ÇA Tramvay .Selıı'r Mektupları CAY * SON POSTA Yapmak İster Misiniz? Amerikan Darbın;;;elî İstanbular Gelince Unutulur Bugün, güneş dargın, İhıvır somurtmuş, ben de öyle olma- lhıyım ki önüme geleni didiklemek istiyorüm. Tramvaya bindim. Ü- çüncü geniş sıra boş değilse, dışarıda dikilmek daha çok ho- şuma gider. O sıra boştu, ön- dekiler dolu. Her vakit oturur- ken mavi camda bir şeyler ara- mak adetimdir. Baktım. İki gü- zel baş, hoş.. Ön sıradakinin başlığı sol ka- şına — yaslanmış. Gözlerim, — dal- gasız bir. akışla ensesinden dö- külen, rengini bir şeye — benzete- ç mediğim saçlarına — takılıp kaldı. Ne duyuyorum, — ne dü şünü yorum, pek te farkında değilim. — Cam- daki akisler ara- | sında'dolaşan di- | dikleyici bir çift göz, önümdeki güzeli üzmüş ol- mah ki başımı çevirdi, bana baktı. Bu güzel yüzde bir dudak bükümü eksikti: fakat ben, a- dırış etmedim. Onu da didikle- miye başladım: Saçları pek güzeldi, olgun bir demet mısır püskülü gibi. Şimdi öndekinin saçlarnı da benze- tecek bir şey bulmuştum, onlar da süt mısır püskülüne benziyor- muş meğer. Bu saçlar, beni içerilere, gönüllere doğru çekip götürdü, düşünüyorum : O dümdüz saçlarla döşenmiş bir sevgi yolu mu, yoksa büküm- leri arasına biraz riya, ufacık yalanların saklanabileceği demet- lerle işlenmiş gönül yolu mu daha gıdıklayıcıdır. Bu yollarda yürüyebilmek için, - sendelemiyecek kadar dinç olmalı değil mi? Bunu başın duruşile ensenin körpeliğinden anlıyabilirdim. Ba- şın duruşunu, yaşamaktan bezmiş buluyorum. Enseye bakıyorum, tı- kız bir gerginliğin pırıltıları var. Başın duruşu ile ensenin görünüşü bir değil, Derken, ceketinim ya- kası gözüme batıyor. İşte o zaman framvaya bindiğime de, didiklemek istediğime de pişman oluyorum. Bukadar güzel görünüşlerin altın- da bu kadar çirkin şeylere rastlı- yacağımı bilseydim evimden bile çıkmazdım. Meğer o ense, cılk yağ içinde değilmi imiş. Ceketin yakası kirden bir şeritle çevrilmiş gibi. Omuzlarile sırtına serpilmiş kepeklerin o güzel ondüleli saç- lardan döküldüğüne inanılırmı? Erkeklerde bu kirliliklerin ma- zereti bekârhıktır, kadınlarda ise.. * Yolculuğun —tadı — kaçmıştı. Kim bilir- nasıl bir tedai ile “bir bikri naşüküfte,, nin beş ku- rüşa satıldığından şikâyet eden Evliyayı hatırladım. Onun zama- nında bu gibi başlar, birer ipek koza bhalinde idi.*Şimdi kanatları, kalplerden — sızan damlacıklarla işlenmiş birer kelebek oldular, gökten göğe uçuyorlar. Çelebi tekrar yola çıksa, bu damlacık- ları “turna kamı şirei engür,, gibi nuş eder mi idi, yoksa.., * Beyazıda — gelmiştik. Saate baktım, üç buçuk. İnsem, Darül- fünuna uğrasam mı? Dedim, yine vazgeçtim. Hava bulanık. Bu gitmeyi — doğru havada oraya bulmadım. Olur ki havanın tesi- rile bu aşık yurdunu istediğim gibi aydınlık göremem de didik- lemiye başlarım, diye ürktüm. Göneşli bir günde gitmeyi dü- şüncelerime daha uygun buldum. Tramvay — yine yollanmıştı. Giderken gözüme takılan - bir mevzuun — hayalini — hırpalıyarak düşünüyorum ?. — Topane! Biletçinin sesi, bir emir gibi sinirlerimi titretiyor, tramvaydan iniyorum. Nereye gideceğim?. Verilmiş bir kararım yok. Önüm- de bir kapı. Giriyorum : Bir avlu, yosun tutmuş çeş- meler, —süprüntü — sandıklarına benzeyen birkaç masanm arka- sına sinmiş hazır mektupçular.. Keskin bir rutubet kokusu yayı- lan sofalara yaklaşıyorum. Camiin kapı perdesi aralanıyor, aksakallı bir adamcağız, “ Âdem »in ko- vulduğu cennete tekrar girmiş gibi huzur içinde görünüyor, bu huzura imreniyorum, vicdanının tesinden başkasına kulak asmı- “yan bir huzur.. Arzuhalcilerin yanından geçi- yoruz, Bir tıkırtı.. Yazı makinesi. Ak sakallı yan yan bakiyor. Kapıdan çıkıyoruz. Bir çeşme: Yalakları hazan — yaprakla- rını. çürüten birer beşik ol- muş. Arkasında bir çimenlik var, bir depo.. Seyrisefaine mi, Barut “ramaz kırık dökük şeylerle dolu bir depo. * | M | Bir ara ileriliyorum, Tophane parkı. Hani Avrupadan resmi misafirlerimiz geldiği zaman me- rasim yaptığımız iskele yok mu? İşte oraya bu parktan geçilir. Yol, Avrupa parklarında olduğu gibi özenerek yapılmıştır. Buradan iskeleye doğru gitmek isterseniz, sakın — sağınıza, solunuza bakma- Futbol oy- nıyan gençlerden başka bir şey göremezsiniz. He- le, midenize gü- ven mi yor sa sız , futbol — yerinin yola doğru olan kısınına hiç bak- mayin, — Orası, çöpcülerin çöp- lerini toplamadığı yer değil, ara- balarını boşalt- tığı yerdir. Daha ileri gitmekten vaz ge- çiyorum, Parmaklık boyunca yü- rüyarım. Sağdaki köşkün tatsız batıralar saklıyan — pencerelerine bakmadan geçiyorum. (Ford) un kapısı önünde duruyorum; hayret! Dünyaya lüks saçan Ford bile bizim emanet çöpçülerine mağlüp olmuş. Amerikada “herkes kendi evinin öÖnünü temizlerse şehirde pislik olmaz,, kanaati varmış, derler. “Tophaneli Ford,, bunu unutmuş olacak. (Ford) un bu balini görünce, belediyeye söylenmekten vazge- çiyorum. Amma gene” pişman oluyorum. Bir gün yolum, oraya da düşecek gibi. Arkadaki binaya döndüm. Bu park ve şu çeşmenin arka- sındaki pislikler oradan görünü- yor mu? Diye baktım. Ne göre- yim, bu binanın demir parmak- lıkları bir sürü adak paçavra' larile örülmüş sıra sıra pislikler Üzerine kurulmamış mı? Ben ise oranın içini görmek istiyor, ve | işi başından aşan belediyeye bu şirketine mi, - ikisine de yakışır - | nit olduğu kestirilemiyen, işe ya- ÖL n U Sea N Yurtdaş.. Londra'da “Cihan İktısat Kon- feransı, buhrana bir çare keşfile uğraşırken, Londra şokaklarında *İmparatorluk malı kullan,, diye propayandalar yapılıyor. Çünkü buhranın en iyi çaresi : Yerli malı giymek ve yerli malı yemektir. Milit İktısat ve Tasarruf Cemiyeti çöplerin kalkması için bir mera- sim beklememek - lâzımgeldiğini işittirecek bir ses duyabilirmiyim, diye bakmıştım. Sıkıldim — artık.. -Beşiktaştan tramvay geliyor mu? diye baktım. Gözüme bir cami ilişti, güldüm, siz de olsanız gülerdiniz: Tophane adını taşıyan buü | camin hünkör — dairesi, bil- mem hiç dikkat ettiniz. mi? en güzel mermerden yapılmıştır. Bir de Allah için yapılan tarafı görün, taştan, topraktan!.. Durak yerine giderken, bir ininin ağana — benziyen binanın kapısına ür- küntü — ile — bakıyorum. — Dışi böyle olan bu mübarek bi- nanın içi nasıldı, neler vardı? Bu meraklı —şeyleri öğrenmeyi başka bir güne bırakarak tram- vaya biniyorum. ğ dev deminki L dÜ Tni ASN ci egi aei Di $ S Ü G Ü aa R Z ADi vi öm gn düğe hei zi DA ei a Orhan 3"39!;' _B Diyor_ İle Bir Gezinti — Yazısının Gelirile Yaşa- — 7 y 7 ”Z " Tonada "T Ki: yabilenler Yoktur ( Baştarafı 1 inci sayfada ) — Banların san'at eseri olmak | itibarile ne kıymetleri var? — Bunlarda lisan daha ziyade tasfiye edilmiş bir haldedir. Bun- | dan başka bu şiirler, muhatapları olan küçüklerin kalplerine gire- | bilmek için daha akıcı, daha ince, daha yumuşak bir üslupla yazı- mışlardır. — En çok hangi eserlerinizi seversiniz? — Şiirlerim içinde ilk genç- Hik duygularımı taşıyanları severim, onlar bugünkü bana uzaktırlar, fa- kat tazeliklerini kaybetmiyen hâtı- ralarının kıymetleri vardır. Sonra, bugünkü bana yakın olanları meselâ “Vasiyet,, gibi son yaz- | dıklarımı ve nihayet henüz kafa- mın içindekileri severim !.. — Yanılarının nasıl yazarsınız? — Mizahi yazıları, fıkraları idarede, evde, konuşanların ara- sında, hatta tramvayda, otobüste velhasıl her yerde yazarım! İnanamam ! — Sebep ? — Tramvayda, otobüste kafa- nız velüt olabilir, fakat buluşla- rınızı kâğıda geçirebilmek için kolunuzu nasıl oynatabilirsiniz ki! — Evet, fakat ben de tram- vayda, otobüste yazarım deme- dim, yani kolumu kıpırdatabilmek imkânı olsa okadar kalabalıkta bile yazabilirdim demek istiyor- dum. — Şürlerinizi de kalabalıkta yazabilir misiniz ? — Hayır, onları hafızamda yazarım, kendi kendime tekrar- larım. Bu itibarla yalnızlığa ve süküta ihtiyaç hissederim. Manzumelerimi ekseriya gece- leri yazmışımdır. Kâğıda bir harf bile geçirmeden mısraları başımın içinde tamamlar ondan sonra yatağa girerim. Sabahleyin kafamın — içinde tamam olan manzumeyi birkaç def'a daha tekrarlar, beğenme- diğim kısımlarını tashih ettikten sonra son ve kat'i şeklini kâğıda geçiririm. — Halk ençok hangi eserini- zi sevmiştir? — Onu bilemem, şiir olarak en çok tanınanlar ( fırtına ve kar manzumesi fe (Peri kızı ile ço- ban ) hikâyesidir. — Bizde halk niçin okumu- | yor? — Eğer Türk maarifi, meşru- tiyetle —cümhuriyet — arasındaki devrede defbu günkü gibi, hür ve yaplığını bilen münevverler elinde bulunsaydı. bundan — hiç birimiz şikâyet etmiyecektik. Fakat ma- alesef bilirsiniz ki, biliriz ve bi- lirlerki o ve ondan evvelki de- virlerde bu büyük bir ihmale uğramış, maarifimiz şuursuz ve gahilane bir şekilde idare edil- miştir. Bu sebeple halkımızın bü- yük bir kısmı okuyup yaznıa bil- miyor, “ tam manasile münevver,, olanlarımız pek azdır, bugün bile okumanın - bir ihtiyaç olduğu pek mahdut bir zümre tarafından kabul edilmiştir. Geri kalanlar tesadüfen okurlar, hatta bunlar arasında ilim adamı geçinenler bile vardır. İsim söylemiye ne ha- cet, bu ellerine kitap değmemiş mütefekkirleri benim kadar siz de tanırsınız! bunun haricinde halka verilen kitapların kıymetlerini B de nazarı itibare almalıyız. Kolayca meydana getirilmiş emeksiz eser- ler rağbetsizliğe uğrarsa bundan şikâyete ne hakkımız — var? Bunun aksine, emekle meydana getirilmiş değerli, özlü eserlere alâka göstermek Jlâzımdır. Bu şekilde bir roman, bir şiir kitabı, ilmi bir eser ortaya çıktığı zaman matbuat, münevverler yakından alâka göstermelidir. Biz bu hu- susta mâaalesef çok kayıtsız dav- ranıyoruz. — Muharrirler niçin şöhretle- ri nisbetinde kazanamıyorlar? — Bence bilâkis, muharrirler şöhretleri nisbetinde kazanıyor- | lar. Eserlerin kari kütlesinin az- lığı nisbetinde satıldığım nazarı | itibara alırsak — kazançlarını o kütle kadar dar şöhretlerile gayri mütenasip bulamayız. — Muharrirlik hayatınızda ba- şınızdan geçen en garip vak'a nedir? — Öyle “pek garip,, vak'a başımdan geçmedi. “Garip,, telâkki — ettiklerimi şimdi düşünüyorum da bilakis pek tabit buluyorum! * Suallerim bitmişti. Ben ısmar- lanan buzlu şırayı yudumlarken Orhan Seyfi Bey aradığı nükte- yi bulmuştu: Hapishanelerde epey dolaş- mış yaşlı müdürü mes'ul Süley- man Tevfik Beye bu anket mü- nasebetile soruyoruz: — Muharrirlikten ne kazan- dınız? Beriki cevap veriyor: — Mükemmel bir romatizma! Naci Sadullah FENERBAHÇE EŞYA PiYANGOSUNUN keşidesine, ancak gününüz kası. Acele ediniz. T g HiLÂL Sinemasında (404) Himayei Etfalin Balosu H.E.C. Kadıköy Kazası İdaer Heyetinden: Cemiyetimiz tarafından B. AL M. reisi Kâzım Paşa Hazretle- rinin himayelerinde 13 temmuz 933 peşembe günü akşamı Suadiye plâj gazinosunda bir kır balosu tertip edil. miştir. Kadıköyün kibar hanım efendi ve beyefendilerinden tertip heyeti ta- rafından idare olunan Balo mevsimin en kibar ve nezih balosu olacaktır. Davetliler için Suadiye iskelesinden sabah saat dörtte İstanbula temin edilmiştir. vapur j -