GÜL HANIM Haçlılar, Mücahitler, Fedailer Arasında Yazanı SON POSTA Ömer Rıza Eylâl 8 Bu Cuma Ncreye Gideceksiniz ? Kadıköy Kibardır Diye Kibar Mı Durmak Lazım'? Mesrüre: — Atları MathZlaymı BİZI Bu Zamanda “Kerem İle Aslı,, nın Saf Aşkları Var Mıdır, Dersiniz ?.. Takip Ediyorlar! Diye Bağırdı Dördü de bu mel'un şehirden kurtulduklarına şükrettiler. Fakat acaba — kurtulmuşlar mıydı? Mesrure: — Cebel halkı, muhakkak ki bizi takip edecek, belki de bizi tekrar yakalarlar. Kurt cevap verdi: - — Belki. Fakat birimizi de ellerine diri geçiremezler. Biz şimdi plânımızı kuralım! Ne ya- pacağız?.. Sahil şehirlerden - biri- ne mi ineceğiz.. Mesrure: — Hayır! dedi. Çünkü cebel halkı peşimizi bırakmıyacak. Ce- vel halkı bizi bep gözetliyecek ve bizden intikam almak için fırsat kollıyacak. Biz ülk önce (Humus)u istihdaf etmeliyiz. Oradan Oront nöhrini geçerek ( Ba'lebek ) e in- meli, sonra Beruta dönmeliyiz. Doğan cevap verdi: — Fakat Humus, Sultan Sa- lâhaddinin elindedir. Gül Hanımsa Ba'lebek melikesidir. — Bu da bizim hakkımızda hayırlıdır. Size soruyorum. Gül Hanımı katillerin elinde bırak- mayı mı, yoksa Sultan Salâhad- dine götürmeyi mi tercih ediyor- gsunuz. Bu iki şıktan birini seç- mek lâzım.. Gül Hanım tereddütsüz cevap verdi: — Dayımı tercih ediyorum. Ondan bana fenalık gelmez. İki kardeş te ayni fikirde idiler Gün doğuyordu. Gül Hanımla | Doğan kalktılar. Atları yuların- dan tutarak - dolaştırdılar. Mes- rüre, Kurdun berelerini muayene etli. Suların kenarında çalıların içinden bir takım yaprakları se- çerek evvelâ yıkadı, sonra ezdi, yaraların üstüne koydu. Bunlar, Kurdu bir haylı innettirdi. Sema, kurşun rengini almıştı. Yiyecek- leri bulunmadığı için kana kana su içliler. Atlarının eğerlerini bağ ladılar ve haraket ettiler. Fakat yüz metre - ilerilemeden geriden at nallarınım seslerini duydular. Mesrure bağırdı: — Atlarımzı. mahmuzlayınız. Bizi takip ediyorlar. Uçurumu — çerçeveleyen — yolu çıkıyorlardı. Bu — yolu geceleyin geçmek — hakikaten — imkânsızdı. Fakat kafile durup dinlenmeden ileriledi. Gide gide *bir takım dağ- İarın eteğinde uzanan bir ovaya vardılar. On on beş fersah uzanan ovanın ötesinde biri diğerine çok yakın iki şahika görünüyordu. Mesrüre bunlara işaret ederek: — Tutacağımız — yol, — dedi, bunların arasındadır. Oront va- disi onların arkasındadır. Mesrure konuşurken ta uzak- lardan bağıran adamların sesleri duyuluyor. Fakat bunların ne de- dikleri anlaşılmıyor ve kendileri görüamüyordu. * Atlarını bir kere daha mah- muzladılar, Sekiz ön fersah geçmişlerdi. Önlerinde, şimdi düz ve enli bir ova uzantyordu. Şeyhin askerlerinden — yirmi kadarı arkalarından gelmekte idi- DÜ l ÇAA YA ARR. ” Vi | ler. Fakat bunlar iki Fersah ge- ride idiler. Kurt bağırdı: — Bize yetişemezler! Mesrure sağ ciheti işaret etti: — Bu tarafta, dedi, mızraklar görüyorum! Sisler bu taraftan henüz rılıyordu. Kurt ile Doğan Oraya dikaat | ettiler, dört yüz kadar mızıraklı suvarinin geldiğini gördüler. Mesrare anlattı: — Kaleden kaçtığımız, gece- den anlaşılmış ve derhal takipler başlamış! Yapacağız iş geçide onlardan evvel varmaktır. Yoksa ellerine düşeriz. Mesrüre, atım bir kere da- ha mahmuzladı. Ve at yeniden cadlandı. Fekat yarı fersah ge- riden atılan bir narayı, sağ taraf- tan gelen adamların verdiği cevap kaçan kafilenin görüldüğünü em latıyordu. Mesrure bağırdı: — İleri! asıl yarış şimdi baş- hyor. Hpesi de son süratle koşu- yorlardı. İki üç fersah ilerledikten son- ra geriden gelenler görülmez ol- muşlardı. Fakat sağ taraftan ka- kan tozlar oradan gelenlerin pek çok yaklaştıklarını gösteriyordu. Belki de bunlar iki dağ geçidine kendilerinden evvel varacaklardı. Doğan bağırdı: — Gül ve Kurt! siz bize bak- | mayın, atlarınızın süratinden aza- mi derecede istifade ederek kur- tulun. İki dağ arasındaki geçide vardıktan sonra bir az dinlenin, nefes alın, size yetişirsek ne âlâ. yetişemezsek beklemeyin! Mesrure doğanı teyit etti: Evet, dedi. İki dağ arasındaki geçide vardıktan sonra Humus köprüsünü tutunuz köprü uzak- tan da görülür. Orada Sultan Sa- lâhaddinin — askerlerine — teslim olun! Kurtla Gül dinlemediler. Do- gan sert sert bağırdı: — Emrediyorum ikiniz de yü- sıy- rüyün: Kurt: — Peki, dedi, Gülün hatırı ıçkı pekı $ Poliste Kurt bağırdı: — Reyhan! Duhan! İki at kulaklarını kabarttılar. Sonra kumların üzerine uzanır gi- bi gerindiler ve kuş gibi uçtular. Çok geçmeden, Mesrure ile Do- ğan ikisinin de geçide vardıkları- nı gördüler. Mesrure Memnundu. — Ne iyi, dedi, bütün mem- lekette bu iki ata yetişecek at yok. Onların Humusa varacakları- na emin ol. korkma! Doğan sordu: — Kurzum mesrure, bize bu atı satan adam kimdi? İkisi de atlârını son — sur'atle hareket ediyor, ve gözleri gittik- çe yaklaşan tozlardan ayrılmıyor- du. Tozların arasında parıl pa- rıl parlıyan mızraklardan — kork- mamak imkânsızdı. Mesrure cevap verdi: — ©O adam benim amcamdır. Çölde bir kabile şeyhidir. Onun atları hem — şecerelidir. Arabisş- tanda onlara eş olacak at yoktur. — Amcan, bir kabile şeyhi olduğuna göre senin bu haydut- larla münasebetin yok demektir. — Hayır, sana herşeyi anlata- bilirim artık. Belki de son daki- kamız yaklaşıyor. Babam, Araptı. Fakat anam, asil bir Türk kızı idi. Babam anamı çölde, açlıktan ölecek bir halde bulmuş ve onun bir yolculuk esnasında taarruza uğrayan bir kafileden bu halde kurtulduğunu anlamış! babam bu felâketzede kadını alarak baktı, sonra onunla evlendi. Ben bu ana ile babadan doğdum. Günün birinde Cebel haydutları bizim oturduğumuz tarafa akın ettiler. vak'ada anam da, babam da maktül düştüler. Ben yapayalnız kaldım. o sırada on iki yaşların- da idim. Esrarkeşler beni esir ederek götürdüler. Beni aralarında büyüttüler. Sinan * beni görüp haremine âaldı. Annem, beni tam bir Türk kızı olarak yetiştirmişti, Fakat esrarkeşler kendi mezhep- lerine soktular. O mezhepten ne kadar istikrah ettiğimi Allah bi- lir. Bunu siz de çördünüz. Sinanı biç sevmediğimi, ve ondan nefret ettiğimi sizde anladınız. (Arkası var) ——— A AM M a İmtihan Dün Emniyet Müdürlüğünde birer derece terfi etmek istiyen polis, muavin ve komiserlerin imtihanları yapılmıştır. İmtihan kâğıt- larının tetkiki yakında bitirilecektir. & z dik, ü Kahveyi yudum yudum, birayı ler.. Ben buna inanmamıya baş- ladım... Şöyle kıra, bahçeye, gazinoya nekadar gittisem, akşam geç vakit bir haftalık yorgunlukla, bitkin, halsiz ve çökük bir halde eve dönüyorum.. Bu olur şey mi?. Oluyor işte... Hele Kadiköy vapurlarına bi- nip te, karşıyaka mesirelerine, eğlence yerlerine gitmeyeyim.. Ezilip sıkılmaktan, terden, yor- gunluktan Aadeta küfe ile dönü- yorum. Ev yüzün sapsarı!.. diyorlar... Acaba her eğlenen İstanbullu benim gibi yorulup, çöküyor mu, bilmiyorum.. Fakat ne pahasına olursa o sun, cuma günleri gezip eğlendik, şöyle havası, manzarası, kadını, kızı bol tir yere gitmeden ola- mıyorüm.. Cuma istirahat günüdür, der- | halkı : “ Ne olmuşsun, Hasta msm?, * Sizinle bahsederim ki, İstanbu- lun en kalabalık, en civcivli yeri, Kadıköydeki gazinodur.. Yüksek taş rıhtımın Üstünde, bir İşaret taşı gibi duran burası cumaları hıncahiınç — oluyor., İstanbuldan, Boğazdan, karşıyakadan — gelen bütün kalabalıklar, hep burada mola veriyor.. Fakat işin tuhaf tarahı şu ki, gelen kalabalığın hemen hepsi, adâbı müaşeret kitabının kötü ve pis basılmış birer - sayfası gibidir. —" Mademki, Kadıköy gibi kibar bir muhite gek elbette kibar — durmalıyız. dudak ucile icmeliyiz.. - Burada | ayak ayak üstüne altmıya gelmez, kıvrılıp bükülmiye gelmez, ayıp- | larlar insanı.. Çok gülmemeli, çok konuşmamalı, çok bakmama- h.. Ne olur ne olmaz.. Bir pot kırarsak, vebali bize olmasm!,,, Sakın siz de böyle bir sıkıya gireceğiz diye, bu cuma sizi gö- götürdüğüm — yere * gelmemezlik etmeyin.. Hayır,. Tabüi olan - in- sanlar kadar yoktur. * Saat beş buçuktan sonra burası,şark incisi İstanbulu, koyu gölgelere boguyor ve sağdan sol- dan, batan güneşin huzmeleri içinde kendinizi şair etmekten ko- rüyunuz.. Çünkü bu zamanda şüir. eski bir papuçla değiştirilmeyecek kadar düşkündür. Hele ressam olmıya kalkarsanız, iş büsbütün kötüleşir. En iyisi biranızı önü- nüze çekip yarınki kazancınızın hülyası ve yıhıt ta tir Iııiıı rahat — kimseler Z iRi < S AYi e l B A e G G DK GA rü AD vücudunun hayalile uğraşınız.. bu her şeyden üstündür. Artık “tuzak,, eğlence yerle- rinde pek sökmez oldu. Gazino- ya ayak basan halk, evvelâ fiat yaftalarına bakıyor!: Kahve 25, çay 25, gazoz 30, rakı şişe 200.. Ne âlâ.. Ucuz değil mi?. Deniz havası, rüzgâr, manzara, kalaba- hık, kadın seyri 25 kuruşa... He- le 200 ü gözden çıkarıp ta işi rakıya dökerseniz, keyf tamam olmuş demektir.. * Akşam üstleri gelen ailelerin hemen hepsi, busene şamfıstığı- na dadanmış.. Cepler ve ke- se kâğıtlar dopdolu... Gazino garsonları her sabah bu fıstık süprüntülerini denize dökmekten şikâyetçi... Bir de buhran var, sıkıntı var — derler.. baksamıza bizim halkımız şamfıstığile bes- leniyor... Bundan ötesi de olur mu? Saat sekize doğru gazino, büsbütün doluyor.. kafası tütsü- lülerle, gönülleri tütsülü hanım- cıklar arasında evvelâ hafiften bir bakış, sonra imalar, kinaye- ler, bilahare konuşmalar başlar... Ben bu gazinonun en çok bu hoş sahnelerine bayıldım.. Bu aşklar, bu göz göze gelmeler hep bir * Kerem ile Aslı ,, masalının sah- nelerinden birer parça olarak kalıyor, çizgi hiç değişmiyor.. ne .yı.neznnl değılmfl’-—ı*ı (Eski Opera ) Yüzlerce Glmin ata- sından seçdea Yelnız En büyük filmler en rahat yeni koltuklar 1933 madeli son sis- tem WESTERN elek- trik sesli makinaları en şık tezyinat. Ve yalnız açılacağı günü ilân edeceğimiz. En büyük ve görülmemiş işidilmemiş Yeniliklerimizle 16 Eylül Perşem"”e Açılıyor. (TUN)