6 Sayla | S Dünya Hâdiseleri r - Tabiatin Garip Bir Cilvesi Şimdiye kadar misli ender görülmüş bir tabi- at hâdisesi, Ge- çenlerde, Gaskonya kayt- | körfezinde edilmiştir. Hâdise, İngiliz bandı- rah “ Temple Moat ,, isimli sefer halindeki gemiye bir sema taşının çarpmasıdır. Bu çarpma neticesi, | İngiliz gemisi ağır surette hasara uğramıştır. Yine bu sırada, gemi- | de yangın çıkmış fakat mürette- batın soğuk kanlılığı sayesinde söndürülmüştür. Bu münasebetle neşredilen ilmi tetkiklere göre, gökten yere ve denize günde düşen sema taşlarının miktarı on milyon kadardır. Bu münasebetle okuyucularımızı — derhal — tatmin edelim: Bunların azim ekseriyeti birkaç milimetre kalınlığı geçme- yen küçük kum taneleri halind dir. Binaenaleyh bir in lamalarına — veya öl imkân yoktur. Dünyanın dörtte Üçü su olduğu için yine bu taş- ların pek çoğu denize düşmekte- | dir. Yalnız, nadirattan — olmak üzere meşhur kâşif - Pearynin ku- tuplardan getirdiği 36 bin kilo ağırlığındaki taş parçasını zikre- de biliriz. Bundan başka epey zaman evvel Sibiryanın Tunguskar bavalisi ormanlarının içine birkaç bin ton ağırlığında bir taş düş- müş, birkaç hektar mesafe dahi- lindeki ağaçları yakmış, Avrupa- nın ve ÂAmerikanın hemen bütün sismograf aletlerini ihtizaza uğ- Fatmıştı. Bu taşların tahrip kabi- liyeti yanında Almanların umumi harpte kullandıkları 42 likler ço- cuk oyuncağı mesabesinde kal- maktadırlar. * 4 ıngiliz Avam Kamarasında müstemlekât nazırile amele Alangle bir muhavere Makston arasında göyle bir muha- vere geçmiştir. Bu muhavere, İngilterenin müstemleke siyasetini aydınlatmak noktasın- dan dikkate değer ; Meb'us — Nijerya müstemle- kesinde M. Elnaka isimli yerli bir | vatandaş vergisini vermeyi unut- tuğu için kasabanın umumi mey- danında kırbaçlanmış. Bü, — bir | memurun muvafakati ile mi obk muştur ve Nijerya valisi tahkikat yapmaya memur edilmiş midir ? Nazır — Lortlar Kamarasında bu mesele mevzubahs - olmuş ve bir memurun emrile dayak atıldığı iddiası kal'iyetle redde- | vali tahkikat | ve neticesini bana bi- | dilmiştir. Esasen yapmıya dirmeye memur edilmiştir. Meb'us — Nijeryada mahallt memurların bu nevi icraata giriş- meye salâhiyetleri var mıdır ? Nazır — Mahalli hiçbir. me- mürun böyle bir emir - vermediği muhakkaktır. Meb'us — O takdirde, resmi #fatı olmıyan kimselerin Nijerya- da bu nevi icraat hakkında emir vermeleri mümkün müdür ? Namır — İngiliz imparatorluğu dahilinde resmi sıfatı olmiyan hiçbir. kimsenin bir vatandaşın kırbaçlanmasını — emredemiyece- ginden kat'i surette eminim. Meb'us — Bütün bunlara rağ- men bu zat kırbaçlanmıştır. Nazır — Tekrar — ediyorum: Nijerya valisi bu hususta tahki- kat icrasına memur edilmiştir. Gelecek raporu — derhal heyeti aliyenize arzedeceğim. Ve muhavere, burada miştir. meb'uslarından | ,..ebetle büyük bir alay kurdu- | alay seyrine çıkan - halk, | alayını seyre çıkan bit- | Bir Karşı rine bakılamıya- cagına inanılırdı. Bu sebeple — bir imparator, kölelerin omı arına yerleştirilmiş N eRupeRİ sastanat araba- sile sokaklardan geçerken pence- relerin perdeleri indirilirdi, sokakta bulunanlar da yüzüstü yere kapanırlardı. Bağdat halifeleri de bir aralık fevkalbeşerlik vehmine kapılmış- lardı, — yüzlerine — peçe — örter- lerdi, ipek duvar'ar arkasında otururlardı, — halayıklarından ve kölelerinden başka kimseye nâ- mübarek yüzlerini göstermezlerdi. On yedinci asırdan başlıyarak Osmanlı padişahları da Bağdat halifelerini — taklite — yeltendiler; mümkün olduğu kadar halka gö- | rünmemek yolunu tuttular, Fakat | onların bir türlü bırakamadıkları bir selâmlık âdetleri vardı, cuma günü camie giderlerdi ve bu mü- rurlardı, — haşmet gösterirlerdi. Üçüncü Sultan Mehmetten Ab- dülmecite kadar gelip geçen pa- dişahların bu selâmlık günlerinde yalnız atlara, tuğlara, ağalara, uşaklara bakarlardı, padişahın yüzüne göz kaldıramazlardı. Bu tuhaf çekingenlik- yüzüm den dilimize birçok fıkralar geç- miştir, birisi de şudur:. Anado- ludan İstanbula yeni gelip bir hemşerisinin kılağuzlığile selâmlık saf yürekli bir köylü, alaydan ziyade padişahi istediğinden ikide - bir hemşerisine sorarmış : — Haniya, hünhâr nerede ? Öbürü, “padişaha' bakılmaz,, diye yersiz bir münakaşaya yol açacağını tahmin ettiğinden sesini çıkarmayıp Nihayet, padişah görünmüş — ve köylü hemşerisine fısıldamış : — Önüne bak, hünkâr yor ! — Nerede, görmüyorum. — Canım, işte beyaz at üs- tünde, parlak tuğlu adâm. Sen önüne bak. Öbürü, hayran hayran, hün- kâra baktıktan sonra arkadaşına hayıflanır: — Hünkâr, hünkâr ben de tüylü, müylü, yeleli, ka- nath birşey sanmıştım. Meğer o da bizim gibi. kılkuyrağun biri imişi... Padişahların içinde birkaç ta- görmek susarmış. nesi, selâmlık günlerinden başka | günlerde de alay kurmayı sever- lerdi. Onların gururlarını tatmin kılavuz | gelis | deyince | SON POST, Ta_rihi M;saha İkinciSultanMahmutla Köyl Sıcak, **' : HAidk —e GÖĞÜRĞÜKÜÜĞÜ üeü Amma Çok Sıcak Günde Bir laştıla için ve önlerinde, baktıklarını görerek zevk almak için kurdurdukları bu alaylara “Gidiş resmi, derlerdi, birçok kaidelere ve gürültülü teşrifata bağlı bir işti Bu gidiş sık sık yapan hünkârlardan - biri de İkinci Sultan Mahmuttu. Ka- yıkla, atla, araba ile hemen her hafta bir gidiş alayı kurdururdu, İstanbulu salırın salına — dolaşırdı. Bir gün yine aklına esti, gidiş emri verdi ve Topkapı sarayını ayağa kaldırdı. Artık her saraylı, © rasimeye ait kostümünü telâşla sırtına geçiriyordu, binek ve ye- dek atlar hazırlanıyordu, hummali bir telâş içinde büyük küçük ko- şuşup duruyordu. İkinci Sultan Mahmut, alayın hazır olduğu haberini aldıktan sonra haremden çıktı, beyaz — bir ata bindi, en azdan iki bin kişi- lik bir kalabalığın başında Aya- sofyayı, Divanyolunu geçti, Baye- zıta geldi ve oradan Veznecilere doğru kıvrıldı. Hava sicak resmini seven ve ve pek sıcaktı. iyesl, Havadle ve Halk gazetesi Kaki Zabtiye, Çatalçeşme sokağı, 25 İSTANBUL Gazetemizde — çıkan — yazı resimlerin bütün hakları mahfuz ve gazetemize nittir. ABONE FiATLARI 6 |3|1 y | Ay | Ay a | kr l Kr. 'TÜRKİYE (1400| 7S0| 400 | 150 YUNANİSTAN 2340 |1220. 710 | 270 ECNEBİ |2700 (1400| 800 / 300 Abone bedeli peşindir. Adres değiştirmek 25 kuruştur. Gelen evrak geri verilmez. lânlardan mes'uliyet alınmaz. Cevap için mektuplara 10 kuruşluk pul ilüvesi lâzmdır. 1 İstanbul graf Telefon 120203 herkesin yere | | hızlı yürüyerek içeri girdi ve bir | dükkâna çıkarak oturdu. , | kârı görür görmez | bulunan yüksek | dükkânlı bir cephe içinde yapa- | gösterdi, şuradan buradan verilen | işaretleri | içlerinden | ziyor: Alayı birak ta doğru konuş. Kaç| akçe bu gem? Karınca — adımile rağmen atlar bile ter köpük için- de idi. Yayaların emdiği süt ise harıl harıl burunlarından sızıyor- yordu. Bizzat hünkâr, gökten dö- külen bu görümez alev içinde bu- nalmıştı, sığınacak serin bir kö- | şe, bir damaltı, bir çardak ar- yordu. Fakat ne Veznecilerde, ae Direkler arasında öyle bir mü- | nasip yer yoktu. Yeniçeriler kış- lasına girmek ise, teşrifat kaide- lerine göre, uygun düşmezdi. Çünkü o kışlalara Padişahlar se- nede bir kere uğrarlardı ve attan inmeksizin büzük bir kapı önün- de bir bardak şerbet içip döner: lerdi. Başka vakit kışlaya gele- bilmeleri - uzun hazırlıklardan sonra yapılacak - resmi davet üzerine vaki olabilirdi. İkinci Mahmut, bu sebeple yol üstündeki kışlalara da uğrr yamadı, yürüdü, lâkin sıcaktan da erimek derecelerine geldi ve © sırada gözüne Saraçane çarpınca hemen atın başını çekti, üstü kapalı olan o meşhur çarşıya gireceğini söyliyerek indi, hızlı yürümelerine | Bütün Saraçane esnafı hün- dükkânlarını savuşmuşlardı, — alayda rütbeli zabitler, ağalar da birer köşeye çekilmiş- lerdi, İkinci Mahmut yirmi, bırakıp otuz yalnızdı, terini soğutuyordu. İşte bu sırada bir köylü boy anlamayarak — yürüdü, hünkârın oturduğu dükkâna geldi, | alelâde bir saraca söyler gibi davranarak — alışveriş — yapmak istedi: — Çelebi, dedi, şu indirsene ! Hünkâr istenilen gemleri asılı oldukları yerden indirdi, köylü birini — seçti, fiatını gemleri sordu.. — Kaç para bu? — Beş bin kuruş! O vaktin beş bin kuruşu bu- günün aşağı yukarı beş bin lira- sıdır. Bir gemin fiati ise iki üç akçeden ibarettir.. Bu #sebeple | ..| uiBu, Ne köylü, sırma esvaplı saracın eğ- Mayıs 18 Kari Mektupları Taş 'kalplilik ! Uşaktan bir okuyucumuz ya “Geçen gün acıklı bi hâdisenin şahidi oldum. Uşaktat Kütahyaya giden bir kamyonetti 15 kadar yolcu vardı. Gedüs ka | zasına geldiğimiz zaman Gedül köylülerinden bir hasta kadıt ile erkek kardeşi de, Kütahya hastanesine gilmek üzere kamt yönete bindiler. İki saat sonrü kadıncağızın — hastalığı ağırlaşti ve Kurukaya köyüne geldiğimiz zaman kadın son nefesini teslimli etti. Fakat otomobil yolculari arasında bulunan bir doktor Bey; yolcuların ricalarına rağmen has* tayı muayeneye yanaşmadı ve zavallı — kadıncağızın — ölümünü lâkayt bir eda ile seyretti. Dok« tor Beyin bu hareketi yolculari çok müteesir etti. Lütfen yazınız da alâkadar makam tahkikat yapsın.,, Bu okuyucumuz, hâdiseye şahit olarak Uşaklı şoför Apti, şeki fabrikasından Şefik, şeker fabris | kasından Kıyye zade Sadık, Es- kişehir şeker fabrikası Tavşanlı Ziraat muhasebe memurlarından Muhsin Efendilerle Kütahya Def- terdarı Beyin isimlerini zikrete mektedir. Mektubun altında hâdi- — se şahitlerinden ikisinin imzası | vardır. | Boğaziçi Neden Rağbetten — Düşüyar? Bir karlimiz yazıyor: — Şirketi Hayriye ve alelü- mum vapur nakil üÜcretleri çok yüksektir. Bugün 40 kuruş vasat derecede yaşayan az nüfuslu bir ail b eninir günlük yiyeceğidir. Boğaziçi nasıl sönmesin? Şirketiri tarifesi harp senelerindeki tarife- den daba yüksektir. Halbuki kö- mürden tutun da amele ücretint kadar herşey bugün (3-4 ) misli ucuzlamıştır. Bu pahalılık Boğaz* içine rağbetsizliği mucip oluyor. Birçok yalılar ankaz fiatına yıkı” cılara satılıyor. Halbuki ucüz — biletle - çok adam taşımak ve mamur, kalar balık bir Boğaziçi yapmak şirke- tin menfaati iktizasındandır. Sonra tarifede nisbetsilik vardır. Üskür darla İstanbul ve Üsküdarla Be- / | îiktı. arası (25) kuruş, Bebekle stanbul arası (10) kuruştur. Bu nasıl nispet? anlaşılmıyor. Başiktaş İskelesindeki Helâlar Beşiktaş iskelesindeki halâlar kapalıdır. Vapur bekliyen yolcu- lar bazan çok sıkıntı çekmekte- dirler. Bu halâların yolculara açık bulundurulması mümkün — değil midir? Sanyeri Dereboyunda — Alayı bırak, dedi, doğru konuş. Kaç akçe bu gem? — İki bin beş yüz kuruş! Köylü, elindeki gem kümesini hünkârın başına fırlattı, ağzına gelen küfürü savurarak ayrıldı, fakat beş adım atmadan yaka- landı, bir sille yağmuruna tutuldu. Zayvallı adam, muhakkak bir ölüm tehlikesi geçiriyordu. Fakat hün kâr, ömrünün nadir bir insafıni gösterdi, bağırdı.. — İlişmeyin, incitmeyin, hoş tutun! Ve ona istediği gemle yedi bin beş yüz kuruş para gönderdi. Paranın bu miktar üzerinden gön- derilmesi, köylüden ilkin beş bi ve sonra iki bin beş yüz kuru$ istemiş olmasındandı!... M. T