G ESMER € K Muherririt A R. Teir.ku No, 61 Açlık Ve Sefalet.. Istanbulun Münevver Halkı Ya;a; Yavaş Siyasi Üçüncü Ahmet İle İbrahim paşanın gözleri, Istanbul sürların- dan harice uzanamıyordu. Kanun nizam, umramu, İrfan, refah, asa- yiş... bütün bun'ar, İstanbula mün- hasır kalıyordu. Anadolu ve Ru- meli vilâyetleri; mürtekib valile- rin insafsız eşraf ve mütegallibe- nla, zalim derebeylerinin zulüm | ve seyyi'atı yüzünden ateşler İçin- de yanıyordu. Hudud kalelerinin çoğu, yan- mış ve yıkılmıştı. Hudud muha- fızları açlıktan ve sefaletten ber- miş ve usanmışlardı. Şark ve garb hududları hergün biraz daha istilâ tehdidi a'tına giriyor.. Saz ve zil sedalarile çınlayan Devlet ricalinin kulakları, hudut muha- fızlarından gelen feryat ve figanı işitmiyordu. (Büyük Petro) mükemmel bir | hale getirdiği ordusile Hindistanı İstilâ etmek istiyor; bunun için de «0 aralık mühim bir ihtilâl dev- resi geçiren - İran hükümeti ara- zisinde yavaş yavaş İlerleyordu. Gerek Iran hükümeti ve gerek Büyük Petronun tehdidi altına giren İslâm kabileleri, hilâfet mer- kezine elçiler ve adamlar gönde- riyorlar : — Imdat!. Diye feryat ediyorlar.. Fakat derin bir süküttan başka cevap alamıyorlardı. Devletin idaresini fiilen deruhte etmiş olan sadrazam — Ibrahim Paşa, esaşen harptem nefret edi- yordu. Ayni zamanda, artık te- ceddüt ve terakkinin - 0 zamana göre - son merhalesine vası| olan Rus ordusile harbe girişmenin memleket için bir felâket olaca- ğını da billyordu. Vâkıâ bir are- hk (Nizamı cedit) namile yeni bir ordu vücude getirmek fik- rine düşmüş ise de, bunun tat- biki için (Yeniçeri) lerden kor- kuyordu. Fakat Istanbulun mlünevver halkı yavaşyavaş bu siyasi cereyanlara vakıif oluyor; hudutların öte ta- rafında boynunu bükerek imdat bekleyenlere — yardım lürumunu hissediyor... Bu hale lâkayt kalan devlet ricali hoş görülmüyordu, Zevk ve sefadan başka şeylere on pira sarfetmek — İstemiyen Üçüncü Sultan Ahmet te harp masrafından İctinap ediyor; baş- kalarının hi için bir kavgaya girişmeyi kat'iyen lstemiyordu. Ibrabim Paşa, müşkül bir va- ziyette kalmışlı. Bir tarafta halkın giltikçe tebarüz eden hiss'yatı, diğer taraftan da emrinden kıl kadar ayrılamıyacağı bükümdarı vardı. Sadrazam, bu iki maküs gereyanın tazyiki aklında bunak mıştı. * Ibrahim Paşanın zekâsı, bu müşkül vaziyete çara bulmakta gecikmemişti... O tarihte Istam bulda — buluman — Fransa — cefiri (Marki Dö Bonnak) a karşı büyük bir teveccüh ve muhabbet beslen- mekte idi. Halk, bu zatin büyük bir Türk dostu olduğuna kanaat besliyor; onun sözlerini ve fıkir- leriai ehemmiyetle - telâkki edi- yordu. Sadraramış hem halkı, hem hem de kendisini ve manevli mes'üliyetten halâs eylemek için fevkalâde bir. mec- lis akdine ve bu mecliste de Fransız sefirinin bu meselede hakem vazifesi ifa eylemesine karar vermişti. Bu karar, çarçabuk Istanbulun dört köşesinde duyulmuştu. Bun- dan hem Padişah ve hem de halk memnundu. Bu memnuniyeti berkeslen ziyade hisseden Ibra- him Paşa, omuzlarından ağır bir yük attığına seviniyordu. Nihayet, bu fevkalâde meclisin toplanacağı gün de kararlaştırılmış.. Başta (Şeyhislâm) Efendi olduğu halde, bütün ( vüzerayı izam, sudur ve ulamayı kiram), erkâm devlet, ocak ağaları, ayan, ve sair re- yinden istifade olunabilir zevat, Ibrahim Paşanın sarayına davet olunmuştu, * Mlık bir ilkbahar günü, Istan- bul sokaklarında bir hareket baş- lamıştı. (Sarayı Asâfi) civarı, se- yircilerle dolmuş, geçilmez bir hal almıştı. Malyetlerinde sırma işle- meli kapı balkı ve kavaslarile devlet ricali saraya gelmiye baş- Tamışlardı. Altın haşalı küheylân- lar üzerinde, k atlas ve diba feracelere bürünmüş olan vüzeranın kavukları yükseliyor; at kişmemeleri, silâh şakırtıları halkin kalbine tatlı ürperme hiz- leri veriyordu. Sarayın arz odaları; divanha- neleri dolmuştu. Bütün davetliler, teşrifat sırası mucibince, yerli ye- rine oturmuştu. Her tarafta bw herdanlıklardan Hafif dumanlar taşıyor; tatlı öd ve anber kokula- rı etrafa yayılıyordu. Böyle bir meclise — bizzat sefir davet edilemiyeceği için (Marki Dö Bennak) a (Di- vanı hümayun tercümanı) gön- derilmişti. Bu zat Rusya sefirine gidecek.. Vaziyeti Izah eyliyecek.. Ve sonra hükümet namına: — Rusya ile harbe girmekmi.. Yoksa sulhu muhafaza eylemek- mi İâzımdır. Sualini İrat edecek.. Bunun cevabını alı; tirer neu ıodııtr ..':,uy.:rııa"“ n Divam hümayun tercümanı, biraz gecikmişti. Ibrahlm Paşanın kalbi, heyecan içinde idi. Çünkü mecliste bulunan zevatın hemen büyük bir kısmı, harp tarafını iltizam etimektelerdi. Şayet Selir de bu cihete mütemayil görlünürse, o zaman harbi ihtiyar etmek bir zaruret bâline gireceti. Böyle bir vaziyot tahaddüs ettiği takdirde, ya Padişah da bir aksilik çıkarırsa, o zaman İbrahim Paşa nasıl bir hattı hareket takip edecek.. O müöşkül yaziyetten kendis'ni nasıl lâs eyliyecekti. (CArkaz vağ ) Yunan Milli Bayramı Bugün Konsoloshanede Kabul Var Bugün Yunanlılarım milli bay- ramı olduğu için Ağahamamın- daki Yunan Konsoloshanerinde ruhant — bir Ayin yapılacak ve fyinden sonra General Konselos Yunan tebaasının tebrikini kabul padışahı ikna ve tatmin etmek.. | edecektir. maddi SON POSTA | VrEski Anlışkalık Berberin yeni kalfası, eskiden çiçek bahçıvanı olduğunu unüt- muyorl. Düngya İktisad Haberleri Yerine 'Fibre Almanların dışardan aldıkları ham sanayi maddeleri yerine memlekette — yetişen — maddeleri koymak için çalıştıklarını biliyo- ruz. Bu çalışma arasında yün ye- rine konmak üzere yapılmıya baş- bir yer tutmaktadır. Geçen 1934 yılında bu mad- deden yapılan imalâtın kıymeti 26 milyon dolar - takriben 25 mülyon Türk lirası - tutmuştur. Bu maddenin inkişafını, dünya yün sanaylini idare eden İgiltere yakından takip etmektedir. Bu hususta “Wool İnte'ligence Notes,, şu malümatı vermektedir: *“ Bu ( fibre ) ler yüne karşı ciddi bir rakip olamazlar. Çünkü yünden yözde elli daha pahalıya malolmaktadır. Bundan maada bu (fibre) ler Almanyanın kumaş cinsini de borzacağı için ihraca- tını tehdit etmektedir. Yalnız korkulacak şey bu maddeden yapılan sun'i ipek gibi yeni bir kumaşın piyasaya çıkarılmasıdır.., * Londradan Sun'i ipek döküntü- lerinin ehemmiyeti yazıyorlar: Birkaç döküntülerine yeni bir sarf yeri bul: muşlardır. Yaptık- ları tecrübelerden alınan netice müsbettir. Bu dö- küntüler bilhassa müstemlekelere ve Şarka gönderilmek Üzere ya- pılmakta olan ikinci ve ucuz nevi | battaniyelerin imalinde kullanıl- maktadır. Bu sayede battaniyele- rin görünüşü parlak bir şekil almaktadır.Bu par'aklık satışa İyi bir tesir yapacaktır. Aynı zaman- da hiç kıymeti kalmıyan bir madde de imalâtta kullanmağa başlandığından maliyet flatları da ucuzlayacaktır. Şu kadar ki bu maddenin bat- taniye imalinde kullanilması bütün fabrikalara yayılırsa yün ve halis ipek — sarfiyatının azalması bir emrivaki olacaktır, * Son istatlatiklere göre Ame- rika mensucat sa- gd? naylinde — büyük değişiklikler var- dir. Pamuk ve halis ipek imalât ve tieareti azal- maktadır. Buna mukabil yalancı ipek sanayiinde bilâkia bir iler- leme göze çarpmaktadır. lanan sun'i ( fibre) ler de büyük | | katı bir ekmekti. Ve yolcu bunu fabrika sun'i ipek | Mart 25 HİKÂYE Bu Sütunda Hoergün Çeviren: Selim Tiıynet ALTIN BABASI Şu dünyada, baba Edmondan daha hasis bir adam — yoktur hani. Herkes onun altın babası olduğunu biliyordu. Fakat hiç kimse bu altınlardan bir tanesinin olsun yüzünü görememişti. Yere gömdüğü definesile be- raber pis bir kulübede, toprak- lar Üstünde yaşıyordu. Çünkü, beş on kuruş vererek yere tahta bile döşetmemişi. Ne mum, ne de ateş yaktığı vardı. Güneşle beraber yatıp kalkıyor; boğazın- dan, bahçesinde yetiştirdiği h- yar ve domateslerden başka bir tanrı nafakası geçmiyordu, Kimse, baba Edmonun semti- ne uğramıyordu. Yalnız arasıra, onun kötü kalbini bilmeyen ya- bancı dilenciler sadaka İstemeye geliyor, tes yüzüne dönlüyorlardı. Bir akşam, rüzgâr ağaçlarda ıslıklar çalarken - bir yolcu gelip baba Edmonun karşısına dikildi., — yac bana, dedi. Açlıktan ölüyorum. Uzun saçlı, donuk gözlü, boy- nu sarılı tuhaf bir adamdı bu, Baba Edmon uyukladığı koltuktan, sopasını kaptığı gibi doğruldu. — Serseri haydut, dedi. Ve- recek hiçbir. şeyim yok. Defol başımdan. — Ihtiyar! burada küme küme altın var, Herşey var. — Yalan söylüyorsun! Bura- nın en fakir adamıyım. Bak, ate- şim bile avuç içi kadar. Soğuktan tir tir titriyorum. — Ne olur ? Bana yalnız biraz yiyecek ver, — Yolum çok uzun. Dermanım kalmadı. Yüzüm keten gibi bembeyaz kesildi. Va adam bunları söyledikten sonra, kulübenin bir — köşesine yıkılıp oturdu. Baba Edmon — korkmuştu. Sandığının kilidini açarak içerden bir ekmek parçası çıkardı. Yol- cuya uzattı. Bu, taş gibi sert ve alır almaz yere fırlattı. — İhtiyar köpek, dedi. Ekme- ğin ve altının senin olsun. Yolu- mun üstünde, bana biraz daha cömert davranacaklar — bulunur elbet. Sonra, kapıya doğru yürüye- rek yola koyuldu. Hem gidiyor, hem de söyleniyordu: — Tapındığın bu altın başına belâ olsun. Canını bir torba a tanın altında verirsin inşallah.. Baba Edmon: “Ne saçma sözler | ,, — diye omuzlarını elikti. Hiç alın ken- disine başbelân olurmıydı ! Sonra — definesini — çıkararak sarı yüzlü — liralarını okşamıya başladı. Aradan günler geçti. Ihtiyar, yolcunun bedduasını - unutmuştu artık. Kış da bütün gücile kendi- sini göstermiye başlamıştı. Kulü- besinden dışarı çıkamıyan Baba Edmon avuç içi kadar bir ateşin karşısında pinekleyip duruyordu. Nerede ise — donacaktı. — Fakat buna rağmen, ormandan topladığı odunlarle gür — bir ateş yakıpta | ııınıııyuiu. Çünkü bu odunları, ocağa atıpta — yakacağı — yerde kapı dibinde biriktirirse, satarak definesini genişletebilirdi. — — — | Bir gün fırtıma büsbütün ku- l durmuştu. Rüzgüâr, birer tüy gibi kıvırıp büktüğü ağaçların da!llarını kopararak — uzaklara - fırlatıyor, herşeyli altüst ediyordu. Insanın bu zamanda sokağa çıkması İçin aklından zoru olma* hydı. Fakat nedense Baba Edno” nün İçinde, — gidip ormanlarda dolaşmak arzusu doğuverdi. - Fir* tınanın gürültüsünü duyan ihtiyafı “ağaçlardan kimbilir. ne kadaf kurudal kopmuştur, gidip — toplar malı, kulübeme getirmeli,, diyordu Çünkü bunları satarak para kü* zanacak, definesini genişleteceki Sopasını alarak yola koyuldu. Orman — uzaktaydı. Rüzgürü karşı gelebilmek Için iki büklüm yürüyor, bir taraftan da sopasıli #savuruyordu. Baba Edmon biraz sağırdı Fakat rüzgârın etrafta kopardığ! gürültü onu büsbütün sağırlaşt” rıyordu. Bundan dolayı, havadt büyük bir tayyarenin ölümle pet* çeleştiğini — işitibde göreme bir türlü. Kendisini rüzgâra kaptırmil olan tayyare gittikçe alçalıyordu: Nihayet, tepesinde kopan ıl!u' tüyü duyan baba Edmon başıf! kaldırınca, yukarda çırpınan taj” yareyi gördü. Pilotlar, biras yükselebilmek için, taşıdıkları torba, torba AF tınları ve ağırlıkları yere atıyor” lardı. Baba Edmon, birdenbirt . yüzü koyun kapaklandı. Atıla torbalardan biridesağa rastlamığı kaburga kemiklerini kırarak göğ” sünü çökertmişti. İhtiyar " yetişin, yetişin! beni kurtarana bütün servetimi — vere” ceğim. Boğuluyorum. Merhametlir Diye bağırmıya başladı. Fakat kırlarda, her şeyi yalk” yup yutan deli rüzgârdan bi kimseler yoktu. Ve kimse gelipti baba Edmonu ölümün penç den kurtaramadı. Aç bir yolcuya kapısını kapl” yan ihtiyar hasis, işte böyle, ten düşen bir altında Eski Zabtiye, Çatalçeşme sokağtı İSTANBUL Gazetemizde — çıkan ve resimlerin bütün mahfaz ve ’ ABONE FIATLAR Abone ” a ret bedeli peşiadin AĞ 4 değiştirmek 28 burüştür ovmaa Gelen cvrak geri ".'l.'::. | Hânlardan mes'uliyo! ı.ıııu" | 10 Cevap k,hh =wli-=lldır Kutusu: T4l Ttanbul 120303 PF SELCARN T bfess errz