| ; y e Tni G_âvur Mehmet Kara Yürek Çetesi V 0 / Kİ SN e ee Tefrika No. 52 Niçin Canım, Sende Bir Sır Var Lüna! Gece el ayak kesildikten sonra usullacık Kapıdan çıkarsın — Ah, Türkom.. sevgili Tür- kom.. sen sağ mısın?.. Diye ba- ğirdi. Gâvur Mehmet safiyetle cevap verdi: — Evet sevgilim, sağım.. hem niçin sağ olmıyayım?.. Lüna, tezgâhın yanına sokul- büyük - bir muş.. Hem Güvur Mehmedin ellerini sıkıyor, hem söylüyordu. — Artık, senden ümidimi kesmiştim.. Tamamen mahvoldu- ğuna hükmetmiştim.. Bilsen, bu- gün bana ne kadar azap çektir- din?... — Ya, sen.. Ya, sen.. Asıl azabı, sen bana çektirdin. — Niçin.. Niçin?.. — Dur da anlatayım... Tatlı tatlı konuşurken. birdenbire sar- hoş oldun. Beni fena halde kar- kuttun... Seni aldım. Yatağına yatırdım. Aklını başına getirmek için bir haylı uğraştım. Muvaffak olamayınca, büsbütün korkmıya başladım. Ya amcan geliverirse.. Ya, bir şey lâzım olur da, odana girerse.. girer de, beni görüve- rirse; diye aklım başımdan gitti.. Ne yapayım, seni müşkü! mevki- de bıirakmamak - için usullacık kapıyı açtım. Ve... Kaçtım. Lüna, Gâvur Mehmedin elle- rini bütün kuvvetile sık:vor ve gözlerini, gözlerinden ayımuıya- rak hayretler içinde dinliyordu: — Kaçtın mı?.. — Vakıa, seni o halde bıra- kıp kaçmak bir erkeğe yakış- mazdı amma.. Ne yapayım Lüna- cığım seni bir söz altında birak- mamak için kaçtım. — Fakat, yakalanan adam? — Hangi adam.. Bir adam mı yakalandı?.. — Evet... Gece.. Lüna, sözünü birdenbire kesti Halinden anlaşılıyordı ki, bu ne- seleden bahsetmeyi — münasip görmemişti. Merak ile sordu: — Pek iyi, ben kaç defa baktım.. Bugün akşama kadar dükkânın kapalı idi. Nerede idin? Gâvur Mehmet, her türlü şüp- heyi silecek bir safiyetle cevap verdi : — Dün akşam söylemedim mi, yavrucağım.. Anamın işile meş- gulüm.. Sabahleyin, köyden gelen- lerle buluştuk. Buradaki akraba- ların yanına gittik. Uzun uzadıya bizim işleri konuştuk. Sonra, köy- lülerin bir takım alış verişleri var- dı. Onlara da bir az yardımda bu- lunduk.. Helâlihoş olsun amma, dükkâm akşama kadar kapadığı- mız için epice de ziyana girdik. Lünaya, yavaş yayeş bir sü- künet gelmişti. Sordu: — E, pekalâ.. Neye karar verdin sev3ilim ?.. — İşte, ben de onu söyleye- DAĞ Te ,;j eet d ı l ı cektim.. Şimdi bak yavrum.. Ben; birçok şeyler düşünüyorum. Fa- kat bunları sana böyle ayak üze- rinde anlatamam, Konuşacağım şeyler mühimdir. Öyle zannediyo- rum ki, eger sen de bana uyar- san, çok mesut bir hayat geçire- ceğiz. Lüna gözlerinden sevinç ateş- leri saçılarak cavap verdi: R — Benimle konuşmana, - hiç hacet yok sevgilim.. Sen, ne dü- şünürsen ben onu kabul ediyorum. — Yoook.. Bu, olamaz Lüna.. Olabilir ki, düşündüklerimin alt ucu pot gelirse, sonra ben vebal altında kalırım... Onun için, bu gece baş başa vermeli.. Adama- akıllı bir konuşmalıyız.., Lüna, ezgin ve muztarip bir sesle sızlandı: — Bu gecemi?.. Bu gece müm- kün değil, sevgilim?.. — Niçin?.. — Bu gece.. Yarın gece.. Hatta, belki de birçok zamanlar... — Niçin canım.. — İşte 'ıimdi.. ben de bunu sana kolaylıkla anlatamıyacağım, Gâvur Mehmet, ciddi münfail bir tavır aldı: — Sen de bir sır var, Lüna?.. — Emin ol sevgilim.. -Santa- maârya üzerine yemine diyorum ki benim hiçbir sırrım yok... Bu, bizim evin sırrı. malüm ya... Bırak bunu şimdi.. sonrza sana arlatırım. ve — İyi amma, yarın bizim köy- lüler gidecek.. ben onlara behe- mehal bir cevap vermeliyim... Lüna, tştırap içinde kıvrani- yor.. mütemadiyen ellerini uğuş- turuyor.. — Ah, ne yapayım.. ne ya- payım bilmem ki... Diye söyleni- yordu. Gâvur Mehmet, çarçabuk bu- na bir çare buldu: — Pekâlâ., Madem ki, benim sana gelmek imkânım yoktur. O halde, sen buraya gel, — Nasıl?. — Tıpkı, benim yaptığım gi- bi.. Gece, el ayak çekildikten sonra usullacık kapıdan çıkarsın.. Buraya gelirsin.. Bir iki saat konuşuruz., Sonra döner gidersin. Lüna, birkaç saniye düşün- dükten sonra teklifi kabul etti: — Pekâlâ.. bu iş, biraz tehli- keli amma.. Madem ki artık se- ninle ebediyen birleşiyorum.. Ha- tırın için kabul bekle, Dedi ve birkaç şey aldıktan sonra, avdet etti. ( Arkâası var ) Zonguldakta Saat Kulesi Zonguldak — Belediye hükü- met konağı önünde umumi bir saat kulesi yaptırınıya başlamıştır. ederim. Beni | & “5Be Mücir <N ( SON POSTA Şâpkacı Paza:rlıîğı — Bu şapkalar niçin bu ka- dar sivri ? — Bunlar dik kafalılar - için hususi surette yaptırıldı! Urlada |Bağlare Musallat Olan Feci Hastalık Deffedilmelidir Urla (Hususi) Üç sene evvel bağlara ariz olan Pornos Pros hastalığının — tahribatından mah- sullerini kaybeden — rençberimiz mahsulün değer fiatle satılacağını ümitlenirken bu hastalık birden- bire yine baş göstermiştir. Has- talık bağları yakmakta salkımları dökmektedir. Havaların çok sıcak gitme- sinden ve sabahları da fazla çiy | düşmesinden ileri geldiği söyle- nen Pornos Pros hastalığı bağ- larda kolera gibi şiddet gösteren bir afettir.. Girdiği yeri kökün- den mahvediyor, ve bin bir feda- kârlıkla meydana getirilen lııg— lardan reçberimiz yiyecek bir ok- ka üzüm bile alamıyor.. Üç sene evvel bu hastalığın ika ettiği tahribatın acısını unu- tamıyan müstahsilimiz ne yapa- cağını şaşırmış bir vaziyettedir.. Herkes bağından kopardığı yaprakları birbirine gösteriyor ve yapraklar üzerinde görülen Por- nos Pros damgasını tahlile - çalı- şiyor; ve bünün ilâcını arıyor. Vaktile bağlarına kükürt ve göz | taşı atanlar ve şimdi de bu ameli- yeyi tekrarlıyanlar, bir dereceye kadar hastalığı deffedebiliyorsa da; bunları tedarikten âciz olan- | lar; bağlarını kurtaramıyorlar, | Urla tamamen bağcı bir mın- takadır. Bu mıntakanın makine- sini döndüren bağçılardır. Herkes bu afetin önüne geç- mek için var kuvvetile falışıyor. İkinci ve hatta üçüncü kükürt ve göz taşı atanlara tesadüf dililir. Diyarıbekir'de Bir Hamal Bir Şerbetçiyi Kaibinden Yaraladı Diyarıbekir (Hususi) — Fatih Paşa maballesince oturan hamal kör Mustafa, kapısının önünde karısile kavga ederken, oradan geçmekte olan şerbetçi Mustafa kavgayı ayırmak istemiştir. Fakat hamal a sinirlenmiş ve şer- betçiyi kalbinin altından bıçakla yaralamıştır. Carih -yakalanmış, “mecruh hastaneye kaldırılmıştır. Antalya'da %Avrupıdan Gelen Ley- lekler Fırtınadan Öldü | e Antalya (Hususi) — Geçen- lerde burada zuhur eden bir fir- tınada birçok leylekler ölmüştür. ölen leylekler arasında Avrupa- nn mühtelif şebirlerinden gelen birçok leylekler vardır. Bunların bacaklarında — madeni - levhalar vardır. bu sene bağlarda görülen fazla | | ranlıkta aradı. Ni | tımanı onu ——— Bu Sütunda Hergün Nakleden : Hatice Bir Günlük Beylik Şükrü Bey son vapurla İs- | doğru uzatmış ve Şükrü Beyin tanbuldan dönmüştü. Uşağı İbra- him ağaya daha evvelce bu gece köşke geleceğini haber vermişti. Havaların daha oldukça serin olmasına rağmen Şişlideki apar- sıkmıya — başladığı için bir an evvel - Suadiyedeki köşke yerleşmeyi istemişti. İbrahim ağa hiç şüphesiz ki herşeyi hazır etmiş olacaktı. Şükrü Bey böyle düşündüğü için bahçe kapısının zilini çalarak uşa; uyandırmak istemedi, ce- binden demir kapının anahtarını çıkararak kilidi açtı. Daha sonra köşkün kapısını da açarak içeri girdi. Daima büyük sofanın sağ tarafındaki bir masada dvıan petrol lâmbasını beğl:ude yere, ka- yet onu her zamanki yerinde değil, fakat orta- daki büyük masanın üstünde bu- larak yaktı. Ibrahim Ağanın bu ihmaline canı sıkılmıştı. Salona girince kuvvetli bir tütün kokusu duydu. Bu ne de- mekti? Odayı niçin havalandır- mamıştı? İbrahim Ağa onun salo- nunda sıgara içmiye mi başlamıştı? Sobası yanıyordu. Bir odun atmak için eğildiği zaman tabla- nn kenarında bitmek üzere olan yanan bir sigara görünce hayretle doğruldu. Demek bir az evvel İbrahim Ağa bu salonda idi.. Halbuki bu eski emektarın böyle âdetleri hiç yoktu. Odada dolaş- mıya başlıyan Şükrü Bey halının üzerinde çamurdan ayak izleri gördü ve hayreti arttı. Eline lâm- bayı aldı, ağır ağır yürüyerek sofaya çıktı. Yemek odasının kapısında — birdenbire — tevakkuf etti. Kapı — açıktı, — sonfra masasının — bir. kenarına bir havlu yayılmıştı. Duvarda asılı duran çini tabaklardan biri ma- sasınım üstünde duruyordu, içinde yemek kırıntıları vardı. Tabağın yanında bir şişe Bi- lecik rakısı boşalmış olarak du- ruyordu. Şampanya kadeklerinden birinin dibinde de su karışmış rakıde biraz kalmıştı. Burada bir a.cam duvarı süsliyen tabak- ların birinde soğuk bir şeyler bulup yemiş, ve şampanya kade- hinde de rakı içmişti. Evde yeri vardı. Belki de şimdi yukarı katlarda idi. Şükrü Bey bir an için selâm- lık tarafına geçip İbrahim Ağayı uyandırmayı düşündü, fakat sonra korkup ta uşağını imdadına ça- ğırmayı gülünç bulduğu için bunu kibirine yediremedi. Lâmbayı bı- rakıp bir mum yakarak eline aldı. Ve merdivenlerden yukarı çıktı, evde bir yabancının olduğundan emindi. Gayet yavaş ve ihtiyatla yürüyerek bütün odaları aradı, kapıların arkasına baktı, hiç kim- seler yoktu, bakmadığı bir kendi yatak odası — kalmıştı. İşte bu odanın kapısını — açınca içerisi aydınlık olduğunu hayretle gördü. Bir an kapının önünde tereddüt etti, ve nihayet içeri girdi. İlk | nazarda odada kimseyi görmedi, z yatağı bozulmamıştı, çekmeleri, dolapları açılmış ve karıştırılmışa hiç te benzemiyordu. Birdenbire olduğu yerde mıhlanmış gibi dur- du. Büyük koltuğun — üstünde ipek yastıkların arasında, ayağını önünde yanan odun — sobasına V 4 yir a a zi en güzel bijamalarından birini giymiş olan biradam uyumakta idi. Şükrü Bey bu adama yaklaştı ve hafifçe omuzuna dokundu. Adam ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Başının yerini ü tirdi. Fakat uyanmadı. olduğu belli idi. Şükrü Bey ya- vaşça odadan çıktı. Salona indi. Bu yabancı adamı yakalayıp po- lise teslim etmek için nereden işe başlamak lâzım; ü ta- sarlamıya başladı. a * Mutfakta bir pencere açıktı. Hırsızın oradan girmiş olduğu aşikârdı. Şükrü Bey bir şeye karar vermeden sabah olmak üzere idi ki birden merdivende ayak sesleri işitti. Hemen yerin- den fırladı. Kapıya koştu. Ve son basamaklarda yabancıyı gör- dü, Bu adamım üstünde artık kendi ipek pijamaları değil, fakat eski ve yırt'c elbiseler vardı. Başında ne biçim olduğu belli olmıyan solmuş bir şapka eskisi taşıyordu. İri yarı, tıraşı uzamış, çakır gözlü bir adamdı. Merdivenleri indikten sonra, şüp- hesiz açık penceresinden girdiği mutfağa doğru ilerlerken Şükrü Bey ırkuııg:un gidip onu yaka- sından tuttu: — Hey arkadaş.. Hayır ola.. “Burada işin ne? Serseri başını ona çevirmişti. Yüzüne baktı ve cevap vermedi. — Sana söylüyorum be adam burada işin ne?.. Göster bakayım ceplerini... Yabancı, hiçbir kelime - telâf- fuz etmeden ceplerini, koynunu, telâşsız bir tavırla arattı. Üstün- de bir çakıdan ve kuru bir ek- mek parçasından başka bir şey yoktu. Şükrü Bey hırsızın üstün- de, çalınımış - hiçbir şey olmadı- ğını görüace büyük bir hayret içinde kalmıştı. Bu adam evine niçin gelmiş, niçin bijamalarını giyerek koltu- ğunda — uyumuş, neden bir şey çalmadan, — geldiği gibi — çıkıp gidiyordu. — Görüyorsunuz ya bir şey çalmadım, ceplerimi iyice mua- yene ediniz... ben hırsız değilim. — O halde burada işin nedir? Adam güldü. — Mutfağın penceresini açık | gördüm,evde kimse olmadığını da anlayınca... Ne söylesem anlıya- mazsınız ki... İşte — bir. gecelik beylik beyliktir dedim... Hayatım- J:Biı gececik h zengin farzetmek İlfedim... Şöyle kiyifle - güzel bir sofrada yeyip içmek, rahat bir yerde uyumak vücudümü iyice ısıtmak, adam- akıllı bir evde, güzel eşyalar arasında bulunmak, diyorum ya bir gececik hakiki bir zengin hayatı yaşamak... Anlıyor musunuz? Bunları - söyledikten — sonra, serseri dışarıda kendini bekliyen hayata kayıtsızca omuzlarını sil- kerek çıkıp gitti. Şükrü Bey bir müddet bu garip serserinin arka- sından baktı. O ilerliyordu, bir gece, beylik ettiği © muhteşem köşke bir daha başını çevirip bakmadan, sokağın bir kıvrımın- da kaybolup gitti. iiğ t Hu ç Ka Ki