4 Mayıs 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

-— —— —— Mi T a S Cei Bağik OY — <ü ö 6 VSa vfa Ölüm şuaının aslı çıkmadı içinde ölüm şuaı diye Şit Sdr Önümüzdeki harp için bir yığın yakıcı ve tahrıp edici vasıtalar ihtira olunabilir. Fakat bunların birşey bulunmıyacaktır Harp için hergün | bir şua tecrübesl yapılıyor Her devirde harp şayialariyle birlikte ortalığa bir çok şayialar çıkar. Bunlar kıs- men doğru, kısmen yanlıştır. Harp şayia- lariyle birlikte çıkan diğer şayialar içinde aslı olmayan biri varsa, o da, ölüm şua'la- rına ait olanıdır. Önümüzdeki harp için bir. sürü yakıcı yıkıcı vasıtalar ihtira olu- nabilir. Fakat bunlar arasında ölüm şua'ı diye bir şey bulunmayacaktır. Sebep mi? diyorsunuz. Sebep basit: İnsanları uzaktan öldürecek hiç bir şu- a yoktur. Sonra bu çeşit şuaların keşfa- lunmasını beklemek te beyhudedir. Keşfi muhtemel olan bütün şuaların — kataloğu fen adamlarının elindedir. Ve bütün bun- |. lar içinde uzun menzilli, tahripkâr, müda- faaları yıkacak derecede kuvvetli, istihsa- li kolay, kullanışı tehlikesiz bir ölüm şuaı yoktur. Şua denilen şeyler, üç umumi sınıfa ay- rılır. Bunların en büyüğü ve en çok tanınmı- şı Elektron mıknatısi şuadır. Mevcut oldu. gu farzedilen «esir» in, radyo mevcelerin- den başlayarak Ultraviyole şuarı, x şuar, kozmik şualar buna dahildir. İkincisi, şua adını bile taşımaz. Bun. lar gua mevceleri değil, daha fazla şua zer- releridir. Bunlar, lâboratuar haricinde gö- rülemez. Bunlara — elektronların, alfa- zerreleri, B zerreleri, yahut çok yeni keş- folunan Neutren'lerin zerreleri denilir. Üçüncüsü ise şua demeğe dil varmaz. Bunlar ya ses mevceleri, yahut sese benze- |, yen mevcelerdir. Fakat son derece süratli oldukları için sesleri işitilmez. Bunların bir kaçına biraz daha dikkat- le bakmak gerektir. Elektro magnetik şuaların gözle gö- rüneni en tanınmış olanını, yani «görünen işık» 1 tetkik edelim: Bundan, öldürücü hiç bir şey yoktur. Bu ışık en müthiş sür'atle her iİstikamette hareket eder, fakat hiç bir şeyi öldürmez ve hiç bir şeyi tahrip etmez. Halbuki eskidenberi ölüm şuaının gü- neş şuama benzediği söylenir. Eski Roma- hlar Siraküz'ü abluka altına aldıkları za- man AÂrşimed aynalar kullanarak güneşin şuamı Romalıların gemilerine çevirmiş ve bunları yakmıştı. Fakat güneşin şuamdan bu şekilde is- tifade için insanların yeniden mızrak kılıç devrine dönmeleri icap eder. Görünen ışık infra kırmızıya; bu da radyo mevcelerine döner. En kısa radyo mevcelerinden tıb âleminde istifade edili- ve yor ve bir takım hastalıkların tedavisi için kullanılıyor. Bu gibi radyo nöbetleri insan için tehlikeli olabilir. Fakat bunun için in- sanın radyo mevcelerine son derece yakın olması icap eder, O halde görünen ışıktan — başlayarak en uzun radyo mevcelerine kadar hiç bir şuada ölüm tehlikesi yoktur. En kısa ultraviyole şualar zararlıdır, güneş çarpması beyaz karların gözleri ka- maştırıp körletmesi bundandır. Fakat şim. diye kadar bu şuar neşredecek hiç bir pro- jektör yapılmamıştır. X şuaları da kullanışa göre insana ya zarar, ya fayda verir. Bunlar madenlerden nüfuz ederse de askeri bir değer alacak sür'atle hareket etmezler. Bir de Radyomun Gamma şuaları vardır. Fakat mevcut — tadyom o kadar az ve Gamma şuamın menzili o kadar kısadır ki bunu düşmana karşı kullanmaktansa bir balta alıp düşmana saldırmak daha kolay olur. Ortada kala kala kozmik şualan kalı- gildir. Fakat bu şuaların bir santimetrenin milyenda biri derecesinde kısa oldukları salaşılmıştır. Bu şuaların nereden geldiği malüm de- gilse de pek uzaklardan uzandığı anlaşılı- de zerre kadar zarar vermiyor. Bunlar her gün vücudumuza girip çıkıyor, fakat biz, farkına bile varmıyoruz. Bilâkis, bir deyişe göre bunların sayesinde yaşıyoruz. O halde bütün elektro magnetik şualar için hiç bir ölüm şüaı yoktur. İkinci derecedeki şualar henüz yeni keşfolunmuş ve bunların havâsı henüz an- laşılamamıştiır. Ayni zamanda, herhangi şekilde askeri değerleri olduğunu söyleyen de yoktur. Gerçi Almanların fizik âlimle- rinden Lenard, bu fasileye mensup olan Kathod şuamı havaya çevirmiş, fakat bu şua ancak bir kaç adım inşia' etmiş ve ya- şayan hayvanlar üzerinde tesiri olduğunu göstermiştir. Bu şua bir tavşanın kulağına çevrilmiş, kulakta bir takım yaralar, be- reler hâsıl olmuş, fakat bunlar da bilâhare tedavi olunmuştu. Üçüncü çeşit şualar kalıyor ki, bunlar, yukarıda söylediğimiz gibi bir takım — ses dalgalarıdır. Bu dalşaların tehlikeli olup olmadıkları Nevyorkta tecrübe olunmuş ve ancak küçük balıkları, mikropları |dürdükleri görülmüş, fakat bir zerinde hiç bir tesir yapmamıştır.. O halde ortada iddia edildiği gibi ö« lüm şuar diye bir şey yoktur ve bu şuaa ait şayialara inanmak abes sayılır. — Daily Herald'dan — Dr. Frank Thone öl- fare ü- Başkasile Nişanlanan .y. Sevgili «Bir gençle sevişiyordum. bir gün mektuplarını yakaladı. Beni a- zarladı. Yalnız sokağa bırakmaz oldu. Aylarca sevgilimle görüşemedim. O da benim kendisini artık sevmediğimi zan- nederek başkasile nişanlandı. Ona va- ziyeti anlatabilsem, nişanı bozup tekrar bana döneceğine eminim. Fakat ne ya- Annem payım? Şükran Hata ediyorsun. Tekrar sana döne. erkek derhal nişanlanmakla bilğikis se- ni sevmediğini isbat etmiştir. ' * Beyazıt R. Yanardağ Kız muhitinizden uzaklaşmak üzere. Siz hâlâ sevginizi söyleyip söylememek- te mütereddit. Kız gittikten sonra onu merde bulacaksınız ki sevginizi söyle- meğe fırsat bulasınız. Kıza duygularını- zı bir an evvel anlatmağa çalışınız. TEYZE .|Misir tahtiına Londrada tahsilde yor. Bunların son mevci dahi malüm de- | yor. Bunlar da kat kat çelikten geçtiği hal- | Çocuk krallar ki yıl evvel dost Yugoslavyanın dost kralı Aleksandr dü. Yugoslav tahtına Londrada tahsilde bulunan küçücük bir prens, S. M. R. Petro oturdu. Marsilyada , öldürül- İki üç gün evvel Mısır kralı Fuat öldü. bulunan 1İ yaşındaki prens Faruk davet edildi. Ne gariptir ki her iki prens te Londra- da tahsilde bulunurlar iken babalarını kay- bettiler. «Çocuk kral» ve «Londra» isim. leri yanyana geldiği zaman, daima, İngil- tere tarihinin iki faciasını hatırlarım. İki facia ki, eşleri her milletin tarihinde, ve bir çok misalleri Osman oğulları tarihinde de vardır: kavgalarına kurban gitmiş çocuklardır. Amcalar, da- yılar, ağabeyler, hattâ babalar, başların - daki tacı muhafaza etmek için masum yav- rucakları boğazlamaktan çekinmemişler - Bunlar saltanat | dir. Hatırladığım iki faciadan biri on üçün- cü asrın ilk yıllarında cereyan — etmişti: İngilterede —bir veraset —an'anesine göre krallık babadan büyük oğula kalırdı. Bü - yük oğul babasından evvel bile ölse, küçük gene kral olamaz, krallık büyük oğlun ço- cuklarına kalırdı. İşte bu an'aneye göre, İngiltere krallarından ikinci Hanri öldüğü zaman İngiltere tahtına daha evvel ölmüş bulunan büyük oğlunun oğlu prens —Art- hure'ün oturması lâzımdı. Fakat çocuğun, ayni zamanda anasından tevarüs ettiği Fransadaki Bretanya dükalığında bulun - masından istifade eden amcası Yurcsuz Jan İngiltere krallığını eline geçirmiş idi. Derhal amca ile yeğen arasında bir harp başladı. Neticede prena Arthur amcasının eline esir düştü. Küçük Arthur Falez ka- lesine hapsolundu. Gene bir İngiliz an'anesine göre kör bir adam kral olamazdı. Onun için amca Jan, Falez kalesi kumandanına henüz on altı yaşında bulunan küçük prensin gözlerini oyması için emir verdi. Bu korkunç emrin tatbik edileceği sırada, prens Arthur cellâ- dının boynuna sarılarak : «Dilimi kes, fakat gözlerime dokun - mal» diye yalvarmıştı. Çocuğa acıyan cel. lât ta emri yerine getirmemişti. Bunun ü- zerine prens Arthur Falez kalesinden alın- mış, başka bir zindana hapsedilmişti. Ve bir daha kendisinden bahsedilmedi. Onu gören olmadı. Acaba nasıl bir cinayete kurban gitmişti? Yalnız, o zaman yaşıyan bir vak'anüvise göre Yurdsuz Jan, yeğeni Arthuru kendi elile hançerliyerek öldür - müştü|l İkinci facianın hikâyesi de şudur: İn - giltere kralı dördüncü Edvard ölmüş, iki küçük erkek çocuk bırakmıştı. Bunlardan büyüğü beşinci Edvard adile kral oldu. O zaman İngilterede dahili karışıklıklar hü- Çocukların amcası Ri - şard, küçük kral ile kardeşinin hayatını küm sürüyordu. muhafaza etmek bahanesile onları Lon - dra kulesine kapattı. Sonra kendi krallığını ilân etti. Çocukları bundan sonra gören ol- madı. Londra külesinde amcalarının cel- lâtları tarafından — yokedilmişlerdi, Bu vak'a 1483 yılında olmuştu. İki yüz yıl sonra, İngiltere kralı ikinci Şarl Londra ku- lesinin yapısını değiştirirken bir merdi - venin altında bir sandık bulundu, sandığın içinden iki küçük prensin kemikleri çıktı. İki dost memleketin iki çocuk krah, S. M. R. Petro ve kral Faruk yirminci asrın çocukları olduğu için bahtiyardırlar. Reşad Ekrem Koçu Çöken Boğaziçi: 7 Göksu ve Hisarlar k * * Anadoluhisarının pazarı... Sağlı sollu yolu kesmiş olan esnaf seyyar tezgâhlarının üstüne gerdikleri tentelerin altında müşteri bekliyorlar... fakat rağbet eden yok.. y LA SADĞN <A A MA FN Z Göksudan Çocukluğumda sık, sık Arnavutköyüne giderdim. Orada benim çok sevdiğim bir dayızadem vardı.. Genç kızların en sevim- lisi ve en yaramazı olan bu ablam sabah- Sa. hilde gezmeğe çıkarırdı. Akıntıburnuna gi- önündeki rıhtimda koşa, oynıya ilerler... Hidivin yalısının kapısındaki harem ağalarını ve sırmalı cepkenli kavasları mütecessis göz- lerle seyrederek Bebeğe giderdik. Fakat benim bu gezintilerde en sevdiğim şey, de- nize yaklaşmak, bakışlarımı lâcivert dal- ları kız kardeşimle beni yanına alır... der, oradan sultanların sarayı gaların üstünden bir taş gibi sektire sektire karşı sahildeki Göksu sarayını seyretmek- ti. Göksu sarayına uzaktan baktığım za - man neden bilmiyorum. Ben onu süslü bir yüzüğe benzetirdim. Muhayyerülukul — bir büyüklükte beyaz taşlı, oymalı bir'yüzük. Daha sonraları da ne zaman bir şirket vapuru beni onun önünden geçirse çocuk- luğumda edindiğim bu intibam tesirinde daima ve daima bir yüzük hatırlardım. Halbuki şimdi, şu dakikada.,.. Ben Göksu sarayının bahçesinin yeşil parmak- lıkları önündeyim. Ve hayatımda birinci 4 defa olarak onu bu kadar yakından görü- yorum. Bir bahçıvan güzel bahçesinin renk, renk çiçeklerini suluyor ve beyaz saray bu çiçekli bahçenin ortasında bütün güzelliği ile yükseliyor ve ben ona bakarken onu uzaktan gördüğüm zamanlarda neden hep bir yüzük hatırlamış olduğuma bir türlü mana veremiyorum. Birinci Sultan Mahmut zamanında ya - pılmış olan ve sonra üçüncü Selim tara - fından büyütülen ve nihayet Sultan Ab - dülâzize annesi tarafından yeniden yap - tırilmiş bulunan bu Beyaz ve zarif saray, bir yüzükten, çok daha fazla beyaz ve za- rif bir saraya benziyor. İleride; saray son defa olar'ık tamir e- dildiği zaman inşa edilmiş olan güzel bir çeşme var. Fakat ne yazık ki bu çok kıymetli çeş- menin olukları kırık ve üstündeki yazıla- Çeşmeye yaklaşıyor, kenarına oturuyor ve geniş kırlara, mavi denize dalıp bakıyo - rum... İri ağaçların mebzul yaprakları hafif, ha- fif esen bir rüzgârın okşayışlarile — uçları sırma pul işlenmiş yeşil çevreler gibi sal- lanarak ipek hışıltıları çıkarıyorlar. Bu berrak göklü, temiz güneşli sabahın ilk saatlerinde, burası ne kadar güzel... Asırlar yaşamış bu ağaçların gölgesi al - tında oturup gözlerimi saatlerce Boğazın beyaz köpüklü lâcivert akıntılarına kaptır- mamak mümkün değil... Bilmiyorum. Biz iki arkadaş ne kadar zaman birbirimizle konuşmadan — kıymetli dantellerle süslenmiş elektrik rengi ipekten bir kadın çamaşırı gibi göz alıcı olan bu sulara bakıyoruz.., Ve kim bilir ben daha ne kadar zaman gene böyle dalgın kala- cağım... Ve şükürler olsun genç arkada - Yazan: Suat Derviş rın bir çok kısmı düşmüş, harap olmuş... BÜTÜN ÜLKEYİ: ü . *.. 7«72 şım kendini tabiate benim kadar verme « miş, o konuşuyor: — Daha ne kadar zaman burada kala. cağız. | Güneş daha yükselmiş, yeşil yaprakla«- rın arasında şimdi sarı huzmeler sızıyor ve bunlar gölgelerin ortasında yer yer... Al- tın külçecikleri gibi ışıldıyor: — Hakikaten burada iyi daldık diyo- rum... Biraz da Hisarı gezelim. Çok müntazam bir yol bizi yeni yapıl « mış mükemmel bir köprüye doğru götü « rüyor. Göksu deresinin temizlenmediğin « den şikâyet edenler, ve belediyenin bura- ları ihmal ettiğini söyliyenler pek haksiız« lık ediyorlar... Çünkü İstanbulun pek az bir yerinde Bu kadar muntazam bir yol ile bu kadar güzel bir köprü bulunur... —— Şimdi Anadoluhisarının tâ yanındayız.« — Yüksek duvarların boyunca pazar kurul « muş... Demek bugün Anadoluhisarı pa « zarı... Sağlı sollu yolu kesmiş olan esnaf kurdukları seyyar tezgâhların üstüne ger- dikleri tentelerin altında müşteri bekleşi « yorlar... Fakat Hisar halkı her halde böy-« le pazarlara pek rağbet etmiyor.. Ve ya » hut ta Hisarda hattâ bir sokak pazarından bile alış veriş edebilecek kadar iştira ka « biliyeti yüksek bir halk yok, Şimdi Hisarın binbir kanlı macera göre müş kaleleri içerisindeyiz... Burasının içi de ziyaretçilere kolaylık olması için yenlie den tamir edilmiş... İçeride yarasalar uçu« şuyor ve biz demir merdivenlerden yuka« rı çıkıyoruz... Hisarın tepesindeyiz... Ser$ bir rüzgâr saçımızı, başımızı dağıtıyor ve şimdi biz ayağımizın altına serilmiş bir ser« vet gibi muhteşem olan Boğazın bugün biraz coşkun olan ve coşkun kıvrılışlarla a« kan sularına bakıyoruz.. Bu her bir nok « tası insan gözlerine bir başka güzellik çeş- nisi veren güzel Boğaziçi... Onda dolaş « mak hiç şüphe yok ki zevklerin en büyü- ğü... Her halde biz onu şimdiye kadar lâ- zım olduğu gibi seyyah gözlerine göster « ——— zi medikse, bu bizim tahteşşuurumuzda yas« şıyan ,ona malik olmanin verdiği bir kıs- kançlıktır. Onu başka gözlerden kıskan « dığımız için kendi menfaatimize bile olsa onün propagandasını yapamıyoruz galiba ç Suat Derviş ŞAMAZSINIZ FAKA SA Fon Posta x BİR İLÂ | BÜTÜN üLKEYİ HER GÜN DOLAŞIN | Bhr e B ö GÜL ÜÜ M

Bu sayıdan diğer sayfalar: