k İ Vd b Gâvur Mehmet Y>di (Aşık)lar Şirketi Her bakkı mahfuzlur 1 4 984 Tefrik — No. 85 _Ödadan Gelen Sesler! Gâvur Mehmet ile Hüsnü Etendi, önünde “durdukları odadan Karmenin sesini işittiler.. — A, oğlum.. Ne bilirdik? — Evet.. Bilemezdik.. Fakat biraz düşünse idik, hissederdik. Çünkü Salıh tevkif edildiği zaman Üstü aranmış, üzerinde bir çöp bile bırakılmamıştı. Şu halde bu kapının anahtarla açılması lâzım gelmiş olsaydı, Salih anahtarı nereden bulacaktı? — E, ya buanahtar delikleri? — Görmüyor musun?.. Onlar, sahte.. bizim gibi aptalları aldat- mak.. ve kapının dibinde lüzum- suz yere uğraştırmak için... Nehal ise., şimdi onu da bırakalım da şu merdivene tırmanalım, — Fakat dikkat et, Güâvür Mehmet.. insanın aklını karma ka- rışık eden bu şeytan icatlarının arasında bir çıkmaza girmiyelim. — Yürü Hüsnü Efendi.. Alla- hın dediği olur. — Gâvur Mehmet, önden gidi- yor.. Hüsnü Efendi de onu takip ediyordu. Henüz, üçüncü dördün- basamaklara ayak basar bas- markalarında kalan kapı, bir- denbire kapanmıştı. Hüsnü Efen- di, metin bir adam olmakla be- raber, vücudu bir anda buz ke- sildi: — Ben sana demedim mi, Güvur Mehmet.. İşte kapı ka- pandı. Şayet önümüz tıkalı ise.. Geri dönmemiz de lâzimgelirse ne yapacağız ? Gâvur Mehmet, merdivenleri çıkmakta devam ederek, müte- vekkil bir sesle: # — Aldırma.. Allah kerim... Diye homurdandı, Merdivenin son basamağına kadar çıkmışlardı. Önlerinde, se- — kiz on metreden ibaret bir dehliz ve dehlizin sonunda da bir kapı vardı. Gâvur Mehmet, birdenbire duraladı. Dikkatle kapıya doğru baktı ve sonra dudaklarında memaun bir tebessümle Hüsnü Efendiye dönerek : — Müjde Hüsnü Efendi.. Ar« tık, bu yeraltı zındanlarından korkacak birşey kalmadı. Diye mırıldandı. Hüsnü Ef., merakla sorda: — Neden anladın ?... Gâvur Mehmet, tabancasının “ucile dehlizin sonundaki kapıyı gösterdi: SON POSTA İLÂN FİATLARI 1— İlânin tek sütun # satır gazetenin metin yazısile vasati 4 kelimedir. £ — Ayni yazının 2 şatır * santimdir. |3 — Diha kalın ve daha ince yazılar santim ile besap edilir. Z saöğt _ğl müzdeki kapının aralarından ha- fifçe ışık görünüyor. — Hakikaten öyle., atılahım. — Yook.. © kadar acele de- ğil, hele evvelâ, o kapının arka- sında ne olduğunu anlayalım?.. — O da doğru ya... Yavaş yavaş ilerlediler. Kapı- ya kadar geldiler. Büyük bir de- mir kapının arkasına kadar açı- larak öylece bırakıldığını ve ikin- €i tahta bir. kapının da sımsıkı kapalı olduğunu gördüler. Bu çifte kapıdan, kapalı olan tahta kapının üst tarafı hafifçe aralık kaldığı için ince bir ışık sızıyor- du. Gâvur Mehmet, kapının arka tarafında bir gezinti hisseder gi- bi oldu. Derhal elindeki mumu söndürerek cebine koydu. Şimdi, kapının hor yerine göz gezdiriyor ve içersini görebilecek bir delik arıyordu. Bu sırada içerden bir ayak sesi duyuldu. Süratli bir yü- rüyüşle gezinen bu ayak sesi ba- zan da uzaklaşıyor.. dolap kapıla- rını, ağır sandık — kapaklarını açıp kapıyordu. Gâvur Mehmet, Hüsnü Efen- dinin kulağına eğildi: — İş:tiyor musun?. gezinen biri var. Ne şimdi? Dedi. Hüsnü Efendi, suretle cevap verdi: — Ne mi yapacağız?. Bir anda kapıyı açıp içeri dalacağız. — Kapıyı nasıl açacağız ? — Maymuncukla. — Mümkün değil. Çünkü kapıda anahtar deliğ'ne benzer hiçbir şey görünmüyor. — ©O halde omuzlarımızı ka- pıya dayarız. Bütün kuvvetimizle çullanırız. Nasıl olsa, kırar, içeri dalarız. — Tehlikeli iş, Hüsnü Efendi. Eğer kapıyı bir anda kırıp içeri atlıyamazsak, — başımızı — derde sokarız. — Eh, pekâlâ.. Sen ne düşü- nüyorsun?. — Ben mi?. Ben diyorum ki.,. Gâvur Mehmet, sözünü bir- denbire kesti. Hüsnü Efendinin kolunu şiddele sarsarak : — Dinle. Dedi. İki zabıta memuru, ku- laklarını kapıya dayamışlar ve © zaman hayretlerinden dona kalmışlardı. İşittikleri ayak sesine bir diğer ayak sesi daha karış- mış, bir erkek sesi, öfkeli öfkeli söylenmiye başlamıştı: — Çok fena düşünüyorsun | Karmen.. arkamızda bir kan izi | daha — birakmayı — istemiyorum. Hem artık biktim usandım, bu cinayetlerden. Mademki — herif sana bir iyilik etmiş.. seni hapis- ten kaçırarak buraya getirmiş.. biraz para verelim, başımızdan defedelim. — Boş yere çene yorma Sa- lih.. eğer bu adamın vücudunu ortadan kaldırmazsan, benden hiç bir şey bekliyemezsin.,. | — Canım niçin buna lüzum görüyorsun?., hemen İçeride yapacağız, ayni ( Arkası var ) Yaz ortasında evden çıkarken mendil yerine, şemsiyesini almıştı. Dünya İktısat Haberleri l Buhran Hafifleyor Mu? Alman iktısadi tetkik enstitü- Çalışmada | sü tarafından dün- Artınu Var yanın sanayi sa- hasındaki faaliye- tine ait şayanı dikkat bir rapor hazırlanmıştır. Bu rapora göre dünya sanayii son buhran yılları esnasında kaydettiği azami dur- günluğa kıyasen 1934 senesi ilk ayında umumi olarak yüzde kırk nisbetinde çalışmasını arttırmıştır. Faaliyetin artma nisbeti, İngiltere için yüzde altmış iki, Almanya için yüzde kırk, Amerika için yüzde otuz, Sovyet Rusya için yüzde 28, ve Fransa için yüzde yirmi yediye varmıştır. * Milletler cemiyeti altın komis- İngilterenin | yonu — tarafından Ttın İthalâtı yapılan hesap- n'n en büyük altın lara göre dünya- pazarı olan gilterenin (1933) senesi altın idhalât fazlası (191) milyon (344) bin İngiliz lirasına baliğ olmuştur, 1932) senesinde bu miktar yalnız 17) milyon (858) bin lira idi. Böylelikle geçen sene İngiltereye giren —altınlardan orada kalan miktar (1932) senesinden (173) milyon ve küsur lira fazladır, x Paristen - bildiriliyor: ithalâtını ve tahdit kararlar mıiştir. Her gün bunların kaldırılması, — değiştiril- mesi ve iktısadi siyasete göre arttırılması icap etmektedir. Bu işlerin daha seri bir surette gö- rülmesi için Fransız Nazırlar Meclisi kendi azasından bir kıs- mini bü işleri görmiye memur etmiştir. “Kontenjan komisyonu,, ismini taşıyan bu heyete Başvekil riyaset etmektedir. Heyette tica- ret, deniz ticareti, ziraat ve müs- temlike nazırları da aza olarak bulunmaktadırlar. Kontenjan ve diğer ithalâta ait işlerle bundan sonra bu komisyon uğraşacak ve bunların üzerinde değişiklik yap- mak hakkı yalnız bu heyete ait olacaktır. Ecnebi takyit eden çoğal- Fransa Kontenjan Komisyonu Bankası Reisi Doktor — Şaht'ın nisan ayı sonla- n;ı doğru Ame- E rikaya — gideceği, İstikraz iyi — haber ılgı mali mahafilde duyulmuştur. Milli banka reisinin bu seyahatinden maksat, Amerika bankalarından beş yüz milyon marklık bir istik- raz yapmaktır. Türk parasile iki yüz elli milyon lira totan bu para ile Alman sanayiinin ihtiyacı olan iptidai maddelerin tedariki için kredi açılması mevzuubahstır, l HİKÂYE Makineler yeknasak bir ahenkle takırdadıkça, makaralara sarılı ipekler çözülüyor; makinenin bir tarafından ipek giriyor, öbür ta- rafından ipek çorap çıkıyordu. On beş ile otuz yaş arasındaki irili ufaklı kadınlar, kızlar bir sı- raya dizilmişler, makineden çıkan çorapların arka dikişlerini diki- yorlardı. Ara biribirlerile birkaç kelime konuşuyorlar, sonra yine başlarını önüne iğiyor, işle- rine bakıyorlardı. — Sabahat seninki geldi ! Sarışın bir kız ipek saçlı ba- şını ipek çoraptan kaldırdı. Kapı- dan giren uzun boylu, amele göm- lekli gence baktı. Hafif bir gü- lümseme oldu. Sarışın kız utandı, amele göm'ekli genç hiçbir şey sezmemiş gibi bir makinenin ya- nına gitti. — Sabahat bakıyor! Sabahat baktı, amele gömlekli genç baktı. — Sabahat ne vakit evlene- ceksiniz? Sarışın kız, yanında ufak tefek kadına döndü: — İki ay sonral — Düğününüzde bol bol eğ- leniriz.. Sabahatin lâcivert gözlerinde bir aydınlık hasıl oldu: — İnşaallah, kardeşim. Yine başımı eğdi, yine ipek çorapların arka dikişlerini dikmiyö başladı. Saat iki oldu, üç oldu, altıda zil çaldı. Makineler durdu, siyah önlükler üzerindeki beyaz ço- raplar yerlere atıldı. Eski çanta- lardan aynalar çıkarıldı, pudra kutuları açıldı; ruj parçaları du- daklara sürüldü. * Fabrikanın kapısında buluştu- lar. Erkek rengi solmuş bir elbi- se, kız yakasının körkleri dökük- müş bir manto giymişti. — Necmi! — Sabahatl! Kol kola girdiler. Beraber yü- rüdüler, evin arkasına çekilmek üzere olan güneşin kızıl ışıkları bu iki insanın yüzlerine vuruyor- du. Sarışın kız güzeldi. Uzun boy- lu erkeğin çirkin bir tarafını buk mak için çok müşkülpesent bir gözün uzun zaman meşgül olması lâzımdı. — Az kaldı.. — Az kaldı.. Ne olduğunu biribirlerine an- latmadılar. Çünkü ayni mevzuu o kadar fazla konuşmuşlardı ki; iki ay sonra evlenecekler, küçük iki odalı bir evleri olacak ve artık mes'ut yaşıyacaklardı. Bu sırada yanlarından bir başka çift geçti. Onlar da genç bir kadınla genç bir erkektiler; belki onlar da ni- şanlıydılar. Erkeğin elbisesi “çok yeni, kadının mantosu çok şıktı, Erkek, Necmi gibi güzel değildi. Kadın, Sabahattan belki yüz kat çirkindi. Amma — şık manto, iyi şapka, mükemmel — tuvalet ona Sabahat kadar değilse bile yine bir güzellik veriyordu. — Ne güzel mantol — Ne güzel elbisel — İnşallah bizim de olur. — İnşallah.. İki nişanlı biribirlerine biraz daha sokuldular. Fena elbiseleri- sıra oturan Bu Sütunda Hergın Nakleden: Nimet Mustafa Zavallı Kardeşim K ae ul nin içindeki iyi kalplerini biribir- lerine — göstermek — istiyen bir halleri vardı. * Zaman geçmiş, evlenmek için kararlaştırılan gün — yaklaşmıştı. Bir sabah Necmi, fabrikada Sabahatı bekliyordu; Sabahat ge- Hince eline sarıldı: * — Yaşadık Sabahat.. — Ne var! — Hani Samsunda bir amcam var sana anlatmışlım yal o, ölmüş. Benden başka mirasçısı yok, anladın mı? — Şimdi ne olacak ? — Bugünden tezi yok. Ben Samsuna gideceğim. — Samsuna mı gideceksin? — Karkma canım kaçmıya gitmiyorum yal oradaki işlerimi yoluna koyacağım, epeyce para almış onu alacağım. * Necmi Samsuna gitti. Sabahat vapurda onun elini sıkı sıki tüt muş mütemadiyen aynı sözü tek- rarlıyordu : — Çabuk geleceksin değil mi? — Çabuk geleceğim. Necmi hakikaten çabuk geldi. On beş gün sonra İstanbula ge- len Gülcemal vapurunun birinci mevki salonunda temiz giyinmiş genç bir erkek vardı. Bu erkek Necmi idi. Amcasından kalan servete sahip olmuş. İstanbula dönüyordu. Rıhtıma ayak basar basmaz ilk işi fabrikaya gitmek oldu. Doğru fabrika sahibinin odasına çıktı. Vaziyeti anlattı. ebrik ederim azizim, şim- di ne yapmak fikrindesin ? — Bilmem; daha bir şey dü- şünmedim ! Fabrikanın sahibi düşündü, — Benimle ortak olurmusun ? Necmi düşündü : — Olurum! * Günler geçti, fabrikada yeni likler meydana getirildi. Daha birkaç tezgâh, daha birkaç ma- kine satın alındı. * — Sabahat seninki geldi, Birçok kızın bir arada çalış- tığı yere, şık geyinmiş, uzun - boylu bir erkek girmişti. saçlı başını ipek çoraplara bir kat daha eğdi. — Sabahat v Sabahat bakmadı, şık geyin- miş genç bakmadı. — Sabahat evlenmiyecekmiş- siniz öyle mi? Seni almaktan zgeçmiş. "g:îııın kız yanındaki — ufak tefek kadına döndü: — Evet öyle, bir fabrika sahi- binin :irll:d kızile evlenmesi ğru değilmı; : dog_ Zı'nllı .'kırdeıı'ııl Cevap vermedi, boynunu bük- tü. Yanaklarından süzülen göz yaşları ipek çorapların üzerlerine damla damla döküldü. Küba'da Vaziyet Fena Havana, 31 (A. A.) — Küba zabıe tası tamamile zabtüraptını kaybetmiş görüğmektedir. Akşama sabaha, muh-e telif fırkalar arasında bir ihtilâf zw huru bekleniyor. İhtilâleiler, son sistem mitralyözlere le techiz edilmiştir. $