27 Şubat 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| | | ı lı B % | —a vi süK — 5K ekğana adai =’?)— l çı'. ü — ut l »0 ' ' ü (TÜRRLER Yazan: Gerhart Ellert — 104 — ?7,:2)936 Çeviren: Arif Cemil Attilâ; Onegese: Demek ki oğullarım devleti sensiz idare edecekler!,, diyordu Kara Hünlerin son seferde çok za- Yiat vermediklerinden harbe diğer ka- / bilelerden daha ziyade elverişli ve he- vesliydiler. Yeni Postacılar Merkezden gelen bu haber Attilâ- Ya yeni bir vaziyeti bildiriyordu; çün- kü Alp dağlarından geçildiğzi esnada Muntazam muhabere tamamile kesil- Mişti. Her ne kadar Öneges, Dravüs Yolile postacılar çıkartmak — suretile Muhaberenin teminine teşebbüs et - Mişse de bu teşebbüsten ihtimal ki bir Muvaffakiyet hâsıl olamamıştı. Buna yret edilemezdi, çünkü postacıla - tin tutacakları yol çok uzak ve çok tehlikeliydi. Orduyu dinlendirmek için Vindeli- korumda karargâh kuran Attilâ, ora - dan Dengezike yeni postacılar gönder- di. Her ihtimale karşı kara Hünleri si- lâh altına almasını emretti. Fakat ken- di ordusunun da yolda olduğunu, ba -| har başlangıcında Kazarlara karşı ha- teket edilebileceğini bildirdi. Attilâ, Tuna yolundan şimale doğ- Tu yol almağa başlıyan postacıların ar- kalarından baktıktan sonra Onegese dönerek oraya geldiğinin Rugiya pren- sine haber verilip verilmediğini sordu. Yunanlı, «evet verildi» dedi. Attilâ memnun olarak başını eğdi ve argâha giden yola doğru atını sev- i. Önegesin atı da kralın atı arka- sından yürüyordu. On Sekiz Sene Nalların altında karlar çıtırdıyarak e- ziliyordu. Çam ve köknar ağaçlarının dalları, yerlere kadar eğiliyordu. Kral dedi ki: - — «eKar ve buz... Erken başlayan don, erken başlayan kış.. Öneges, a- tın, kaç seneden beri atımın adımlarını valıyor?» - — «ÖOn sekiz sene olmak üzere, Kral Attilât» — «Ön sekiz sene.. Sen beni oğulla- Tmdan daha eyi anladın; sen oğulla- tmdan daha akıllısın. Ben dizginleri bırakacak olursam, nasihatlerini — on- lardan esirgeme |.» Yunanlı, teessürünü gizlemek için atının boynuna kadar eğdi. — «Bunu yapmağa iki şey manidir, T'nyü. dedi. Birincisi, unutmamalısın ki artık ben de ihtiyarladım; — benim Senden fazla yaşayacağımı kim söyli- Yebilir? İkincisi, oğulların beni sevmi- Yorlar, onun için benden nasihat al- Mak istemiyeceklerdir.» «Sevmek?. Dengezik ile Irnak — a. :îldi rüyalarını seviyorlar, Ellak ise bir kimseyi sevmiyor. O da benim | Sibi. Senden nasihat almak istememe- ı“_'i mümkündür. Verdiğin nasihatleri dinlememeleri? Bu da olabilir. Fakat, ıı"llî.'ız. söylemediğin üçüncü bir sebep vardı, o neydi Öneges,» — «Hangi üçüncüsü, Tanyü:» — Sicilyayı Yeniden Görmek ÂAttilâ, atını yavaş yavaş yürüttü, *lini açarak dallardan düşen kar par- 1 avucunun içine aldı ve şu ce- 1 verdi: — «Söylemek istemediğin üçüncü ...ebeP: Artık vatanına geri dönmek is- lıytıı'Blın, Öneges.» — «Geri dönmek mi, Tanyü?» hnYumnlı saçlarının dibine kadar kırmızı oldu. Dedi ki: — #wHayatımın sana ait olduğunu, ke_ndi ihtiyarımla seni terketmiyeceği- 'ai biliyorsun.» i iraz tereddütten sonra: — «Bazan itiraf ederim ki, Sicilya- t?h’ar görmek arzusu uyanıyor. Bu- tiyarlığıma ver, Tanyü. Fakat, bu m“mu ifşa ettirecek hiç bir harekette |“Unmadım. Onu sen nasıl keşfet- in>), Attilâ dikkatle Yunanlıya baktı: — «On sekiz sene, Oneges!. Fikir- |diyor? Bizde olmayan kadınlar lerini nasil okuyamam ? Demek ki oğul larım sensiz bu devleti idare edecekler; fena idare edeceklerdir. Arsa hazırlan- dı; fakat binanın temel taşıhı atacak bir kimse yok. Ne ben, ne oğullarım. Niçin böyle oldu, Oneges?» — «Bunun sebebini tayinden aci- zim.» — «AÂetiüs bir gün bana: İmanla tapındığınız bir mevcudiyet yok ta o- nun için, demişti.») Kadın.. Kadın.. Yunanlı: Fakat kral buna dikkat etmeden şunla- rı da ilâve etti: — («dnsan, milletine bir memleket zaptettiği gibi bir de allah zaptedebilir mi?. Bir de Aetiüs, sizin kadınlarınız yok, demişti. Ne çeşit kadınları kaste- Ger- man kabilelerinde var mı?» — «Olabilir.» — «Olabilir. Meselâ Burgonyalı İl- deko gibi. Biraz evvel ihtiyarladığın- dan bahsediyordun, Öneges?.» Yunanlı gülümsedi ve ağaran şa« kaklarını gösterdi. Attilâ dizginleri çekerek atını dur- durdu: — &Ben de ihtiyarladım.» dedi. Bu- na hayret ediyormuş gibi söyledi. Son- ra bir şey hatırladı ve dedi ki: — «dhtiyarladığımı bir kere daha zanneder gibi olmuştum. Kraliçe Ker- kayı #iyaret ettiğim gün de kendimde bir ihtiyarlık hissi uyanmıştı. Oneges, şimdiye kadar acaba kaç kış yaşadım? Ben bilmiyorum. Birer birer saymağa da artık muktedir değilim.» Tunadan Cenuba Doğru Kral önüne baktı. Semerdeki kayış- lardan birinin kopmuş olduğunu bir- denbire gördü. Eyice eğilerek o kayışı yerine taktı. Bu iş epeyce uzun sürdü, çünkü parmakları soğuktan donmuş, sertleşmişti. — «Öneges, ben öldükten — sonra sen serbestsin. Tunadan cenuba doğru bir çok yollar gider.» Yunanlı bağırdı: — «Tanyü!. Bu ne demek?» Attilâ yüzünü ona doğru çevirdi. Gözlerinin etrafındaki mavi gölgeler gözlerini daha büyük ve daha çukur gösteriyordu. İnce, renksiz dudakla- rında yarı tebessüm belirir gibi oldu: — «Ön sekiz sene!. Halbuki nazı- rım ağzımdan çıkan sözlerin manâsını anlamayı hâlâ öğrenemedi.» - — «Tanyül.» Yunanlının gözleri doldu, kralın e- lini tutmak istedi, Attilâ atını yürüt- tü, Önegesin eli kralın eline kadar ye- tişemedi. Attilâ: — «Yolumuza devam edelim.» em- rini verdi. Nehir Baoyunca... Aradan bir hafta geçtikten ve ordu Tunaya vasıl olarak Şarka döneceği noktaya geldikten sonra Attilâ bir da- ha karargâh kurmak istedi. Fakat ordu sabırsızlandı. Babasının yanına yalnız olarak çıkmağa hâlâ cesaret edemeyen Ellak yanında Edeko olduğu halde krala gitti. Yola devam emrini verme- sini diledi. Attilâ: — «dstirahat!.» diye bağırdı. Başka bir şey söylemedi. Ellak ricasını tekrar ederek: — «Tanyü, muhariplerimiz her du- rakta mırıldanıyorlar. Daha Alp dağla- rını aşarken yavaş yürümeden şikâyet ediyorlardı; fakat dağlarda yol bilme- dikleri için itaat ediyorlardı. Halbuki şimdi eski yol üzerindeyiz. Herkes, nehri takiben yurdumuza vasıl olacağı- mızı biliyor.» Attilâ sordu: — «Evlerimize bu mağlübiyeti ha- ber vermek için mi bu kadar acele edi- yorsunuz?») | (Arkası var) BAKRALAR Paşa olan Ağa Abdülmecit devrinde kurenadan bir Ragıp ağa vardı. Padişah nezdinde — de makbuldü. Bu adam bir aralık vüzaret rüt- besile saraydan çıkarak taşraya vali oldu. Eski âdet veçhile teşekkür için sadrâzama ve sadaret gibi büyük makamlarda bulu - nan vezirlere gittiği sırada tekaüt olup sa- hilhanesine çekilen Hüsrev Paşayı ziyaret etti. Hüsrev Paşa, kendisini: «Buyurunuz Ragıp ağa» diyerek karşıladı. Ragıp Paşa, kendisinin vüzaret rütbesini ihraz ettiğini Hüsrev Paşanın haber almamış olduğuna hükmederek lâkırdı arasında işi anlattı. Hüsrev Paşa gene «evet Ragıp ağa» gibi sözler söyleyince Ragıp Paşa derdini an - latamamış olduğunu görerek bir sırasını ge- tirip kendisinin paşa olduğunu — söyledi. ağa» diye hitabı üzerine artık işi açıktan açığa söylemeğe ve bunak paşayı utan - dırmağa karar verdi. «Şevketlü efendi - miz, bendenizi huzuruna çağırtıp sana Vü- zaret verdim, artık paşa oldun buyurduk- larında hem sevindim, hem pek şaştım» dedi. Hüsrev Paşa, bunun üzerine, «ha, e- vet, Ragıp ağa oğlum sizin vezir olduğu- nuzu biz de işittik te hep şaştık!!» ceva - bını verdi. Hüsrev Paşayı utandırmak is - tiyen Ragıp Paşa kendisi utandı. Avrupadan Gümüş Almıyacağız Darphane Müdürlüğü yüz kuruş - luk paraların basılmasını bitirmiştir. 8 milyon İiralık yüz kuruşluk - basıl - mış ve tamamen piyasaya çıkarılmış- tır ruşluk basılmış, bunlar da piyasaya verilmiştir. Bugün piyasada — tedavül eden yeni gümüş paranın yekünü tam 10,5 milyon liradır. 10, 5 ve 1 kuruş- luk nikel paraların basılmasına devam edilmektedir. Tedavülden kaldırilan eski gümüş paraları mal sandıkları on gramını 18 kuruştan külçe fiyatına almakta - dırlar. Bu hesaba göre bir Mecidiye 32 - 33 kuruş tutmaktadır. Elinde Mecidiyg bulunup da vaktiyle satmıyanlar şim- di bu fiyat üzerinden satmaktadırlar. Şimdiye kadar darphanede 60 ton ka- dar gümüş toplanmıştır. Hâlâ da gel- diğine göre artık Avrupadan gümüş almıya lüzum kalmıyacaktır. On para- lık bronz paraların henüz kalıpları ha- zırlanmıştır. Ufaklık sıkıntısı yok Bazı gazeteler eski gümüş paralar piyasadan kalkınca Şark vilâyetlerin- de ufaklık sıkıntısı başladığını yazdı- lar. Alâkadarlar bunun aslı olmadığı- nı söylemektedirler. Bununla beraber darphane müdürlüğü Urfa ve Malat- ya gibi bir çok vilâyetlere yeni bası - lan 10, 5, ve 1 kuruşluk yeni nikel paralarla 20 ve 10 paralık eski nikel - lerden miktarı kâfi para göndermiş - tir. Dün de bir miktar gümüş ve ni- kel para yola çıkarılmıştır. Bu suretle Şarkta ufaklık sıkıntısına meydan ve- rilmiyecektir. Hüsrev Paşanın gene «Ragıp ağa, Ragıp | 2,5 milyon liralık da 50 ve 25 ku -|. ÂYE Ercümend Ekrem - Talü KISMET İbrahim Mukbil dünyaya geleli tam yarım asır olüyordu.. Babasının ona bilhassa seçip koy- duğu bu iki isim, zerre kadar uğur ge- tirmemişti. Bilâkis o yaşadığı müd- detçe ne Halil İbrahim berekâtı gör- müş, ne de ikbalin güler yüzünü! Altın tutsa taş kesiliyor, - ticarete girse batıyor, nereye el uzatsa kaçırı- yordu. Cenabı hak onun rızkını, öl- miyecek kadar, gramla takdir etmişti. Daha mektepteyken başlayan bu talisizlik, bir saat intizamiyle, aksa- madan devam etmekteydi. İmtihanlarda, elinde olmayan se- beplerden dolayı hep dönmüsştü. İstibdat devrinde, başka birisi zan- nedilerek, pir aşkına sürgüne gitmişti. Meşrutiyette, tahliye edilecekken, yine bir isim benzerliğinden — ötürü, zindanda altı ay fazla bırakılmıştı, İstanbula geldiği zaman, hürriyet kahramanlarının gerçekçisi, yalancısi hep birer tarafa kapılanmışlar, — birer baltaya sap olmuşlardı. Yalnız, geç kalan İbrahim Mukbile bir türlü yer bulunamadı. Bir sene — süründükten sonra evkafa örümcekçi başıya mua- vin olarak girdi. Üç ay sonra kadro harici idi! * İbrahim Mukbil o sıralarda idi ki dünya evine girdi. Fakat evliliği bir ay sürdü, sürmedi, karısı felce uğradı; tâ, umumi harbe kadar. Ondan sonra kadıncağız allahın rahmetine kavuş- tu amma, İbrahim Mukbilin elinde a- vucunda bir şeyler kalmamıştı. Hasılı, dedim ya: İbrahim Mukbil bir kısmetsizlik, talisizlik nümunesiy- di. Sanırdınız ki şâir: «Bibaht olanın bağına bir katresi düşmez - Bâran ye- rine dürrügüher yağsa semadan» be- yitini onun için, sırf onu Güşünerek- ten söylemiştir. İbrahim Mukbil, ellinci yaşına bas- tığı gün, sabahleyin erkenden evin- den çıkmıştı. Babasının, Edirnekapı- sındaki mezarını ziyaret edecek, bu yarım asırlık nasipsiz ömrün artık bi- raz olsun değişmesi için huzuru rab- bülâleminde, rahmetlinin şefaatini di- leyecekti. Zira pek hassas olan zavallı adam- cağızın bu talisizlik canına tak demiş- Pis pis düşünerek yürüyordu. Vez- necilerden Şehzadebaşına, oradan Fa- tihe çıktı. Camiin avlusunda, şen kah- kahalarla kaydırak oynayan mahalle çocuklarının neş'esine gıbta ederek i- lerledi; Edirnekapısından çıktı; — me- zarlığa daldı. Babasının kabrini çoktandır ihmal etmişti. Yabani otların, ballı babala- rın, ısırgan ve yapışkanların arasında onu güç belâ keşfetti. Başı ucunda çö- melip, yana yakıla dua ve şefaat niyaz — 1& 3 uykusuz bir gece takip eder AA k:derl:n'lr ve hiç bir şeyden memnun olmaz. Her muvaffakiyetin ilk şart- — ——— Her şey fena görünür. İnsan huysuzlanır, tarı dinlenmiş bir vücut ve dinlenmiş sinirlerdir. Eger sinirli iseniz, dünya tanıre 10 ve © Bromural «Knoll» komprimeleri sizi kurtarır. ü Müsekkindir ve uykuyu temin eder ve hiç bir zararı yoktur, bütün 20 Kkoömprimeyi havi tüpe terdaeczanelerde reçete ile satılır. * L « Knoll A»G,, kimyevi maddeluîıbıikılan. Ludwigshafen s|Rhin. etti. Okudukça, bir yandan da göz yax şı döküyor ve için için bir inşirah du- yuyordu. | O dakikada ona öyle geliyordu ki, babasının bu yalvarmalara bigâne kala mayan ruhaniyeti, onun dilediğini he- men temin etmiş, daha o andan itibas ren talii değişmişti. Bu kanaatle ayağa kalktı; sonr Lir evlâtlık saygı ve sevgisi gösterip ya- bani otları yoldu; elleriyle toprağın kümbetini düzeltti ve oracıktan, gön- lünde büyük bir inançla ayrıldı.. Yola çıktığı zaman, şehre zerzevati satmağa giden bahçıvanlar, yüklerini boşaltmış, hayvanlarının sırtında bah< çelerine dönüyörlardı. Türkü çağırarak geçen bu basit a« damlar bile onun hasedini, — gıbtasın? tahrik ediyordu. İbrahim Mukbil arka- larından durup, durup baktı. Ve gerisin geriye şehrin kapısına doğru yürüdü. Ayl O ne?. Tam bastığı noktada, — kurumuş, kerpiç kesilmiş çamurların içerisinde, göz alıcı pırıltılarla bir şey parlıyordu. İbrahim Mukbil eğildi, baktı: Bu bir altın İira idi! Eh! Artık diyecek yoktu. Duası ka« bul edilmiş, taliinde mühim bir inkılâp olmustu. İşte bu da onun hayırlı mukaddimesiydi. Müddeti ömründe sokakta para bul« mak şöyle dursun, daima kaybetmes ğe alışmış olan İbrahim Mukbil bu keşfe çocuk gibi sevindi. Elini uzattı, yerden aldığı çil lirayı sakalına teber- rüken sürdükten sonra yeleğinin cebi- ne indirdi. Tam bu sırada, omuzuna bir el do« kundu. Döndü, baktı.. Deminki bahçıvan- lardan biriydi. Herif, beygirinden in- miş, yularını koluna geçirmiş, dikili- yordu. — Efendi! Şimdi yerde bir altın li- ra buldunuz, değil mi? diye sordu. Dürüst bir insan olan İbrahim Muk- bil inkâr etmedi. — Evet, dedi, buldum. — Kusura bakmayın amma.. Onu şimdi ben düşürdüm. Kızımın boynu- na takmak için çarşıdan bir çift altın almıştım. İnanmazsanız, nah, işte te- ki burada, mendilimin içinde. Demin şuradan geçerken, kuşağımın — arasın- dan tütün tabakamı — çıkarıyordum; mendilim beraber fırladı. «Tınn!.» di- ye bir ses kulağıma geldi. Baktım: Li- ':x ranın tekini düşürmüşüm | w Herifin ifadesi o kadar samimiydi ki, hakikat olduğuna hiç şüphe yoktu. Esasen, liranın bir eşini de müddeasını ispat makamında gösteriyordu. İbrahim Mukbil: — AL, birader! dedi; malın - helâl- miş.. Ne diyeyim? götür çocuğa, güle güle taksın! ve lirayı verdi. : Herif, teşekkür edip, uzaklaşırken, İbrahim Mukbil arkasından koştu, ye- tişti : — Dur! — Nedir, efendi? İbrahim Mukbil cüzdanından bir de kâğıt lira çıkardı, uzattı. A — Al şunu da, çocuğa şeker götü- — rürsün ! Z 4 —.. Neye be beyim? Ne lüzumu var — şimdi bunun? - İbrahim Mukbil içini çekti. 1 — Sen onu bilmezsin! dedi. Senin düşürdüğün ve benim de bulduğum © altın lira yok mu?. Kısmet denilen şe- yin tadını, zevkini, elli yıllık ömrümde, velevki bir dakikacık olsun, onun sa- yesinde tattım! Ve başını eğdi.. Yine pis pis düşü- — nerek, geldiği yoldan evine ve çilesine — döndü. ; V * Tidendek a l bir. — Bi di A

Bu sayıdan diğer sayfalar: