12 Sayfa Zasan : Tefrika AlI —— Rıza 6, Mt Seyfi 46 Meydanda Derin Bir Uğultu Vardı Oh büyük yaratılışlar !.. Tabiatla bin türlü lstidatlarile süslenerek yaratılmış — binlerce, milyonlarca İnsanlar içinde ulu ve önder olabilmek için İnsanı tabl- atin milyonlarda bir yaratması ve Insanlara hayranlık ve saygı verecek en düşünülemez kudret- lerle silâhlandırması gerektir! Işte böyle gerçek büyüklükten başka hiçbir şeye boyun eğmiyen şu — birkaç Türkün yürekterini elinde tutan Şahin Bey bu yara- dılışın müstesnalıklarından birço- ğunu taşıyordu. Ve karşısındaki binlerce Türk bahadırından canlarını değil, can- larından da sevgili ve yüksek bir şey istiyebilecek olan adam da onun gibisinden başkası olamazdı. Şimdi, onun sarışın yüzü büsbütün tuaçlaşmış, o tünç yüzün çizgileri çelik kalemle çekilmiş gibi hâkim bir sertlik, bir bellilik almıştı. Şahin Bey bir dakika sör söylemedi, Ancak Macar, Alman, Hırvat düşmanların ortasında senelerce ortak duygularla yaşamış, dövlüş- müş, duymuş, anlamış, İnanmış ve ölmüş olan bu küçük Türk kümesi biribirini, müselsel bir elektrik bataryası gibi anlıyöt, — onların sössizlikleri bile biribirlerile ko- nuşuyordu. Şahin Bey birdenbire çakır gözlerini Subuska babadırlarına, moydan okur gibi kaldıdı ve elek- telkli, çınlıyan sesile söyledi: Her yanda bir deprenme, bir sıkışma ve bir Ürperme oldu. , Şahin Beyin sesi yürüdü: . — Ağalar, yoldaşlar, Subus- kalılar! Yıllardanberi yurdumuz, ocağımız olan bu kale dört gün daha düşman hücumuna dayana- maz!.. Kumandan, dinliyenlerin kendi duygu yüksekliklerine erişebilme- Terine meydan vermek İstiyor- muş gibl birkaç saniye daha durdu. Etraftaki halk yığınında daha derin bir ürperme oldu; bu binlerce yıllık kahramanlık frgdünün, binlerce senelik boyun eğmemezlik ve korku bilmemezlik duygusunun dalgalanması idi. Şahin Bey adali, biçimli elini kaldırdı: — Yoldaşlar! size uzun söy- lemek ne gerek?.. Subuska kalesi bugünkü — delikanlılarımız. daha beşikte iken böyle bir kapana daha düşmüştü. Bunu yaşlılarımız bilir. o zaman dövüşenler bugün aramızdadır. O zaman Subuska- hların ne yapmağa ahtettiklerini de hepimiz biliyoruz sanıyorum, içinizde bilmiyen var mı? Kumandan cevap bekler gibi sustu. Şimdi oraya toplanmış olanlarda görünes Ürperme değil, aslan'arı da yıllıracak bir gök- reme idi; boğuk, derin bir uğultu divanhanenin camlarını, — bahçe sğaçlarının sararmış, yapraklarını sarslı, titretti: — Biliyoruz, biliyoruz! Şahin Bey tekrar söy'edi: — R'bet biliyoruz.. Yalnız bilmiyoraz, o bahadırların yap- mıya ahdettikleri şeyir — doğru olduğuna da inanıyoruz değil mi? Her yandan sesler: — İnanıyoruz! O zaman Şahin Bey, Ustüne alacağı korkunç mes'elişeti ve tarihin muhakemesanc ka şi vic- dan müdafaalarını çelik dimağına daha İyi yerleştirmek İstiyormuş gibi kendi de bilmiyarek — elini alama götürdü. Bu alında soğuk ter damlaları vardı. Ancak karşı durulmaz derin bir ses ona insanlığının, yaşayışı- nın en büyük, en korkunç saniye- sine geldiğini söylüyor, ateşli bir soluk onu tabiatin, bayağılığın fst yanlarına doğru uçuruyordu. Birdenbire : — Mademki biliyorsunuz ve inanıyorsunuz; diye haykırdı; yol- daşlarım, — beni daha — çok söyletmeyin, işte biz de şimdi babalarımızın yapmak — istediği o işi —yapacağız!, İçinizde südü bozuk, yüreği çürük varsa işte kale kapısı; gözünden sakındığı karısını, gül göncası kızını çocu- =ıı alıp çıksın.. onları sarhoş vat neferlerine, Alman aylıklı- larına, Macar beylerin armağan etsin. Biz Türkler mini mini yav- rularımızı — başka — ulusa — din kölesi büyütecek, karımızı düş- man koynuna verecek, anaları- mızı ak saçlarile düşman hizmet- çisl edecek ulus değiliz! Bütün Subuskalılarda Adeta vahşiyane bir coşkunluk uyandır- mak için bu sözler çoktu bile! - Ancak Şahin Beyde demir Csiplinle, böyle bir zamanda bile, lüzumsuz enerjli — ziyan edecek adam değildi. N Tekrar söze başladı; ancak şimdi sözlerinde karşısındakilerin vicdanına, en derin mantık ve feragat — duygularına — yalvaran hem ateşli, hem gökler kadar yüksek bir başkalık vardı: — Yoldaşlarım; dedi; yapa- cağımız İş herkesin — ynpacağı iş değildir ; evet, bu, yiğit Türk ellerinin bile titreye- ceği bir iştir. Ancak bu işl ger- çek derecesinden daha çok kor- kunç görmeyin! Düşününüz, bundan kırk elli yıl sonra bu acunda bizden, yahut — birim © kadar — çok sevdiklerimizden kim sağ bulu- nacak?.. Ölüm bizi ve onları olsa olsa ancak kırk yıl daha görmer. pek iyi; kırk yıl yaşadık, murat sürdük — sayın; bu lark- yıl, bu sonunda yıkılacak dünyanın uzun ömründe bile hesaba sığmıyacak kadar kısa, âdeta hiç denecek bir çağ değil midir? Uzak doğudan gelip, batının düşman illerinde yurt kurmuş ulu Türk ulusunun sevinç veya acısında — bir avuç Subuskalıların ne değeri olur? An- cak yöz Subuska kız oğlan kızının Alman kucağında çıplak yatması bütün Türk tarihi için, silinmez bir lekedir. Içimizde bu büyük lekeyl Östüne almağı aklına goti- recek alçak yoktur. — Yoldaşlar, biz düşmana saldırıp Öölsek karı- mız, kızımız, anamız onlara kala- cak, alıp beraber gitsek bunun yolu yok! Kısa #öylüyorum: Bu ?ı:ı Subuskada eli silâh tutar ürkten başka canlı kalmıyacak! Her şey düşünülmüş, her düzen yapılmıştır. Bu gece yarısından sonraya kadar herkes kendi evinde düşen İşi yapacak. Sevgili ölülerimizi kale altındaki cephane mahzenlerine gömeceğiz, | Biz anları | yerler, — hazı'anıyor. Tanrının karşısına göğüsleri kan'ı, lâkin namusları — ve alınları ak göndereceğiz, sonra da biz bu eli bin düşmana bia beş yüz — kişi bir gece baskını yaparak sevdik- lerim:zin peşinden gideceğir. Bu dediklerimi düşünürseniz acınacak nemiz kalır ki... ( Arkamı var ) SON POSTA Başkasına Verirler Talkını Bir çıplaklar cemiyeti mensu- bu mahalleye taşındıktan sonra bahçedeki tahta perdenin hali Yeni Neşriyat: Yüz Yılımızın Alman Podagokları Haydarpaşa muallim mektebi ted- rls usulü muallimi Münir Raşit “ Yüz yılımızın Aman Pedagoklası,, adında bir kitap yazmıştır. Son asrın terbi- peollerile terbiye ceryanları hakkında değerli bilgiler taşıyan bu kitap, Ööğretmenlerimizin çok istifade ede- cekleri bir izer (eser) dir. HERM AAA EEE N Çektiği ıstırabların mes'ulü kendisidir! GRİPİN Keşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan bu muannid baş ağrısından eser kalmıyacaktı. GRİPİN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- vellid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir. GRİPİN Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz. Radyolin diş macunu fabrikasının mütehasaıs kimyagerleri tarafından yapılan GRİPİN kaşeleri her eczanede 75 kurüş fiatla satılır. Denizyolları IŞLETMESİ Acenteleri ! Karaköy — Köprübaşı Te!. 42367? - Sirkeci Mühürdarrade Han Tel, 22740 iskenderiye Yolu IİZMİR vapuru 11 Haziran SALI günü saat 11 de İsken- deriye'ye kadar. *“3109,, Haziran 10 Satılığa Çıkarılan Çocuk ! ( Baştarafı 1 inel yüzde ) yorsunuz, Mustafa benim evim dediri,, Dedi. Ve tabil gidip çocuğua aldık. Fakat aradan & eçme- den Mustafa yine ;;oşu:ldg. chnı bu adamın evinde bulduk. Ve asıl garibi, ayni hal, ayni biçim- de bir üçüncü defa tekerrür etti. Bu vaziyeti görünce Aliye : — Hazret, dedim, — çocuğu böyle ikide bir kaçırıpta bizl te- lâşe vermekte mana yok. Eğer seviyorsan ve alıpta yetiştirmek niyetindeysen ben — aksilenecek değilim. Yalnız, onu günün birin- de sokağa atmıyacağına dair ba- na bir senet ver. Halbuki Ali, hem” senet vermiye yanaşmadı, hem de çocuğu ayartıp kaçırmak- tan vaz geçmedi! Davacının iddiasını tamamla- yışından sonra söz suçlu yerinde oturan Aliye verildi. Ali, muha- tabının ittihamını, tamamile asıl- sız bir Wftira saydığını söyledik- ten sonra küçük Mustafayı gös- terdi: — Ben bu çocuğu, bir gece yarısı, evimin sokak kapısı önün- de gördüm. Yırtık gömleğinin önünü ka- vuşturarak —ayazdan sakınmıya çalışıyor, ve dişleri birbirine çar- pa çarpa titreyerek, içli içli ağ- hyordu. Beni görünce, pantalonu- mun paçalarına sarıldı, ve: — Amca... Dedi, karnım aç, Üşüyorum. —Yanına gidecek hiç kimsem yok. Ne olur beni evine al,.. Insan, bu vaziyette kalmış bir insan değil, bir köpek yavrusu görse çiğneyip geçemez, Ben de küçüğü içeri aldım, ve karakola da malümat verdim. Polisler: — Siz çocuğu bırakmayın. Biz sahibini bulalım! Dediler. Biran susan maznun, davacıyı göstererek devam etti: — Biriki hafta #onra tesadüf yardım etti. Ben, bu zati, polls- lerden evvel buldum. Ve bittabi Mustafayı da kendisine verdim. Üç gün sonra çocuk çıkageldi. Biz yine dayısına götürdük. Fakat bu hal tekerrür edince ben Rıza- ya, çocuğa sahip olmasını öğüt- ledim. O: — Vallahi, dedi, ben de bık- tım usandım... Bu çocuk değil, allahın cezası! Eğer meraklıyzan al beslel Bit içinde yüzen bakımsız yav- runun perişan hali yürek sızlatını- yacak boydan değildi. Ona bak- mayı bir yük saymayı insanlığıma yediremedim. Ve evlatlığa kabul etmeye razı oldum. Fakat beriki, bu cevabı, alır almaz, cebinden evvelden hazırladığı bir senet çı- kardı. Ve burnuma dayadı. Bu kâğıtta gezinen gözlerim hayretten tabak gibi açıldı. Çün- kü, bu senedi imzaladığım tak- dirde, bu zata peşin olarak beş yüz, ve her aybaşında da beş lira vermekliğim lâzımgeliyordu. Bittabi, bu zatin cevabını, se- nedini de çocuğunu da iade edip kapımı — suratına — kapamakla verdim. Bu hareketimir sebebi anlatıl- madan anlaşılabllecek kadar mey- "dandadır. sanırım.. Ben - çocuk ticaretine çıkmış değlldim, ve sa- dece bir insanlık elmek niyetin- deydim. Yoksa çocuklara karşı olan sevgim, kendi öz yavrularımı kâfi derecede doyuruyor. Ali; küçük Mustafanın kendi- sine çevrilmiş yaşlı gözlerine, ye- rine getirilememiş temiz bir İsteğla hüznile baktı, ve İlâve etti: — Ve nihayet... Bu zavallı küçüğü kurtarmak İçin de olen, beşyüz lira bulacak vaziyette de- gilim... Fakat bunu, bu zate anlatmak mümkün — olamadı. Ve Mustafa bizim evle kendi evi arasında mekik dokumıya devam edip durdu, Söylenenleri müşfik bir dikkat ve alâka ile dinleyen hâkim, kü- çüğe döndü: — Bir de sen anlat bakalım küçük? Mustafa, — sevimli — peltekliği henüz kaybolmamış çocuk şivesile söze başladı: — Dayım bakmıyor bana amca... Her akşam dövlüyor. Bir gün çok aç kalmıştım. Kimse — görmeden — mutfaktaki kutudan bir dilim ekmek - aldım. Yedim, Fakat sonra anlarlar da döverler diye korktum. Kaçtım evden. Bu adama yalvardım. Aldı benli evine... Fakat dayıma verdi yine... Dayım da üç gün sonra yine bunların sokağına götürdü: — Haydi git onlara ! dedi. Onlar yine geri getirdiler. Da- yım yine onlara götürdü. Halbuki ben İstemiyorum — dayımı. — Ali 'amcayla Zineti teyze dövmlüyor- lar beni.. Onlar alsınlar... Hâkim, maznunu suçlu bulma- dığından beraet kararı verdi. Fa- kat bu karar davanın, osl neti- cesine bir başlanğıç oldu. Ve iki taraf arasında anlaşamamazlığın münakaşası, mahkeme salonunun dışında da devam etti. Koruyucusunun ellerine sarılan küçük Mustafa yalvarıyordu : — Amca... Bırakma beni... O, caketinin kenarını, Musta- fanın küçük ellerinden kurtardı, ve uzaklaşırken Rızaya t — Alsana çocuğunu! dedi. Onu bir daha eve götürüp te mahkemelerde sürünmiye niyetim yok! Rıza korldorun diğer tarafına doğru yollanarak cevap verdi : — Aklım nasıl çeldinizse, kah- rını da çekin şimdi.. Ondan bans hayır gelir mi artık ? Ve zavallı küçük; yaşlı başlı insanların bile yol bulamadıkları karışık adliye koridorlarında yapa- yalnız kalarak, öksüzlüğünün ce- zasını (!) çekti. * Bu davanın böylece bittiğinl sananlar yanılırlar. Zizra bu, basit bir Ai ile Rıza davası değil, bir cemiyet davasıdır ki, sona ereceğl yer bir mahkeme salonu değildir: s. T. Satılık Arsa Türk Hava Kurumu İstanbul Şubesinden : Kurumumuzun malı olup Lâleli Apartımanları arkasında Bala- ban ağa mahallesinde Fethi Bey caddesinde 24,24 mükerrer numa* ralı 1422 buçuk metro murabbaı arsanın evvelce yapılan İlân üze- rine artlırması yapılmış ve sürülen bedel değer görülmediğindem arttırmanın Haziranın On ikinci Çarşamba günü saat 11 de deva: mına karar verilmiş olduğundan İsteklilerin mezkür gün ve saatte Cağaloğlundaki Şubeye müracaatları. “3151 » ci