Ud B y ŞA Mubarrıri: A.R, Tefrika No.: 29 Aşı!clar Serisi.. Yeni Silâhtar Osman Da Esmer Güle Abayı Yakmış, Aralarını Bulmayı Amber Laladan İstiyordu.. — Ben mi? Aın.afn beyim, hak saklasın.. Nasıl ateştir 0? — Sevda ateşi.. — Hay Allah, hayır ver« Bin, beğim... Ben de - birşey zannettim. O kalbinizdeki sevda hteşi, zaten malüm. İnşallah, yâ- kında hanım sultan hazretlerile düğününüz olur da, muradınız husul bulur. O zamân emin olu- nuz ki kalbinizde ne ateş kalır, ne de kor... — Değil.. Değil latam, değil... Bu, hanım sultanın filân ateşi değil.. Kalbime bu ateşi salan büsbütün başka. — Ya kim?.. — Canım.. Hani şu biraz evvel huzuru şahanede rakkaselik eden fetttan.. Şu Habeşi kız. Amber Ağa bir kahkaha bastı. İki elini biribirine vurarak şaklattı: — Oldu, dööört... Diye mırıldandı. Osman okadar kendi derdine düşmüştü ki, Amber Ağanın ne demek istediğini bile sormadı. Hattâ bu toy delikanlı, pişkin Arabın kahkahasını başka türlü anladı: — Gülme, ağam.. gülme la- lam.. gönül severse ak, kara de- miyor.. Bin can bile olsa, binl birden sevdiğine bağlanıyor... Cüâ- nım Amber Ağacığım.. Kuvuzum Amber Ağacığım. Otuna, ocağı- na düştüm. —Halime merhamet eyle.. Benim bu müşkül işimi Asan edecek, senden gayrl - kim- sem yoktur. Amber Ağa, şimdi ciddi bir vaziyet almak mecburiyetini his- - setmişti. Çünkü Osmanın ateş gibl yanan elleri, onun siyah si- yah elleri Üzerinde düğümlenmişti. Fakat bu iş, Osmanın zannettiği kadar kolay değil.. Hattâ pek tehlikeli idi. Buna binaen mese- leyi suya sabuna dokunmadan.. ikbal şahikasına çıkmıya namzed olan Osmanın hâtır ve gönlünü kırmadan maharetle idare etmek elzemdi. Buna — binaen Amber, ciddiyetle cevab verdi: — Her nekl emrin olursa, başım ve gözüm Üstüne, beyim.. Sana, değil öyle bir kara çengi kızı, iyi anatte olsun'ar, bin tane peri padişahının kızı bile feda v eolsun. Amma ve lâkliin.. Tam banim sultan hazretlerile n'şan edleceğiniz bir zamanda.. Böyle pespaye bir alüfteye meyil verdi- ğiniz şayi olursa.. Bu işe, benim de karıştığım duyulursa.. Hali- Mizin encamı hice olur, sultanım? O zaman, kırk katırımı beğeniriz, kaırk satırı mı?. — Vallahi, lalacığım.. Kırk satırı da gözüme aldım, kırk ka- tırı da, tek, şu... — Yocok.. Beyzadem, yok, Ne kirk katırı isterim, nede kırk satırı. Şu dört günlük dâri dün-. yada, zevkusafa İle gün geçirib ömür sürmek isterim, Doğrusu bir çengi kızı için hayatımı feda etmek değil, ayağımdaki şu sarı çedik pabuctan bile vazgeçmem,. Amma, o olmıyacakmış da, biraz daha az cilve'isi olacakmış.. Ka- bultü.. Vehebtü.. O da insan ev- lâdı değil mi?. Muma şöylece bir , Of deyiverdin mi, hepsi bir olur. Vazgeç bu sevdadan tosunum.. Vazgeç. — Geçemem lalacığım, geçe- mem.. Şu bağrımda yanan ateşi bir bilsen. — Allah, Allaaah.. Ne çabuk, be yahu... Bu hınzır kızın üstünde şeytan tüyü mü var, nedir?. Her gören Aşık oluyor. Osman, yerinden fırladı: — Aman lala.. ne söylüyorsun. Yoksa benden başka talibleri de Mi var. Amber, gevrek bir kahkaha koyuverdi. Saraylarda şart olan ketümiyeti ihlâl etmişti. Bu hata- sını tamir etmek için derhal sö- zünü te'vil etti: — İki elim yanıma gelecek.. Doğrusu, kimsenin günahmı ala- mam... Böyle, — sizin gibi görür görmez, bin can ile —âşık olanı henüz İşitmedim. Ama.. Bu fettan çenginla oynaşmasını görüb; pes, diyenler de eksik değil haaaa... — Ko, onlar pes, diye dur- sunlar.. Ben yanıb tutuşurum, la- lam. Gerek ki, ne edib edib, şu derdime derman olasın. — Bak, beyim.. Sana aşikâ- re söyliyeyim. Gel sen, bu gece- lik bu sevdadan vazgeç. Hele, sabah ola.. hayır ola.. Yarın se- ninle başbaşa gelir, evel Allah bu İşe bir düzen veririz. — Gerçek mi ağam,. — Efendime yalan söylemek haddim mi?.. — Hadi sana, gimdilik uğurlar “olsun lalam. — Hadi sana da Allah sabır- lar versin beyim, Amber Ağa, odadan çıkıb ta büyük sofaya gitmek için divan- haneden geçerken dudaklarında- ki tebessüm — genişliyor, kendi kendine: — Heyyyy, Hacı Amberl.. Gözlerini aç.. Kürd, dumanlı ha- vayı seyer derler. Bakalım, ayinei- devran ne suret güsterecek. Diye söyleniyordu. Uzaktan, büyük sofa tarafın- dan sert sert zil sesleri geliyor- du. Merdivenle sofaya açılan ke- ridoru biribirinden — ayıran geniş mermer sütunların arkasından su zemzemesini — andıran fısıltılar, kırık dökük kahkahalar işitiliyor- du. Başka bir zaman olsa, müte- cessis nazarları derhal bu gizli köşelere uzanan baş kaplan ağa- sı, şimdi bütün bunlara göz yus muyor, sür'atle — büyük sofaya geçiyordu. Koridor biter bitmez, birden- bire yüzüne bir ziya dalgası çarpmış, gözleri kamaşmıştı. Fa- kat bu nur tufanının altında gözü bir noktaya takılmış, kalmıştı. Sofanın ortasına, düz al renkte kadife bir örtü yayılmıştı. Bu örtünün Üstünde Esmer Gül, yine bir alev sütunu gibi şahlan- mıştı. — Büyük avizenin billür saçaklarına doğru yükselen tunç rengi kolları, vücudünün — bütün inhinaları, en sahhar, en dayanıl- maz bir İşve ve zarafetle titriyor, çıplak ayaklarının baş parmakları üzerinde dönen bu sülün gibi vücud; his ve hayalin kavtaya- mıyacağı esatiri bir mahlük gibi görünüyordu. ( Arkası var ) SON POS. İçinden Çıkıla : mıyan Bir Tak- dim Merasimi !.. OELA — Bendeniz Mehmed. — Bendeniz Ahmed. — Bendeniz Mehmed Cevad ! — Bendeniz Aamed Sedadli, — Bendenir Mehmed Cevad Üstünl — Bendeniz Ahmed Sedad Altın! — Bendeniz mütekaid Meh- med Cevad Üstün! — Bendeniz mütekaid Ahmed Sedad A!tın! —MM —.." Dünya İktısad Haberleri Yugoslavyada En Yukarı Faiz Yüzdesi Belgraddan yazıyorlar: Bakan- lar meclisi, Yu- goslavya — banka- geçmisecek | larını alâkadar eden yeni bir karar almıştır. Bu karara göre husus! bankalarca alınabilecek en yukarı faiz yüz- desi on olarak tesbit olunmuştur. Bankalar, tasarruf ve cari hesab- lardaki mevduata da yüzde dört ve Üç ay vadeli mevduata da yüzde beş faiz vereceklerdir. x Sofya, (Hususi) — Bulgaristan |imen:lıif: igı"l:: Sağ lgaristanı turi farizın için ııî:kşı.ıındın en iyi çalışıyor! | bir şekilde göste- recek olan bir resim yapılmasını temin için memleket resim sanat- kârları arasında bir müsabaka açmıştır. Bu resim, şimendifer idaresi tarafından hazırlanan ve Bulgarls- tana seyyah çekmek gayesini gü- den turizm propaganda broşürü- nün kapağını teşkil edecektir. Bu broşür yakında basılarak dağıla- caktır. Bulgaristan * yazılıyor : Burada ökonemik düzene kavuşmak için hü- kümelte — büyük bir çalışma gözü- küyor. Geçenlerde ökonomik ve para işlerinin yoluna sokulması için hükümete istediği gibi kararlar alması hakkını veren kanun projeleri Meclise verilmişti. Bu hafta da ayni yolda yeni bir kanun taslağı Meclise sürüldü, Bununla hükümet maden gömrü işlerini düzeltmek isteğindedir, Kanun, maden kömürü çıkarmak, satmak, dışarıya göndermek İşle- rinin dilediği gibi olması hakkın- da Kırala sonsuz salâhiyet ver- mektedir. Şehir Mecilsinde ü fatanbul umamt? meelisi dün öğle. den zonra toplandı. Dünkü toplantı on dakika sürdü. Geçen celseye alt zabıt okundu kabul edildi. İki Uç mazbata hakkında karar verildi ve meelis dağıldı. Pazartesi günü tekrar toplenacaktır. Brükselden Belçikanın l ökona- ları Onu; taşındığımız yeni evde tanımıştım; annesile, güle; güle oturun demeğe gelmişlerdi. Nihal bilgili ve düşünceleri olgun bir kızdı. Kızların pek çoğunu, oku- ma; kavruk yapıyor, kadınlığından uzaklaşdırıyor ve gözlerine donuk- luk — veriyor. Nihalin bilgisi ne onun böyle sağlığını bozmuş, ne de kadınlığının gülen ve bükülen güzelliğini söndürmüştü. O; ana- sından doğan bir kızın; yer yüzü- nün serilib serpilen güzellikleri arasında, hiçbir yorucu düşünceye takılmadan — büyüyen, şen bir örnöğiydi. — Yüzünün — inceliğini süsdleyen utanmalarile, iri siyah gözlerile bana; ilk ideal kadını tanıtmıştı.. Uzun komşuluk yılla- rında, onda bir kelebek çekinişi o gözlerde benden kaçan tatlı bir yakınlık gördüm. Onu sevdim mi sanırsınız? Sevsem de ne ola- caktı? Önümde urun yıllar vardı. Diploma almakla; kazanc adamı olmak arasındaki karlı dağları biliyordum. Öyle bir ozan gibi, başaramıyacağım — engin — işlevro, kanad takıb uçan bir genc değik dim. Hem bakalım bu kız, be- nimle yuva duygularını paylaşır mıydı? Arasıra (çam sakızı çoban armağanı) şunu, bunu verirdim. Verdiklerimi © kadar uzak görü- nen duygularla alırdı ki donar kalırdım. Sonra beni gücendirmiş olmamak için biraz sokulur ve gönlümü yine bağlardı. Baş, başa kalmaktan da bu yüksek düşünce ve güzel kız kadar çekineni görmedim. Hepimizin yanında, erkeklik ve kadınlığın yumuklarını (vazife) İnce ve derin anlatan, bu kız; yalnız kalınca dilsiz kesilir ve atacağım tatlı bir adımı boşda bırakırdı. Bu çekl- nişlerinde soğuk kaçanları bile olurdu. Ben yine ondan vaz geç- mez ve bunları; onun bir hakkı tanırdım. Biz erkeklere yüz ver- meğe gelmediğini benim kadar o da biliyordu. Artık Üniversite bitmek üzereydi. O da evlenme- mişti. Yavaş, yavaş ozanın kanad- ları bana da takı'ıyordu. -Bir yuva kürmağı düşünür, bana yakın bir sözünü, duruşunu Üst Üste anmaktan yorulurdum. Bana yakın sandığım sörz ve duruşların hepsi yarım, yarımdı. Bunları biribirine eklesem içinden yine ufak bir sevgi çıkmaz. Ne diye bunlarda bir temel bulurdum bilmiyordum. Yalrız sevgi; uzak- tan beliren çizgilere bile derin bir varlık veriyor. Ben de bu kızı seviyordum. Güzellikte, kazancta belki de duygyuda cnu almak isti- yenlerin en arkas ndan gelecek bir cüceydim de. Bir gün bayramdı. En güzel rubamı giyinmiş, kendime çeki düzen vermiştim. O gün hiç ok- | mazsa yarım saat aynanın önünde kaldım. Annem boyuna beni çağırıyordu : — Oğlum, gitmemek olmaz, bayramdır darılırlar. O, beni giıııiye:ık sanıyor ve beni; aşağıdan seslenerek kan- dırmağa — uğraşıyordu. Öyle iki dirhem bir çekirdek dışarıya çı- kınca annemin gözleri güldü ve içinden gelen bir böbürlenişle : — Hay' çapkın hay. Nede gözel olmuşsun! Dedi. Tlk olarak bana da bir. inanış , ÂYE ha Bu Sütunda Hergün — Yazan: Vahid Yusufoğlu —— “KADIN DÖNEK Siz inanıı bi wBUTU-N ÜLKEYİ MİDİR ?,, geldi ve bayağı koltuklarım kü* bardı. Mırıldanarak: — Beni beğenme bakalım de* dim. O da beni gülümseyerek kar” şıladı. Bakışlarında çekinme yoktu. Üzerimde umduğumdan ve istet diğimden çok kalıyor ve İyice süzüyordu. Sınıyıırı'lıııiı üzerime ışık yağıyor. O sıradâ, evlerin'n birçok yeri değiştirilmişti. Yeni dülger çıkmış bir eve dt düğün ne yaraşırdı yal. Kendi kendime haydi zevzek diyordum. Bir günlük beğenişten, ne çıkar. Bayramda sık, tık gidib gelmeler — | onu da biraz aşırı sevindirmiş vt — şenlendirmiş olamaz mıydı? ? Anne kız: ğ — Siz yabancı değilsinz, evk — mizi bir gezdirelim dediler. Annem — tez canlı idi. Benl —| arkada bırakıyordu. Onun 'çalışma odasına girmiştim. Bitikleri, kâğıt- ları, gazeteleri okadar güzel koy" muştu ki bir kızın çalışma odasi demeseler de anlaşılabilirdi. Bir kalın bitiğin arasında, yere düş — mek üzere biraz ilişik ufak -bir paket duruyordu. Belli ki hemeti oraya konulmak istenilmiş ve iyi yerleştirilememiş. Ben yere düş mesin — diye paketi — düzeltmek — | istedim. Paket biraz açılmıştı, içi — görünüyordu. Içindekilere bakınca — şaşırıb kaldımı Benim anneme alıb da ona da verdiğim firketeler- den tutun da, soluk çiçeklere ka- dar, fotografım ve verdiklerim bu — | paketin içindeydi, üÜstünde de ne yazıyor bilirmisinir? c ' Çok soğuk bir duruşla alıbda — çok sıcak bir duyguyla bir çiçek — demeti gibi sakladığı bu armağan- — lar paketinin Üstünde: —- İ *“Sevgili Refetim,, yazıyordu? * Şimdi, evli bulunuyoruz. Bu evlenmenin iİç yüzünü ne onun — ne de benim annem bilir. Yalnız sizi eğlendiririm diye bu kapalı — masalımı açığa vurdum. nın ne dönek, ne içi dışına uymıyan bir yaradılışı var değil mi? Sakın bu sözlerimden korkmayın, bu döneklik evleninceye kadar sürü- yor. Evlendikten sonra, onun da içi dışı bir oluyor. İşin tuhafi — bu döneklik —erkeğe — geçiyor. Hem de evlendikten sonra.. Bakınt Nihal yazdığımı gördü ve kızdı. Elimden tutarak şunları yazdırdır hem de zorla: Yalan.. Yalan.. Yalan.. ? Ben ogidince yine yazıyorum: unlara yalan değil, , KELERLLRUEL ĞĞ FAKAT $ MM& : Bürün ükeyi Her GUN DO