — Kenar taraf, beyn, siz manasına gelir. 9 — Haya, oynak. 10 — Asmaktlarn emri hazir, işarotin — türkçesi, hamarmnlarda bulunur. 11 — Kavunun e$i | bir ses. Yukarıdan aşağıyat 1 — Damların Üstüne konur, — beyaz. 2 — İşaret, kanun. 3 — Kabul etmeme, cemi edatı. 4 — Sen ve ben, üstüne ça - maşır asılır. 5 — Çil yavrusu gibi dağıl - manın firenkçesi, istiiham edatı. 6 — Ço- cukları korkutürken — kullanılır iki harfli manasız bir kelime, kaldırma, beyaz. 7 — Kondurma, bir erkek ismi. 8 — Mah, ho- yozün eşi. 9 — Oturma, 10 — Başa gi - yilir örme şey, eski âdetler. 11 — Dost -» lar, Adalara işliyen vapurlar. Bulmacanın Halli : Soldan sağa: | — Tayyare, 2 — İlaat. 3 — Ma, ver- mi. 4 — Alâkadar, âb. 5 — Raşe, ile, 6 — Hristo, beyit. ? — İane. 8 — İcmal, eda, 9 — Ehli, ressam. İÖ — AÂmme, V1 — Anıt, dam. Yukarıdan aşağıya: | — Timarhane. 2 — Atalar, han. 3 — Ya, ağı, il. 4 — Yankesici 5 — At, tam. Gece, tam bir sükünet İçinde geç - YUSUF İZZEDDİN Öldü mü, öldürüldü mü? Eski Osmanlı Veliah ilmişti S smanlı V ezı:a t:('i ağtledılmıştır. e MNN e Her geceki gibi, selâmlık kapısının dış kapısında, ellerinde büyük fenerler bulunan iki hademe ile nöbetçi beyler, bekleşmektelerdi. Veliaht, bunların önünden geçer - ken, mütadı hilâfına olarak hepsine göz gezdirmiş; gözü yaveri Fuat beye ilişir ilişmez: — Fuat bey!.. Gel, Demişti... Veliahtın harem dairesi- ne giderken yaverlerini yanına alması âdet olmadığı için Fuat bey, efendinin kendisine bir şey söyliyeceğini zannet- miş, beylerle beraber, veliahtı - takip eylemişti. Selâmlıkla harem dairesniin arasındaki 300 metrelik mesafe, ses - sizce geçilmişti. Harem dairesinin kapısı önünde, Beşir ağa beklemekte idi. Velinaht, hiç eylemişti. Selâmlıkla harem dairesinin kapısından girmişti. Fuat bey, kendi- sine bir emir verileceğini zannettiği i- çin Beşir ağaya sokulmuş: — Beraber gelmemi emir buyurdu- lar. Acaba burada bekleyimmi?.. So- ruver. Demi; . Beşir ağa kapıdan içeri girmiş çıkmış.. telâşla: — Teşekkür ettiler... Gitsin, isti - rahat etsin; buyurdular. Dedikten sonra, koşarak valiahtı ta- kip etmişti. * bıyıklarını çekiştirdi. Sonra, tekrar Ce- beni beklesinler. ben, artık bir dakika bile kalamam. Dedi. Cemilin bu sözlerinde o kadar bü- 'yük bir ciddiyet ve kat'iyet vardı ki; İhsan. — Pekiyi, Cemil. Demekten başka hiç bir söz söyliye- memişti. mile dönerek: t — Pek âlâ.. farzet ki, bunu da yap- tık. bundan maksadın ne?.. — Efendim!.. Bir kumandan gibi 'değil; bir baba gibi size itiraf edeyim ki, bu adamla benim aramda görüle- cek bir hesap var... Bu adamı öldür- mek için, San'adan firar ettim. Buraya kadar geldim. Bir hile kullanarak ©- nun yanına kadar girdim. Fakat talim müsaade etmedi. Savurduğum hançer, onun göğsündeki zirhı delemedi. O za- man onun eline düştüm. Az kalsın, bir kaç saat evvel de, şerefsiz bir surette ölüyordum... Şimdi, bu hesabı tekrar onunla görmeğe gideceğim. Fakat bu — *sefer emin olunuz ki... Kumandan, Cemilin sözünü kesti. Elini, mülâzim İhsanın elinin üstürre koyarak: — Azizim İhsan Efendi... Senin ar- kadaş, hakikaten yamanmış.. Dediğin gibi, cle avuca sığmaz bir afacanmış... Sen, ne dersin, bu işe?.. Dedi. Mülâzım İhsan, evvelâ Cemile ve sonra kumandana bakarak cevap ver- y d — Efendim!.. Biraz evvel, size ar- zetmiştim. Cemil dediğini yapar... Za- ten siz de biliyorsunuz ki, bu Nâsır Mebhüt, nasıl olsa, bugün yarın başı- mıza bir iş çıkaracak. İyisi mi, biz on- 'dan daha atik davransak... Bir bahane ile bir baskın yapsak. — Hani.. Hiç fena olmaz... Olmaz — amma...Malüm ya, askerlik... Ordu- — dan bir emir alsak... O zaman... Bu seferde Cemil kumandanın sö- — zünü kesti: — Kumandan Beyt.. Bu iş; ordu “emirlerile.. gürültü, patırdı — ile.. Bö- Kükler taburlar sevketmekle — olmaz... — Olur amma, lüzumundan fazla kan dökülür. Bu hususta benim bir çok — tecrübelerim olduğunu İhsan efendi — Bilir... Siz bana müsaade edin. Ben; bir manga ile gideyim.. Bu, bana kâfi.. — — Bir manga ile mi?. — Evet.. Bir manga ile.. Demin be- ni kursguna dizecek olan manga ile.. Ölüm mangasile... Cemil kumandanı güç hal ile ikna “ettikten sonra, Nâsır Mebhütun kale- ğ gitmek için ortalığın kararmasını . içtima noktası tayin et. Orada Hapisaneden çıkarılan Riza, karşı- sında Salihi görür görmez, hemen boy- nuna sarılmış; — Halamın oğlu!.. Senin remmal efendi, hakikaten büyük bir sihirbaz- mış. Bu sabahki hali, sen de gördün. Bilmem ki, ne okudu üfledi de, ortalı- ğ böyle biribirine kattı. Herhalde, be- nim hapisaneden çıkmama da onun se- bep olduğuna eminim... Yalnız, birşey öğrenmek isterim. Bu adam, hakika- İten bir remmal mi, yoksa, bir zabit |mi?.. Çünkü, onu tevkif ederlerken, kulağıma böyle bir şey çalındı... Eğer zabit ise, ona yardım ettiğimden dola- yı; Seyyidinâ; Nâsır Mebhüt, benim derimi yüzer; içine de saman doldurur. Salih cevap verecekti. Fakat; ondan daha evvel, arkadan Cemilin - sesi, — Rizal.. Nâsır Mebhütun derisini sen yüzeceksin ve onun İçine de, sen saman dolduracaksın... Artık — Nâsır EMebhüt. hiç bir hükmü, hiç bir ehem- miyeti kalmıyan bir adamdan başka bir şey değildir. Rıza, bir adım geri fırlamış; Cemi- lin yüzüne baka kalmıştı. Sanki, hari- kulâde bir adam görüyor; harikulâde sözler işitiyormuş gibi hayrette kalmış- tı. Ve sonra, Salihe sokularak : — Ben, bu adamdan korkuyorum. Nâsır Mebhüta bile meydan okuyor. Diye mırıldanmıştı. Cemil, arkasında duran bir nefere |dönmüş: | — Ver şu adamın tüfeğini... Demişti... Tevkif edildiği zaman, elinden silâhını aldıran Rıza, artık bir |daha bu silâha kavuşacağını aklından |bile geçirmediği için hayreti bir kat daha artmış; Cemilin ellerine sarılarak: — Artık senin her şeye kadir oldu- 'ğuna iman ediyorum. Bundan sonra, İefendim sensin. (Arkası v_ır)__ Ü O"“’['“"'j — Efar, 'â":': T| Er, mişti. Sarayın daimi usul ve âdeti vec- set, 9 — Yaş, ip, ea, 10 — Mali, da. 11 —Ki yeliahtın busust hizmetine memur İceği hususu ilân olunur. Afiyet, âmü, F Taüzünüzü ve cildinizi tecrübe tahtasına Çe- ' yirmeyiniz. yazıktır ! S G Z Terkipleri meçhul krem, pudra ve tuvalet eşyalarının mübalâğalı ve halkı aldatan reklâmlarına aldanmayınız. Bu gibi tuvalet eşyası tedrici suretle ci dinizi bozar, buruşturur ve bir kaç sener sonra sizi tanınmıyacak surette çirkin- leştirir. En değerli, Türk, Alman ve Fransız kimya ve cildiye mülehassıs- Jarının son keşif ve formüllerine göre yapılan ve VENÜS markasımı taşıyan krem, püdra, ruj. allık, rimel, sürme, tırnak cilâsı ve briyantin, emniyet ve itimadâ şayan en yüksek ve temiz tuvalet eşyasıdır. Beyoğlunda: Tanınmış Karlman N. Turika, Şark Merkez Itriyat ve Tuhafiye mağazalarında satılır. Deposu: Evliya Zade Nurettin Eren, İstanbul, Bahçekapı. Zonguldak Sulh Hukuk imliği * Zonğuldakta Ereğli şirketinde müstahdem iken ve İstanbul Fransız pastör hastaha- nesinde tedavi esnasında, 2/Şubat/936: tarihinde ölen ve Fransa hükümetine tâbi Langda doğmuş olan FANNY'nin oğlu bulunup Mulhouseda yukarı Rhinde 15/| Haziran/1871 — tarihinde doğan (Löon BEYER SDORF) un Zonğuldakta Ereğli girketine ait ve ölenin ikametine tahsis edilen hanesindeki eşyayı menkulesi ya - zılarak bekletilmesi icap etmiyen kısmı bil- müzayede satılıp geriye kalan eşyayı mah- faz bulunmaktadır. Kanunu medeninin (534) cü maddesi (mucibince ve tarifatı kanuniye dairesinde mirasçıların alacakları veraset ilâmile üç ay zarfında sıfatlarını beyan etmelerine ve İbu müddet zarfında mahkemeye hiç bir müracant vaki olmaz ve mirasçıların mev- gudiyeti sabit olmadığı takdirde miras se- bebi ile istihkak davası hakkı mahfuz kal- mak suretile terekenin hazinoye intikal ede- olan kalfalar - muayyen saatlerde bir- birlerini değiştirmek suretile - efendi- nin yatak odasının kapısında nöbet beklemişlerdi. Sabah nöbeti, veliahtın €en emektar kalfası, Dilsaz kalfaya isa- bet etmişti. Veliaht, uyanır uyanmaz: — Kalfa!.. Çok karışık rüyalar gör- düm. İçimde bir sıkıntı var, Pencere - lerin birini aç.. sen de git, yat. Demişti... Dilsaz kalfa, veliahtın emrini ifa ederek bir kaç söz könuştuk- tan sonra, efendinin yatak odasına pek yakın olan kendi yatak odasına git - miş; yatağına girmişti. Aradan, yirmi dakika kadar bir za- man geçmişti. Uykuya henüz lâyıkile dalmamış olan Dilsaz kalfa, evvelâ ha- fif bir gürültü, ve sonra da bir inilti çığlık koyuvermişti. Çünkü, veliahtın sol kolunun dirseğine yakın yerinden sızan kanlar, yatağın içinde kızıl ve korkunç bir leke teşkil etmişti. Dilsaz kalfanın bu çığlığını en evvel * karşıki odada yatan, veliahtın dör - düncü refikası - Leman hanım efendi duymuş; ve derhal odaya koşmuştu. Bir iki saniye sonra da odanın içi, di- ğer kadınlar ve kalfalarla dolmuştu. Leman hanım efendi ile Dilsaz kal- fa, efendilerinin üzerine atılmışlar; el- lerine geçen tülbentlerle vellahtın ko- lundaki yarayı bağlıyarak kanı dindir- mek için uğraşmaya başlamışlardı. Bu sırada diğer kalfalar ve kadınlar da ağ- layıp bağrışmaktalardı. Bu feryatlar, selâmlık dairesinden işitilmişti. Nöbetçi beylerden biri, ya- ver Fuat beyin odasına koşarakı — Haremde bir bağrışma varl. Demişti... Bu sırada koşa koşa Be- şir ağa da gelmiş: — Aman Fuat bey koş! Efendiye bir şey oldu!. Der demez, artık yaver Fuat bey ha- rem dairedine koşmak mecburiyetini hissetmişti. Fuat bey, harem dairesine yaklaştığı zaman, kafesleri paralıyan kalfalar: — Yaver bey, koşunuz!, Efendimiz ölüyor!.. Diye feryat etmektelerdi. Kadınların bu yürek parçalıyan hıçkırık ve figan- ları arasında yaver Fuat beyle, nöbet- çi beylerden hafız İsmail Hakkı ve Şükrü beyler de yatak odamına girmiş- ler; gördükleri acıklı manzara karşı - sında titremişlerdi. Dilsaz kalfa; efendisinin üstüne ka- panmış, kanı dindirmek için onun ya- ralı kolunu kavramıştı. Bu fecaate da- ha fazla tahammül edemiyen Leman hanım eferfdi, düşmüş bayılmıştı... Gözleri kapalı olan veliahtın rengi, bi bembeyazdı. Fuat bey, hemen veliahtın baş ucu: na atılmış; bir taraftan kanı dindir - meye çalışırken, diğer taraftan da: — Ne oldunuz; aefandi hazretleri. Bu işi kim yaptı?.. Diye sormaya başlamışti. Veliaht, hafifçe gözlerini açmış. renksiz ve kupkuru dudakları kıpırda işitmişti. Derhal yatağından fırlıyarak |Miş: veliahtın odasına gelmişti. Bir anda, hiç bir şey görememişti. Hattâ, çeki - lip gidecekti. Fakat o sırada, veliahtın tekrar inlediğini işilmiş; efendinin ba- yıldığını zannederek yatağının yanına gelmişti. O zaman birdenbire titre - — Fuat beyl... Diye hitaba başlamış.. hattâ büyük bir güçlükle: —H... Diye; söylemek istediği kalimenir ilk hecesini söyleyebilmiş.. fakat bu mişti. Çünkü veliahtın çehresi değiş -K imeyi ikmale muktedir olamıyarak, miş, korkunç bir renk almıştı. »Veliahtın üzerindeki yorgan, omuz başlarına kadar muntazam bir surette çekilmişti. Meydanda, hiç bir şey gö- rülmemekte idi. Dilsaz kalfa, efendisinin kalbini yoklamak için yorganı açar açmaz, bir üzerine baygınlık gelmiş; gözlerini ka- payıvermişti. ğ Veliaht, bu (Hı) hecesile başlıya - rak ne söylemek istemişti?.. Her za - man: — Hınzır Vahdeddin... (Arkası var) A Türk Hava kurumu BÜYÜK PİYANGOSU Şimdiye kadar binlerce kişiyi zengin etmiştir. 3. ncü Keşide 11 Temmuz 936 dadır. Ğ Büyük ikramiye: 5 0 3 o 0 o Liradır. Ayrıca: 20.000, 12.000, 10.000 liralık ikramiyelerle (20.000) Hiralık bir mükâlat vardır... HEMORRON Ameliyatsız basurları tedavi eder