Hint Denizlerinde Türkler PiriRele- Murat Reis - Hadım Süleyman Yazan: M. Turhan Safer Reis Düşünceye Dalmışti. Birçok -Hesaplar Yurutuyordu.. — Rumi, müj- de! Portakal çiçeği benim oluyor. Safer Reis, ne şaşkınlık gösterdi, ne sevinç. Sadeco sordu; — Nasıl — sizin oluyor — sultanım, onu odalık mi ah- yorsunuz ? — Hiç öbür ha. layık gibi odalık olur mu?. - Evlemi- yoruz. —Kutlu olsun sultanım. İnşallah bütün cine rağmmen dal ginlaştı, — gamli gamılı mırıldandı: — Onunla anlaştık, Emanoel her şeyi bi arasındaki mücaka ıları postacı biribirimizi , yordu. Çönkü kız kardeşile Safer reis ömrümüz oldukça sevmiye andlaştık | amma önce yapılacak işler var. — Na gibi işler sultanım, düğün bazırlığı filân mı ? — Hayır. Yol hazırlığı Rumi, yol hazırlığı! Ve Safer Reisi karşımına oturtarak kızın isteyip de kendinin (Peki) dedi- ği geyleri birer birer anlattı. Türk vezir inanılmaz hikâyeler dinliyormuş gibi sık sık şaşkı gösteriyor, kaş çatıyor, baş sallıyordu. Söz bitince, derin bir iç üzüntüsü: | ne kapılmış gibi davrandı; — Yaman bir düz yola düşmlüşeti- nüz sultanım, dedi, dü, kmaza girmişsiniz. Önünüz dıvar. Bilmem ki n3 yapacaksınız? Berikl yalvarır gibl süylendi: — İşi sana açışım, bana yol göze termen içindir. Söz verdim, ant içtim, *Öz aldım, ant içirdi Artık geri dönemeyiz. Dediğin gibi belki bir çıkmaza girdim. Fakat pişmâan deği- Tim. Dileğim ©o çıkmâzı, seninle el birliği yapıp, yıkmaktır. Safer rels düşüncüya daldı, birçok hkesaplar yürüdür. gibi göfündü, s0- nenda şu düşüdü — (mülâhaza) fari ileri sürdü; — Padişah sözü ayak altınn alınamaz, mutlaka — yerine — getiril- melidir. Lâkin bir hükümdar da- vul zurna çaldırarak, halkı aya- ğ kaldırarak sovdiği firânk kızile sınır dışına geziyo ( seyyahate ) çıka« maz. İyi düşünmek, sevginizle hüklüme darlık düşürge ( vecibe ) lörini yan yüna yürütmek için iyl bir yol bulmak gerek. Ben kulun bir Mekke aolcu- lağu — yapmanızı döğrü — Bülüyorum. Oraya gideceğinizi halka yayarsak kimsenin bir gey dömesine yör kalmaz, Bu düşünü, hükümdarin da hoşuna gitti, Sa eisle uzun uzun konüş- tuktan sonra İlkin bütün hazinelerini Mokkeye yollamayı, ardından oraya doğru yo'd çıkmayı, Portakalçiçeğile Hk konak — yi e birleşmeyi ve Mekkede parlak bir. düğün yapıp ocunla evlenmeyi küârarlaştırdı. Safer R> 4, bu uzun goözi sırasında Gücerat da kalacak, işlere bakacak, saraydaki kadınları dağıtacak ve güvey ile geli- nin dönüşünde baş ağrısı çel moleri için gerekli olan şeyleri yapacaktıl.. Bahâdir Şah bu konuşmayı bitirir ti yaın İçine ve dışına mek İstediği ,, |haberini ke di ağzile yaydı, dağıttı, Sefer R-iş de Üç yüz sandık tutacağımı bosaplamış olduğu hazineyi yola çıkarmak için hazırlığa girişti. Plânin pek kolaylıkla yürüdüğünü gören Türk Vezir, bu hazırlıklar sırasında Bahâdir Şaha bir fikir daha aşılamıştı. O, Mekkenin Osmanlı idaresi altında bulunduğunu hatırla- tarak oraya gönderilecek hazinelerin İşi korunması, Gücerat Sultanı ile gevgilisine saygı gösterilebilmesi için İstanbula da bir mektup ve birkaç armağan gönderilmes'ni doğru bulu- | çıkararak Sefer Re'se verdi: vasıtasile öğreniyordu yordu. Bahâdir Şah bu fikri de beğendi ve hemen belindeki elmas kemeri — Hozineden, dedi, birkaç parça şey daha seç. Bununla bilo Oğmanlı Padişahına gönder. Oraya gidecek adamı da sen beğen. (* Beri taraftan Jan da uzun bir mektup yazarak Bahâdir Şahla arala- rında geçen konuşmayı anlatmış ve sonunda şöyle bir yalvarış yapmışlı: te emrini yerine getirdim, yü- gösterdim, — sevgi üzerinde kendisile konuşmak felâke- tine katlandım. Allabı birakip şeytana - fapmak, yalan da olsa, gönül üzen bir İştir. Bunu, bu büyük suçu senin yüksek hatırım için işledim. Sen de nazik ol, çektiğim Üzüntünün izini yüreğiinden sil. Yarın gece yine orada, aşkımızın gçocuksuz yaşayan taş beşiğinde seni beklerim, Gel, bana acıyıp göl. Seni rabatsız etmiyeceğime söz veriyorum, Yüzünü göreyim, ter. Dağa çıkaca yanlar onun eteğinde oturup tepele- rinde kümelenen yüksekliğe hayran hayran bakmaktan da zevk alırlar | ,, Safer Rels, bu çağrışı yeri çevir medi, kayalığa gitti. Hattâ bir kez değil, iki üç kez gitti. Başlanan işin pürüzsöz yürümesi için kıza yeni yeni emirler verdi, onu Bahâdir Şahla bir daha ve bir daha görüştürdü, pişmiş aşa su karışmaması için — herşeyi yaptı, yaptırdı. O, yalmız bir noktada gaflet göz- teriyordu, Bahâdir Şahı avutmak, Portekizli kızı, kendi plâmına göre kullanmak yolunda yürürken Emanoel dö Suzayı toşluyordu. Halbuki Janla kendisi arasında postacılık yapain ve kayalığa gidip gelişte kayık kullanan denizci nefar, bu iki sevgiliden aldığı paraları az bularak üçüneli bir kazsnç kaynağı — temin etme düşünmüş. filo kumandanına yanaşarak götürdüğü mektupları, yapılan gece gezintilerini birer birer anlatmıştı. Emanoel dö Suza bu jurnal üzerine ne kızgın'ık, ne telâş gösterdi. Yalnız işin içyüzünü anlamağa çalıştı. Kız kardeşinin Safer Reise yolladığı mek- tuplar; açıp okudu, kayalığa gidip saklandı, orada konuşulan — geyleri, mümkün olduğu kadar, dinledi ve Şaha nasıl bir oyun oynanılmak isten- diğini kavradı. O, kız kardeşinin Safer Reisi de kafese koymasını çoktan — gerekli () Hammer ( yirmi dokuzuncu kitap ), Bahâdir. Şah tarafından İstanbula — yollanan hediyelor arasında altısış bin Grore değe- rinde bir kemer bulunduğunu yazar. Tarihçi Ferdi bir Gerotanin yüzbin doka — olduğunu bu hesaba göre o kemerin altı milyon doka altısı, yani Üçyüz milyon akçe değerinde olduğanu söy'er. Ferdinin kemore pek fazla değer biç- tiği anlaşılıyor. Bununla beraber gu arma- ğamın hayli yüksek bir. değer taşıdığına kuşku yoktur. M.T. T & Numarasız Evlerde Oturanlar! Başvekâlet umum — istatistik mü- dürlüğünden: —1 — Nüfus — sayımınu esas olmak üzere Belediyelerce bütüu binalara numara konulmaktadır. 2 — Numarasız binalarda oturan- lar hükümete haber vermeye mecbur- durlar. — Oturduğu — bina — numarasız olduğu halde haber vermeyenlerle bu nümaraları bozan, silen ve kaldıranlar) için para cezası vardır. BANKA KOMERÇİYALE iTALYANA Liret —-700,009,000 Ihuynz akçesi ,, — 144,755,576,20 Merkezi idaret MILANO llnlyınm başlıca şehirlerinde SUBELER Frausa, İsviçre, Avustur- » Çekoslovakya, Y Afil ISTANBUL ŞĞBE MERKEZİ! Gulata Voyyoda caddesi -Karaköy Palas (Telal 44841/2/37477 Şehir dahilindeki acenteler: İstanbulda: Alalemciyan hanında 'elefr. 22900/3/11/12 15. Beyoğlunda: İstiklâl caddesi Telef. 41046 İZMİRDE ŞUBE bulmuştu, hatta Jana direktifler de vermişti. Lâkin işin böyle görçekten sevişmeğe — varabileceğini — aklına gelirmemişti, Lundan do'ayı biraz şaşkındı, biraz da — üzülüyordu. Şu kadarki vaktinde Işi duyup Ööğrendiği için yüreğini yine geniş tutabiliyordu. Kayalıkta saklanıp da onu dıhoı dinle- üzüntüsü — büsbütün Amiral cenapları İçini, dışını o'duğu plâna karşilik bir plân çizmeğe koyuldu. Onun ilk yaptığı: iş, Kalküte taraflarında bulunan ve Gua bülgesini elinde tutan genel İlbay — Amiral Anluvan dö Silveyraya bir. mektup yazmak oldu. Hint kıyılarında Vis Rova - Vice-Roi adile Portekiz kralı hesabına hüküm süren bu Amiral bizim Emanoel dö Süzanın da buyur- manı (amiri) idi. Bu yüzden o'up bi- teni ona bildirmek zorunda kalıyordu, Sayın okuyucularımız, bugün İngi- lizlerin elinde çırpımp duran Hint ülkesinin — Portekizlilerca nasıl ele geçirdiğini belki anlamak isterler. Bu, tarih içinde tarihtir, düşündürücü hâdiselerdendir. Bizim kanaalimize göre yer yüzünde hiçbir toprak par- çası Bengâle bölgesi kıyılarının Por- tekizliler tarafından ele geçirilmesi kadar kolay olarak yad ellere düş- memiştir. Hikâyemize de ilkili olduğu için bu hem gülünç, bem acıklı hâ- diseyi kısaca anlatalım 1 1498 yılında bir gün Calicut İlmanı önünde bir Portekiz gemisi boy gös- terdi. Bu toplu tüfekli, yelkenli kü- rekli deniz konoğunun başta en ünlü yelkeneilerden Vasco de Gama bulu- nuyordu. Gama, yeni topraklar — bulmak ölküsüne kapılarak denizleri dolaş- yordu. Hindistana varınca orada bir köşe yakalamak, Portekizle — yeni sömürge arasında dözenli bir. tecim (ücaret) yotu kurmak istadi. Yanında topu topu yüz sekiz kişi vardı. Bu- nunla böraber Ürkmedi, çekinmedi, kayıkla kıyıya iki adam gönderdi, oraların hükümdarile görüşmiye bir yol aradı. Kaligut halkı, © güne kadar görmedikleri kılıkta iki adamın karaya çıktığını görünce küme küme koştular, onların etrafında halkalandılar, insan biçiminde deniz hayvanı görüyorlarmış gibi şaşkın gaşkın seyre dal Bu kalabalık içinde Tunuslu adam vardı. O, karaya çıkanların Portekizli olduğunu anladı, kendilerini evine götürdu, sonra onlarla berabgr gemiye geldi, Hindistan tecim işleri hakkında Gamayı aydınlattı ve yılmaz gemiciyi ora Racasile görüşlürdü. Raca, Portekizli gemiciden hoş- landı, onun dileğinl ye ceğine söz verdi. Gat menin ertesi günü yine Rac,; sarayına geldi, birtakım armağanlar getirdi sonra | Arkası var | HİKÂYE Çeviren: Selim Tıynet — Delikanlılar Budala İmiş! Tanışmalarına bir kuza sebep olmuştu. Bir kış sabahı, Müzeyyen evinden çıkmış, beş senedenberi çalıştığı kütüphaneye gidiyordu. Hava çok soğuk, her taraf don içinde idi. Kürklü mantosuna bü- rünmüş hızlı hızlı yürürken ayağı kaydı. Boyluboyunca buzların üs- tüne seriliverdi. Üstü başı temiz, iri bir sarışın delikanlı: — Bir yeriniz acıdı mı? - diye hemen yardımına koştu. Müzeyyenin — utançtan — yüzü kızarmıştı. — Çabucak — etekliğini indirerek. Kalçalarına kadar açı- lan bacaklarını kapadı. Ve genç adamın yardımile ayağa kalktı. — Biİr yeriniz acıdı mı? diye tekrar sordu delikanlı. Arkanız- | dan yürüyordum. Kaydığınızı gör- | düm, fakat yetişip tutamadım. Bunları” söylerken bir- taraftan da iri elleri'e kızın üstünü tilkme: ye çalışıyordu. Hayır! Müzeyyenin hiçbir yeri acımamış, biraz üstü kirlenmişti. Genç güldü: — Sz cok cesursunuz, — dedi. Koluma giriniz. de yürümenize yardım edeyim, Müzeyye , teşekkür etti. Biri- birlerive — yaslanarak yürümeğe başladılar. Kız hem yürüyor, hem de yan gözle kolundaki erkeği inceden inceye tetkik ediyordu. Çok gençti bu delikanlı. Ol- sa olsa yirmi iki, yirmi Üç ya- şında idi. Berrak - mavi gözleri pembe yüzüne masum bir eda veriyordu. Ne İş görüyordu acaba? Müzeyyen, —ona kendisinden bahsettirmek için, evvelâ kendi hayatını anlatmıya başladı. Kimses'zdi. Küçük bir apartı- matıda yalnız yaşıyor, gündüzleri, kütüphanedeki — işine 'ıdiyordu. Söz arasında, yaşının yirmi beş olduğunu kapalı bir şekilde çıt- latıvermişti. Erkek biraz çekingen duruyordu. Buna rağmen isminin Refik ve Hukukta talebe oldu- ğunuü, hayatını. kazanmak - için amcasının yanında komisyonculuk yaptığını söyledi. Tuhaf bir te- sadüf olarak, ikisi de aynı semtte oturuyorlardı. Fakat biribirlerini hiç görmemişlerdi. Nihayet, bir bahçenin önünde ayrıldılar. Ertesi sabah tekrar buluşacaklardı. Müzeyyen koşa koşa kütüphaneye girdi. Masası sın başına oturürken, — çıplak tepeli şefi kendisini şöyle bir süzdü. — Eu sabah geç kaldınız! Dedi. Müzeyyen, ©o zamana kadar, kibar ve nezik bulduğu bu ada- ma karşı içinden bir (ya sabur!) çekerek işine koyuldu. Ertesi sabah sokağa çıkma- dan evvel biraz süslendi. Başına yeni bir şapka giydi. Yanaklarını ve dudaklarını boöyadı. Aynanın karşısına geçerek üzün, — uzi baktı. Siyah saçları ve siyah gözlerile kendis ni oldukça güzel buldu. Sonra genç adamın kumral saç'arını, berrak mavi gözlerini düşündü. Onunla ne güzel bir tezat teşkil ediyordu! Kalbi çarparak sokağa çıktı. Refik sözleştikleri yerde kendini bekliyordu. Dün yürüdükleri cad- delerden geçerken şundan, bun- dan konuştular. Fakat delikanlı pek durgun görünüyordu. Müzey- yen içinden: “Bu adamda bir çapkının gü- zelliği yok. Eğer düşmemiş o'ma- saydım belki benimle — cesaret edipte konuşamıyacaktı bile,, diye düşünüyordu. Bundan sonra hemen her sabah buluşmağa başladılar. Yal- nız beşinci gün pazara rastlıyordu. Biribirini göremediler. Müzeyyen bu günü pek boş ve manasız buldu. Pazartesi günü Refikle karşı- laşınca adeta sevindi. Dünü çolı ! ı : sıkıntılı geçııd.ıguıı söyledi. Genç adamın da bu, boş günde cani sıkılmıştı biraz. Artık pazarları beraber geçirmeği sözleştiler. Mnıs,yın kapalı bir kız değil- . Bundan evvel iki defa sevgi ı.ı başından geçmiş, ikisinde de evlenmek Üümldile erkeğe karşı müşfik ve Bsamimi davranmıştı. Fakat... Şimdi bu üçüncü idi. Yalnız, yine kalbi saf ve temizdi. Kendi kendine “Refik benden biraz daha genç, amma ne zararı var. Evleniriz, onun için tecrübesi fazla bir arkadaş olurum. Birik- miş param da var, Pekâlâ mesut yaşarız,, diyordu. Müzeyyen seviyordu. Ağzından hiç işitmediği halde, Refikin de kendisini sevdiğini, yalmz bunu söylemeğe cesaret - edemediğini sanıyordu, İyi giyinmeğe ve sü« rünmeğe başlıyalıdanberi bir haylı güzelleşmişti. Bunu kütüphanede beraber çnlışılgı arkadaşları da söyliyorlardı. Hatta, öfkesi bur- nunda çıplak tepeli 'efı bile ken- disini incitecek söz söylemekten çekiniyordu. Hele ilk bahar da gelince büsbütün — başkalaşmış, bir içim su olmuştu. Fakat bü- tün bunlara karşı Refik durgun kalıyor, sevgisinden ve hayranlı- gından bir kerrecik olsun bah«e setmiyordu. Nihayet bir akşam, birlikte yemek yedikleri lokantada Refik biraz açılır gibi oldu: — Benim, dedi, büyük bir kusurum var. Son derecede mah-« cubum. Bu beni müthiş bir has« talık gibi kemiriyor. Çünkü ©on mühim arzu ve isteklerimi bile söyliyemiyorum, Müzeyyen kendi kendine, “Eh, demek ki bunun içinmiş bana bir şey açmamasıl,, diye düşündü. Sonra genç adama doğru eği- lerek: — Siz delisiniz! dedi, mahcup olmanıza hiç sebep yok. Genç, ııı.k; ve güzelsiniz. Hangi kadın Refik ürperdi. — Ah, söylemek istediğim bu idi benim, dedi. Iyi buldunuz. Çok sevindim doğrusu bu sözlerinizel Bana âdeta cesaret veriyorsunuz, Demek ben de bir kadına sev- gimi söyliyebilirim. Ne bahtiyarlık! Alevi gözlerile Müzeyyeni sü- züyordu. &ıı. işte şimdi aşkını itiraf edecek diye bekledi, durdu. Fakat gaç vakit ayrılıncaya kadar Refik bir kelime bilesöylemedi. Geni kız, her halde Beyecana kapılmış olacak, belki yarın söyler dedi. Amma ümidi boşa çıkti. Çünkü iki gün biribirlerini göremediler. Üçüncü gün sabahleyin sokakta karşılaşınca Refik sevinçle Müs zeyyenin elini sıktı. — Siz!en çok minnettarım, dedi. Bana cesaret vermekle mes- ut olmama yardım ettiniz. Bir senedenberi yeğenimi - seviyorum fakat bunu bir - türlü kendisine söyliyemiyordum. Nihayet dün, sözleri: izden kuvvet alarak der- dimi döklüm. Zaten o da beni bekliyormuş. Hemen anlaştık. Ah, size çok, çok teşekkür ederim. Müzeyyen kendini toparlıyarak bir şey sezdirmeden onu tebrik etti. Fakat içinden lânet okuyar- du. Bununla beraber bu macera kendisi için de faydalı olabilirdi. Çunkll çıplak tepeli şefi, yeni yeni plb'se ve şapkaların göste- rişine kapılarak ona âşık olmuştu. Evlenmek istiyordu. Aralarında on iki yaş fark vardı, amma yine (pekil) dedi. Zira artk deli de- ğgildi ve genç erkekleri de taham- mül edilemiyecek derecedi e budala — | bulıı) ordn. ğ i