ge— 12 Temuz B el l Mahkemelerde Hangisi Doğru Söylüyor Dayacı Tahtakalede oturan 40 yaşında Eminedir. Suçlu da yine o semtten 20 yaşında Mah- Mahmure, Eminenin iddlası şudur: Bu; kız kardeşile birlik olarak beni dövdü. Vücudumda çürüme- dik yer kalmadı. Ellerinden ge'se öldüreceklerdi.. Yolundadır. Fa- kat suçlu Mahmure ise: Ne münasebet efendiml. Bir kere ben bu kadını tanımı- yorum. Daha ilk defa bugüa bu- tada görüyorum. Kendisile hiç bir tanışıklığım yok. Nasıl olur da iddia ettiği suçu İşliyebilirim. Sakın yanlış görmüş, yanılmış ve yahut... Kendilerinden geçmiş olmasınlar. Demektedir. Mahkeme şahit dinlemeğe lüzum görmüştür. Hangi tarafın haklı olduğu o Zaman enlaşılacaktır. Yalnız suç- la Mahmure dışarı çıktığı vakit davacı emineye dönerekt — Hava alırsın! Boşuna uğ- raşmal,, Demekten kendinl ala- mamıştır. Ntade Hak Kazandı — Üçüncü Cezada Talât adında bir adam suçlu olarak . sorguya çekilerek duruşması bitirilmiştir. Davacı İftade adında bir ka- dındır. Talâtın suçu İftadeye bazı münasebetsiz hareketlerde bnlunmaktır. Iddla edildiğine gö- re bundan bir müddet önce Talât Tepebaşında Iftadenin oturduğu eve giderek kapıyı çalmış: — Bana Remziyeyi bu akşam veriniz! Demiştir. Kendisine ce- vap verilmiyerek kapı kapatılınca Talât kapı eşiğine bir mendil Yayarak Hzerine oturmuş ve N tade aleyhinde küfür yollu bir çok sözler sarfederekr — Burası umum! evdir. Niçin Remziyeyi bana vermiyorlar? Diye ileri geri söylenmekta ikan Polis tarafından yakalan- mıştır. Davacı İftade de İstida. sında suçlunun cezalandırılmasın. dan başka ayrıca - (5000) lira da manevi zarar isteğinde bulun- Muştur. Yapılan son duruşmada Talât kısmen suçlu — görülerek hem hapis, hem para cezası, hem de davacı İftadeye vermek üzere tyrıca bir tazminata çarpılmıştır. Evlenmesine Manli Olmuşlar Hayriye adında bir kadın Hakkı ve Halil —adlarında iki şoförden davacıdır. — Hayriyenin iddiası şudur: — Ben şoför Mohmetle evle- hecektim. — Her işimiz bitmek Üzereydi. Bu, — Hakkı ile aramızı ayırmaya niyet — ettile-. Bu hususta yapmadıkları kalmac, Nihayet bir gece: — Seni Mehmet — çağırıyor.. diye beni garaja götürterek ora- da faka bastırdılar.. Ve beni ölümle tehdit ederek: — Mehmetle evlenirsen... s0- Hunu sen düşün! dediler. Şimdi bu vaziyet üzerine Mehmetle da darıldık. Işimiz bozuldu. Cezalan- Malarını İsterim, Suçlular ise bu iddlaları red- detmektedirler. Kabahatin kimde olduğu şahitlerin dinlenmesladen #onra belli olacaktır. Yaminden Korkan Şahit Dün ikinci Sulhcezada Vesile adındaki bir kadını dövmekten — Suçlu olan Cemil adında bir ada- Min muhakemesi esnasında şahit bir kadının lüzumsuz va yersiz Deyvamı 12 inci yhdı 1 | | | Halil — ——— | Endülüs Saltana SBUN TUBLA Tariht Müsahabe tıNasılGöçtü Gırnata Korkak Bir Adamın Yürek- sizliğine Kurb Onun Yüzüne Tükiironl De İntikamını Aldı On beşinci asrın ikinci yarısı içinde Ispanyada eski bir tarih kapanıyor, yeni bir tarih açılı- yordu. - Kapanan tarih ile ilgili olanlar sonsuz bir gecenin kuca- gına sürüklendiklerini sezemiyor- lardi, yine post kavgası içinde gün geçirip duruyorlardı. Yeni bir tarih yaratmağa koyulanlar omuzlarında — taşıdıkları — ulusal ödevin değerini anlıyorlar ve ©o değere yakışır blir. yolda canla başla çalışıyorlardı. Tarihleri kapanmak üzere bu- lunanlar Endülüsteki Islâmlardı. Ele zamanlar her yanı kendileri- nin olan yarım adanın şimdi bir köşesline atılmışlardı. Gırnata şa* rında — külmelenmişlerdi, hemen hergün düşmanlarının saldırışına uğrıyorlardı. Öyle iken gözle- rine yapışan uykudan silkinip çıkamıyorlardı, uyamıkken — düş görür gibi anlayışsız yaşıyorlardı, Üstelik birbirlerile boğazlaşıp du- ruyorlardı. Öbürleri el ve yürek birliğinin bilinen ve bilinmiyen güçlüklerin hepsini yeneceğine inan besledikleri için aralarındaki anlaşmazlığı gidermişlerdi, kar- deşleşmişlerdi, sağlam bir güç yaratmışlardı. Söz gellmi kastil ve Aragon kralları birbirini çeke- mezlerken — islâmları Ispanyadan sürüp. çıkarmak Ülküsi uğrunda uyuşmuşlardı. Kastil prensesi Iza- bel, Argon prensi Ferdinanda vazarak bu uyuşmayı bozulmaz bir biçime #okmuştu. Ferdinant, Navar kralı da olduğu için üÜç krallık bu evlenme İle birleşmiş oluyordu. Ayrı yollardan yürüyen Iki düşmanın — birleştiği böyle bir sırada Gırnatada da - tersine - yaman bir ikilik yüz göstermişti. Emir Molla Hasan, bir İspanyol kızına tutkundu, anun bir dedi- gini iki edemiyordu. Bir aralık bu kadından doğan çocuğu vel>- aht yapmak, nikâhlısının doğar- duğu Ebu Abdullahı haklarından yoksun ( mahrum ) etmek - istedi, düşüncesini şuna buna açtı. Fakat bu fikir, didişmek için fırsat arıyan Gırnatalıların - ekmeğine yağ oldu, memlekette ikilik yüz gösterdi. Bir parti Ispanyoldan doğan çocuğun, Ööbür parti de Ebu Abdullahın vellaht olmasını 'Anası, Ondan Tarihin an meğe savaşan müslümanların bu | hal'inden — kendileri için kazanç | elde etmeğl boşlayamazlardı ve Gırnatada hiç yoktan bir ayrı gayrılık çıktığını duyar duymaz ordular düzmeğe koyulmuşlardı. Molla Hasan da, halka avukatlık ve İspanyol — sevgili ile başbaşa geçen günlerin tadına dedikodı- lar, ayaklanmalar yüzünden eksi- liş gelmemesine yol bulmak kay- gusile birleşik huristiyan devlet- lerile savaş yapmak kaygusuna kapılınıştı. Molla Hasan kendin- den de vergi almaya gelen Kastil elçisine bir gösteriş yaptı: — Git, dedi, kıralına söyle. Gırnata'da — düşmana - verilecek | Işte bu söz birleşik hiristiyan ordularımı - Cırnata Üzerine yü- rüttü. Halk da düşmana karşı ko- yacak yerde Molla Hasanın üze- rine atıldı, onu tahttan atarak- yerine Ebu Abdullahı — geçirdi. Şimdi sade sevgilisile kalan Mol- la Hasan dahi savaşı filân unut- müştu, entrikalar çevirerek oğ- lunu ©o temelsiz tahitan atmak maktan boşlanan ahlâksız kal- dırim — siyasacıları baba — ile oğlun bu önürdeşliğinden ( re- kabetinden) kendileri için çıkar arayarak bir. gün birine, — bir öbürüne — dostlük — gösleri- yordu, bu yüzden de Gırnata sultanlığı elden ele geçip duru- yordu. Bir arlık Mevlâ Hasan, kendi yerine amcacası Ezzigal'i geçirdi. elinde tutamadığı tahtın Ebu Abdullahta da kalmaması için bd c.,ı.. Fakat — Ebu Abıı=ılı." yeni — önürdeşi S TF E — LO N Gitti . — M dan kaldırdıktan sonra Ebu Ab- dullahı da yaşatmak istemeyerek Gırnata Üzerine yürüdü. Dost diye çağırdığı hükümda- Türk Talebesinin Şerefini Düşünelim !.. Bir okuyucumuz yazıyor: | Geçen pazar günü akşamüstü Kadıköyünden Istanbula — dönü- yorduk. Alt kat birinci mevkl salonunun penceresinin kenarında oturuyordum. Vapur kalktıktan sonra İkinel mevkl kenarına üç talebe geldi. Başlarında bir lisenin kasketleri vardı. Derhal avaz avaz bağırıp çağırmıya, ağza alınmıyacak kelimelerle - plâjlar- dan, öteden beriden bahsetmeye başladılar. Ben de, memlekete birçok kıymetli elemanlar yetiş- tirmiş olan bu mektebin mezunu idim. Başlarında bu kasketlerle bu çocukların yaptıkları çirkin hareketler beni müteessir etti. Bu sirada dışarıda başka gençlerden biri sabredemeyip müdahale etti: Bu sözde Üç talebe, henliz çocuk sayılan mektepliler, bu rın özünü ancak şimdi anlıyan | defa gıyaben hocalarına atıp tut- Ebu Abdullah, küçük bir kral | mıya başladılar. İş uzadı, nihayet Ülkesi kadar geniş ve büyük olan kavgaya bindi ve genç, bu üç Gırnatayı elden çıkarmamak için | talebeyi köprü polis mevkiine bir şeyler yapmak istedi. Bu önlü payitaht iki tepe Üzerinde kurulu idi. Dört yüz otuz. küleli ve pek sağlam bir duvarla çevrilmiş bu- lunuyordu. Her biri kırk bin kişl alan iki büyük istihkâmı vardı. Halk ta ölüme veya köleliğle sü- Tüklenmek Üzere bulunduklarını sezertk gonuna kadar dövüşmeyi göze almış gibi görünüyordu. Ferdinandın ordusu seksen bin kişilikti, “9:; mayıs: (149) da Gırnata önüne gelmiş ve Şarı dört yönünden sarmıştı. Lâkin saldı- ramıyordu, çünkü — o istihkâm- ları yıkmayı, o kuleleri devirmeği, © dıvarları aşmayı - kolay bulma- yordu. Bir yandan halkı aç bıra- karak, bir yandan da halk arası- na ayırga (tefrika, nifak) sokarak amacına ulaşmayı -tasarlayordu. Bundan dolayı bir yıl, Gırnatanın önünde bekledi, hattâ Santafe adlı bir de yeni Şar kurarak oradan son Endillür. —paytahtım — göz hapsına aldı. Gırnata, hiç bir yerden yardım görmemekle beraber daha uzun yıllar bu duruma göğüs gerebilir- di. Çünkü o dört yüz Kuleli dıva- rın ardında halka yiyeceğini ye- tiştirecek tarlalar, bağlar, bahçe- ler vardı. Su için de sıkıntı çeki- meyordu. Fakat Ebu Abdullah, babasıni ve büyük amcasını yüz üstü bırakan bu halkım birden ayaklanıp kendini de sırtüstü ge- tireceğini düşünerek el altından düşmanlarla konuşmaya girişti, denilen yerde kendine bir kaç çiftlik verilmek şartile Gırnatayı, bir sabah, Kral Ferdi- nandın eline bırakıverdi! Kan dökmeden, büyücek s- kıntılar blle çekmeden gırnatayı ele geçiren düşman, alçak Ebu Aptullaha çiftlik değil eski bir papuç bile verecek değildi. O da bunu çarçabuk anladı, — Afrikaya savuşup orada belirsiz. bir ömür geçirmeği düşündü. Düşman, gü- zel ve Ünlü Gırnatayı yakuüp yıkar- ken o, anasile beraber yola çıkınış- tı, denize doğru yol alıyordu. verdi. Benim iftihar duyarak mezun olduğum böyle kıymetli bir lisede bu çeşit talebeler görmek ne feci şeyl. Alâkadarların nazarıdikka- tinl celbederim, Takıslım Sıraserviler No. 18 Sudi Caner * Tramvay Şirketinden Bir Dilek Ben Aksarayda otururum. Sa- bah gidişi, öğle yemeğine geliş ve dönüş esnasında beni vakitle- rimden eden bir tarifeye İşaret etmek istiyorum. Sabahları Topkapı, Yedikule ve Aksaraydan giden tramvaylar birbiri ardınca Valde camli önün- den çıkıp gidiyorlar. Aralarındakl mesafe ancak on metre kadardır. Ondan sonra mecbüren on, on beş, yirmi dakika, öğle Ostleri de yarım saat tramvay beklemek mecburiyetinde kalıyorum. Acaba Tramvay Şirkeli bu tramvayları birbiri ardınca değil de, onar dakika fasıla le sevk etse ob maz mı? Şirketin nazarı dikkatini ceb- bederim. Okuyucularınızdaa W. T. K Padol tepesine gelince duraladı, gözlerini gırnataya çevirdi, uzun uzun baktı. O tepeyi inince büyük Şarı artık görmiyecekti, göremi- yecekti. Bunu düşünerek aşlıyordu. İşte o sırada anası, Ebu Ap- tullabın yanma yaklaştı, öltıyüz yıllık bir tar.hin tiksintisini jçinde toplayan bir tükrüğü onun yü- züne savurdu: — Ağla korkak erkek ağla, dedi, yurdunu erce korumayanla- ra kadın gibi ağlamak yakışır. Bu tükrükte Endülüse ilk adım atan Tarıkların, Mıesa'arın ve orada bir çok büyük işler yapan Apturrahmanların, — Mansurarın silleleri de vardı!.. M., V. Tan